Arazi Kanunnamesi Nedir?

0
Advertisement

Osmanlı Devleti’nde Arazi Kanunnamesi nedir, hangi padişah döneminde olmuştur? 1858 Arazi Kanunnamesi maddeleri hakkında bilgi.

Arazi Kanunnamesi

Arazi Kanunnamesi (1858), Tanzimat Döneminde Osmanlı toprak sistemini yeniden düzenleyen, özel mülkiyeti önemli ölçüde yerleştiren ve topraktan alınan vergiyi artırmaya yönelik yasadır.

İslamın ilk dönemlerinde arazi, memluke (mülk olan) ve gayr-i memluke (mülk olmayan) diye iki ana gruba ayrılmıştı. Bu sınıflandırma daha sonraki İslam devletlerinde değişikliklere uğradı. Osmanlı Devleti’nde arazi hukuku İslami temellere dayanmakla birlikte, bazı farklı özellikler de taşırdı.

Osmanlı Devleti’nde geleneksel toprak düzeni, toprak üzerinde devlet mülkiyetine dayanıyordu. Köylü devlete ait topraktan, çift adı verilen işletmelerden birini kiralardı. Bunun için peşin bir kiradan başka, duruma göre değişen ürün üzerinden bir vergiyi de devlete ödemekle yükümlüydü. Toprakta kiracı olarak bulunan köylünün toprağı satmak, hibe, vakıf ya da vasiyet etmek, istediği gibi kullanmak özgürlüğü yoktu. Toprağı boş bırakamazdı, bırakırsa, toprak elinden alınıp başka birine kiralanırdı. Devletle köylü arasındaki ilişkileri devlet memuru niteliğindeki sipahi düzenlerdi. Bu toprak sistemine tımar düzeni deniyordu.

Tanzimat’tan sonra, devlet ve toplum düzeninde yapılan önemli değişikliklerden bazısı da toprak düzeniyle ilgiliydi. Bu dönem, aynı zamanda güçlenen merkezi devletin taşradaki âyanı, derebeylerini, büyük toprak sahiplerini zayıflattığı bir dönemdi. İlk önemli düzenleme 1847’de yapıldı. Mirasçısı olmayan toprakların tümünün hazineye devredilmesi, miri arazi üzerinde kızlara da veraset hakkı verilmesi karara bağlandı. Mirî arazinin devredilmesinde, işletme hakkı için verilen tapu senetlerinin, toprağın aşarını alanlar adına düzenlenmesi uygulamasına son verildi. Bu senetlerin Defterhane’den verilmesi ve mühürlü olması kararlaştırıldı. Böylece mültezim ve memurların senet verme ve hak toplama yetkilerini kötüye kullanmaları engellenmek isteniyordu. 1857’de çıkartılan bir irade ile, ne tür araziden sayılacağı belli olmayan yaylak ve kışlakların, mirî araziden sayılması gerektiği duyuruldu.

Advertisement

En köklü yenilikler 1858 Arazi Kanunnamesi ile getirildi. Bu yasa, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden o tarihe değin çıkarılmış, konuya ilişkin hükümler içeren bütün kanunname ve fetvalar ile fıkıh hükümleri incelenerek hazırlanmıştı. Sistematiği bakımından kusursuzdu, özü bakımından da oldukça gelişmiş bir nitelikteydi. Daha çok İngilizlerin gelenek hukuku (common law) gibi yerleşik mahkeme kararlarına dayanan, bir çeşit derleme niteliğindeki eski Osmanlı kanunnamelerinden farklı olarak, numaralanmış maddelerin oluşturduğu bap ve fasıllar halinde düzenlenmişti. Bu nedenle Tanzimat Dönemindeki çağdaşlaşma çabaları doğrultusunda, modern yasalaştırma tekniğine uygun bir biçimi vardı. Kanunnamede bir mukaddimeyle iki bap içerisinde düzenlenen 132 madde bulunuyordu. En ayrıntılı ve geniş hükümler de mirî arazinin tasarruf, ferağ ve intikalini düzenleyen 1. bapta yer alıyordu (m. 8-90).

Arazi Kanunnamesi ile tımar sistemine son veriliyordu. Önceden sahib-i arza (dirlik sahibine) ödenen öşür ve haracın, devletçe toplanması benimseniyordu. Yasanın ana amacı toprağın vergilendirilmesiydi. Bunun için de toprak sınıflandırılıyor, beş tür toprak saptanıyordu.

1) Arazi-i memluke (mülk arazi): Çıplak mülkiyet ve tasarruf hakkının aynı kişiye ait olduğu özel mülk durumundaki topraklar; bu topraklar alınıp satılabiliyordu.

2) Arazi-i mevkufe (vakıf arazi): Kamu yararına bir hizmete ayrılmış, vakfın özelliği gereği şeri toprak hukuku kapsamında ve Evkaf Nezareti’nin gözetim ve denetimindeki topraklar.

3) Arazi-i metruke (kamu yararına terk edilmiş arazi): Yol, meydan, harman yeri, otlak, baltalık, mezarlık, pazar ve panayır yerleri, mera, yaylak ve kışlak gibi mülkiyeti devletin olmakla birlikte, kullanım hakkı yörede oturanlara bırakılan topraklar.

