Anadolu Medeniyetleri

0
Advertisement

Anadolu’da yaşamış medeniyetler hangileridir, Anadolu’nun tarihçesi, eskiden günümüze kadar kurulmuş medeniyetler hakkında bilgi.

Özellikle yirminci yüzyılda yapılan araştırmalar sonunda Anadolu’nun dünyanın en eski yerleşme bölgelerinden biri olduğu en eski medeniyetlerin burada kurulduğu meydana çıkmıştır.

Yapılan arkeoloji çalışmaları sonunda Anadolu’da Milattan binlerce yıl öncesine kadar yaşayanlarla bunların medeniyet seviyeleri tespit edilmiş bulunmaktadır. Elde edilen bilgileri aşağıda çağlara ayrılarak bilgiler verilmiştir.

Taş Çağında Anadolu

Ankara Üniversitesi profesörlerinden Şevket Aziz Kansu ve yardımcılarının çalışmaları sayesinde bütün Anadolu’daki Taş Çağı kültürü çeşitleri tamamen incelenmiş bulunuyor.

Yapılan araştırmalarda İstanbul’da Ankara’da ve Samsun yakınlarında Tepeköy’de el baltaları bulunduğu gibi Ankara yakınlarında Etiyokuşu’ndaki Çubuksuyu deresinde üç metre derinlikte bazı örnekler ele geçirilmiştir.

Advertisement

Çubuksuyu’nda ve Ankara’ya yakın başka yerlerde Pleistosen tabakalarda yapılan araştırmalarda o çağlara ait aletler bulunmuştur. Aynı şekilde Kastamonu yakınlarındaki Gölköy ile Sivas yakınlarındaki Gemerek’te, Nevşehir ve Niğde yakınlarında aynı çağ eserlerine raslanmıştır. Adıyaman ile Samsun civarında ve Antalya yakınlarında Yağcaköy’deki Karain Mağarası’nda gene bazı aletler bulunmuştur.

Anti-Toroslar’da (Toroslar’ın kuzeydoğuda Seyhan’ın ötesinde kalan kesiminde) bazı kayalarda ise yabani keçi gravürlerine rastlanmıştır. Bunların da Taş Çağından kalma olduğu sanılmaktadır.

Samsun civarındaki mağaralarda yapılan araştırmalarda Mezolitik Devrin karakteristik örneklerine raslanmıştır. Isparta yakınlarında ve Hafik Gölü civarındaki Pilir Höyüğü’nde küçük çakmaktaşından yapılmış bıçaklar ağaçtan mızrak sapları bulunmuştur. Mezolitik ve Neolitik kültürler arasında ki geçiş devrine ait kalıntıların da bulunması beklenmektedir.

Bu araştırmaların başlıcaları Chicago heyeti tarafından Alişar’da, Türk Tarih Kurumu tarafından Alacahöyük’te, bir İngiliz heyeti tarafından da Afyonkarahisar’da yapılmıştır. Ayrıca, bir İngiliz-Türk heyeti Polatlı’da da arkeolojik araştırmalar yapmıştır. Bu incelemeler Anadolu yaylasının kültür bakımından doğu ve batıdan ayrı bir özellik taşıdığını ortaya çıkarmıştır.

Beş Bin Yıllık Eserler

Anadolu’da M.Ö.3000 yılına kadar varan eskilikte çömlekçilik eserleri bulunmuştur. Bu gibi eserlerin yüzleri siyah ve cilalıdır. Genel olarak düzdür, bazılarında çizilerek yapılmış resimlere rastlanır. Bu çizgilerin arasının bazan tebeşirle doldurulduğu nadiren de boyandığı görülmüştür. Bu devirden kalma eserlerin çoğu basit tabaklar geniş ağızlı çanaklardır. Yalnız Alişar’da meyvalık gibi ayaklı kaselere de raslanmıştır.

Advertisement

Eğe kıyılarında Hisarlıkta bulunan çömleklerde de aynı şekilde beyaz dolgulu çizgilere rastlanmışsa da yapılan eşya başka biçimdedir. Bunlar arasında saplı testilere leğenlere rastlanmıştır. Bunların deri kalıplara göre yapıldığı tespit edilmiştir ki bu husus bölgeye büyük bir özellik vermektedir.

