Dünyanın Farklı Kültürlerinden Ölü Gömme Ritüelleri ve Türleri Nelerdir?

0
Advertisement

Ölü kaldırma olarak da isimlendirilen cenaze işlemlerinin farklı türleri ve farklı kültürlerde cenaze defin işlemleri hakkında bilgiler.

Ölü kaldırma, toprağa ya da suya gömme, yakma ya da açıkta bırakma gibi yöntemlerle ölülerin bedenlerinin ortadan kaldırılması.

Coğrafi koşullar, dinsel inançlar ve toplumsal sistem ölü kaldırma göreneklerini hep birlikte belirler. Toplumsal konumuna göre, ölü basit bir mezarlıkta sığ bir çukura ya da yeraltında etkileyici boyutlarda inşa edilmiş bir yapı içine yerleştirilebilir; göle, ırmağa ya da okyanusa atılabileceği gibi bir sal ya da tekneyle suya indirilebilir; şenlik ateşleriyle ve büyük odun yığınları üstünde yakılabilir.

Gene cesedin leş yiyen hayvanlara sunulmak ya da çürümek üzere yere mi bırakılacağı, yoksa iskeleler ya da yüksek kuleler üstüne mi yerleştirileceği ölünün toplumsal konumuna bağlıdır. Örneğin Tibet’te alt sınıf üyelerinin cesetleri suya atılırken, orta sınıf üyeleri toprağa gömülür ya da açıkta çürümeye bırakılır; yalnızca üst sınıfların ölüleri yakılır. Hükümdarların ve dinsel önderlerin ölüleri hemen her zaman ve her yerde görkemli törenlerle kaldınlmış, bazı kültürlerde bu törenler sırasında insanlar da kurban edilmiştir. Günümüzde de devlet yöneticileri için uzun, gösterişli ve pahalı cenaze törenleri düzenlenmektedir.

Dünyanın Farklı Kültürlerinden Ölü Gömme Ritüelleri ve Türleri Nelerdir?

Toprağa gömme.

Toprakta bir çukur açarak ya da cesedi kaya ya da toprakla örterek gömme en azından Orta Paleolitik Çağdan bu yana süregelen en yaygın yöntemlerden biridir. Bazı Eskimolar ölülerini bir taş yığınıyla örter; eğer taş bulamazlarsa, buzdan küçük bir igluya gömerler. IÖ y. 3000’lerden kalma Ur kral mezarlarından birinde yapılan kazılarda, hükümdar ile çok yakın bazı hizmetkârlarının gömülü bulunduğu bir iç bölmeyi çevreleyen çok sayıda dış bölme bulunmuştur. Dış bölmelerde, ölümden sonra da krala hizmet etmeleri için öldürülmüş uşaklar, nazırlar, dansçı kızlar, arabaları ve atlarıyla birlikte arabacılar vb gömülüdür. Peru’daki son kazılarda ise yerin 5 m kadar altında sert kayaya oyulmuş, Paracas kültürüne ait mezar odalarının, öbür dünyada kullanılmak üzere yanla-nna bırakılan eşyalarıyla birlikte 400 cesedi barındırabilecek büyüklükte olduğu görülmüştür.

Advertisement
Ölülerin gömülmesi amacıyla mağaralar da kullanılmıştır.

İlkçağda İbraniler tek bölmeli mağaraların duvarlarına ölüleri yerleştirmek için uzunlamasına oyuklar yapmışlar, bu gelenek zamanla anıtmezar yapımına dönüşmüştür. Bu mağaraların zamanla murdar sayılmasına karşın, pek çok kişinin kutsal bildiği mezar mağaraları giderek tapınma yerlerine dönüşmüştür. Batı Hindistan ve Sri Lanka’daki (eskiden Seylan) binlerce kaya mezar bunlar arasındadır. Mısır’daki bazı kaya tapınakların ön cephesinde ayrıca bir dış bina inşa edilmiştir; bunlardan Ebu Simbel’in kaya içindeki derinliği 55 m’dir.

Cesedin mezardaki duruş biçimini dinsel nedenlerin yanı sıra başka etmenler de belirler. Ölünün tabut içinde ya da dışında, uyuyormuş gibi yatırılması gelenekselleşmiştir. İslam geleneğinde ölü, sağ yanı kıbleye dönük olarak yatınlır; Budacılıkta ise ölünün başı kuzeyi gösterir. Afrikalı Dagari-ler ölünün mezardaki konumunu cinsiyetine göre belirlerler. Bazı eski kültürler-deyse ölüler mezarlarına çömelmiş ya da diz çökmüş konumda yerleştirilirdi. Babil ve Sümer’de yalnızca üstün kişiler uyku pozisyonunda, efendileriyle birlikte gömülen hizmetkârlar ise hizmet etmeye hazır biçimde çömelmiş durumda gömülürdü. Günümüzde de Amerika Yerlileri ölülerini çoğunlukla ana karnındaki dölüt gibi kıvrılmış biçimde, bazen bir sepete ya da kilden yapılmış bir kaba yerleştirerek gömerler.

Suya gömme.

