Bizans ve Osmanlı Döneminde Ayasofya ve Ayasofya’nın Efsaneleri

0
Advertisement

Bizans ve Osmanlı döneminde Ayasofya’nın durumu nasıldı? Ayasofya’nın yapısı içinde bulunan türbeleri ve Ayasofya efsaneleri hakkında bilgiler.

ayasofya

AYASOFYA İstanbul’daki Bizans eserlerinin en ünlüsüdür. Kilise olarak yapılmış, Fatih İstanbul’u alınca camiye çevrilmiştir. Bugün bir müzedir.

Ayasofya’nın ilk defa, Roma İmparatoru Büyük Konstantinos’un imparatorluk merkezini Byzantion’a (İstanbul’a) getirerek şehri onarmaya başladığı sıralarda (M. S. 326) kurulduğu kabul edilmektedir. Fakat bu bina çok küçük görüldüğünden, yahut, başka bir fikre göre, bir deprem sonunda yıkılmış olduğundan, imparatorun oğlu II. Konstanti-nos onu yeni baştan daha büyük ve süslü olarak yaptırmış, kilise 360 yılında törenle açılmıştır. Ustü ahşap bir çatı ile örtülü olduğu tahmin edilen bu kilise, sarayın ve şehrin en büyük kilisesi olduğundan, Megalo Ekklesia ( = Büyük Kilise) diye anılıyordu. Fakat V. yüzyıldan başlıyarak «İlâhî Hikmet» timsali sayılan Hagia Sophia adı ön plâna geçmiş, bu ad bütün Bizans devri boyunca devam edip Türkler zamanında Ayasofya şeklinde yaşamıştır.

Bizans Devrinde Ayasofya

II. Konstantinos’un yaptırdığı kilise, devrin ünlü din adamlarından Patrik İoannes Khrysostomos’un sürgüne gönderilmesi üzerine başgösteren ayaklanmada (404) yanıp harap olmuş; bunun üzerine yeniden yapılan bina II. Theodosios devrinde (415) halka açılmıştır. II. Theodosios Ayasofyası’nın da ömrü pek uzun olmamıştır. 532 yılında 13/14 ocak gecesi, Hippodrom’da başlıyan ve lustinanos’un az kalsın tahtını kaybetmesine sebep olacak derecede genişliyen bir ayaklanmada (Nika ayaklanpnası), şehrin büyük kısmı ateşe verildiği sırada Ayasofya da yangından kurtulamamıştır.

ayasofya

Ayasofya Dış Görünümü

Ayaklanmanın bastırılması üzerine, imparator, Ayasofya’nın yeni baştan ve o zamana kadar görülmemiş bir büyüklük ve zenginlikte inşasına karar vermiş ve derhal işe başlanmıştır. İmparator, yeni binanın yangına ve depreme karşı dayanıklı olmasını şart koştuğundan, kilisenin kemer ve kubbelerle örtülmesi ve yapı malzemesi olarak hemen hiç tahta kullanılmaması kararlaştırılmıştır. Bundan dolayı fil ayakları ve hatıllar kesme taştan, sütunlar, başlıklar, kaplamalar, söveler vs. de beyaz veya renkli mermerle mozaikten yapılmıştır. Yalnız yapının asıl duvar, kubbe ve kemerlerinde hep tuğla kullanılmıştır.

Advertisement

Büyük yangından kırk gün sonra temeli atılan binanın açılış töreni 537 yılında yapılmıştır. Fakat 22 yıI sonra, daha imparatorun sağlığında, 558’deki depremde büyük kubbenin doğu tarafı yıkılmış, eskiden fazla basık yapılan kubbe yedi metre kadar yükseltilmek ve yan basınçları karşılıyacak şekilde dayanaklar yapılmak suretiyle yapı onarılmış, kilise, ikinci defa olarak 562’de büyük bir törenle açılmıştır.

Ayasofya’ya en büyük fenalığı Batılı Hıristiyanlar yapmışlardır. 1204 yılında İstanbul’u zapt ve yağma eden Haçlı Orduları Aya-sofya’yı da yağma edip ağır tahribata uğratmışlardır. Bu sırada bütün kutsal eşya yağma edilmiş, bazıları hayvanlara süs olarak takılmıştır.

Osmanlı Devrinde Ayasofya

29.Mayıs.1453’te İstanbul’un alınması ile Ayasofya Kilisesi de Türkler’in eline geçti. Fatih cuma namazını burada kıldı.

