Afrika Tarihine Detaylı Bir Bakış (Kara Kıtanın Acı Dolu Tarihi)

0
Advertisement

Afrika kıtasının acılarla dolu tarihine detaylı bir bakış. Afrika’nın tarihi hakkında detaylı bilgiler içeren sayfamız.

Afrika Tarihi

Afrika Tarihi

Afrika’da yaklaşık 1.75 milyon yıl önce başlayan taş çağı, kıtanın bazı bölümlerinde oldukça yakın bir zamana kadar sürdü. Dünyada en eski uygarlık belirtilerinin görüldüğü kıtalardan biri olan Afrika, bu özelliğini (merkez yaylasında) çok eski zamanlardan beri buzul olaylarından etkilenmeyen bir kara parçası olmasına borçludur. Kıtadaki eski kara yüzeylerinin ve tortul kütlelerin öteki kıtalara oranla daha iyi korunmuş olması da bu özellikten kaynaklanır. Akdeniz Havzası’nda M.Ö. 2000 yıl öncesinde başlayan ve taş çağının sonunu belirleyen metal kullanımının Afrika’yı etkilemesi, İ.S. ilk yıllara rastladı. Afrika’nın güneybatısında yaşayan Boşimanlar ve Hotantolar taş kullanımını günümüzde 200 yıl öncesine kadar sürdürdü.

Cezayir, Büyük Sahra, Kenya, Kuzey Tanganika, Zimbabve ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nde bulunan tarih sırasına göre tabakalanmış yerleşim bölgeleri, kıtadaki en eski uygarlık belirtilerini oluşturur. Bu uygarlıklarla ilgili australopithecines dönemi insan kalıntıları, Transval, Kuzey Kap Eyaleti, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Tanga-nika’da bulundu. Kuzey Tanganika’da daha karmaşık, ancak ezilmiş geniş çeneli kafatası kalıntıları (Zinjantropus boisei) ve daha gelişmiş, ince homo habilis türüne özgü kalıntılar bulundu. Pliosen dönemindeki kuraklığın birçok bitkinin yok olmasına neden olduğu, australopithecines dönemi insanlarının savanlarda yaşayan atalarını et yemeye ve ilk ilkel gereçleri yapmaya zorladığı sanılmaktadır.

Taş Kültürü

Yaklaşık 500 bin yıl önce australopithecines döneminin taş kültürü, Acheul uygarlığına ulaştı. Kıtada ateşin kullanıldığını belirten ilk izlerse 100 bin yıllık bir geçmişe dayanır. Bu dönemde insan, düşmanlarına karşı korunmak amacıyla mağara ve kaya sığınaklarını kullanmaya başladı. Orta pleistosen döneminin sonlarında Büyük Sahra’nın güneyinde kaba balta yapımı, yerini yavaş yavaş daha karmaşık gereçlere bıraktı. Bu gereçlerin yapımı için gerekli maddelerin bulunduğu batıdaki dağlık bölgeler yerleşim bölgeleri olarak kullanılmaya başlandı.

Çölün kuzeyindeki geç pleistosen kültürleri temelde Afrika kökenli olmakla birlikte, daha çok Avrupa etkisi altında kaldılar. Büyük Sahra Afrikası’nın orta taş çağında bundan yaklaşık 25 bin yıl önce daha etkili gereç ve silahlar geliştirilmeye başlandı. Çeşitli kültür değişimlerinin görüldüğü bu dönemle ilgili iki ya da daha çok yüzlü mızraklar, avcılığa verilen önemi vurgulamaktadır. Batı Afrika ve Kongo’ daki ormanlarda paleolitik çağda yapılmış taş araçların en gelişmiş örnekleri bulundu.