Pek çok kültürde su ile ölümsüzlük arasındaki bağlantıyı yansıtan söylenceler vardır. Çoğu zaman bu söylenceler, ölünce denize açılarak halkından ayrılan, ama geri dönmeye söz veren bir tanrı-kahraman çevresinde gelişir. Bu nedenle pek çok önderin ve kahramanın cesetleri ölü teknelerine yerleştirilerek ırmaklara ya da denizlere bırakılmıştır. Kuzey Avrupa halkları arasında, daha önce toprağa gömülmüş ölüler bile bazen ölü teknelerine konurdu. Bu görenek İS 7. ve 8. yüzyıllarda İzlanda’dan İngiltere’ye kadar yayılmıştı. Ölü gemilerinin belki de en ünlüsü İngiltere’de Suffolk’ta, Sutton Hoo dolayında bir kazıda ortaya çıkanldı; burada arkeologlar ırmaktan 1 km kadar içeride tek bir kurganda toprağa gömülmüş biçimde 38 kürekli, 26 m uzunluğunda bir ahşap teknenin kalıntılarını buldular. Norveç’te Oseberg’de yapılan bir kazıda çıkarılan gösterişli bir Viking gemisinin de iki kadının mezarı olduğu saptanmıştır. Büyük Okyanusun güney kıyısındaki kültürlerde de ölüler kanoyla suya bırakılırdı.

Suya gömme yöntemi her zaman tekne ya da sal kullanılmasını gerektirmez. Solomon Adalarında cesetler, köpekbalıklannca yenmek üzere yalnızca bir resif üzerine bırakılır. Başka yerlerde de ceset kefene sarıldıktan sonra taşla bağlanarak dibe indirilir. Tibet’te yoksullann yanı sıra dilencilerin, cüzamlıların ve bebeklerin cesetleri de bazen ırmağa ya da dereye atılır. Bazı yerlerde suya atılmadan önce ceset parçalanır. Batı kültürlerinde, deniz yolculuğunda ölenlerin suya gömülmesi göreneği sürmektedir. Son zamanlarda, ölü yakıldıktan sonra küllerinin denize serpilmesi geleneği özellikle ABD’nin Büyük Okyanus kıyılarında yaygınlaşmaktadır. Bu gelenek Asya’nın pek çok bölgesinde de görülür. Hindistan’da Hindular ölülerinin kalıntılarını bir yıl içinde Ganj Irmağının kutsal sayılan suyuna atarlar; buna olanak bulunamazsa, sonunda Ganj’a ulaşacağı umuduyla ceset başka bir ırmağa ya da dereye atılır.

Yakma.

Eski Yunanlılar ölüleri yakma geleneğini bir savaş zorunluluğu olarak kuzeyli bazı halklardan öğrenmişlerdi. Çarpışarak ölenler savaş alanında yakılır, sonra da külleri toplanıp törenle gömülmek üzere yurtlarına gönderilirdi. Toprağa gömme uygulaması sürmekle birlikte, yiğitlik, yurtseverlik ve askeri yetkinlikle çok yakından ilişkilendirildiği için, destansı bir yaşamın ancak yakılmayla noktalanabileceği inancı zamanla yerleşti.

Romalılar da bu geleneği sürdürdüler. İS 100 dolaylarında bir olasılıkla Hıristiyanlığın yayılması sonucunda ölü yakma geleneği sona erdi. İskandinav halkları ölüleri yakmanın ruhu bedenden ayırmaya yardımcı olduğuna ve ölülerin yaşayanlara zarar vermelerini önlediğine inanıyorlardı. Ama İS 1000 dolayında İzlanda’ nın Hıristiyanlaşmasından 19. yüzyıla değin, Batı Avrupa’da ölü yakma uygulamasına ancak zorunluluklar nedeniyle başvuruldu. 1656’daki Büyük Veba Salgını Sırasında Napoli’de 60 bin kurbanın cesedi bir hafta içinde yakıldı.

Advertisement
II. Dünya Savaşı sırasında yüz binlerce kişinin Nazi toplama kamplarında yakılması Batı’da ölüleri yakma uygulamasına oldukça soğuk bakılmasına yol açtı.

Buna karşılık Hindistan ve başka bazı ülkelerde ölüleri yakma geleneği çok daha kökleşmiştir. Laos’ta yalnızca “talihli” bir biçimde, yani huzur dolu ve refah içinde bir yaşamın sonunda eceliyle ölenler yakılır. Bali’deki ölü yakma törenleri çok renkli ve eğlenceli(!) geçer.

Günümüzde bu yöntemin uygulanması için açıkta yakılmış ateşler değil, fırınlar kullanılır; küller yasalara ve isteğe göre kaldırılır. İlk krematoryum (ölü yakma tesisi) 1876’da Washington’da yapılmıştır. Batı ülkelerinde ölüleri yakma uygulaması gitgide yaygınlaşmaktadır. Pek çok Protestan Kilisesi bu uygulamayı desteklemektedir. Katolik Kilisesi de bunun yasak olmadığını duyurmuştur. Ama Yahudilikte ölü yakma yasağı sürmektedir.

Açıkta bırakma.

