Ayasofya’nın Mimari Özellikleri ve Tarihçesi Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Ayasofya’nın mimari özellikleri nelerdir? Ayasofya’nın tarihçesi, Camide yer alan mozaikler, yapısı, tarihçesi, Türk dönemi hakkında bilgi.

Ayasofya'nın Mimari Özellikleri

Ayasofya’nın Mimari Özellikleri

Ayasofya; Adı Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) anlamına gelen kilise, kubbeli bir bazilikadır. Bir orta nef, iki yan nef, apsis, iç ve dış olmak üzere iki narthexe sahiptir. Batısındaki avludan önce dış narthexe geçilir. 5.75 m genişliğindeki bu yerin üzeri çapraz tonoslarla örtülüdür. Dış narthexten beş kapı ile 9.55 m genişliğindeki iç narthexe geçilir. Bu meşe kapılar Bizans döneminden kalmadır ve tunçla kaplıdır. İç narthexin güney ucundaki dehlize (vestibül) açılan bir kapı daha vardır. Tunç kapı, Tarsus’daki Hellenistik bir tapınaktan İstanbul’a getirildi, İmparator Theophilos (829-842) döneminde Ayasofya’ya konuldu (838); yapının en görkemli kapısıdır.

İç narthexten dokuz kapı ile asıl mekâna girilir. Ortada yer alan üç kapı imparatorun girişine ayrıldığı için “İmparator Kapısı” adını taşır. Yapının orta nefi 32.27 m, yan nefleri 18.20 m enindedir. Orta nefin üstü bir kubbeyle örtülüdür. Çeşitli onarımlar nedeniyle kubbe tam daire biçiminde değildir. Kuzey güney çapı 31,87 m, doğu batı çapı ise 30,86 m olup hafif bir elips görünümündedir. Tuğladan yapılmış olan kubbe, 40 kaburga ve 40 pencereden oluşur. Yerden 55.6 metre yükseklikte olan kubbenin baskısı yarım kubbeler, kemerler, sütunlar ve tonos sistemi ile karşılanmıştır.

Bütün bunlara karşın kubbenin baskısı karşısında kuzey ve güney yan cephelerinin dışarıdan desteklerle sağlamlaştırılması gerekmiştir. Apsisten imparator kapısına kadar uzunluk 79.30 m’dir. İç ve dış narthex de eklenirse uzunluk 100 m’yi bulur. Yapının içindeki 107 sütundan 40’ı alt katta, 67’si galeride yer alır. Sütunların bir bölümü eski yapı ve tapınaklardan alınarak İstanbul’a taşınmıştır. Sütun başlıklarında ve bağlayıcı kemerlerde Bizans mermer işçiliğinin en güzel örnekleri görülür. 6. yüzyıl sütun başlıkları üzerinde lustinianos ve karısı Theodora’nın monogramlan vardır. Duvarları kaplayan renkli mermerler Tesalya, Mısır, Euboia gibi yerlerden getirilmiştir. Beyazları ise Marmara Adası’ nın ünlü mermerleridir. Orta nefin sağ yanındaki renkli taşlardan yapılmış kare alanda bir süsleme görülür. Omphalion denen bu yer, Bizans’ın son imparatorlarının taç giydikleri yer olarak bilinir.

Üst Kat

Yapıyı üç yandan çeviren üst katı (galeri) vardır. Bu kata kilisenin dört köşesinde bulunan dört rampa ile çıkılıyordu. İç narthexin üstüne rastlayan batı bölümü, beşik tonosla örtülü büyük bir mekândır. Burada imparatoriçeye özgü yeşil taşlardan yapılmış özel bir yer belirtilmiştir. Güney nefi üzerinde uzanan galeri, bir mermer kapıyla ikiye ayrılmıştır. Kapının iki kanadı üzerinde birbirinden ayrılmış panolar vardır. Bu alanda dinsel toplantılar da yapıldı. 1166’daki toplantıda alınan kararlar mermer levhalara yazılarak dış narthexin duvarına asıldı. Asılları Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nin saçağında bulunan bu levhaların kopyaları yapılarak eski yerlerine konuldu.

Advertisement

Ayasofya’nın Bizans döneminde yapılmış ek yapıları da vardır. Kuzeydoğu köşesindeki Hazine Binası yuvarlak ve üstü kubbeli bir yapıdır. Kilisenin kutsal eşyasının saklandığı, kutsal şarap ve ekmeğin hazırlandığı, seremonilerde adı geçen önemli bir yapıydı. Vaftizhane Ayasofya’nın güneyinde dıştan dört köşe, içten ise ortogonal bir yapıdır. Ayasofya ile arasında küçük bir avlu vardır. Kilise camiye çevrilince, uzun süre caminin kandil yağlarının depo edildiği bir yer olarak kullanıldı. Daha sonra I. Mustafa ve Sultan İbrahim buraya gömülerek türbeye dönüştürüldü.

