Baş İle İlgili Deyimler ve Anlamları Açıklamaları, İçinde Baş Geçen Deyim

0
Advertisement

İçinde baş kelimesi geçen deyimler nelerdir? Bu deyimlerin açıklamaları ve anlamları. Baş hakkında deyimler ve açıklamaları.

Baş İle İlgili Deyimler ve Anlamları

Baş İle İlgili Deyimler ve Anlamları

  • *** afyonu başına vurmak
    aşırı davranışlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptığını bilememek.
  • *** ağrısız başına kaşbastı bağlamak
    “kendine gereksiz yere iş çıkarmak” anlamında kullanılan bir söz.
  • *** Ahfeş’in keçisi gibi başını sallamak
    söylenen sözü anlamadan kafa sallayarak onaylamak.
  • *** aklı başına gelmek
    1) davranışlarının yanlışlığını sezerek doğru yolu bulmak: “O zaman her şey düzelir, erkeğin de aklı başına gelir.” -P. Safa. 2) ayılmak, kendine gelmek: “Bir hastalık hâli olduğu anlaşılan bu ilk sersemlikten sonra yavaş yavaş aklı başına gelmektedir.” -R. N. Güntekin.
  • *** aklı başında olmamak
    iyi düşünebilir durumda olmamak.
  • *** aklı başından gitmek
    çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağını şaşırmak: “El âlemin çocuklarının tek evladını paraladıklarını düşündükçe aklı başından gidiyordu.” -E. Şafak.
  • *** aklı başka yerde olmak
    başka şeyler düşünmek: “Affet Kâmuran, aklım başka yerdeydi.” -R. N. Güntekin.
  • *** aklıma gelen başıma geldi
    “olmasından korktuğum şey oldu” anlamında kullanılan bir söz.
  • *** aklını başına almak (toplamak, devşirmek)
    akılsızca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak: “Burası Ankara değil, aklını başına al, uslu otur.” -R. H. Karay.
  • *** alıp başını gitmek
    başını alıp gitmek.
  • *** Ali kıran baş kesen
    zorba.
  • *** ayağının pabucunu başına giymek
    1) dengi olmayan bir kimseyle evlenmek; 2) değersiz bir kimseyi üstün bir yere geçirmek.
  • *** ayaklar baş, başlar ayak olmak
    değersiz kimseler başa geçip değerli kimseler ise en geride bırakılmak.
*** ayrı baş çekmek
topluluktan ayrılıp kendi başına iş yapmak.
  • *** baharı başına vurmak
    alay gençliğin verdiği coşkuyla gereksiz veya aşırı davranışta bulunmak.
  • *** baş ağrıtmak
    tedirgin etmek, bıkkınlık vermek, can sıkmak.
  • *** baş aşağı düşmek
    kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak: “Onun için hayatın bütün kanunu, bütün manası bu baş aşağı düşüşteydi.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • *** baş aşağı etmek
    tersine çevirmek.
  • *** baş aşağı gelmek
    tepesi üstü düşmek.
  • *** baş aşağı gitmek
    işleri ters gitmek, sürekli zarar etmek.
  • *** baş bağlamak
    1) başına bir örtü örtmek; 2) başak vermek; 3) birine veya bir şeye bağlanmak, intisap etmek; 4) hlk. nişanlanmak.
  • *** baş başa bırakmak
    birinin, bir şeyle veya bir kimseyle yalnız kalmasını sağlamak: “İçten içe bu duruma memnun olarak onları kavgalarıyla baş başa bıraktım.” -A. Ümit.
  • *** baş başa olmak
    birlikte bulunmak, beraber yaşamak: “Keyfimizce yaşamamıza mâni olur, baş başa olmamızı tercih ederim.” -R. H. Karay.
  • *** baş başa vermek
    1) iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuşmak: “Nahiye müdürü, mebus ve belediye reisi ile baş başa vererek bir şeyler konuşuyor.” -R. N. Güntekin. 2) dayanışmak: “Neydi onunla böyle sıkı fıkı baş başa vermen, gizli planlar kuracak tenha köşelere çekilmen?” -N. F. Kısakürek.
  • *** baş (başı) çekmek
    herhangi bir konuda önde gitmek, önayak olmak: “Hacı Reşit’in dükkânında post kuran orta yolcular arasında Muallim Naci başı çeker.” -S. Birsel.
  • *** baş bulmak
    kazanç bırakmak: Bu fiyata verirsem baş bulmaz.
  • *** baş çevirtmek
    1) başı arkaya doğru döndürtmek; 2) mec. birinin arkasından hayranlıkla baktırmak: “Uzun boyu, kumral saçları, sevimli çehresiyle birçok kadınlara sokakta baş çevirtiyordu.” -H. C. Yalçın.
  • *** baş döndürmek
    başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aşırı heyecanlandırmak: “Ordu karargâhına giriş, artık bir mabede çıkılıyor gibi baş döndürür.” -F. R. Atay.
*** baş edememek
1) gücü yetmemek; 2) engel olamamak.
  • *** baş eğmek
    1) saygı göstermek için baş eğerek selamlamak: “Ulema, şeyhler, yerden selam verdiler, baş eğip el öptüler.” -R. E. Ünaydın. 2) direnmekten vazgeçip buyruk altına girmek: “Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor / Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor” -F. N. Çamlıbel.
  • *** baş eldeyken
    ölmeden, yaşarken, sağken.
  • *** baş etmek
    1) gücü yetmek: “Ben onlarla baş etmeye çalışıyordum ki Hasan’ın kapısı birden açıldı.” -E. Bener. 2) başarı kazanmak.
  • *** baş gelmek
    yenmek, gücü yetmek: Bir orduya baş gelir.
