Altı Ok Nedir? Altı Ok’un Açıklaması

0
Advertisement

Altı ok nedir ne anlama gelir. Altı Ok ilkeleri nelerdir ve bu ilkelerin kısaca açıklamalarının yer aldığı ve altı ok hakkında sadece ansiklopedik bilgi veren sayfamız.

Altı Ok, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yönlendirici ilkelerini belirten simge. Bu altı ilke cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılıktır. CHP’nin 1931 Kurultayı’nda benimsenen altı ilke 1937’de anayasaya alındı.
Altı Ok
CHP’nin 1927’deki II. Kurultayı’nda kabul edilen tüzüğünde, CHP cumhuriyetçi, laik, halkçı ve milliyetçi bir parti olarak tanımlanıyordu. Tüzüğün ikinci maddesinde istibdat yönetimini engelleyebilecek, ulus egemenliğini ifade edebilecek tek yönetim biçiminin cumhuriyet olduğu belirtiliyordu. Üçüncü maddede devlet ve din işlerinin birbirinden ayrılması, inanç ve vicdan sorunlarının siyasetten uzak tutulması, ulusa bilim ve fen ilkelerinin yön vermesi, kısaca adı konulmadan laiklik ilkesi savunuluyordu. Dördüncü maddede yasa önünde mutlak eşitlik, hiçbir birey, aile, sınıf ya da cemaate ayrıcalık tanınmaması ve her şeyin halk için halk tarafından yapılması biçiminde tanımlanan halkçılık ilkesi ortaya konuluyordu. Milliyetçilik ilkesini açıklayan beşinci maddede dil, duygu ve düşünce birliğinin, Türk dili ve kültürünün geliştirilmesinin gerekliliği vurgulanıyordu.

Tek parti yönetiminin yerleşmesi, Atatürk devrimlerinin gerçekleştirilmesi ve devletçiliğe yönelmeyle belirginleşen 1927-31 döneminin sonunda, 1931’de CHP’nin III. Kurultayı’nda kabul edilen partinin ilk programında bu dört ilkeye, iki yeni ilke daha eklendi. Bu ilkeler devletçilik ve inkılapçılıktı. Programa göre, cumhuriyetçilik ulusal egemenlik ülküsünü en iyi ve güvenilir biçimde temsil eden ve uygulayan devlet biçimi olarak cumhuriyetin savunulması demekti. Milliyetçilikten anlaşılan, çağdaş uluslarla eşit olan ve onlarla uyum içinde yürüyen Türk toplumunun özel niteliklerini, bağımsız kimliğini korumaktı. Halkçılık, irade ve egemenliğin kaynağının ulus olması, devletin vatandaşa, vatandaşın devlete karşı görevlerini yerine getirmesi, yasalar önünde mutlak eşitliğin sağlanması, hiç kimseye ayrıcalık tanınmaması anlamını taşıyordu. Ayrıca, bir başka maddede halkın ayrı ayrı sınıflardan oluşmaması, işbölümü temelinde çeşitli mesleklere ayrılmış bir topluluk oluşturması, sınıf mücadelesi yerine toplumsal düzen ve dayanışmanın sağlanması, çıkarlar arasında uyum sağlanmasının gerekliliği biçiminde dayanışmacı ve korporatist bir halkçılık anlayışı ortaya konuyordu. Devletçilik ilkesine göre, temel olan kişisel girişim ve etkinlikti, ama ülkeyi hızla kalkındırmak ve refaha kavuşturmak için ulusun genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde, özellikle ekonomik alanda, devletin fiilen müdahalesi gerekliydi. Laiklik ilkesi, devlet yönetiminde bütün yasa ve kuralların bilim ve fennin sunduğu ilke ve biçimlere, dünya gereksinmelerine göre yapılması ve uygulanması olarak açıklanıyor; ulusun ilerlemesi için dinsel düşüncelerin devlet ve dünya işlerinden, siyasetten ayn tutulmasının gerekliliği vurgulanıyordu. İnkılapçılık ilkesinden anlaşılan, daha önce gerçekleştirilmiş Atatürk devrimlerine ve bu devrimlerle doğan ve gelişen ilkelere bağlı kalınması, bunların korunma-sıydı.

Bu altı ilke belli bir tarihsel sürecin ürünüydü ve belli bir uygulamalar bütününe yaşam verdi. Osm^ıh Devleti’nin yıkılması ve yeni Türk Devleti’nin kurulması sürecinde oluştu, çağdaş Türk ulus-devletinin ve toplumunun biçimlendirilmesinde yönlendirici oldu.

Cumhuriyetçilik ilkesi, padişaha kişisel bağlılığa dayanan Osmanlı yönetim ilkesinin yerini alıyordu. Meşrutiyet ve Kurtuluş Savaşı aşamalarından geçerek biçimlenen ulusal egemenlik ve temsil anlayışını tam olarak yerleştiriyordu.