Ayasofya Mozaikleri

Ayasofya’nın iç bölümünün altın mozaikli duvar resimleriyle bezeli olduğunu geç antik kaynaklar belirtirse de mozaiklerin tümü İS 726-842 arasında süren İkonoklazma (resim düşmanlığı) akımı sırasında ortadan kaldırıldı. İkonoklazma akımının sona ermesiyle 9. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak mozaikler yeniden yapılmaya başlandı. Bu mozaikler Osmanlı döneminde bozulmadı, üzerleri ince ve sıvayla kapatıldı. 15.-16.-17. yüzyıllarda Ayasofya’yı gören gezginler mozaiklerin çoğunu gördüklerini anlatırlar. 18. yüzyılda mozaiklerin hepsinin badana altında kaldığını yeni aynı kaynaklar belirtirler. Abdülmecit döneminde (1839-1861) İsviçreli Mimar Gaspar Fossati, mozaikleri örten sıvaları kaldırdı ve resimlerini yaptı.

1931-1954 arasında Amerikalıların yürüttükleri çalışmalar sonunda mozaiklerin büyük bir bölümü ortaya çıkarıldıysa da sıva altında kalanları da vardır. Ayasofya’daki figürlü mozaikler şunlardır: Vestibülden iç narthexe geçilen kapının üstünde, ortada kucağında çocuk İsa’yı tutan Meryem tahtta oturur biçimde betimlenmiştir. Meryem’in sağında kendisine kentin bir modelini sunan İmparator Constantinus, solunda Ayasofya’nın modelini sunan İmparator İustinianos ayakta dururlar. Mozaik İS 10. yüzyıl son çeyreğinde yapılmıştır. İç narthexin çapraz tonoslu tavanı İutinianos dönemi (527-565) mozaikleriyle süslüdür. Ayasofya’nın özgün mozaikleri olduklarından önemli ve değerlidirler.

İmparator Kapısı

İmparator Kapısı

İmparator Kapısı

İç narthexden ana mekâna geçen İmparator Kapısı üzerinde, süslü bir taht üzerinde oturan İsa, sağ eliyle kutsama durumunda betimlenmiştir. Sağ elinde ise açık bir kitap tutar. İsa’nın sağındaki madalyon içinde Meryem, sol yanında Cebrail’in büstleri yer alır. İsa’ nın ayakları dibinde yere kapanan, İmparator VI. Leon’dur (886-912). Mozaik 9. yüzyılın sonuyla 10. yüzyılın başlarına tarihlenir.

Apsis, kucağında çocuk İsa’yı tutan zarif bir Meryem figürüyle süslüdür. 9. yüzyıla ait bu mozaik, İkonoklazma akımından sonra Ayasofya’da yapılmış en eski figürlü mozaiktir. Galerinin güney bölümünde, dünyanın en güzel mozaiklerinden sayılan Deeis’ in (Son Duruşma) orta bölümü yer alır. Kompozisyonun ortasında İsa, solunda Meryem, sağında Vaftizci Yahya (İoannes Prodromos) betimlenmiştir. İsa önden görünür. Sağ elini kutsama durumunda göğsüne doğru kaldırmıştır.Yahya başını hafifçe eğmiş, İsa’ya bakan Meryem de aynı durumdadır.

Advertisement

Buradaki üçlü kompozisyonda, yapım biçimi, renkler ve üslup daha önceki dönemden çok değişiktir. Bu kompozisyonda eski Hellenistik resim sanatının 11-12. yüzyıllarda yeniden canlandığı görülür. Bu mozaik, Bizans resim sanatındaki Rönesans’ın başlangıcıdır. Mozaiğin büyük bir olasılıkla 12. yüzyılda yapıldığı kabul edilir.

Güney galerinin doğu duvarı

Güney galerinin doğu duvarında iki imparator ailesinin mozaikleri yer alır. Buradaki pencerenin solunda: Kucağında çocuk İsa’yı tutan Meryem ve her iki yanında İmparator II. İoannes Komneos (1118-1143) ve karısı Macar asıllı Eirene betimlenmiştir. Her üç figür de ayakta ve önden işlenmiştir. Meryem kucağında çocuk İsa’yı tutar. İmparator mücevherlerle süslü tören elbiseleri ve taç giymişlerdir. İmparator elinde bir para kesesi, imparatoriçe bir rulo tutar. Bu üçlü kompozisyondan sonra, köşede genç yaşta ölmüş olan oğulları Aleksios Komnenos’un mozaiği yer alır. Mozaik 12. yüzyıla aittir.