Advertisement

M.Ö. yaklaşık 35 binde, Sirenaik kıyı şeridinde, uzun çelik kılıçların kullanıldığı değişik bir işleyiş tekniği ortaya çıktı. Büyük olasılıkla homo sapiens türünden olan bu dönem insanları ceylan, zebra, antilop gibi hayvanları avlayarak yaşadılar ve kültürlerini yaklaşık 22 bin yıl boyunca sürdüler. Geç pleistosen dönemde, üst paleolitik tipte kılıç işleyimleri Mısır’da da görüldü. Bu kılıç kültürlerinin etkileri, pleistosen çağının sonlarına kadar Güney Afrika’ya yansımadı. Kılıç, bıçak, mızrak ve ok, pleistosen sonrası dönemde Afrika’nın çeşitli bölgelerindeki geç taş çağı avcılarının kullandığı özgün gereçlerdi. Deniz kıyılarında ya da Orta Afrika gölleri çevresinde yaşayanlarsa, kemikten yapılmış zıpkın ve mızraklarından da anlaşıldığı gibi, balık avlayarak ve kabuklu deniz hayvanlarını toplayarak yaşadılar. Tüm bu gereçlerin yanı sıra mağara duvarlarına yapılan resimler ve oymalar, bu insanların günlük yaşamlarına ilişkin çok değerli bilgilerin günümüze ulaşmasını sağlamıştır.

Mısır Hanedanlığı

Bu insanların büyük bir bölümü, henüz yiyecek üretimi, yerleşik yaşam, köy toplulukları, daha koruyucu yapıda evler ve çanak çömlek yapımı gibi özelliklerle belirlenen neolitik çağ kültür evresinde değildi. Gerçek türde neolitik bir yaşam biçimi M.Ö. 5000 yıllarında Fayyum’da ve I. Mısır Hanedanlığından yaklaşık 1000 yıl önce Nil Vadisi’nde görüldü. Bu yaşam biçimi batıya, daha sonra Büyük Sahra ikliminin kuraklaşması nedeniyle (M.Ö. 2500’den sonra) güneye doğru Batı Afrika’ya ve Doğu Afrika ile Etiyopya’daki dağlık bölgelere yayıldı. Ancak, gerçek ikinci taş çağı (neolitik) kültürü Büyük Sahra Afrikası’nın büyük bir bölümünde görülmedi. Günümüzde, Büyük Sahra Afrikası’nda, 18. yüzyıldan önce gelişen olayların tüm ayrıntılarıyla ortaya konması olanaksızdır.

Afrika tarihi

Güney Sahra’daki sınır bölgesinde bulunan yazılı belgelerin dışında hiçbir yazılı belge elde edilememesine karşın, gittikçe artan bir oranda toplanan bilgiler, sonuçta Afrika tarihini geniş bir biçimde ortaya çıkaracak nitelikte gözükmektedir. Taş Çağı’na ilişkin kültürler, teknoloji aşamaları, yeni düşünceler ve toplumsal güçlerle biçim değiştirdi. Bu değişikliğin en önemli yönlerini metal gereç ve silahların kullanımı, bitki ve hayvan yetiştiriciliği, ticaret ve toplum düzeninin geliştirilmesi, yaşa bağlı sıradüzen ve boy başkanlığının benimsenmesi gibi öğeler oluşturmaktadır. 11. yüzyıldan sonra girişilen ve Mali ile Songhai’nin zaferiyle biten egemenlik çekişmesi sonunda, Gana eski konumunu yitirdi. Ormanlık bölgelere yerleşmek zorunda kalan halklar arasında Yorubalar, ortama ilk ayak uyduran topluluk oldu.

Bantu dili konuşan insanlar Benin ve Yoruba’ya pek uzak olmayan Kamerun ve Nijerya’nın doğu bölgelerinden yayıldı. Bantular, bölünerek iki ayrı yol izlediler. Biri Atlas Okyanusu kıyısı boyunca Kongo Irmağı ağzına ve buradan Kongo Havzasındaki bataklık bölgelerin güneyine, ötekisi ise Kongo bataklıklarının kuzeyinden Doğu Afrika’daki büyük göller bölgesine ulaşıyordu. Fenikelilerin, Kuzey Afrika kıyısına yerleşmeleri M.Ö. 1000 yılından önce gerçekleşti. Günümüzde Libya’nın bulunduğu bu kıyılardaki yerleşim, iç bölgeleri kullanmak, bir başka deyişle Büyük Sahra ticaretinden yararlanmak amacını gütmekteydi.

