19. ve 20. Yüzyıl Felsefesi

0
Advertisement

Immanuel Kant’tan sonra 19. ve 20. yüzyıl felsefesinin özellikleri nelerdir? Pozitivizm, Sezgicilik ve Varoluşçuluk hakkında bilgi.

19. ve 20. Yüzyıl Felsefesi
KANTTAN SONRA FELSEFE

a) POZİTİVİZM:

Pozitizm, olguların ve olgusal ilişkilerin betimlemesini (tasvirini) bilgilerimizin tümü sayıp, metafizik açıklamaları anlamsız diye reddeden bir görüştür. A. Comte’a göre, pozitif demek, gerçek, sürekli, yararlı, kesin, görülen, dokunulan şey demektir. “Biz, çaresiz olarak olgular çemberiyle kuşatılmışız. Bu insan ruhunun koşulu olduğu gibi, bütün pozitif bilgiler binasının da sağlam temelidir. Matematik, astronomi, fizik, kimya ve biyolojide görülen ilerlemedeki hızın nedeni, pozitif yöntemin kullanılmış olmasıdır. Deneyle elde edilmeyen herşey, hayalidir, hiçtir. Ruhun, maddenin, ilk nedenin, akıl tarafından açıklanma girişiminden ibaret olan metafizik, geçmişin bir tortusundan başka şey değildir. Hayat, ruh, akıl, özgürlük, neden, madde, ahret, Tanrı … gözle görülür şeyler olmadığı gibi, elle de tutulmazlar. Laboratuvarlara sokulamazlar, çözümlenemez, tartışılamaz, ölçülemezler. Öyleyse bunlar ya yoktur, ya da metafizik fikir biçimlerine alışmış olan ruhlarımızın kolayca oluşturduğu düşlerdir.”

Öyleyse “felsefe, metafiziği bırakmalı ve bilimsel sonuçlardan hareket etmelidir.”

b) SEZGİCİLİK (İntuituonisme):

Advertisement

Bilgilerimizin oluşumunda, ya da doğruya ulaşmada sezgiyi temele alan bir görüştür. Henri Bergson (1859-1941 )’a göre, yaşam, bir neden-Sonuç zincirine bağlı olmadan, sürekli bir gelişme, bir akıştır. Zekâ, ancak madde dünyasını bilebilir, ama bu akışı (dinamik hayatı) kavrayamaz ve felsefe yapmaya yaramaz. Eğer, iç güdü kendi üstüne düşünebilirse yaşamın sırrını bize verir. Kendi üstüne düşünebilen, kendi bilincine varan içgüdü sezgidir. Akılla içgüdünün birleşimi olan sezgi, gerçeği dolaysız olarak kavrar, anlamak için birtakım mantıksal bölümleme ve sınıflamalar yapmaz.

Ona göre, yaşamın akışı bir “yaşama atılı-mı”dır. İnsan yaşama atılımının sesini, yani kendi sezgisinin sesini dinlerse özgür olur. Yaşama atılımının en özgür noktalarına ilkin kahramanlar ulaşır. Bu noktalar daha sonra diğer insanlarca geçilir. Böylece atılımcı ve açık bir “sezgi” ahlâkı oluşur. Sezgi ahlâkının dışındaki akıl ve içgüdü ahlâkı insana özgürlük vermez. Geleneksel ahlâklar bu türdendir. Bu tür ahlâklar, ülkeden ülkeye değişirken, yüzeyseldirler, amaçlan kurulu düzeni sürdürmeye yöneliktir.

c) VAROLUŞÇULUK (Existentialisme):

Köklerini Danimarkalı Sören Kierkegaard, Alman Nietzsche‘den alan bu akım, sisteminde somut, tek insanı “bireyi” alır. Felsefe araştırmasına bireyi tüm olarak “yaşamdaki tüm duygusal ve tutkusal tepkileriyle” ele alır. Bir başka deyişle varoluşçuluk soyut özlerin değil, somutun ve yaşanmışın incelenmesidir.

Çağımızda özellikle J.P. Sartre (1905-Fransız) tarafından temsil edilmiştir.

J.P. Sartre düşüncesini edebi eserlerinde (roman, deneme, piyes) geliştirmiş ancak, felsefesini teknik olarak “Varlık ve Hiçlik” adlı felsefi eserinde ortaya koyar.

Advertisement

Ona göre, cansızların ve diğer canlıların (insan dışında) varoluşu yoktur, insanın varoluşunu yapan en önemli öge bilinçtir. Bilinçle nasıl yaşayacağını seçer. Seçmeye zorunludur. Eğer seçmezse bu kez seçmemeyi seçmiştir. İnsan için seçmenin dışında bir yol yoktur. Yaşamı böyle ele almak özgürlüktür. İnsan özgürlüğe yazgılıdır. Özgürlük insana yük yükler, çünkü, özgürlük kendisiyle birlikte sorumluluk, suç ve ceza da getirir. Ama özgürlük yine de insan soyluluğunun biricik kaynağıdır. Çünkü, getireceği sonuçları yüklenerek özgürce karar vermek insanı yüceltir.

Toplumsal baskılar, kültürel çevreler, insanın kendi geçmişi özgürlüğünü sınırlamaz mı? Ona göre, bu “durumları” yaratan yine insanın özgür seçimidir. Örneğin, ben savaştan kaçarak ya da kendimi öldürerek savaşa gitmeyebilirim, eğer tersini yapıyorsam savaşı seçiyorum demektir. Öyleyse, her şey gibi savaşlardan da sorumluyum.


Leave A Reply