Tarih ve tarz bakımından yaylanın çömlekçiliği Mersin’de gelişen çömlekçilikle mukayese edilebilir. Çünkü 500 yıl kadar süren bir devre içinde Çukurova kültürü geniş ölçüde yayla kültürünün etkisi altında kalmış bulunuyordu. Halbuki bundan 1000 yıl kadar önce Kilikya’da (Adana, Çukurova bölgesi) boyalı çömlekçilikle özelliğini bulan bir medeniyet vardı. O devirde bu tip çömleklere Suriye, Mısır, Irak, Ermenistan, İran ve Türkistan’da rastlandığı halde, Konya bölgesi hariç Anadolu’nun başka bölgelerinde görülmez. Bundan da Toros dağ zincirinin boyalı çömlekçiliğin yayılmasına engel olduğu anlaşılmaktadır.

Mersin dolaylarındaki Cilalıtaş Çağı’nın tek renkli cilalı ve ayna çömlekçiliği sonradan yerini boyalı çömlekçiliğe bırakmıştır. 1000 yıl kadar süren bu çağda Mersin’de çömlekçiliğin geniş ölçüde bir gelişme geçirdiği muhakkaktır. Ancak ele geçirilen örneklerin o çağın biçim ve tezyinatına göre çok değişik olması bunların başka bir bölgeden getirilmiş olduğu kanaatini de uyandırmaktadır.

M.Ö.2500 yıllarına yaklaştıkça boyalı çömlekçiliğin birdenbire kaybolduğunu yerini tek renkli cilalı çömlekçiliğe bıraktığını görüyoruz. Bunlar biçim ve süs bakımından yayladaki Cilalıtaş çömleklerini andırmaktadır. O halde bundan Anadolu’da bir yerde tek renkli cilalı ve oyma çömlekçilik kültürünün yaşadığı Suriye ve civar topraklarda boyalı çömlekçilik medeniyetinin gelişmesi sırasında 1000 yıl müddetle yaşamakta devam ettiği sonucu çıkarılmaktadır. Bu yerin neresi olduğu henüz keşfedilmemiştir. Fakat şimdilik yapılan araştırmalar bu yerin Doğu Toroslar havzasında Elbistan Ovası gibi bir bölgede olmasını mümkün göstermektedir.

Bakır Çağında Anadolu

Anadolu tarihinin hemen hemen hiçbir çağında bu bölge kültürünün Bakır Çağında olduğu kadar bir birlik göstermediği muhakkaktır. Anadolu medeniyeti ilk defa bu çağda sınırları dışına taşmış Eti, hatta Osmanlı İmparatorluğu sınırlarıyla mukayese edilebilecek bir alana tesir etmiştir.

Bakır Çağındaki Anadolu çömlekçilik örneklerinin Cilalıtaş Çağı çömlekçiliğinden gelişmiş olduğunu söyleyebiliriz. O çağda da oyma ve bazan ziynetlerle süslenmiş çömlekçilik devam etmektedir. Bazı karakteristik biçimler bu kültürü kolaylıkla ötekilerden ayırdedecek bir özellik gösterir. Şişkin karınlı, çok zaman yumrularla süslü testiler; uzun, dik saplı, basık tabaklar; hepsinin üstünde iki kulplu zarif fincanlar hep bu çağın örnekleridir. Bu fincanların madeni bir kalıba dökülerek yapıldığı tahmin edilmektedir.

M.Ö. 2600 yıllarında Filistin’in Hirbet Kerak bölgesinde görülen çanakların da Anadolu özelliği taşıdığı tesbit edilmiştir. Ancak bunlar süs ve renk bakımından bazı farklar gösteriyor. Kapların içi kırmızı, dışı siyahtır. Bu renk farkının fırınlama tekniğinden ileri geldiği anlaşılmıştır. Bu çeşit hassas fırınlama Bakır Çağında bilhassa Anadolu’da kullanılmıştır. Bu Anadolu’ya ait bir hususiyet olarak tanınmıştır. En iyi kullanıldığı yerin de yukarı Fırat ile Kura-Aras vadisi olduğu tespit edilmiştir. Sonradan Hirbet Kerak çanaklarını yapanlar buradan güneye inerek komşu ülkelere doğru istila hareketlerine girişmişlerdir.

Anadolu’dan Balkanlara

Aşağı-yukarı bu Hirbet Kerak istilasıyla aynı zamanda tipik Anadolu Bakır Çağı çömlekçiliğinin Balkanlara yayılmaya başladığını görürüz. Suriye ve Kilikya’da olduğu gibi Yunanistan’da da Anadolu tarzı çömlekçilik başlamıştır. Geçiş yolunun deniz olduğu kabul edilmekle beraber Konya ve Afyonkarahisar yakınlarında bulunan boyalı çömlek kırıkları bu geçişte kara yolunun da kullanılmış bulunduğuna dair bir ip ucu vermektedir.