Romalılar

Romalılar bu konuda çok az girişimde bulundu. Fizan’ı kuşatmaları ve güneye yaptıkları birkaç araştırma seferi dışında Romalılar, Kartacalıların ticaret anlayışını hiçbir zaman örnek almadılar. Roma döneminde yaygın bir biçimde kullanılmaya başlanan develerle Berberilerin çöle girerek yerli Zenci çiftçileri egemenlikleri altına almalarını sağladı. Develerden önceki ticaret ilişkilerinde yük hayvanı olarak eşek ya da öküzler kullanılmaktaydı. Devenin yük taşımadaki verimliliği ticaret potansiyelinin artmasına neden oldu. Ancak, bu değişim kervan yollarını tutan savaşçı boyların türemesine de yol açtı.

Advertisement

Hint Okyanusu kıyısında yaşayan toplumlar çok uzun bir süre ve sürekli olarak yabancılarla ilişkiye girdiklerinden bunların kimlerle karşılaştıklarnı ve bu ilişkilerin ne zaman başladığını söylemek oldukça güçtür. Mısırlıların Punt’a düzenli olarak geldikleri bilinmekle birlikte, bunun hangi tarihleri arasında gerçekleştiği aydınlatılamadı. Bazı Alman bilim adamlarına göre, bu kıyılara Mısırlılardan önce Sümer ve Babilli tüccarlar gelmişlerdi. Güney Arabistan’dan Minaelar ve Sabiiler ticareti tümüyle ellerine geçirdiler.

Kıyılara gelenler arasında Fenikeliler de vardı. Doğu Hintliler de kıyılarda ticaret yaptılar, ancak son zamanlarda bunlar daha çok Arap tüccarların para işlerini yürüttüler. Bütün kıyıya yayılan Müslümanlar bölgedeki politik güç dengesini değiştirdiler. Müslüman işgalinden önce bölgeye Perslerin egemen olduğu sanılmaktadır. Marco Polo ‘dan kısa bir zaman sonra (1254-1324) Çin gemileri Doğu Afrika kıyılarına geldi. Doğulu insanlar arasında en az bilinen, buna karşılık kültürel gelişme açısından belki de en önemli yeri tutanlar, Malaya-Polinezya dilini konuşanlardı. Madagaskar dilini Madagaskar’a tanıtan bu insanlar, muz, hint yerelması, kulkas üretimi ve demir eşya yapımı gibi, Arika kültürlerinde biçimlenen birçok yeniliği de tanıttlar.

1497’de Portekizlilerin Hint Okyanusu’na gelmeleri kıyıları olumsuz yönde etkiledi. Avrupalılar 20 yıl içinde Arap egemenliğine son verdiler, üstlerine gönderilen bir Osmanlı Donanması’nı da yenilgiye uğrattılar. Bundan sonra Hint Okyanusu’nun çeşitli kıyıları arasında işlerlik kazanan ticaret Avrupa’ ya yöneldi. Hindistan’a oranla daha yoksul olan Doğu Afrika’ya pek önem verilmedi ve Ummanlı Araplar Zengi-bar kıyılarının bir bölümünü yeniden ele geçirene kadar iç bölgelere yapılan ticarette gerileme görüldü.

İslamiyetin yayılması :

Afrika’da İslamlığın yayılması 644’te ölen ikinci Halife Ömer döneminde, Amr îbnül As komutasındaki İslam Orduları’nın Mısır ve Sirenaik’i ele geçirmesiyle başladı. Müslümanların daha soma Mağrib’e yönelişleri güçlü bir direnişle karşılaştı. Ancak 8. yüzyılın hemen başında, Musa bin Nusayr yönetimi sırasında, Atlas Okyanusu kıyısı ve Mağrib’in İslam dünyasma katılması gerçekleştirildi. Bu yüzyılda, Arap yönetimine karşı halkın gösterdiği direniş ve Kharijite hareketi sonucunda Cezayir ve Fas’ın güneyinde Kharijite krallıkları kuruldu. İslâmlık Mağrip’ten Büyük Sahra boyunca güneye doğru yayıldı.