  • *** baş göstermek
    belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak: “Komün üyeleri arasında sorunlar baş göstermeye başladı.” -A. Ümit.
  • *** baş göz etmek
    hlk. evlendirmek: “Oğullarının artık normal bir yaşam süreceğini sanan anne baba ona güzel de bir kız bularak baş göz etmişler.” -A. Ümit.
  • *** baş göz olmak
    hlk. evlenmek.
  • *** baş kesmek
    selam vermek için baş eğmek: “Gülerken de göğsünün sağ köşesine baş kesmeyi unutmaz.” -S. Birsel.
  • *** baş kıç vurmak
    den. baştan gelen dalgalarla gemi, başı ve kıçı üzerinde inip kalkmak.
  • *** baş koşmak
    bir işi başarmak için çalışmak: “Artık evde herkesten fazla bağırıp gülmüyor, çocuklarla eskisi gibi baş koşmuyordu.” -R. N. Güntekin.
  • *** baş olmak
    1) küçük bir işte de olsa başta olmak, sözü dinlenir bir kimse olmak; 2) önde gelmek, lider olmak: “Hep baş olmaya bakarız ve olduktan sonra nasihat veririz.” -B. Felek.
  • *** baş tacı etmek
    çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak.
  • *** baş üstünde tutmak
    çok iyi ağırlamak.
  • *** baş üstünde yeri var
    “büyük bir saygı ve ilgi ile karşılanır veya ağırlanır” anlamında kullanılan bir söz.
  • *** baş vermek
    1) çıban olgunlaşmak; 2) buğday vb. bitkiler başak bağlamaya başlamak, başak oluşmak; 3) gemi, kayık vb.ni döndürmek, çevirmek: “En sonunda rüzgârların istikametine baş verdi.” -S. F. Abasıyanık. 4) ortaya çıkmak, belirmek: “Fransızlardan, neler olup bittiğini, neden müttefikler arasında bazı sorunların baş vermiş olduğunu öğrenmeleri isteniyordu.” -A. Kulin.
  • *** baş yakmak
    kötü duruma düşürmek.
  • *** baş yemek
    1) birinin ölümüne veya yok olmasına sebep olmak; 2) birinin güç duruma düşmesine yol açmak.
  • *** başa baş gelmek (kalmak)
    1) eşit olmak, denk olmak; 2) berabere kalmak.
  • *** başa gelmek
    kötü bir durumla karşı karşıya kalmak.
  • *** başa güreşmek
    1) yağlı güreşte, en usta pehlivanlar başpehlivanlık için yarışmak; 2) mec. en üstün sonucu elde etmek veya bir işte en üst noktaya gelmek için mücadele vermek.
  • *** başa vermek
    hlk. değiş tokuş yaparken üste bazı şeyler vermek.
  • *** başağrısı olmak
    sıkıntı vermek, uğraştırmak: “Efendim nemize lazım, sonra size başağrısı olur.” -M. Ş. Esendal.
  • *** başı ağrımak
    sorunu olmak, sıkıntı içinde bulunmak.
  • *** başı bağlanmak
    1) evlendirilmek; 2) birini yandaş olarak kazanmak, kendi yanında tutmak: “başı bağlananların vekillerine birer samur kürk gelmiştir.” -S. Birsel.
*** başı belada olmak
çözülmesi güç, sıkıntılı bir durumda olmak.
  • *** başı belaya girmek (uğramak)
    sıkıcı, üzücü bir durumla karşılaşmak: “Bir keresinde başı polisle belaya girmişti.” -A. Ümit.
  • *** başı çatlamak
    başı çok ağrımak.
  • *** başı dara düşmek
    sıkıntıya girmek: “Adamın başı dara düşünce yardımına Hayrullah koşmaz da kim koşar?” -A. İlhan.
  • *** başı daralmak
    para yönünden sıkıntıya, darlığa düşmek: başınız daralırsa beni arayın.
  • *** başı darda kalmak
    parasızlıktan dolayı sıkıntıda olmak.
  • *** başı derde girmek
    sıkıntılı bir duruma düşmek: “İlişkilerdeki rol dağılımını sürekli karıştırdığımdan, benim de temizlikçilerle başım hep derde girmiştir.” -T. Uyar.
  • *** başı dik olmak
    1) onurlu, gururlu olmak; 2) cesur, yürekli olmak: “Daima başı dik olacak, idare dâhil, kimseye boyun eğmeyecekti.” -K. Korcan.
  • *** başı dönmek
    1) insana, eşyanın dönmesi, ayağının altından yerin çekilmesi vb. bir duygu gelmek: “Cümle kapısının önüne geldiği zaman başının dönmeye başladığını hissetti.” -P. Safa. 2) sıkıntı yaratan bir durum karşısında bunalmak; 3) görkemli bir şey karşısında şaşırmak; 4) para veya makam sebebiyle şaşırıp şımarmak.
  • *** başı göğe ermek (değmek)
    alay beklenmeyen bir mutluluğa ermek.
  • *** başı kazan gibi olmak
    başında çok ağrı ve uğultulu bir sersemlik olmak: “başım kazan gibiydi, bir kavanoz aspirin içsem ağrımın geçeceğine ihtimal vermiyordum.” -T. Dursun K.
  • *** başı nâra yanmak
    başkası uğruna büyük bir zarara uğramak.
  • *** başı sıkılmak (sıkışmak)
    herhangi bir güçlük karşısında kalmak, bunalmak: “Baba dostu bir adam, başı sıkıldıkça Edip Münir ona koşar.” -H. R. Gürpınar.