Türkler Ayasofya’ya karşı daima büyük bir ilgi ve saygı göstermişler, yaptıkları ustaca onarımlar ve dayanak duvarları ile bu büyük anıtın günümüze kadar ayakta durabilmesini sağlamışlardır.

Fatih’in emriyle Ayasofya kilisesinin camiye çevrilmesi üzerine gerekli bazı değişiklikler yapıldıysa da binanın esas yapısı olduğu gibi korundu, hattâ mutaassıplarca günah sayılabilecek insan yüzlü mozaiklere bile dokunulmadı. Bunların daha sonra, Kanunî devrinde, badana ile örtüldükleri anlaşılmaktadır. Güney-doğudaki büyük dayanak duvarları Fatih devrinde yapıldığı gibi bu yöndeki tuğla minarenin de Fatih devrinden kalma olduğu kabul edilmektedir. Kuzey-batı köşesindeki zarif, ince minare II. Bayezit devrinde, batı yönündeki iki kalın minare de II. Selim devrinde Mimar Sinan eliyle yapılmıştır. III. Murat devrinde Mimar Sinan, eski payandaları yeniden örmek, yeni dayanak duvarları eklemek suretiyle camiyi çökme tehlikesinden kurtardı. Gene bu devirde İmparator Kapısı’nın sağ ve solunda iç tarafa, Bergama’dan getirilmiş Hellenistik devir eseri iki büyük mermer küp yerleştirildi, büyük fil ayakları önünde görülen zarif meyzin mahfilleri yaptırıldı.

Ayasofya

Ayasofya İçi

Mihrabın iki yanındaki büyük şamdanlar Kanunî Süleyman tarafından Budin’den getirilerek camiye vakfedilmiştir. Duvarları süsliyen âyetler IV. Murat devrinde Bıçakçı-zade Mustafa Çelebi tarafından yazılmıştır. Çok sanatkârane bir işçilik gösteren mermer mimberle büyük kubbenin altında, solda gene mermerden yapılmış vaiz kürsüsü aynı devrin eserlerindendir. Caminin güney galerisinin gerisinde, duvarları İznik ve Kütahya çinileriyle süslenmiş olan kitaplık I. Mahmut devrinde yapılmıştır.

Advertisement

Abdülmecit devrinde caminin içi ve dışı esaslı surette onarıidı. İsviçreli mimar Gas-par Fossati’nin sorumluluğu altında iki yıl süren bu çalışmalar sırasında (1847-1849) büyük kubbe demir çemberlerle sağlamlaştırırı, tehlikeli bir şekilde eğrilmiş olan 13 sütun düzeltildi, mozaikler açılarak bozuk olan kısımları onarıldıktan sonra haçlı ve insan yüzlü olanların üzerleri kapatıldı.

Ayasofya'da İsa'yı tutan Meryem

Ayasofya’da İsa’yı tutan Meryem

III. Ahmet ve 1. Mahmut devirlerinde değişiklikler gören Hünkâr Mahfili bugünkü şekli alınış, binanın dışı sıvanarak- sarı badana ile badanalanmış, nihayet minarelerde gerekli onarım yapılmıştır. Binanın içinde ikinci kat galerileri hizasında duvarlara asılmış olan 7,5 m. çapındaki Çeharyâr-i Güzin levhaları bu devirde Kazasker hattat Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmıştır. Büyük kubbenin içini süsliyen âyet de Mustafa İzzet Efendi’nin eseridir.

Ayasofya’nın Yapısı

Ayasofya’nın kapladığı alan kareye yakın dik dörtgen biçimindedir. Doğudaki mihrapla beraber boyu 80,9 metre (mihrapsız 74,8 m.), eni 70 metredir. Bu geniş alanın orta kısmını 24,3 metre yükseklikte dört büyük fil ayağına dayanan 33 metre çapında büyük bir kubbe örter. Kubbenin yerden yüksekliği 55,6 metre; kendi iç yüksekliği de 13,8 metredir. İskeleti tuğladan yapılmış 40 kaburgadan meydana gelmiştir. Bunların arasında üstleri kemer biçimi 40 pencere vardır.

Binanın ağırlığını taşıyan sütunlar 107 tanedir. Bunların 40 tanesi aşağıda, 67 tanesi de yukarıdadır. Sütunların çoğu yeşil somaki mermerden, bir kısmı da koyu viş-nerenginde Mısır porfirindendir. Alt kattaki sekiz büyük yeşil somaki sütun Efes’teki Artenıis Tapınağı’ndan getirilmiştir. Bütün sütun kaideleri, sütun başlıkları ve yere döşenmiş olan geniş mermer levhalar Marmara Adası’nın meşhur beyaz mermerinden yapılmıştır.