Bunda, kervan yollarını kullanan Kuzey Afrikalı tüccar ve bilim adamlarının büyük rolü oldu. 11. yüzyıl tarihte önemli yer tutan devletlerin İslâm dinini benimsedikleri bir geçiş dönemi olarak kabul edilebilir.Bu devletler Songhai (1010), Tekrur (1040), Mali (1050), Gana (1076) ve Kanem (1090)’dir.Bölgedeki önemli Müslüman devletler, gerek yönetimleri altındaki insanların çokluğu gerekse kapsadıkları toprakların genişliği açısından güçlü birer imparatorluğu andırıyordu. Konum olarak her biri, üzerinde kuruldukları savaşlarda ayrı bölgeleri denetim altında tutsalar da atlı askerleriyle bu imparatorlukların ortak bazı özellikleri vardı.

Şehirler Kuruluyor

Ekonomileri Büyük Sahra’daki ticaretten elde edilen kazançlara bağlı olan bu imparatorlukla, dışarıdan tuz, kumaş, metal eşya ve at alıyorlardı. Bu ticaret bölgesi çevresinde Ualata, Djenne, Timbuktu, Gao, Kano ve Katsina gibi kentler kuruldu. Daha sonra, özellikle Djenne ve Timbuktu, bölgenin önemli eğitim ve kültür merkezleri durumuna geldiler.

Sudan imparatorluklarının politik yapıları, İslâmlık dönemi ve öncesi Afrika ilkelerinin karışımından oluşmaktaydı. Yönetimi kraliyet ailesi üyelerinden ve il yöneticilerinden, oluşan bir meclisle birlikte elinde bulunduran kralın yetkisi sınırlıydı. İslâmlık Doğu Afrika’da daha yavaş bir yayılma gösterdi. Batı ve Orta Sudan’da en etkili bölge olan Mağrip’in konumunda, doğuda Mısır vardı. İslâmlığın, Doğu Afrika’daki ilerlemesi Nübye, Makura ve Alva’daki Hıristiyan krallıklarınca tam altı yüzyıl boyunca engellendi. İS 651-652’de Mısır’ dan Dongola’nın güneyine doğru ilerleyen Müslüman orduları, büyük bir direnişle karşılaşınca Nübye’ye geniş bağımsızlık tanıyan bir antlaşma yaptılar.

Memluk Devleti

Müslüman ve Hıristiyan devletler arasındaki bu denge, 13. yüzyıl ortalarında Mısır’da kurulan ve güneyli komşularına oranla daha saldırgan bir politika güden Memlûk Devleti ile bozuldu. 14. yüzyılda Hıristiyan imparatorluklarının parçalanması ve büyük oranda İslâm dünyasına katılmasıyla özellik kazanan önemli bir dönem yaşandı. Daha önce 10-12. yüzyıllar arasında İslâmlık, Doğu Afrika kıyıları boyunca Zaila’dan Kilwa’ya kadar ticaret yollarını izleyen bir yayılma göstermişti.

Doğu Afrika’daki bu kent devletleri fildişi, demir, köle, gergedan boynuzu ve leopar derisi dışsatımıyla giderek geliştiler. Ortaçağda gerek Doğu Afrika kıyıları gerekse Batı Sudan’ daki İslâm politikası dış baskılar sonucu (15. yüzyıl sonlarında Portekiz, 16. yüzyıl sonlarında Fas) etkinliğini yitirdi. Ancak, yine de bu politikanın birtakım etkilerin İslâm dünyasının önemli merkezleriyle bağlantının sürdürülmesi, Arap alfabesinin ve edebiyat dili olarak Arapçanın kullanımı, Kuran eğitimi ve bilimsel alanda İslâm geleneklerine bağlılık biçiminde varlığını sürdürdü. İslâm politikasının geride bıraktığı bu miras, 19. yüzyıl başlarında Afrika’da İslâm dininin yeniden canlanmasına temel oluşturdu.