  • *** başı sıkıya gelmek
    herhangi bir güçlük karşısında bunalmak, zor durumda kalmak: “başımız sıkıya geldi mi hemen onlara koşacağız.” -Ö. Seyfettin.
  • *** başı taşa değmek
    ağır bir durum kendisine ders olmak.
  • *** başı tutmak
    gürültüden veya üzüntüden başı ağrımak: “… poker oynanıyor. Yenilirse kızıyor. başı tutuyor, komşu doktorun hizmetçisini çağırıp çenesini ovduruyor.” -M. Ş. Esendal.
  • *** başı üstünde yeri olmak
    1) her zaman iyi karşılanmak, ağırlanmak: “İyi, sefa geldiler, hoş geldiler, başımızın üstünde yerleri vardı elbet.” -T. Dursun K. 2) bir düşünce veya davranışı uygun bulmak.
  • *** başı yastığa düşmek
    yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak: “Ve tekrar başı yastığa düştü ve uyudu.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • *** başı yastık yüzü görmemek
    yatağa yatıp uyumuş olmamak.
  • *** başı yerine gelmek
    zihin yorgunluğu geçmiş olmak.
  • *** başıboş kalmak
    baskı altında bulunmamak, karışanı, görüşeni olmamak.
  • *** başım gözüm üstüne
    belirtilen istekleri içtenlikle yapmayı kabul etmeyi anlatan bir söz.
  • *** başımla beraber
    memnunlukla, seve seve: “Ben de postu senin eve sererim. A, gel Sedat, başımla beraber.” -S. F. Abasıyanık.
  • *** başına balta kesilmek (olmak)
    sürekli istemek, ısrar etmek, inat etmek: “Bir kere tadına varanlar, yine ondan ver diye başıma balta kesiliyorlar.” -H. R. Gürpınar.
  • *** başına bela açmak
    kötü bir olay dolayısıyla dert sahibi olmak: “Şu Yaşar kaçakçılıkla başına bir bela açabilir.” -N. Araz.
  • *** başına bela almak
    bir sorunla karşılaşmak, kötü bir duruma düşmek: “Al başına belayı, bir de hasta bakıcılık edeceğiz.” -Z. Selimoğlu.
  • *** başına bela olmak (kesilmek)
    sıkıntı vermek, tedirgin etmek, musallat olmak: “Yazdığın mektuplar, yaptığın itiraflar, anlattığın sırlar cümleten başına bela olur sonradan.” -E. Şafak.
*** başına bir hâl gelmek
1) kötü bir duruma uğramak; 2) ölüm ihtimali olmak.
  • *** başına çalsın!
    birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve nefretle geri çevrildiğini anlatmak için kullanılan bir söz.
  • *** başına çıkarmak
    şımartmak, çok yüz vermek.
  • *** başına dert açmak
    kendini kötü ve zor bir duruma düşürmek: “Giderayak başımıza yeni bir dert açmayasın!” -A. İlhan.
  • *** başına devlet (talih) kuşu konmak
    beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek.
  • *** başına dikmek
    1) birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek: “başıma bir nöbetçi diktikten sonra bırakıp gitti.” -T. Buğra. 2) bir içeceği kabı yukarı kaldırarak sonuna dek içmek: “Orada alışmışlar, su yerine lık lık lık bira şişesini dikerlermiş başlarına, içerlermiş.” -T. Dursun K.
  • *** başına dolamak
    musallat etmek.
  • *** başına dünyanın belasını sarmak
    büyük felaket getirmek: “Sonradan Kayabaşı’nın başına ve bizim başımıza dünyanın belasını saracak kadar zengindik.” -T. Dursun K.
  • *** başına geçirmek
    1) başına giymek: Şapkasını başına geçirdi. 2) bir şeyi öfke ile birisinin başına vurmak: Şimdi tencereyi başına geçiririm!
  • *** başına (…) gelmek
    kötü bir durumla karşı karşıya kalmak: “Yarın senin de başına bir felaket gelmesinden çok korkuyorum.” -H. Topuz.
  • *** başına güneş geçmek
    güneş çarpmak.
  • *** başına iş açmak
    uğraştırıcı ve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak: “Herkesten size ne? Çocuğun başına iş açacaksınız.” -N. Hikmet.
  • *** başına iş çıkarmak
    istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak.
  • *** başına iş çıkmak
    hoşa gitmeyen ve beklenmedik bir iş veya olayla karşılaşmak.
  • *** başına kakmak (kakınç etmek)
    yapılan bir iyiliği yüzüne vurarak birini üzmek: “Ali Rıza Bey onu şirkete yerleştirmekle Allah razı olsun, büyük bir iyilik etmişti. Fakat onu ikide birde başına kakması doğru olmazdı.” -R. N. Güntekin.
  • *** başına kan çıkmak
    öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek: “Bizim merkez memuru celallidir, başına çabuk kan çıkar, hatırınızı kıracak şeyler yapar.” -P. Safa.
  • *** başına karalar bağlamak
    çok kederlenmek.
  • *** başına taç etmek
    çok değer vermek, ilgi göstermek.
  • *** başına taş düşmek (yağmak)
    felakete uğramak.
  • *** başına vur, ağzından lokmasını al
    uysal ve sessiz kimseler için kullanılan bir söz: “Temizdim, sakindim, başıma vur, ağzımdan lokmamı al.” -A. Gündüz.
  • *** başına vurmak
    1) içki, gaz veya sıcak baş ağrısı yapmak; 2) dayanamaz olmak: Bekârlık başına vurdu. 3) ne yapacağını bilemez hâle gelmek: “Bu harp başına vurdu galiba, sapıtmışsın sen.” -R. Erduran.
