Beaux Arts Mimarisi Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Beaux Arts Mimarisi nedir, özellikleri nelerdir? Günümüze ulaşmış Beaux Arts Mimarisi ile yapılmış yapılar ve özellikleri hakkında bilgi.

Beaux Arts Mimarisi

Beaux Arts Mimarisi; 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da ve ABD’de yaygınlık kazanan mimarlık anlayışıdır. 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde, mimarların kamu yapılarına ağırbaşlı bir görünüm kazandırmak amacıyla İtalyan Rönesansı, XIV. Louis ve I. Napoléon dönemlerinin mimari şemalarını kullanmaya başlamasıyla ortaya çıktı. Paris’te, Louis-Tullius-Joachim Visconti ve Hector Lefuel’in Louvre Sarayı’na yaptıkları ek yapıların tasarımında ve dekorasyonunda belirgin bir hal aldı. Bu önemli uygulamanın çok beğenilmesi sonucunda da hızla yayılarak büyümekte olan kentlerdeki yeni kamu yapılarının çoğunda uygulanan “resmi” bir üsluba dönüştü.

Çok çeşitli örnekleri bulunmasına karşın, Beaux Arts Mimarisinin bazı genel nitelikleri de vardır: Yapılar büyük boyutludur ve çoğu zaman ayrık düzende, tek bir blok olarak biçimlendirilmiştir. Planları, mekânların bir eksen üzerinde yer aldığı, kare ya da kareye yakın dikdörtgen biçimindedir. Dış cepheler aşırı ölçüde klasikçi ayrıntılarla doludur. Yüksek mansart çatılar dış cepheye hareket kazandırır; yapı kütlesinin ortasında ve uçlarında yer alan çıkıntı bölümler çoğunlukla daha yüksek mansart çatılarla örtülmüştür. Cephede genellikle, yay biçimindeki bir subasman üstünde sıralanan sütunlar yer alır, bunlar bazen üst katlarda da devam eder.

Beaux Arts Mimarisinin çok sayıda örneği günümüze ulaşmıştır. Viyana’da eski kent merkezini çevreleyen ve Ring adıyia anılan cadde üzerindeki yapıların (örn. van der Nüll ve von Siccardsburg’un tasarladıktan Viyana Operası [1861-69]) çoğu bu üsluptadır. İtalya’da da birliğin sağlanmasından (1870) sonra gerçekleştirilen kamu yapılarının çoğunda Beaux Arts Mimarisi egemendir (örn. Gaetano Koch’un tasarladığı İtalyan Bankası Binası, 1885-92, Roma). Almanya’da çeşitli apartman yapılarıyla Berlin’de Paul Wollot’un gerçekleştirdiği Reichstag (Parlamento) (1884-94) gibi kamu yapılarının çoğu gene bu üslubun özelliklerini taşır. ABD’de Beaux Arts Mimarisinin örnekleri arasında Boston’da G.F.J. Bryant ve Arthur D. Gilman’ ın yaptığı Eski Belediye Binası (1862-65), Washington, D.C.’de Alfred B. Mullett’ın danışman olarak Gilman ile birlikte gerçekleştirdiği Devlet, Savaş ve Donanma Bakanlığı binası (1871-75), Beaux-Arts üslubunu izleyen Richard Morris Hunt gibi mimarların tasarladığı çok sayıda malikâne ve kır evi sayılabilir. İngiltere’de otellerde, tren istasyonlarında ve toptan satış mağazalarında görülen bu üslup, R. Norman Shaw’un Londra’daki Piccadilly Oteli’nin (1905-08) tasarımını belirleyecek kadar uzun süre etkisini sürdürmüştür.

1853-70 arasında, Baron Georges-Eugène Haussmann’ın valiliği sırasında Paris baştan aşağı yeniden inşa edilirken gerçekleştirilen yapılar bu üslubun en tipik örnekleridir. Bunların ele alınış biçimi, tekil mimari uygulamalar boyutunda değil, kentsel bir planlama ölçeğinde tasarlanmış olduklarını düşündürmektedir. Kenti boydan boya kesen caddelerin her iki yanında kilometrelerce uzanan, zemin katlarında dükkânların yer aldığı apartmanların cepheleri arasında, büyük boyutları ve zengin bezemeleriyle Louvre Sarayı’nın ek yapıları, Charles Garnier’nin görkemli Opera’sı (1861-74), tren istasyonları, Ticaret Mahkemesi ve benzeri başka kamu yapıları öne çıkar. Çoğu yüksek cepheli ve mansart çatılı kamu yapıları, tekdüze bir kent görünümü sağladıkları gibi, keskin çizgileri, zengin ayrıntılı bezemeleriyle Beaux Arts Mimarisinin başka yerlerdeki örneklerinden de ayrılırlar.

Advertisement

Leave A Reply