Günümüzde Irak toprakları içerisinde kalmış olan antik Sümer kenti olan UR şehrinin tarihi, bulunan kalıntılar, bulunuş aşamaları ve o dönemde hayat
Antik Sümer Kenti: Ur
Irak’ta Milattan önce üçbininci yılda en büyük medeniyet merkezlerinden biri olan UR’un restorasyonuna uzun bir aralıktan sonra yeniden başlanmıştır. Büyük zigguratın restorasyonu Iraklı arkeologların bu olağanüstü arkeolojik siteyi değerlendirmek için sarfettiği gayreti yansıtmaktadır. Kral mezarlarında bulunan fevkalâde hazinenin teknolojik incelenmesine aynı şekilde devam olunmaktadır. Belki yakında Sümer metal işleyicilerinin nasıl “kusursuz bronz” dan eşya imalini herkesten önce başardıkları anlaşılacaktır.
1854’e gelinceye kadar UR hakkında sadece İncilin şu söyledikleri biliniyordu: “Bütün Sâmilerin babası olan Abba-ra-ma (veya daha çok bilinen adıyla Hz. İbrahim) nın vatanıdır.” Ancak bu, itiraf etmeli ki doğrulanamamış bir söylenti mâhiyetinde idi. Buradan geçen seyyahlar Babil’in 200 km., şimdiki Nasıriye’nin 15 km. güneyinde Fırat üzerinde,’Güney Irak’ta bulunan sitenin tarifini ve resimlerini yaparak döndüler. Bu resimlerdeki ana motif; kısmen harap olmuş bir basamaklı piramit, yâni “ziggurat” idi. Şâir ruhlu olanlar onu Babil Kulesinin kalıntısı sanıyorlardı.
Arkeolojik Çalışmalar
1854’te İngiliz arkeologu Taylor burada ilk modern kazıları yaptı, ancak bunlar gerçeği söylemek gerekirse bilimsel mâhiyette olmaktan uzaktı (Belki de Taylor’un kazıları bunları İngiliz gazetelerinden öğrenen şâir Victor Hugo’nun 1859’da yayınlanan “Yüzyıllar Efsanesi” adındaki kitabındaki hayâlî şehir Jerimadeth’e ilham teşkil etmiştir). 1919’da gene bir İngiliz olan Hail, biraz daha metodik olarak kazılara devam etti. Ancak UR deyince akla gelen, Sir Leonard Woolley ve onun 1928’den itibaren bir İngiliz-Amerikan ekibiyle yaptığı kazılardır. Gerçekten de o, muazzam bir hazinenin yattığı kral mezarlığını ve aynı zamanda teknolojik bir muammayı gün ışığına çıkaran ilk kişi olmuştur. Burada büyük miktarda eşya, vazolar, mücevherler ve bütün aksamıyla birlikte arabalar bulunmuştur. Bunlar, sitedekilerin çoğu bugün hâlâ izah edilememiş madencilik bilgilerine mâlik olduklarını göstermektedir; çünkü Milâttan yaklaşık yirmiyedi yüzyıl önce, çağdaşlarına göre çok ileri bilgilere sahip bulundukları ortaya çıkmıştır.
Tarihçiler bugün, aradan 6000 kadar yıl geçtikten sonra, kral mezarlarında ortaya çıkan katliam manzarasına şaşakalmalardır. Gerçektende hükümdarların ölüm saatleri gelip çattı mı, onlara hayatlarında hizmet etmiş olan yüzlerce kişi, bakanından saray görevlisine, çalgıcıdan hekime kadar hep birlikte mezara gömülüyordu. Bu kanlı sahneleri bir tarafa bırakırsak, ünlerine lâyik bu ilk kuyumcu ve mücevhercilerin teknolojik buluşları önünde ağzımız açık kalır. Ur sanatkârları şüphesiz altından ve diğer madenlerden bugün bilinen estetik ve kullanılışlı malzemeyi elde etmekte gerekli; yaprak haline getirme, kaynak, gravür, oymacılık, çekiçle işleme, taneleme, çerçeveleme, balmumu kalıba batırma gibi teknikleri geliştirmek için uzun süre çalışmışlardı. Ancak sert taşları ve değerli metalleri levhaların ve kapların üzerine kendinden emin bir üslupla kakarak fevkalâde estetik bir zevke erişmeleri çok çabuk olmuştur.
Bronzdan Eşyalar
O devirde demiri eritmek biliniyordu, fakat kalitesi şöyle böyle idi ve herhalde çok daha iyi işlenen bronzdan düşüktü. Unutmamalı ki bakır Milattan önce altıncı binyıldan biri eritilebiliyor ve Milattan önce dördüncü binyıldan beri kalıplara dökülebiliyordu. Ur bu bakımdan bir istisna teşkil etmemektedir, buradaki kral mezarlarında zorlukla teşhis edilebilen bazı paslanmış demir artıklarına rastlanmıştır. Ancak arkeologları şaşkınlığa düşüren bronz eşyadır; çünkü rastlanılan bronz “mükemmel bronz” dur, yâni “bilinerek” katılmış % 10-15 oranında kalay ihtiva etmektedir. Bu noktayı daha iyi anlamak için şunu hatırlatmak gerekir ki, işte bu oran bakırın dökümden sonra 50 olan sertliğini 90 a çıkarır.