Pek çok topluluk dinsel ya da doğal nedenlerle, ölüleri leş yiyen kuşlar ve hayvanlar tarafından parçalanacağı ya da çürüyeceği bir yere bırakırlar. Bu yöntemi uygulayan en ünlü topluluk, bir olasılıkla, Zerdüşt’e inananlardır. Uygulamanın temelinde, cesedi gömmenin ya da yakmanın “an öğeler” olan toprak, ateş ve suyu kirleteceği inancı yatar. Bombay’daki Parsiler bugün de ölülerini özel olarak inşa edilmiş yüksek “sessizlik kuleleri”ne bırakırlar.

Akbabalar genellikle birkaç saat içinde cesedin etini kemikten ayırır, daha sonra kemikler toplanır ve kulenin ortasındaki kuyuya atılır. Tibet’te de cesedi açıkta bırakma uygulaması çok yaygındır. Bunun bir nedeni ruhsuz bedenlerin hiçbir önemi olmadığı inancıdır. “Ovada” ölmeyi onurlu sayan göçebe Moğollar da ölüleri çeşitli biçimlerde açıkta bırakırlar; ölüm döşeğindeki hastalar ve sakatlar can vermeden önce olanak bulunursa çadırlarından çıkarılır. Bazen bebek ve çocuk cesetleri çuvala konarak bir yol kavşağına bırakılır; oradan geçecek ilk Moğol, ölünün ruhunun öbür dünyaya uçmasını sağlamak için çuvalı açmakla yükümlüdür. Bazı topluluklar ölülerini ağaçlara ya da ağaçtan yapılmış platformlara bırakırlar. Bu topluluklar arasında Balililer, Hindistan’daki Naga kabileleri, Orta Avustralya kabileleri, Dakotalar ve öteki Kuzey Amerika Yerlileri sayılabilir.

Çeşitli toplumlarda, özellikle de ilkel kültürlerde, bir kez kaldırılan bir ceset genellikle çürüme süresinin sonunda ikinci bir işleme uğratılır.

Yazılı kültüre geçmemiş toplumların çoğunda ölüm yavaş bir değişim ve yaşayanların gözle görülür dünyasından ölülerin görünmez dünyasına bir geçiş olarak kabul edilir; bu nedenle çürüme süresi boyunca kimi zaman ceset canlıymış gibi davranılır. Ölünün yanında oturulur, ona yiyecek ve içecek verilir. Genellikle ölü, evde yaşayanlarla bir arada tutulur. Eskiden Borneo’da yaşayan Dayaklar şeflerinin ve toplum önderlerinin ölülerini bir uzunevde tüm köy halkıyla birlikte bulundururlardı. Bazı topluluklar, örneğin Endonezyalılar, bedenin çürümesine mistik bir anlam verirlerdi. Bunlar, çürüme sırasında çıkan sıvıları dikkatle toplar, bazen de yiyecek maddeleriyle karıştırırlardı.

Bazı kültürlerde ölüler başlangıçta mumyalandıktan, toprağa gömüldükten ya da açıkta bırakıldıktan sonra son bir işlemle kaldırılır.

Balililer ölümden 42 gün sonra ruhun bedeni tümüyle terk ettiğine inanırlar. Bu süre sonunda, önceden mumyalanmış ya da gömülmüş olan ceset yakılır. Avustralya Yerlilerinden bazıları ölünün kemiklerini birkaç ay güneş altında ağarmaya bırakır, daha sonra temizler,.boyar ve ölü savaşçının totem simgeleriyle özenle süslenmiş içi oyuk bir direğe yerleştirirler. Eskiden Rumenler de ölüleri belli aralıklarla mezardan çıkarırlardı. Çocuklar üç, gençler beş, yaşlılar yedi yıl sonra mezardan çıkarılır, kemikleri şarap ve suyla yıkanır, ketenden bir torbaya doldurulur ve ikinci kez gömülmek üzere kiliseye götürülürdü. Ruhun ölüler dünyasına girdiği varsayılan ikinci gömme sırasında hemen bütün topluluğun katıldığı bir tören düzenlenirdi. Kuzey Amerikalı Huronlar da her 10 ya da 12 yılda bir “ruhlar şöleni” düzenlerdi. Bu şölende cesetlerin kalıntıları toplanır ve ortak mezarlığa yerleştirilirdi.

Mezarlık için yer sıkıntısı çekilen pek çok Güney Amerika ve Avrupa ülkesinde mezarlar genellikle kirayla kullanılır. Gömüldükten üç ya da beş yıl sonra ceset topraktan çıkarılır ve kemikler, bunun için ayrılmış bir mahzendeki nişlere ya da bir toplu mezara konur.

20. yüzyılda Batı dünyasında gömme işlemleri oldukça standartlaşmıştır. Ölüler, üstü bezle örtülü ve aşırıya kaçmadan süslenmiş tabutlarda toprağa verilir. Övgü ve uğurlama törenlerinden sonra, dikdörtgen biçiminde, genellikle 2 m kadar derinlikteki bir çukura indirilerek üstü toprakla örtülür.


Leave A Reply