Avrupa ile İlişkiler :

Çin’deki Moğol İmparatorluğu’nun 14. yüzyıl sonlarında Ming Hanedanı tarafından yıkılması ve Orta Asya’da baş gösteren karışıklık, Avrupa ile Çin arasındaki karayolu bağlantısının kesilmesine neden olunca, Avrupalılar doğuya ulaşacak yeni yollar bulmak zorunda kaldılar. Portekiz Prensi Henriquel (Gemici Henrique, 1394-1460), bilim adamlarından, haritalardan, kitaplardan ve coğrafya ile gemiciliği ilgilendiren başka kaynaklardan yararlanarak, Uzakdoğu’ya ulaşacak yeni bir denizyolu ve altın bulma umuduyla araştırmaların başlatılmasına öncülük etti. 1482-1484 arasındaki araştırma gezilerinde, Diogo Cam, Kongo Irmağı’nın halicine ulaştı. Portekiz, Kongo Krallığı ile politik ilişki kurdu. 1487’de, Bar-tolomeo Dias’ın bulunduğu Ümit Bur-nu’nu, 1497’de Vasco de Gama ikinci kez dolaştı.

Kıta İçlerine Giriliyor

Portekizliler bu araştırmalar sonunda, Uzakdoğu’da güçlü bir ticareti imparatorluğu kurmayı başardılar. 16-17. yüzyıllarda Afrika ile ilgilenen Avrupalıların büyük bölümü Batı Afrika’daki ticaret bölgelerine yerleşti. Kıta içindeki araştırmalar konusunda atılan ilk önemli adım, 1788’de İngiliz bilim adamlarınca Afrika Birliği’nin kurulması oldu. Bu birlikçe Batı Afrika’ya gönderilen araştırmacılar arasında en başarılısı, 1796’da, Nijer Irmağı’ nın doğuya aktığını belirleyen Mungo Park’tır. 1822’de, Trablus’tan yola çıkan bir İngiliz araştırma topluluğu da Büykü Sahra’yı geçerek Çad Gölü’nü buldu. İlk başkanın ölümüyle topluluğun başkanlığını üstlenen Hugh Clapperton (1788-1827), Kuzey Nijerya’da-ki incelemeleri sonucunda Kano’ya ulaştı. Clapperton’un ölümünden sonra araştırmaları sürdüren Richard L. Lander (1804-1834), Nijer Irmağı’nın gizini çözen ilk Avrupalı oldu. 1820’de, Alexander Gordon Laing (1793-1826), Batı Afrika’ya yönelik araştırmalarını Sierra Leone’den başlattı. Saldırgan yerliler nedeniyle bu araştırmasını yarıda bırakan Laing, 1823’te, Trablus’tan başlattığı gezisini Timbuktu’da noktaladı.

Advertisement
Nil Nehri Haritası

Nil Nehri Haritası

Ancak, izlenimlerini Avrupa’ya ulaştıramadan öldürüldü. Afrika’nın bu bölgesindeki en önemli araştırmalar Alman coğrafyacı Heinrich Barth’ın (1821-1865) yaptıklarıydı. Dört yıl boyunca Nijer Irmağı ve Çad Gölü çevresindeki topraklarda araştırma yapan Barth, bu konudaki en doğru ve en değerli bilgileri toplamayı başardı. Bir başka önemli çalışma da, 1865-1866’da Trablus’tan çıkarak Lagos’a ulaşan ve kıtanın bu bölümünü geçen ilk Avrupalı olan Alman Friedrich Gerhard Rohfs’un araştırma gezisiydi.

1737-1740 arasında, İngiliz Richard Pococke, Nil Irmağı’na yaptığı gezide ilk çağlayana ulaştı. Yine bu yüzyılın sonlarında ilk çağlayana ulaşan James Bruce, Etiyopya’da araştırmalar yaptı ve Mavi Nil’in kaynağının, 150 yıl önce Portekizlilerin de bulunduğu gibi, Tana Gölü olduğunu doğruladı. 1827’de İngiliz Avrupa Birliği adına çalışan Belçikalı araştırmacı M. Adolphe Linan ve Bellefonds, Nil Ir-mağı’n-da, Hartum’un 390 km güneyindeki bir noktaya kadar çıkmayı başardı. Yukarı Nil’e doğu kıyısından ulaşan araştırmacılar daha başarılı oldular. Avrupalılar iç bölgelerdeki büyük göllere ilişkin bilgileri Arap tüccarlardan edindiler.