Çekiçle dövülmüş bakır ancak 128 sertlik derecesine ulaşabilir, fakat en uygun şekilde kalayla karıştırılmış bakırda 228 i bulur. Ur maden işleyicilerinin mükemmel bronzu ilk gerçekleştirenler olduğu sanılmaktadır. Bilgilerini nereden edinmişlerdi? Kalayı nereden buluyorlardı? Mezopotamya’da kalay yatakları olmadığı ve Bohemya ya da Macaristan’daki yataklara giden ticaret yollarına rastlanmadığı için bir muamma karşısında bulunulduğu sanılıyordu. Bugün ise bu kalayın Kafkasya’nın Ermenistan bölümünden bakırla birlikte getirildiği kabul edilmektedir. Bakır tuzu olan Malachit’e ve kalay tuzu olan Kassiterit’e filhakika aynı yataklarda rastlanmaktadır.
Öyleyse bu kavim nereden geliyordu?
Şimdiye kadar bilinen, Ur’un ilk yerleşiminin Milattan önce dördüncü binyılın ilk yarısına rastladığıdır (El Obeid devri). Bu devirde maden işleme yoktur, fakat renkli süsleriyle göz alan bir seramiğe rastlıyoruz. Ahali sazdan kulübelerde yaşıyordu. Sonra Sümerlerin M.ö. 3500-3300 yıllarında siteyi ele geçirdikleri anlaşılmaktadır. Sümerler kimlerdi? önce Kafkas ötesi bölgelerden geldikleri sanılmaktaydı. Bugün daha çok İran yaylalarından çıktıkları kabul edilmektedir.
Sümerler M.Ö. 3100 yılında böyle adlandırılmaya lâyık ilk “yazı” yı icat ettiler, hayrete değer kanunlar hazırladılar, şiir ve tiyatro sanatında ¡¡eri gittiler ve fevkalade zengin bir tanrılar toplumuna taptılar. Gene onlar M.Ö. 2600’de yâni Ur krallık mezarının kazıldığı sıralarda bu ileri maden işleme sanatının örneklerini gösterdiler. Sonra ne oldu? M.Ö. 2225’e doğru Sümer İmparatorluğu kuzeyden gelen Samilerden olan Akkadlılar tarafından istilâ edildi. Bunlar üç sülale boyunca, M.Ö. 1930’a kadar kaldılar, sonra Ur müstahkem mevkii Elamit ve Surilelilerden müteşekkil bir koalisyonun eline geçti, Amoritler tarafından tahrip edildi; İsin, Larsa ve Babil kralları tarafından yeniden inşa ve sonunda Pers istilacılar olan Kassitler tarafından işgal edildi. M.Ö. 500 yıllarında artık Ur’da oturulmuyordu. Dicle’yi Fırat’a bağlayan kanal kumla dolmuş, Fırat nehri Ur ahalisinin kendisinden yararlanmak için açtığı bu kanaldan değil, tekrar eski yatağından akmaya başlamıştı.
Kısa Tarihi
UR, Mezopotamya’da, Fırat Irmağı’nın güneyinde, Basra’nın 150 km batısında eski bir Sümer kenti. Kentteki ilk yerleşim, İÖ 4300’lere kadar uzanır.
Ur’daki en önemli buluntular İÖ 2800′ lere tarihlenen kral mezarlarıdır. Bu mezarlardan zengin metal eşyalar, değerli taş eserler, sanat değeri yüksek hayvan figürleri, lapislazuli taşından yapılmış değerli süs eşyaları, altın ve değerli taşlardan yapılmış takılar ele geçmiştir. Ur Kenti’nin bir başka parlak dönemi ise İÖ 2100 civarında III. Ur Hanedam’nı kuran Ur Nammu dönemine rastlar. Bu dönemde Ur başkent olarak da ayrı bir önem taşıdı. Ur-Nammu, Ur’un en önemli yapısı olan Ay Tanrısı Nannar’ın zigguratını yaptırdı.
Kent, Elamlılar ve Amurrular tarafından yıkıldıktan sonra bir kez daha ayağa kaldırıldı ve yeniden zenginleşti. 2. bin yılın erken dönemlerine ait kent evleri bu zenginliğin izlerini taşır. Ur kenti, bu dönemden başlayarak tümüyle terk edildiği İÖ 4. yüzyıla kadar, İÖ 6. yüzyıldaki kısa bir canlanma döneminin dışında sürekli geriledi ve önemini yitirdi.