  • *** başına yıkmak
    harap etmek, zor durumda bırakmak: “Babamın evinden çıktım / Evini başına yıktım” -Halk türküsü.
  • *** başında kavak yeli esmek
    1) genç sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peşinde koşmak: “Kocası yaşlı diye genç bir kadının başında kavak yelleri estiğine hükmetmek lazım gelmez.” -R. H. Karay. 2) gerçekleşmeyecek şeyler düşünerek vakit geçirmek.
  • *** başında paralansın
    yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirten bir söz.
*** başında torbası eksik
kaba saba, yontulmamış (kimse).
  • *** başından almak
    kurtarmak, sorumluluğunu almak: “Çiftlikte bir kısım toprakları başımızdan alacak müşteriyi beklemekten başka bir tasamız kalmadı.” -R. N. Güntekin.
  • *** başından aşağı kaynar sular dökülmek
    üzüntülü veya kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntı duymak.
  • *** başından atmak
    1) yapılması güç bir işi yapmaktan kendini kurtarmak: “Madem bunları siz kendi başınızdan atmak istiyorsunuz, emanet olarak şu masaya bırakın.” -S. Birsel. 2) sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağlılığa, bir ilişkiye son vermek: “Hilmi Efendi’yi başlarından atmak yolunu arıyorlardı.” -R. H. Karay.
  • *** başından büyük işlere girişmek (kalkışmak)
    gücünün üstünde olan işlere kalkışmak.
  • *** başından geçmek
    daha önce aynı duruma uğramış olmak.
  • *** başından korkmak
    hayatından kaygı duymak, cezalandırılmaktan korkmak.
  • *** başından savmak
    bir istekte bulunanı sözde bir sebeple uzaklaştırmak: “Yoksa başımdan savmak için akla karayı mı seçeceğim?” -R. H. Karay.
  • *** başını ağrıtmak
    1) gereksiz sözlerle birini bunaltmak; 2) bir iş için birini tedirgin etmek, uğraştırmak: “İkide bir ah Çingeneler vah Çingeneler diye gelip böyle başımı ağrıtma.” -O. C. Kaygılı.
  • *** başını alıp gitmek
    izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak: “Bir akşam ciğerci söve saya kondusundan çıktı. başını alıp gitti.” -A. Kulin.
  • *** başını ateşlere yakmak
    başına büyük bir dert almak.
  • *** başını bağlamak
    1) başına örtü vb. bağlamak; 2) birini nişanlamak veya evlendirmek.
  • *** başını belaya sokmak
    birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek: “Ayrıca benim başımı belaya sokmaktan da çekinmiş olabilir.” -A. Ümit.
  • *** başını bir yere bağlamak
    birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başıboşluktan kurtarmak.
  • *** başını boş bırakmak
    yalnız veya serbest bırakmak.
  • *** başını çıkarmak
    bitki filizlenmeye başlamak.
  • *** başını derde sokmak
    sıkıntılı bir duruma girmek veya getirilmek.
*** başını dik tutmak
onurunu korumak.
  • *** başını dinlemek
    kafasını dinlemek: “Robenson, akıllı Robenson’um / Ne imreniyorum sana bilsen / Göstersen adana giden yolu / başımı dinlemek istiyorum” -C. S. Tarancı.
  • *** başını döndürmek
    1) mutluluktan yarı sarhoş duruma getirmek; 2) kendine hayran bırakmak.
  • *** başını duman almak
    efkârlanmak.
  • *** başını ezmek
    bir daha kötülük edemeyecek duruma getirmek.
  • *** başını gözünü yarmak
    bir işi kötü yapmak, bir işi istenildiği gibi yapmamak.
  • *** başını kaldırmamak (kaldıramamak)
    1) bir işi aralıksız sürdürmek; 2) iyileşememek, yataktan çıkamamak.
  • *** başını kaşımaya (kaşıyacak) vakti olmamak
    arada en ufak başka bir iş yapamayacak kadar sıkışık durumda bulunmak: “Büyük babanın artık başını kaşıyacak vakti yoktur. Kâh çocukları kırda oynamaya götürüyor, kâh onlara ocakbaşında masallar söylüyor.” -R. N. Güntekin.
  • *** başını koltuğunun altına almak
    ölümü göze alarak bir işe girişmek.
  • *** başını kurtarmak
    1) canını korumak; 2) geçimini sağlayacak bir duruma gelmek.
  • *** başını ortaya koymak
    bir işe girişirken ölümü göze almak.
  • *** başını taştan taşa vurmak
    çaresiz kalarak çok pişman olmak.
  • *** başını uçurmak
    kellesini uçurmak.
  • *** başını vermek
    kendini feda etmek.
  • *** başını yakmak
    güç bir duruma sokmak.
  • *** başının çaresine bakmak
    kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak.
  • *** başının derdine düşmek
    başka bir şeyle ilgilenmeyecek kadar sıkıntılı durumda bulunmak.
  • *** başının gözünün sadakası
    başa gelecek bir belayı savmak veya önlemek için yapılan bağış, özveri: “Bir herif çıksa da şunu başımdan alsa… başım gözüm sadakası üç beş parça eşya, beş, on kuruş da para veririm.” -R. N. Güntekin.
  • *** başka işi yok mu?
    “bu işe ne diye karışıyor, bu iş onu ilgilendirmez” anlamında kullanılan bir söz.
  • *** başköşeye kurulmak
    saygın kişilere ve büyüklere ayrılan yere oturmak: “Adamakıllı bol entarisinin eteklerini savurta savurta geldi, başköşeye kuruldu.” -A. İlhan.
  • *** başlama!
    “hoş olmayan bir söz veya davranışı tekrarlama!” anlamında kullanılan bir söz.