Anadolu Bakır Çağı’ndan kalan en önemli eserler Alacahöyük’teki kral mezarlarıdır. Bunlar Eti işgalinden daha önceye rastlar. Burada 13 mezar bulunmuş ve Türk arkeologları mezarlarda bulunan çömleklerden mezarların M.Ö. 2500-2300 tarihinde yapıldığını tahmin etmişlerdir.

Advertisement

Anadolu’da İlk Yazı

Anadolu’nun ilk yazı örneklerini M.Ö.2100-1850 yıllarının Tunç Çağında görüyoruz. Bunlar kil tabletlerdir. İlk tabletler 1882’de bulunmuşsa da ancak 1893 – 1894’te ki Ernest Chantre keşif heyeti tarafından itina ile toplanmıştır. 1948’den beri T. Özgüç’ün Kültepe’de yaptığı araştırmalar bu tabletler çağının kültürünü aydınlatmıştır. Bunların bir Asur ticaret kolonisine ait iş mektupları ve hukuki belgeler olduğu anlaşılmıştır. Tabletler Kapadokya’da (Kayseri bölgesinde) bulunmuştur.

Asurlarla olan bu ticari bağın yaylada yeni bir tip çömlekçilikle aynı ana rastladığı dikkati çekmektedir. Kapadokya çömlekçiliği adı verilen bu yeni tarzın başlıca özelliği çok renkli olmasıdır. O devirde Kültepe’den güneye doğru olan ticaret bağı dolayısıyla bu tarz eserlere Suriye’de de rastlanmıştır. Ancak, özellikleri bunların Anadolu’ya başka yerden gelip yerleşen bir kavim tarafından sokulduğu fikrini doğurmaktadır. Bu kavmin de batıdan çok doğudan, mesela Urmiye Gölü civarından geldiği tahmin edilmektedir.

Öte yandan dil ve antropoloji araştırmaları Etilerin hemen hemen aynı tarihlerde doğudan Anadolu’ya geldiğini göstermektedir. Bu bakımdan Kapadokya boyalı çömlekçilik kültürünü Etilerin getirdiği en yakın ihtimal olarak akla gelmektedir. Etiler Anadolu’yu istila ettikleri zaman yerli halkla çabucak kaynaşmış onların yerli medeniyetlerini de benimsiyerek geliştirmişlerdir.

Eti İmparatorluğu

Eti istilası ile beraber Anadolu gerçek anlamıyla tarih çerçevesine girer. Bu imparatorluk M.Ö. 1800-1200 yılları arasında 600 yıl hüküm sürmüştür.

Etiler’de çömlekçilik ilk dönemlerde tek renk özelliğini muhafaza etmekle beraber çömlekçi çarkının keşfedilmesi sayesinde çok daha zarif ve güzel eserler yapılmaya başlanmıştır.

Eti İmparatorluğu yaylada kurulmuştu. İmparatorluk Mikenalılar’ın etkisi altında bulunan kıyılarda pek o kadar ağır basamıyordu. Mikena medeniyeti Etiler gibi merkezi bir imparatorluk mahiyetinde değil daha çok deniz ticareti yapan toplulukların konfederasyonu şeklindeydi. Bunlar M.Ö. 13. yüzyılda, doğu Akdeniz kıyılarından çoğunu hakimiyetleri altında tutabilmişlerdi.

Eti ve Mikena medeniyetlerinin birbiriyle ilgi derecesi henüz tespit edilmiş değildir. Yalnız Etiler’in sonradan Mikenalılar’ı Anadolu’dan sürdükleri sanılıyor. Gerçekten İzmir yakınlarındaki bazı kayalarda bulunan Eti tarzı kabartmalar bu fikri destekler mahiyettedir.

Eti İmparatorluğunun Sonu

M.Ö. 1200 yılları civarında Eti İmparatorluğunun birden bire sona erdiğini görüyoruz. Kara ve denizden yapılan istila hareketlerinin buna sebep olduğu tahmin edilmektedir. Alişar, Kültepe, Boğazköy ve Alacahöyük’te Eti çağına ait geniş ölçüde yangın izlerine rastlanmış, imparatorluğun büyük bir facia ile son bulduğu kanaati kuvvetlenmiştir.