İskoçyalı misyoner David Livingstone

1854’te Somali’de araştırmalar yapan Richard Francis Burton ve John Hanning Speke, daha sonra İngiliz Afrika Birliği’nin yerini alan Kraliyet Coğrafya Topluluğu adına çalışırken 1858’de Tanganika Gölü’nü buldular. Speke, ayrıca Nil’in kaynağı olduğuna inandığı Victoria Gölü’nü de buldu. Başarıları en çok ilgi uyandıran araştırmacı, 1841’de Londra Misyonerler Topluluğu adına Güney Afrika’ya gelen İskoçyalı misyoner David Livingstone (1813-1873) oldu. Livingstone, 1849’da Kalahari Çölü’nü geçerek Nigami Gölü’nü buldu. 1853’te başlattığı gezisinde, Zambezi Irmağı’ndan Portekiz Angolası ve Luanda’ya ulaştı. Daha sonra doğuya yönelip Zambezi Irmağı’nı izleyerek 1855’te Victoria çağlayanlarını buldu.

David Livingstone

David Livingstone

Aynı yılın mayıs ayındaysa Quelimane’de Hint Okyanusu’na ulaşarak, en geniş yerinden olmamakla birlikte, Afrika Kıtası’nı geçen ilk beyaz oldu. Daha sonra İngiltere’ye dönünce Londra Misyonerler Topluluğu’ndan ayrılan Livingstone, İngiliz Hükümeti tarafından Doğu ve Orta Afrikayı araştırmakla görevlendirildi. Bu gezisinde John Kirk’le birlikte Shire Irmağı’nda araştırmalar yaptı ve Eylül 1859’da Nyassa Gölü (Malawi Gölü)’nü buldu. Nyassa Gölü ile ilgili araştırmalar, Tanganika Gölü’nden hiçbir ırmağın bu göle akmadığını gösterdi. Daha sonra İngiltere’ye dönen Livingstone, 1866’da kıtanın merkezine düzenlediği üçüncü ve son gezisine çıktı. Doğu kıyısındaki Zengibar’dan kıta içine yönelerek Mweru ve Bangweulu göllerini buldu. Daha sonra New York Herald Gazetesi tarafından kendisini aramaya gönderilen gazeteci ve gezgin Hejıry Mortan Stanley ile 1871′ de Ucici’de buluştu. İki araştırmacı birlikte Tanganika Gölü’nü yukarı bölümünü buldular.

Livingstone‘un 1873’ te ölümünden sonra, Stanley, Orta Afrika’ya düzenlediği geniş araştırma gezisinde (1874-1877) kıtayı Kongo Irmağı boyunca doğu-batı doğrultusunda aştı. Afrika’nın güney ucu, 17. yüzyıl sonlarında Kap’taki yerlerinden doğuya ve kuzeye doğru hareket eden Boerler tarafından bulundu. Afrika, 1870’lerde bölüşülmeye başlanmadan çok önce, bazı Avrupa ülkeleri toprakları elinde bulunduruyordu.Portekiz, Portekiz Gi-nesi, Angola, Mozambik ve bazı adalar üstünde (Azor, Madeira, Yeşilbu-run, Sao Tome ve Principe) uzun yıllar boyunca hak öne sürdü. İspanyol Ginesi, İspanyol Sahrası, Kanarya Adaları ve Akdeniz’de Fas açıklarındaki küçük adalarsa İspanya yönetimine girmişti.

Fransa

Afrika’daki topraklarını Büyük Britanya ile yaptığı savaşlarda yitiren Fransa, 1817’de Senegal’i alarak kıtayla yeniden ilgilenmeye başladı. Daha sonra, 1830-1847 arasında Cezayir’i topraklarına katan Fransa, 1849’da özgürlük tanınan kölelere Libreville’i (Gabon) verdi.