Duvarlar, kemerlerin başlangıcına kadar, yeşil Thesselia mermerinden yapılmış uzun şeritlerle, bunların arasında bulunan koyu vişnerengi Mısır porfiri, altın sarısı Lybia mermeri, pembe damarlı Phrygia mermeri, açık yeşil damarlı Karystos (Euboia) mermeri, fildişi renkli Kappadokia mermeri ve İmparatorluğun çeşitli yerlerinden getirilmiş az bulunur kıymetli mermer levhalarla kaplıdır.

Ayasofya

Ayasofya’daki Türbeler

Ayasofya’ya bitişik veya aralıklı olmak üzere gerek Bizanslılar, gerek Türkler devrinde çeşitli binalar yapılmıştır. Bizans devrinde yapılmış olanlardan birçoğu bugün ortadan kalkmıştır. Yalnız, o zamanlar vaftiz-hane olarak kullanılan bir bina vardır ki Ayasofya’nın güney kapısının sağına düşen bu binada I. Sultan Mustafa île Sultan İbrahim yatmaktadır.

Güney yönündeki bahçede herbiri ince birer sanat ve mimarlık eseri olan, dış yüzleri mermerle kaplı padişah rütbeleri vardır. Bunlardan en eskisi olan II. Selim Türbesi Mimar Sinan’ın eseridir. Güney-batı-da III. Murat Türbesi bulunur. Mimar Davut Ağa tarafından yapılmıştır. Türbenin bitişiğindeki küçük bina, III. Mehmet’in tahta çıkar çıkmaz öldürttüğü küçük şehzadeler için yapılmıştır. III. Mehmet’in kendi türbesi bahçenin doğu yönünde bulunmaktadır. Güney-batıdaki avluda görülen okul binası, çok zarif şadırvan ve kuzeydeki imaret I. Mahmut devri eserlerindendir. Bununla beraber, Fatih Vakfiyesi’nden anlaşıldığına göre, okulun ilk kuruluşu Fatih devrine kadar çıkmaktadır.

Ayasofya Efsaneleri

Birçok büyük yapılar gibi Ayasofya da günümüze kadar türlü efsanelere ve inanışlara konu olmuştur. Bunlardan bir kısmı Bizans’ın ve komşu memleketlerin Hıristiyan halkı arasında doğmuş, İstanbul’un alınmasından ve Ayasofya’nın cami haline getirilmesinden sonra da anlatı lagelmiştir. Bir kısmı ise fetihten sonra Müslümanlar arasında doğmuş söylenti ve inanışlardır. Ayasofya’nın fetih öncesi ve sonrası folkloruna ait söylentilerin pek çoğunu tesbit etmiş olan yazılı Türk kaynakları arasında hususiyle «Evliya Çelebi Seyahatnamesi» ile «Solakzade Tarihi» ni sayabiliriz.

Bu rivayetlerden birine göre «Terliyen Direk» veya «Ağlıyan Direk» diye anılan sütundaki delik, Hızır’ın kiliseyi cami haline sokmak için Kâbe yönüne çevirmek istediği zaman parmağını soktuğu yerdir. Halk bu deliğe parmağını sokar, direkten gelen ıslaklığın türlü dertlere deva olacağına inanırdı.

Ayasofya Mozaik

Ayasofya’dan Mozik Örneği

Ayasofya’nın orasında burasında bulunan bazı izler ve işaretler de türlü inanışlara ve efsanelere konu olmuştur. Fetih günü Fatih — yahut Yâvedut Sultan — atı ile Ayasofya’ya girmiş, cesetlere basarak ilerlemiş, bir yerde atı şahlanmış, o zaman kılıcını duvara çalmış, kanlı elini kemerlerden birinin üzerine basmış. Duvardaki bir çatlak kılıcın izi, yüksek bir yerdeki el izine benzer işaret de «Pençe nişanı» olarak bugün de gösterilir. Halbuki Fatih’in Ayasofya’ya yaya olarak girdiği muhakkak olduğu gibi, Türk askerinin Ayasofya’ya girişini görenlerin hiçbiri halkın öldürüldüğünden veya binaya karşı bir saygısızlıktan bahsetmemişlerdir.

Advertisement

1935 yılında müze haline getirilmiş olan Ayasofya mimarlık ve süsleme sanatlarının paha biçilmez bir hazinesidir. 2020 Yılı 10 Temmuz itibari ile Danıştay’ın almış olduğu karar ile yeniden cami yapılmasına karar verilmiştir.


Leave A Reply