  • *** başlık almak
    bazı bölgelerde, evlenirken kızın babası oğlanevinden para veya mal almak.
  • *** başlık vermek
    bazı bölgelerde, evlenirken kızın babasına oğlanevi tarafından para veya mal vermek.
  • *** başsağlığı dilemek
    ölen bir kimsenin yakınlarını ziyaret ederek ilgi ve yakınlık belirten sözler söylemek.
*** başsağlığında bulunmak
başsağlığı dilemek.
  • *** başsız bırakmak
    1) yöneticisiz bırakmak; 2) büyüğünü yitirmesine sebep olmak.
  • *** başsız kalmak
    1) yöneticisi, başkanı bulunmamak: “Fakat o gözünü kapayınca başsız kalan konak …” -R. N. Güntekin. 2) büyüğünü yitirmek.
  • *** başta (başında) bulunmak
    bir işin yöneticisi olmak.
  • *** başta gelmek
    önde olmak, üstün durumda olmak: İpekçilikte Bursa başta gelir.
  • *** başta gitmek
    en ileri durumda bulunmak.
  • *** başta taşımak
    çok saygı göstermek.
  • *** baştan aşmak
    pek çok olmak, pek çoğalmak.
  • *** baştan çıkarmak
    1) kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak: “Perihan adında bir bayan, bizim güveyi dans arasında ayartıp baştan çıkarmış.” -M. Ş. Esendal. 2) karşı cinsi bir ilişkiye ikna etmek.
  • *** baştan çıkmak
    ahlakı bozulmak, doğru yoldan ayrılıp uygunsuz işlere yönelmek: “Edebiyatı zenginleştiren genellikle bu tür, baştan çıkmış yazarlardı.” -S. İleri.
*** baştan kara etmek
batma tehlikesi karşısında, gemi başını karaya vurup oturmak.
  • *** baştan kara gitmek
    sonunu düşünmeyerek hesapsız, batarcasına yaşamak.
  • *** bir baştan (uçtan) bir başa (uca)
    bir yerin bir sınırından öbür sınırına kadar.
  • *** bir işi başından kesmek
    yapılması istenmeyen bir işi baştan engellemek.
  • *** (bir işin) başında olmak
    1) yöneticisi olmak: Senin müdür başımda olduğu sürece bana da rahat yüzü yoktur. 2) işe sahip çıkmak.
  • *** (bir işin, şeyin) başına oturmak
    bir işi yapmaya başlamak, işe koyulmak: “Kendine güvenini tam bulduğu, oyununu yazabileceğine inandığı gün oturacaktı masanın başına.” -N. Cumalı.
  • *** (bir kızı) leğen başından almak
    hamarat diye seçerek almak.
  • *** (bir şey başka bir şeyi) mumla aratmak
    daha kötü olan yeni bir şey, bir durum, bir kimse, pek iyi olmayan eskisini aratmak.
  • *** (bir şey birinin) aklını başından almak
    bir şey birini düşünemeyecek bir duruma getirmek, çok şaşırtmak: “Beyim böyle latife olur mu? Aklımızı başımızdan aldınız diye isyan etti.” -R. N. Güntekin.
  • *** (bir şey birinin) başının altından çıkmak
    birinin hilesiyle yapılmak: “Anlaşıldığına göre bu iş Saniye’nin İstanbullu anasının başının altından çıkmıştı.” -R. N. Güntekin.
  • *** (bir şey) iki baştan olmak
    bir şey, her iki tarafın aynı şeyi istemesiyle, iyi niyetiyle gerçekleştirilebilmek: İyi geçim iki baştan olur.
  • *** (bir şeyden) baş alamamak
    çok uğraştıran bir konu yüzünden vakit ve fırsat bulamamak: “Benim hilem hurdam yoktur, canı isteyen baktırmasın, zaten bu sanattan memnun değilim. Lakin baş alamıyorum ki.” -H. R. Gürpınar.
  • *** (bir şeyden) baş almak
    fırsat bulmak: “Ara sıra işten baş aldıkça Semiha’yı özlüyordum.” -R. N. Güntekin.
  • *** (bir şeyden) başını alamamak
    bir şeyden kurtulamamak: Dertten başını alamıyor.
*** (bir şeyi birinin) başına sarmak
birine musallat etmek.
  • *** (bir şeyin) başına geçmek
    1) görevi altında bulundurmak; 2) bir işin yönetimini ele almak; 3) bir işi yapmaya başlamak; 4) bir şeyin etrafında toplanmak, yer almak: “Adam ağır adımlarla gelip masanın başına geçiyor.” -E. M. Karakurt.
  • *** (bir şeyin) başında beklemek (durmak)
    yanında durup gözetlemek: “Birkaç fukara köylü sabaha kadar cenazenin başında bekleyerek Kur’an okudular.” -Halikarnas Balıkçısı.
  • *** (bir şeyin) başını beklemek
    1) gözetlemek; 2) hastanın yanında bulunmak.
  • *** (bir şeyle) başa çıkmak
    bir şeye gücü yetmek: “Varsın kıraç olsun tarlam / Taşlarını ayıklayacağım / Kazmayı sallayacağım / Karar vermişim / Toprakla başa çıkacağım” -O. V. Kanık.
  • *** (bir şeyle) başı hoş olmamak
    bir şeyden hoşlanmamak: “Benim içki ile başım hoş olmadı, şampanyadan sonra ha bire yedim durdum.” -B. Felek.
  • *** bir yakadan baş çıkarmak
    bir çatı altında dirlik düzenlik içinde yaşamak.
  • *** bir yastığa baş koymak
    evli bulunmak.
  • *** (bir yere) baş tutmak
    elebaşı olmak.