Aynı pencerenin sağında, yine üç figürden oluşan bir kompozisyon yer alır. Ortada taht üzerinde oturan İsa, bir yanında çevirdiği entrikalarla kötü bir ün yapmış olan İmparatoriçe Zoe (1028-1050), öteki yanda üçüncü kocası İmparator IX, Konstantions Monomakos (1042-1055) görülür. İmparator elinde bir para kesesi, imparatoriçe ise bir rulo tutar. Mozaik 11. yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır. Kuzey galerinin bir tonosu, kısa bir süre imparatorluk yapan Aleksandros’un (912-913) mozaiği ile süslüdür; mozaik 10. yüzyıla tarihlenir.

ayasofya

Ayasofya Dış Görünümü

Türk dönemi

1453’e kadar 916 yıl kilise olarak kalan Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasından sonra camiye çevrildi. Fatih döneminde eklenen tuğla minareyi, kuzeydoğu II. Bayezit minaresi; II. Selim tarafından başlatılan ve III. Murat döneminde tamamlanan Mimar Sinan’ın batı köşelerine yaptığı minareler tamamladı. II. Andronikos’un (1282-1328) yaptırdığı destek duvarları (payanda) Sinan tarafından yenilendi, yenileri de eklenerek yapıda dayanıklılık sağlandı. Yapının içindeki mihrap, minber, müezzin mahfili ve vaaz kürsüsü gibi Osmanlı ekleri, 16-17. yüzyılların klasik mermer işçiliği örnekleridir. Ana mekânda görülen iki mermer küp, hellenistik dönem yapısı olup, III. Murat (1574-1595) döneminde Bergama’dan getirtilmiştir. Mihrabın iki yanında duran tunç kandilleri, Budin Seferi’nden dönüşünde Kanuni Sultan Süleyman Ayasofya’ya armağan etmiştir.

Ayasofya’nın güney yanına 1739’da I. Mahmut (1730-1754) tarafından yaptırılan kütüphane, 16.-17. yüzyıllara ait İznik, Kütahya, Tekfur Sarayı ve İtalyan çinileriyle bezelidir. 1740’ta ön avluya Barok tarzında bir şadırvan, sebil, Ayasofya’nın kuzey yanına da bir imaret yaptırıldı. Ön avluya yapılan Sıbyan Mektebi (ilkokul) de 1. Mahmut dönemi eseridir (1742).

Ayasofya’nın güney avlusunda padişah türbeleri yer alır. II. Selim Türbesi 1577’de Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. İçi çağının en güzel İznik ve Kütahya çinileriyle süslüdür. 16. yüzyıl sonunda yapılan küçük ve yalın görünüşlü Şehzadeler Türbesi’nin de Mimar Sinan’ın eseri olduğu sanılır. III. Murat Türbesi 16. yüzyılın sonunda (1595-1599) yapılmıştır ve Mimar Davut Ağa’nın eseridir. Çiniler ve kalem işleriyle bezelidir. Aynı avluda bulunan III. Mehmet Türbesi, 1608’de Mimar Dalgıç Ağa’nın eseridir.

Ayasofya ana mekânında duvarlarında göze çarpan yuvarlak büyük levhalar üzerine altın yaldızla Allah, Hz. Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve Hasan, Hüseyin adları yazılıdır. Bu yazılar ünlü Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından Abdülmecit döneminde yazıldı. Kubbede görülen yazılar da aynı hattatın eseridir.


Kaynak – 2

Ayasofya, mimarlık tarihinin önemli kilometre taşlarından biri oluşunu, çağı için olağanüstü cüretli strüktürel tasarımına borçludur. Mimarları Anthemios ve İsidoros’un temel amaçları bir ana nef ile iki yan neften oluşan bazilikal bir plan düzeninin üstünü, eskisi gibi ahşap bir çatıyla değil, kâgir olarak örtmekti. Orta nefin, bir kubbe ile doğuda ve batıda buna eklenen iki yarım kubbeden oluşan örtüsü böylece oluştu. Yapının bu örtü sistemi, türünün yeryüzündeki ilk örneğidir. Ayasofya öncesinde yarım kubbelerle desteklenmiş merkezî kubbeyi dik açılı bir planın üzerinde yerleştirmenin karmaşık sorunlarıyla uğraşmaya hiç girişilmemişti.