4) Arazi-i mevad (ölü arazi): Yerleşim merkezlerinin uzağında bulunan, ekilip biçilmeyen, kimsenin mülkiyet ya da tasarrufunda bulunmayan, taşlık ve kıraç yerler; böyle yerleri iyileştirip şenlendirenler için, izin almak koşuluyla kullanım hakkı doğabiliyordu.

Advertisement

5) Arazi-i miriye (mirî arazi): Çıplak mülkiyeti devlete ait olan, işletilmek üzere köylüye süresiz olarak ve bir bedel karşılığı bırakılan topraklar. Yasa mirî arazi üzerinde, mülkiyet hakkına oldukça yakın bir tasarruf hakkı sağlıyordu. Köylü toprağında istediği biçimde tarım yapabiliyor, istediği her ürünü ekebiliyor ya da ektirebiliyordu. Topraklarından başkalarının geçişini, ark ya da harman yapımını yasaklayabiliyordu. Ama gene de toprak üzerinde tam ve mutlak bir tasarruf hakkı yoktu; tarlayı üç yıl boş bırakamıyor, memurların izni olmadan bağ bahçe kuramıyor, yeni bina yapamıyordu. Bu gibi yenilikler için memurların izninin gerekli görülmesi, topraktan alınan verginin azalabileceği korkusundan ileri geliyordu. Miri arazinin, tasarruf edenin borcu karşılığı satılması da kabul edilmemişti.

Yasa, çiftçi işletmeleri için tam ve kişisel tasarruf ilkesini kabul ediyordu. Halktan her kişiye ayrı ayrı arazi ihale edilecek, tasarruf için tapu senetleri dağıtılacaktı. Ama ortaklaşa tasarruf edilmesi öngörülen araziler de vardı. Bu gibi yerler alınıp satılamıyor, üstünde tarım yapılamıyor, bağ bahçe kurulamıyordu.

Yasada ferağ (tasarruf sahibinin bir arazi üzerindeki bütün haklarını bir üçüncü kişiye devretmesi, böylece bu kişinin yeni tasarruf sahibi haline gelmesi) hak ve yetkisi de ele alınıyordu. İzin alınması koşuluyla, bedelsiz ya da bedel karşılığı ferağ yapılabiliyordu. Yasa ayrıca miras koşullarını da yeniden düzenliyordu. Ölen babanın tarlaları yalnız erkek ve kız çocuklara kalıyordu. Erkek ya da kız çocuk bulundukça, toprak mirasına öbür yakın akraba giremiyordu. Gene bu yasa yabancılara tapu hakkı vermiyordu. Tapu hakkı sahipleri tapu harcı vermek zorundaydılar. Bu verilmezse, arazi sahipsiz hale geliyor ve devlete kalıyordu.

Arazi Kanunnamesi, devlet için vergi kaynağı oluşturacak küçük işletme sahibi bir köylülük yaratmaya yönelikti. Tam olarak yerleştirmiyorsa da, toprak üzerinde özel mülkiyetin kurulması yönünde önemli adımlar atıyordu.

Yasanın, miri toprakların işletenin borcu karşılığı satılmasını ve yabancıların tasarrufuna bırakılmasını yasaklayan hükümleri, daha sonra yapılan değişikliklerle kaldırıldı ve bu ileriki dönemler için oldukça olumsuz sonuçlar yarattı.

Arazi Kanunnamesi’nin ne zaman ve nasıl yürürlükten kalktığı hukukçular arasında tartışma konusu olmuştur. Çoğunluğun görüşü 1926’da Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesiyle Arazi Kanunnamesi’nin zımnen ilga edildiği yönündedir. Bazı hukukçular ise, bir kamu hukuku yasası niteliğindeki Arazi Kanunnamesi’nin ancak aynı nitelikteki yeni bir yasayla ortadan kaldırılabileceği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bir bölüm Hukukçu da miri arazi gibi Medeni Kanun’ un herhangi bir düzenleme getirmediği alanlarda, Arazi Kanunnamesi’nin ilgili hükümlerinin yürürlükte olduğu görüşündedir.

Arazi Kanunnamesi’nin özellikle mirî arazi ve metruk araziye ilişkin hükümlerinin uygulamada yürürlükten kalkmış sayılması, Türkiye’de kamu malları varlığı bakımından olumsuz sonuçlar yaratmıştır. Mirî arazinin bir bölümünün özel kişilerce, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonraki dönemde düşük bedellerle hazineden satın alınması, giderek fiili işgallere konu olması, büyük değer taşıyan devlet topraklarının sayılı kişilerin eline geçmesine, bunların rantiye durumunu kazanmasına yol açmıştır. Metruk araziye ilişkin hükümlerin yürürlükten kalkması ise (bunun yerine mahkeme içtihatlarıyla ya da yasal düzenlemelerle yeni bir rejim de konmadığından) özellikle park, meydan, sokak gibi kamu mallarının alım satım konusu haline getirilmesine neden olmuş ve kentlerde en değerli yerler, büyük boyutlara varan toprak spekülasyonundan zarar görmüştür.


Leave A Reply