Avrupalıların elindeki toprakların büyük bir bölümü Büyük Britanya’nın denetimi altındaydı. İngilizler, Lagos (Nijerya’da), Sierra Leone, Gambiya Irmağı ve Altın Kıyısı (günümüzde Gana) bölgelerine yerleşti. Kap Kolonisi 1814’te İngiliz topraklarına katıldı. 1850’lerde yapılan iki antlaşmayla Büyük Britanya, Transvaal ve Özgür Oranje Devleti’ne karışmaktan vazgeçince bu iki Boer eyaleti bağımsızlıklarını elde etti. Büyük Britanya daha sonra, Fransızlar tarafından yapılan Süveyş Kanalı ve 1875’te kanal hisse senetlerinin % 44’ünü Büyük Britanya’ ya satmak zorunda kalan Mısır’a yöneldi. 19. yüzyılın ortalarında, Tunus da Fransa, İtalya ve Büyük Britanya ilgi alanına girdi. Avrupalılar Batı ve Doğu Afrika’da birçok ticaret merkezleri kurdular. Avrupalı ülkeler endüstrileştikçe Afrika kıyılarındaki ticaret çekişmesi arttı. Bu olgu, 1870’lerde ülkelerin artan üretimlerine pazar bulma sorunuyla birlikte, somut bir görünüm kazandı.

Sömürge Dönemi

Ülkesine sömürge kazandırmak amacında olan Belçika Kralı II. Leopold (1835-1909), Eylül 1876’da Brüksel’de bir kongre düzenledi. Kongreye katılan ülkeler, Uluslararası Afrika Derne-ği’ni kurdular. 1878’de, Yukarı Kongo için bir çalışma komitesi oluşturan Leopold, gazeteci ve gezgin Stanley ile kendi adına çalışma konusunda anlaştı. Fransızlar da buna karşılık, Savorgnan ve Brazza’yı Gabon bölgesine gönderdi. Böylece anakaranın bölüşülmesine yönelik ilk adımlar atılmış oldu.

Bu arada Avrupa’daki endüstrileşmiş ülkelerin artan üretim potansiyellerine bağlı olarak ortaya çıkan dış pazarlara açılma zorunluluğu, Avrupalı güçlerin Asya ve Afrika’da ilerlemelerine neden oldu. Fildişi Kıyısı, Gine, Dahomey ve Nijer boyunca Senegal’den Çad Gölü’ne kadar olan topraklara el koyan Fransızlar 1881’de de Tunus’u yönetimlerine kattıklarını açıkladılar. Gambiya Irmağı, Sierra Leone, Altın Kıyısı ve Nijerya’dan sonra, 1894’te Uganda, 1895’te ise Kenya, İngiliz yönetimine girdi.

Almanya’da Sömürge Elde Ediyor

Uzun süre Almanya’nın sömürge edinmesine karşı çıkan Alman Başbakanı Prens Otto von Bismarck’ın (1815-1898), 1884’te hiç beklenmedik bir kararla Afrika’da toprak edinme girişimi, Avrupa’da büyük bir şaşkınlık yarattı. Ekonomi bunalımı nedeniyle, Bismarck, Togo, Kamerun ve Güneybatı Afrika’nın işgaliyle yetinmek zorunda kaldı.

Bu sömürge çekişmeleri sürerken, aralarında Amerika’nın da bulunduğu 14 ülke Anglo-Portekiz Antlaşmasından kaynaklanan sorunları görüşmek üzere 15 Kasım 1884’te Berlin’de toplandı. Yine bu sıralarda Belçika Kralı II. Leopold, bağımsız Kongo Devleti’ni kurarak, kendi ülkesini, bu devletin Avrupa’daki temsilcisi olarak tanıttı. Büyük Britanya’nın Batı Afrika dışındaki başlıca amaçlarından biri, Cecil Rhodes’un (1853-1902) tasarladığı Kap-Kahire bağlantısının gerçekleştirilmesi düşüncesiydi. 1855’te Bechuanaland (günümüzde Malavi) İngiliz korumasına girdi. Ancak, Almanya’nın Tanganika’yı işgali, kuzeyle sürekli bir karayolu bağlantısı kurulmasını engelledi.Bu durum, Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nda Afrika’daki topraklarını yitirene ve Tanganika İngiliz mandası olana kadar sürdü.