Advertisement

Aynı istiladan Mikena kültürü de büyük zarar görmüştür. Kısa bir kargaşalık devresinden sonra Mikena alanında yeni bir barbar kültürü kendisini göstermektedir. Demire geniş ölçüde yer verildiği, oldukça geometrik biçimlerde çömlekçiliğin geliştiği görülmektedir.

Eti İmparatorluğunun ortadan kalkmasından sonra Anadolu yaylasında Frikya Krallığı, Kuzey Suriye ile Toros eteklerinde de yeni Eti devletleri kurulmuştur.

Anadolu’da Hiyeroglif

Bu yeni Etiler Güney Doğu Anadolu’da bulunan birçok yazıtlardan anlaşıldığına göre hiyeroglif yazısı kullanmışlardır. 1946’da yukarı Ceyhan vadisindeki Karatepe’de M.Ö. 8. yüzyıla ait bir kale, bu kalede de çok önemli hiyeroglifler bulunmuş, yazıların yanlarında Fenikece çevrilerin de verilmiş olması kolayca okunmasını sağlamıştır. Karatepe yazıtları Çukurova’da yaşamış Dananiyim Kralı Azitavad’ın kurduğu bir şehirden bahsetmektedir.

Yunan efsaneleri Etiler’in yerine geçen Frikyalılar’ın Traklar’la akraba olduğunu ileri sürer. Bunlar bir Hint-Avrupa dili konuşuyorlardı.

Frikya medeniyeti Eti’lerden geniş ölçüde faydalanmıştır. Bununla beraber Frikyalılar’ın da Anadolu’ya yeni bir sanat ve mimarlık getirdikleri muhakkaktır. İzmir civarındaki Yamanlar Dağında bulunan Tantalus’un Mezarı, bu mezardaki defin odaları bunun başlıca delili sayılmaktadır. Bu mezar mimarlık tarzı da geometrik şekilli çömlekler gibi Anadolu için yenidir.

Frikyalılar ve Sonrası

Frikya İmparatorluğu M.Ö. 7. yüzyılın başlarında Kimmerliler’in istilasına uğradıysa da Frikya medeniyeti Anadolu’nun içlerinde daha uzun müddet devam etmiştir. 1937-38 yıllarında Pazarlı Kalesinde bunu ispat edecek deliller bulunmuştur. Türk Tarih Kurumu adına yapılan bu araştırmalarda Frikya kabartmaları, aslan, boğa, geyik resimleri, geçit halinde askerleri gösteren duvar resimleri bulunmuştur.

Sonradan Frikya İmparatorluğunun yerini bölge bölge, Lidya, Kariya, Likya devletleri aldı. Bu devletleri bir kısmı dışarıdan gelen istilacılar, bir kısmı da Eti İmparatorluğundan kalanlar kurmuştu.

Anadolu’daki bu yerli medeniyetler Ege kıyılarındaki İon, Dor gibi Yunan kolonilerinin kurulması sırasına rastlar. O halde bunlar arasında ne gibi kültür münasebetleri kurulduğunu öğrenmek meraklı bir konudur. Özellikle İonya’nın genç komşularına neler borçlu olduğunun bilinmesi önemli olan noktaların başında sayılabilir.

Frikya İmparatorluğunun yıkılmadan önce Yunanlılarla temasta bulunduğu muhakkak görülmektedir.

Advertisement

Ayrıca İon şehirlerinin iç bölgelerde oturan komşularına birtakım kültür borçları olduğu da muhakkaktır.

M.Ö. 546’da Pers Kralı Kurus’un Lidya’yı istila etmesiyle Anadolu’nun büyük bir kısmı Eti İmparatorluğundan beri ilk defa olarak tek bir idare altında birleşti. Bunun sonucu olarakda yollar yeniden düzenlendi ve ticarete açıldı.

Persler Anadolu medeniyetine Büyük İskender gibi bir etki yapabilmiş değillerdir. Çünkü İskender ele geçirdiği memleketleri hükmü altında tutmak değil, kolonileştirmek istiyordu.

Anadolu’da Yunan Medeniyeti

M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren birçok yeni şehirler kurulmaya başlandı. Bu şehirler özellikle savaş bakımından önemli noktalarda ticaret yollarının üstünde kuruluyordu.