  • *** (bir yere) başını sokmak
    barınacak bir yer bulmak: “Çok şükür başımızı bir yere soktuk, şimdilik tatlı söyleyelim tatlı yiyelim.” -Z. Selimoğlu.
  • *** (bir yerin, bir işin) başına gelmek
    bir görevi üstlenmek, yüklenmek.
  • *** (bir yerin) üst başı
    yukarı yanı, yukarıda olan bölümü: “… önlerine katıp köyün üst başındaki pınar yerine çıktılar.” -M. Ş. Esendal.
  • *** (bir yola) baş koymak
    bir şey uğruna ölümü göze almak: “Çeşitli tehlikelerden var olduğunu bilerek bu işe girişip baş koymuşlardı.” -O. Aysu.
  • *** (birine) dünyayı zindan (zehir) etmek (dünyayı başına dar etmek)
    bir kimseyi çok sıkıntılı bir duruma sokmak: “En güzel zamanında hiç olmayacak bir şey çıkarır, dünyayı kendine zehir edersin.” -R. N. Güntekin.
  • *** (birini, bir şeyi) başıboş bırakmak
    üstünde hiçbir baskı veya denetim bulundurmamak, kendi havasına bırakmak: “Durgun sular, başıboş bıraktığım sandalı / Yalıların önünden geçirdi yavaş yavaş” -F. N. Çamlıbel.
  • *** (birinin) baş (başının) belası olmak
    sıkıntı, üzüntü, eziyet vermek: “Benim bir köpeğim vardır. başımın belası!” -S. F. Abasıyanık.
  • *** (birinin) başı için
    “çocuğumuzun başı için, annenizin başı için” vb. sözlerde değerli bir kişi ortaya konarak kullanılan ant veya yalvarma sözü: “Aman Ali Bey’in başı için beni ele vermeyin.” -M. C. Kuntay.
  • *** (birinin) başına çalmak
    bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.
  • *** (birinin) başına çıkmak
    birinden yüz bulup ona karşı pek şımarıkça davranmak: “Hizmetçi kadınlarla içli dışlı olmamak, onlara mesafeli davranmak gerekirdi, yoksa başınıza çıkarlardı.” -T. Uyar.
  • *** (birinin) başına çorap örmek
    birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak: “Ya başına bir çorap ördürüsrse?” -O. Kemal.
  • *** (birinin) başına dikilmek
    1) birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak; 2) bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak; 3) bir şeyin yanında ve ayakta beklemek: “Gidip iskelenin başına dikiliyor gelen yolcuyu buyur etmek için.” -Z. Selimoğlu.
*** (birinin) başına ekşimek
1) ağır yük olmak; 2) üstüne kalmak.
  • *** (birinin) başına gaile açmak
    sıkıntı yaratmak, üzüntü vermek: “Devletin başına sayısız gaileler açmak yolunda hiçbir fırsatı kaçırmadı.” -S. Ayverdi.
  • *** (birinin) başına geçmek
    en üstün yeri almak, önderlik yapmak: “Onları bahçeye toplayarak başlarına geçerek akşama kadar âdeta kudurturdum.” -R. N. Güntekin.
  • *** (birinin) başına gelmek
    beklenmedik, şaşırtıcı bir olay veya durumla karşılaşmak: “Onu dinledikten sonra olanaklı olduğunca ilişkimizi gizleyerek Mine’nin başına gelenleri anlatıyorum.” -A. Ümit.
  • *** (birinin) başına kâhya kesilmek
    olur olmaz her işine karışmak.
  • *** (birinin) başına kalmak
    istemediği hâlde bir işi yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluluğu ile karşılaşmak: “Adam yüzüstü bırakıp gidince böyle bir numara çevirip başına kalmayı deniyor anlaşılan.” -E. Bener.
  • *** (birinin) başında değirmen çevirmek
    gürültü ile tedirgin etmek.
  • *** (birinin) başını istemek
    öldürülmesini istemek.
  • *** (birinin) başını nâra yakmak
    birini ağır bir zarara uğratmak.
  • *** (birinin) başını yemek
    güç duruma düşmesine yol açmak: “Birbirlerinden şüphelensinler, birbirlerinin başını yesinler.” -N. Hikmet.
  • *** (birinin) başının etini yemek
    karşısındakini bezdirinceye, bıktırıncaya kadar sürekli konuşmak veya söylemek: “Köyde patladığını telefonlarla, telgraflarla bana bildirerek başımın etini yiyen sen değil misin?” -N. F. Kısakürek.
  • *** (birinin) derdi başından aşkın (olmak)
    1) birçok sorunu bulunmak: “Kendi derdimiz başımızdan aşkın, bir de başkasının derdi ile uğraşacak vaktimiz yok.” -H. Taner. 2) aşırı derecede meşgul olmak: “Benim derdim başımdan aşkın, bir de onunla uğraşamam şimdi.” -A. Ümit.
  • *** (birinin) işi başından aşmak (aşkın olmak)
    pek çok işi olmak.
  • *** (birinin) üstü başı dökülmek
    giyecekleri çok eski olmak: “Böyle üstü başı dökülen bir adama bu kadar yakınlık göstermesi karşısında şaşırıp kaldı.” -T. Yücel.
  • *** (birinin) üstüne başına etmek
    kaba ağır bir biçimde sövmek.
  • *** (biriyle) başa çıkmak
    güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek: “Onlarla başa çıkmak kolay değildi, çünkü her an bir çamur atabilirlerdi kızdıklarında.” -A. Kulin.
  • *** (biriyle, bir şeyle) baş başa kalmak
    biriyle veya bir şeyle yalnız kalmak: “Düşünceleriyle, iç sesiyle baş başa kalmayı tercih ederdi.” -A. Kulin.