Advertisement

İtalya’nın Etiyopya politikasını, Sudan ve Etiyopya topraklarının bölüşüldüğü 1891 ve 1894 antlaşmalarıyla destekleyen Büyük Britanya, böylece Doğu Sudan topraklarını güvence altına almış oluyordu. Bunun yanı sıra Etiyopya’nın işgali, İtalya’ya, Eritre ve Somali’yi de koruma altına alma olanağı veriyordu. Ancak, Etiyopyalıların 1 Mart 1896’da Adua’da İtalyalara karşı kazandığı zafer, İngilizleri, Fransızların Sudan’daki ilerleyişine karşı koymak zorunda bıraktı. Sonuçta 21 Mart 1899 ‘da yapılan antlaşmayla sınırlar belirlenmiş oldu.

Sudan sorunu İngilizleri, bir yıl sonra bu kez Transvaal ve Özgür Oranje Devleti’ndeki Boerler ile savaşa soktu. 1899’da Sudan üzerindeki gergin havanın yumuşaması, Nisan 1904’te Fransa’ nın, Büyük Britanya’da Mısır’da serbestlik tanıdığı antlaşmayla sonuçlandı. Büyük Britanya, Mısır’ı 1914’te korumasına aldı.

Sömürgeciliğin Gerilemesi

1914-1939 arasında Afrika’da sömürgeciliğin gerilediği bir dönem yaşandı. İngilizler, bir yandan yerel boy şeflerinin güç ve etkilerine dokunmamaya özen gösterip onları yönetime ortak eden bir siyaset güderken, bir yandan da geleneksel yönetim yapısına, çağdaş toplumun gereksinimlerine uygun bir yapı kazandırmayı amaçladılar. Ancak, 1939’da bu yönetim biçiminin yetersiz olduğu anlaşıldı; 1945 donlarında yerli yönetimlerin yerini seçimle işbaşına gelen yerel meclisler aldı. Fransızlar ise, özümseme siyasetini seçtiler. Yerel şeflerin tümüyle ikinci planda kaldığı bu yönetim biçimi Fransız dil ve kültürünü Afrika’ya yerleştirmek amacını güdüyordu. Ancak, bu politika özellikle Müslüman bölgelerde olmak üzere büyük ölçüde başarısızlığa uğradı.

Sömürgelerini denizaşırı birer eyalet olarak kabul eden Portekiz de Fransa’ ya benzer bir politika izledi. Portekiz’ in bağımsızlığa yönelik eğilimlere karşı gösterdiği direnç 1960’ların başında gerçekleştirilen bir devrimle sonuçlandı. Belçikalılar, Kongo’da güçlü bir babacılık (paternalizm) politikası güttü. İtalya ve Almanya, 1918-1945 arasında Afrika’daki topraklarını olduğu gibi, yitirdi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Almanya’nın elindeki topraklar, önce Milletler Cemiyeti’ne bağlı Manda Komisyonu’nun, 1945’ten soma ise BM Güvenlik Konseyi’nin denetiminde Belçika, Büyük Britanya, Fransa ve Güney Afrika Cumhuriyeti yönetimlerine katıldı.

Sömürgeler Bağımsız Oluyor

1950 ve 1960’iı yıllarda Güney Afrika Cumhuriyeti yönetiminde kalan Güneybatı Afrika dışındaki tüm eski Alman sömürgeleri bağımsızlık elde etti. İtalya’nın eski sömürgelerinden Libya 1951’de, Somali ise 1960’ta bağımsızlık kazandı.

Savaşlar arasındaki dönemde iki Afrika ülkesi Liberya ve Etiyopya, uzun bir geçmişe dayanan bağımsızlıklarını korumayı başardılar. 1847’den beri bağımsız olan Liberya, ABD’nin yönetim biçimini benimsedi. Etiyopya ise, İtalya işgali altında geçen kısa bir dönem (1936-1941) dışında 1974’e kadar mutlak monarşiyle yönetilen bir krallık olarak kaldı.

Günümüzde, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin güdümünde kurulan sözde bağımsız birkaç ülke dışında, Afrika’da sömürge konumunda hiçbir devlet kalmadı.


Leave A Reply