Ayasofya

Ayasofya yalnız örtü sistemine getirilen çözümler açısından değil, dev boyutlarıyla da (alt yapı kabaca 70 m x 100 m; kubbe çapı doğu-batı ekseninde 30,87 m, güney-kuzey ekseninde 31,87 m; kubbe iç yüksekliği 55,60 m) çağına bir meydan okuma olarak nitelenebilir. Ama çok erken bir çözüm denemesi olmasından ötürü, yapı bazı çözülmemiş sorunlarla yanlışları da içeriyordu.

Örneğin Anthemios ve İsidoros’un tasarladığı özgün kubbe bugünkünden çok daha basıktı ve büyük bir olasılıkla pandantiflerin (küresel bingi) eğrisini izleyen bir yelken tonoza benzemekteydi. 562’de yapılan yeni (bugünkü) kubbe eskisinden 6,25 m daha yüksek tutulduysa da, üst yapıdan gelen yüklerin zemine iletilmesi için alınan önlemler hep eksik kaldı ve Ayasofya’nın yüzyıllar boyunca, sayıları durmadan artan payandalarla desteklenmesi zorunlu oldu.

Advertisement

Bizanslılar Dönemi

Ayasofya, Bizans mimarlığı tarihinde bir sürecin başlatıcısı değildir. Sonraki yüzyıllarda Bizanslı mimarlar Ayasofya’yı yinelemedikleri gibi, prototipi ortaya konmuş olan bu iki yarım kubbeli merkezî kubbe (ya da kubbeli bazilika) şemasını geliştirmeye ve yetkinleştirmeye de yönelmemişlerdir. Tersine, Bizans mimarlığı Ayasofya’yı hep aşılmaz, bir kezlik bir başyapıt sayma eğiliminde olmuştur. Yapı, bir strüktür sorununa getirilmiş bir çözüm denemesi olarak değil, bir “kült anıtı” gibi değerlendirilmiştir. Bazı araştırmacılar bu nedenle, Ayasofya’yı bir erken Bizans yapısı olmaktan çok, geç dönem Roma yapısı gibi görmüşlerdir. İustinianos döneminden sonra Bizans mimarlığı, Romalılar için çok önemli olan strüktürün geliştirilmesi sorununu ana tasarım kaygılarından biri olarak görmekten vazgeçmiştir.

Ayasofya, etkileri hemen çağında ya da çağı ertesinde görülen bir yapı değildir. Onun yeniden gündeme getirilişi, ancak İstanbul’un fethiyle birlikte Osmanlı mimarlığında söz konusu olmuştur. Osmanlı mimarları (özellikle de Sinan) Ayasofya’ya bir deney alanı ve aşılması gereken bir doruk olarak bakmışlardır. Sinan, Ayasofya’yı ölü bir uygarlığın kalıntısı gibi değil de, dev bir mimarlık başarısı biçiminde görmüş ve bin yıldır hiç denenmeyeni deneyip onu Şehzade ve Süleymaniye camileri gibi iki büyük yapısında aşabilmiştir. Bu nedenle Ayasofya, yalnız Roma’mn ve Bizans’ın değil, Osmanlı uygarlığının da bir bileşeni sayılır. Ayasofya’nın başlattığı süreci Osmanlı mimarlığı tamamlamıştır.

Ayasofya mimarlık bakımından olduğu kadar, mozaikleriyle de önemlidir. Bunların arasında yapıyla yaşıt (6.yy) mozaikler, iç narteks ve yan galerilerin tavan yüzeylerindeki geometrik bezemelerle haç figürleridir. Aynı dönemin figürlü mozaikleri İkono-klazm döneminde (726-843) yok edilmiştir. Bu nedenle bugün Ayasofya’da görülen mozaiklerin hepsi 9. ve daha sonraki yüzyıllardan kalmadır. Yapının Türkler tarafından camiye çevrilmesinden sonra bu mozaiklere dokunulmamış, ancak I. Süleyman (Kanuni) zamanında üstleri badana (ya da sıva) ile örtülmüştür. Hatta bunların 18. yüzyıl başlarına değin kapatılmadığını ileri süren kaynaklar da vardır. Fossati’lerin onarımı sırasında ortaya çıkartılan mozaikler temizlenip onarıldıktan sonra alçı sıva ile örtülmüştür. 1931-38 arasında Amerikan Bizans Enstitüsü uzmanları bu sıvayı kaldırarak mozaikleri yeniden açığa çıkarmışlar, gerekli onarımları yapmışlardır.


Leave A Reply