Bu yeni kurulan yerler Anadolu’nun eski merkezlerinden çok farklıydı. Eski Anadolu şehirleri tarım işlerinde çalışan birçok kimseleri etrafında toplayan birer merkezdi. Burada yaşayanlar tapınaklara hizmet ederdi. Bunların köylerden farkı kuruluşlarındaki düzen değil sadece büyüklüklerinden ibaretti. O dönemlerde yaşayanlar din adamları ve serfler olmak üzere iki kısma ayrılırlardı. Yeni Yunan şehirlerinde ise demokratik bir idare tarzı vardı. Ahali çeşitli sınıflara ayrılmıştı. Memur, polis, okul ve belediye teşkilatı vardı. İhtisas endüstrileri kurulmak suretiyle ticarete verilen önem artırılmıştı.

Roma Devri

Romalılar’ın Anadolu’ya hakim olması şehirlerin daha da büyümesini ve gelişmesini sağladı. Büyük binalar, stadyumlar, agoralar, amfitiyatrolar, gimnasyumlar yapılmaya başlandı. Şehirlerdeki bu çalışmalara paralel olarak kanallar, su kemerleri de yapılıyordu. Bugün bu eserlerin harabelerine Anadolu’da sıkça rastlamak mümkündür.

Dünyadaki ilk Hıristiyan kiliselerini de yine Anadoluda görmek mümkündür. Bunlara bilhassa Hatay, Urfa ve Mardin civarında rastlanır.

Karadağdaki yumuşak volkanik kayalara oyulan Bin Bir Kilise bunların en önemlilerindendir.

11. yüzyılda Anadolu’nun birdenbire Selçukluların eline geçmesi Yunanlıların Anadoludan uzaklaşmasını sağladı. Bu Türklerin Yunan şehirlerine karşı yaptığı tahripkarlıktan değil ticaretlerinin birdenbire kesilmesinden ileri gelmişti. Ayrıca bir kısım göçebe kavimler de ticaret yolları için devamlı bir tehlike teşkil ediyordu.

Advertisement

Selçuklular’ın Anadolu’da meydana getirdiği en önemli mimarlık eserleri arasında sayılan hanlar, kervansaraylar bu göçebelere karşı duyulan emniyetsizlik duygusunun belirtilerinden biri olarak sayılabilir. Yeni Türk şehirleri ise bir ticaret merkezi hüviyetini kazanmıştır.

Anadolu’nun çok önemli bir geçit yerinde bulunması tarihten önceki çağlardan beri medeniyeti üzerinde büyük roller oynamıştır. Anadolu bu yüzden birçok yabancı medeniyetlerin etkisi altında kaldığı gibi en eski devirlerden beri kendi geleneklerini, kültürünü ve ekonomisini devam ettirmeyi bilmiştir. Hatta çok zaman buraya gelen göçmenler de Anadolu’nun adet ve geleneklerini benimsemiş onlarla kaynaşmışlardır. Anadolu’nun etnoloji ve arkeolojisi bu memleketin yaratıcılığını açıkça göstermektedir. Bu öyle bir yaratıcılıktır ki binlerce yıl dışarıdan gelen her türlü din, ırk ve iktidar etkilerine karşı koymasını bilmiştir.

Anadolu’da Yaşayanlar

Karadeniz’le Akdeniz arasında uzanan Anadolu Yarımadası Güney Doğu Avrupa ile Güney Asya memleketleri arasında çok önemli bir yol teşkil eder. Burası sadece insan göçleri için değil hayvan hatta bitki göçleri için bile kullanılmış bir yoldur. Aynı zamanda Anadolu, üzerinden yapılan her çeşit göçe kendi damgasını da vuran bir bölgedir. Bu bakımdan, Anadolu’daki kavimleri kesin olarak ayırmak çok güçtür.

Bu durum Frikyalılar’dan sonra değiştiği gibi bilhassa XI. yüzyıldaki Türk istilasından sonra çok değişmiştir. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu Anadolu’daki halkın birbirine kaynaşmasına çok yardım etmiştir. Çünkü Osmanlılar İmparatorluğu teşkil eden her milletin veya birliğin özelliklerine saygı göstermişlerdir. Mesela Yunanlılar ticaretlerini Ermeniler mimarlıklarını serbestçe yapabilmişlerdir. Üstelik bu milletler kültür ve din bakımından da bağımsızlıklarını muhafaze etmiş imparatorluğun her yanına istedikleri gibi yayılabilmişlerdir.

Anadolu Beylikleri Hakkında Bilgi Almak İçin


Leave A Reply