  • *** (biriyle, bir şeyle) baş edebilmek
    bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek.
  • *** can baş üstüne
    istenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatan bir söz.
*** can başına sıçramak
çok korkmak.
  • *** can cana, baş başa
    1) bir tehlike anında herkesin kendi canının, kendi başının kaygısına düştüğünü anlatan bir söz: “Gecenin karanlığında bütün bir mahalle donanma fişekleri gibi ateş almış. Sokaklarda herkes can cana, baş başa… Tulumbacı naraları, çığlıklar, borular.” -R. N. Güntekin. 2) birbirini seven iki kişi bir arada yalnız olarak.
  • *** cinleri başına toplanmak (üşüşmek)
    öfkelenmek.
  • *** dalgayı başa almak
    gemi veya sandalın başını dalgaların geldiği yöne çevirmek.
  • *** darısı … başına (darısı başına)
    bir başarı, bir mutluluk başkası için istendiğinde söylenen bir söz: “Geçenlerde, darısı dostlar başına, kızını everdi.” -H. Taner.
  • *** ders başı etmek (yapmak)
    tatil sonrası öğrenciler yeni öğretime başlamak.
  • *** dertsiz başını derde sokmak
    bir derdi yokken gereksiz yere üzüntü veren bir işe girişmek.
  • *** deve kuşu gibi başını kuma sokmak (gömmek)
    1) bir tehlike, bir olay karşısında yararlı olmayacağı apaçık ortada olan kaçamak bir yola sapmak; 2) başkalarını aldattığını sanarak kendisini aldatmak.
  • *** dili (başka bir dile) çalmak
    bir kimsenin konuşması başka bir dile benzemek.
  • *** dostlar başına
    bir şeyi dostları için de dilemek amacıyla kullanılan bir iyi dilek sözü: “Doğrusu böyle bir düğün dostlar başınaydı. Arkadaşları arasında, günlerden beri hep bunun lafı ediliyordu.” -R. Çalapala.
  • *** dostlar başından ırak
    sözü edilen kötü bir durumla yakınların karşılaşmaması için söylenen iyi dilek sözü.
  • *** dünya başına dar olmak (gelmek)
    çok sıkılmak, büyük bir çaresizlik içinde kalmak.
  • *** dünya başına yıkılmak
    çok sıkılmak, umutlarını yitirmek: “Defteri abimin elinde görünce, dünya başıma yıkıldı, basbayağı gözlerim karardı.” -A. Ağaoğlu.
  • *** düşman başına
    durumun kötü olduğunu göstermek için kullanılan bir söz: “Hele ihtiyarlıkta yatağa düşmek, düşman başına.” -A. İlhan.
  • *** el elde baş başta
    elde bulunan her şeyin tükendiğini anlatan bir söz: “Balya’da beş on lira kazanmıştı. Onları da yedik, el elde baş başta.” -R. N. Güntekin.
  • *** elimi sallasam ellisi, başımı sallasam tellisi
    elini sallasa ellisi, başını sallasa tellisi.
  • *** elini sallasa ellisi (başını sallasa tellisi)
    birinin karşı cinsten birçok insanı kolaylıkla elde edebileceğini anlatan bir söz.
  • *** eteğini başına atmak (sarmak)
    birini azarlamak, onur kırıcı sözlerle suçlamak.
  • *** fare düşse başı yarılır
    bir yerin boş ve yoksulluk içinde bulunduğunu anlatan bir söz.
  • *** faydasız baş mezara yaraşır
    “yaşayan kimse bir işe yaramalıdır, bir işe yaramayan kimsenin ölüden farkı yoktur” anlamında kullanılan bir söz.
  • *** (gemi) baş tutamamak
    rüzgâr, fırtına yüzünden, yapılışındaki veya yükselişindeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak, rotadan çıkmak.
*** gemi baş vurmak
den. önden gelen dalgalarla gemi başı kalkıp kalkıp inmek.
  • *** harı başına vurmak
    1) çok kızmak; 2) azmak, kendini tutamayacak duruma gelmek.
  • *** (her biri başka bir) hava çalmak
    her biri, birbiriyle çelişen, birbirine uymayan davranış ve düşüncede bulunmak.
  • *** (her şeye) baş sallamak
    karşısındakinin her sözünü uygun bulur görünmek.
  • *** hırkayı başına çekmek
    bir köşeye çekilip çevresiyle ilgisini kesmek.
  • *** iş başa düşmek
    kendi işini kendi görme zorunda kalmak.
  • *** işin başı
    bir işin en önemli noktası.
  • *** kabak (birinin) başına (başında) patlamak
    birçok kimsenin ilgili olduğu bir olaydan, yalnızca bir kimse zarar veya ceza görmek: “Kendi yarın cehennem olur gider, kabak bizim başımıza patlar.” -R. N. Güntekin.
  • *** kan (kanı) başına çıkmak (sıçramak veya toplanmak)
    öfkelenmek: “Kan başına çıkarmış zavallının ve hep bağırmak, bağırmak istermiş.” -P. Safa.
  • *** korktuğu başına gelmek
    düşünülen kötü durum gerçekleşmek: “Korktuğu başına gelmiş ve o koskoca Nahit Bey ipin ucunu kaçırarak dillere destan olmuştu.” -T. Buğra.
  • *** kömür başa vurmak
    kömürün iyi yanmamasından çıkan karbon oksidiyle zehirlenmekten baş ağrımak.
  • *** kuru başına kalmak
    hayatında veya yanında kimsesi kalmamak, kimsesiz, yalnız kalmak.
*** öfkesi başına sıçramak (çıkmak, vurmak)
çok öfkelenmek.