Milliyetçilik ilkesi, modern bir ulus-devle-tin ideolojik temeli olarak Türk milliyetçiliğini tanımlıyordu. Osmanlı döneminde azınlıkların milliyetçiliğinden esinlenerek ve onlara tepki olarak, ayrıca imparatorluğun birliğinin korunmasında Osmanlıcılık ve İslamcılığın başarısızlığıyla ilişkili olarak, bir ölçüde de Rusya’daki Türkçülük akımının etkisiyle oluşan ve gelişen Türk milliyetçiliği, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra tam anlamıyla yaşama geçirilme olanağı buldu. Ülke, etnik yapısının türdeşleşmesiyle, milliyetçiliğin gelişmesi için daha da elverişli bir ortama kavuştu. Bu ilke, imparatorluk emellerini terketmiş ve egemenliğe kavuşmuş bir ulus-devletin dil, tarih, kültür alanındaki bilincini güçlendirmeye yönelik çalışmalar yoluyla uygulamaya geçirildi.

Advertisement

Halkçılık ilkesinin kökleri ise, İttihat ve Terakki dönemine değin uzanır: Geleneksel aydın-halk karşıtlığını aşmak amacıyla aydının halka yönelmesi gerekliliği, sınıf çatışmasının reddi ve toplumsal dayanışmanın düzenleyici ilke olarak benimsenmesi, mesleki temsil görüşleri bu dönemde gelişti. Bu ilke, Kurtuluş Savaşı’nda bürokrasi-eşraf-halk ittifakıyla canlılık kazandı. Kurtuluştan sonra Mustafa Kemal söylevlerinde imtiyaz-sız-smıfsız-kaynaşmış bir kitle olarak gördüğü halkın kendi kendini yönetmesini savundu, aydınların halktan esinlenmesini ve halka inmesini önerdi. Halkçılık ilkesi, yurttaşlar arasında yasal eşitliği sağlamaya yönelik girişimler, sınıf mücadelesinin reddi, özellikle 1930’larda devrimleri halka benimsetmeye yönelik etkinlikler (örn. Halkevleri) ve kimi korporatist önlemlerle yaşama geçirilmeye çalışıldı. Ancak bu ilke geleneksel seçkinciliğin aşılmasını sağlayamadı, “halk için halk tarafından” sloganı uygulamada zaman zaman “halk için halka rağmen” görünümünü aldı.

Devletçilik ilkesi, Batı’ya göre geri kalmış bir toplum olan Türkiye’nin, ekonomik bakımdan devlet katkısı ve müdahalesiyle kalkınabileceğini belirtiyordu. Osmanlı devletçi geleneği ve 1929 Büyük Bunalımı bu ilkenin uygulanabilmesi için elverişli bir temel oluşturuyordu. Bu ilke, 1930’larda korumacılık, devletin piyasaya etkin müdahalesi ve devlet işletmeciliği biçiminde uygulandı; daha sonra da oldukça azalmakla birlikte, ekonomik yaşamda devlet belirleyici bir rol oynamayı sürdürdü.

Laiklik ilkesi, devlet yönetiminde dini kuralların mevcut bilimsel gelişmeler ışığında modernize edilerek sunulması ve devlet işlerinde karar alma mekanizmasında dini değil bilimsel ve akılcı politika yaklaşımlarından ibarettir. Laiklik ilkesi din düşmanlığı olarak 1950’li yıllarda muhalefet tarafından yıllarca lanse edilse bile laiklik ilkesi dini yaşamında garanti altına alınması ve sadece tek bir din ya da mezhep inancının salt kabul edilmesi ile ortaya çıkan baskıcı bir toplum yaşamınında önüne geçilmek için kullanılmıştır. Osmanlı döneminde yaşanan dini özgürlüklerin aynı şekilde devam etmesi ve kimsenin dini inançları sebebi ile yargılanması ya da benzer kötü muamele ile karşı karşıya kalmaması içinde önemli bir ilke olarak toplumun huzur, refah ve barışı için kullanılmıştır. Laiklik ilkesi ile birlikte türlü cemaat ve benzeri şer odaklarının ve yapılanmalarının devlet yönetiminde söz sahibi olması engellenmiştir ve bu şekilde kötü sonuçların olmasının önüne kesin bir yolla geçilmiştir.

İnkılapçılık ilkesi, böylesine radikal değişikliklerin ancak devrimler yoluyla gerçekleştirilebileceği anlamına geliyordu. Ancak değişiklikler ani bir kopmayla değil, prag-matik bir biçimde, adım adım, oldukça az şiddete başvurularak ve bürokratik aygıtın radikal amaçlarla kullanılması yoluyla gerçekleştiriliyordu. Sosyoekonomik reformlardan çok sosyokültürel reformlara ağırlık veriliyordu.


Leave A Reply