  • *** öpüp başına koymak
    1) bir nimeti veya kutsal sayılan bir varlığı saygıyla el üstünde tutmak, yüksekte tutmak; 2) bir şeyi memnunlukla karşılamak, saygı duymak, saygıyla karşılamak: “Ne dediği bilinmez, anlaşılmaz, kapalı kutu şiirleri öpüp başımıza koymak lazım geliyor.” -R. H. Karay.
  • *** parsayı başkası toplamak
    bir emeğin karşılığını o emeği çeken değil, başka biri almak.
  • *** pişmiş tavuğun başına gelmemek
    her türlü zarara, kötülüğe, felakete uğramak, çok sıkıntı çekmek: “Büyük kalabalığa varana kadar sanat eserinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına bile gelmemiştir.” -B. R. Eyuboğlu.
  • *** saat başı galiba!
    bir toplantıda, herkesin dalıp sustuğunda bu durumu fark eden bir kimsenin söylediği söz.
  • *** saç saça baş başa
    kadınlar, birbirlerini kıyasıya hırpalayacak biçimde.
  • *** saç saça baş başa gelmek (dövüşmek)
    kadınlar, birbirlerini kıyasıya hırpalayacak biçimde kapışmak: “Eğer bu patırtıdan, ikindi uykusu başına sıçrayan imam aşağı koşmasa iki kadın, avluda saç saça baş başa dövüşeceklerdi.” -H. E. Adıvar.
  • *** saçı başı ağarmak
    yaşlanmak.
  • *** saçı başı birbirine karışmak
    bakımsız olmak: “Matmazelin saçı başı birbirine karışmıştı.” -S. F. Abasıyanık.
  • *** saçına başına bakmadan
    ilerlemiş yaşına yakışmayacak biçimde.
  • *** saçını başını yolmak
    çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek: “Tanrıça Hebe çaresiz kalmış, saçını başını yoluyordu.” -S. F. Abasıyanık.
  • *** sıçan düşse başı yarılır
    “hiçbir şey yok” anlamında kullanılan bir söz: “Bir zamanlar hazinemiz tamtakırdı, sıçan düşse başı yarılırdı.” -T. Halman.
  • *** sıfırdan başlamak
    en baştan, hiçbir şeye sahip olmadan bir işe girişmek: “Batı tiyatrosu Türkiye için yepyeni bir şey olduğu için sıfırdan başlamak gerekiyordu.” -M. And.
  • *** silah başı etmek
    ask. askerlikte, verilen komut üzerine herkes görevi başına geçmek.
  • *** söze başlamak
    konuşmaya başlamak, bir konuya girmek: “Bu düşünce aklına gelince delikanlı hemen söze başladı.” -N. Hikmet.
  • *** suyu baştan (başından) kesmek
    işin aslı üzerinde kesin bir şey söyleyip ayrıntılarını konuşmaya gerek duymamak.
  • *** suyun başı
    1) suyun çıktığı yer, kaynak: “Suyun başına çöküp ellerini, yüzünü yıkamaya koyuldu.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) bir işin asıl yetkililerinin bulunduğu yer; 3) mec. en çok yarar sağlanacak yer.
  • *** şiddete başvurmak
    kaba kuvvet kullanmak.
  • *** tavan başına çökmek (yıkılmak)
    beklenmeyen bir durum karşısında şaşırıp kalmak: “Gelmeyecek mi? Neden gelmedi? diye sordukları vakit tavan başıma yıkılıyordu.” -M. Ş. Esendal.
  • *** uykusu başına sıçramak
    1) uyuyamadığı için sersemleşmek; 2) uykusunu iyi alamadığından hırçınlaşmak: “Eğer bu patırtıdan, ikinci uykusu başına sıçrayan imam aşağı koşmasa iki kadın, avluda, saç saça, baş başa dövüşeceklerdi.” -H. E. Adıvar.
  • *** üstündeki üstünde, başındaki başında
    “üstündekinden başka hiçbir şey kalmadan” anlamında kullanılan bir söz: “Karanfil, üstündeki üstünde, başındaki başında sokağa kovulmuş.” -Ö. Seyfettin.
  • *** üstünden başından akmak
    durumu belirgin bir biçimde anlaşılmak: “Üstünden başından itina akan bir yolcudan yol sorulabilir mi?” -S. F. Abasıyanık.
  • *** yalın ayak, başı kabak
    çok perişan bir kılıkta: “İçinde yaz kış, bir don bir gömlekle yalın ayak, başı kabak bir adam oturur.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
*** yargıya başvurmak
dava açmak.
  • *** yaşı ne, başı ne?
    konuşulan iş için genç bir kimsenin yaşının ve deneyiminin elverişli olmadığını anlatan bir söz.
  • *** yaşını başını almak
    1) yaşı ilerlemiş olmak: “Yarını ne olacak dünyamızın / Biz yaşımızı başımızı aldık / Allah çocuklarımıza acısın” -C. S. Tarancı. 2) deneyim kazanmış olmak.
  • *** yok devenin başı (pabucu veya nalı)
    tkz. çok abartılı bir söz karşısında kullanılan bir söz: İki saatte ağaç yetiştireceklermiş. -Yok, devenin başı!
  • *** yoluna baş koymak
    bir amaca, bir gayeye yönelmek, bütün varlığıyla kendini vermek.
  • *** yüreğinin başı sızlamak
    yüreği sızlamak.
  • *** ateşi başına vurmak
    çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak.
  • *** çıbanın başını koparmak
    ağır bir sorunun patlak vermesine yol açmak.
  • *** sandık başına gitmek
    sandığa gitmek.


Yorum yapılmamış

Leave A Reply