Duymak İşitmek İle İlgili Atasözleri Deyimler, Anlamları ve Açıklamaları (Duymak Geçen)

0
Advertisement

Duymak, işitmek ile ilgili atasözleri ve deyimler nelerdir? İçinde duymak geçen atasözleri, deyimler, anlamları ve açıklamaları

Duymak İşitmek İle İlgili Atasözleri Deyimler

Duymak İşitmek İle İlgili Atasözleri Deyimler

Atasözleri

  • bir korkak bir orduyu bozar
    bir toplumda korkak kişi, kaygılı, heyecanlı sözleriyle kargaşa çıkarır.
  • bir (sağ) elinin verdiğini öbür (sol) elin duymasın (görmesin)
    birine yaptığın iyiliği gizli tut.
  • kara haber tez duyulur
    ölüm gibi kötü haber çabuk yayılır.
  • kötü haber tez duyulur
    ölüm gibi kötü haber çabuk yayılır.
  • Mısır’daki sağır sultan bile duydu
    duymayan kalmadı.
  • sağır işitmez (duymaz) uydurur (yakıştırır)
    sağır, yanında konuşulan şeyleri işitmez ama konuşanların durumuna bakarak ve anladığını sanarak bir şeyler yakıştırıp söyler.
  • verirsen doyur, vurursan duyur
    yaptığınız iş, amacın gerçekleşmesini sağlayacak nitelikte olmalıdır.
  • bir dokun bin ah işit (dinle) (kâseifağfurdan)
    insanları konuşturmak için biraz dertlerini deşmek yeter.
  • istediğini söyleyen istemediğini işitir
    bir kimseye hakaret etmek, ağır sözler söylemek doğru değildir, o da ağır sözlerle karşılık verir.
  • kızım sana söylüyorum (dedim) gelinim sen anla (işit)
    1) doğrudan doğruya kendisine söylenemeyen düşünce ve uyarıların, o kimsenin çok yakınına söylendiğinde kullanılan bir söz; 2) herhangi birine dolaylı olarak söylenecek uyarı söz konusu olduğunda kullanılan bir söz.

Deyimler

  • acı çekmek (duymak)
    1) ağrı, sızı duymak: Ameliyattan sonra çok acı çekti. 2) mec. üzülmek, üzüntü içinde kalmak: ‘Bu faciaya bizzat karışmışım gibi bir acı duyuyordum.’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı duymamak (işitmemek)
    sözlerini tartmadan söylemek.
  • alaka duymak
    ilgi duymak.
  • antipati duymak
    kanı kaynamamak.
  • arzu duymak
    birine veya bir şeye karşı istek duymak.
  • azap duymak
    acı çekmek, üzülmek: ‘Bu şehrin, takdir fukaralarının orta malına dönüşmüş olmasından azap duyuyorum.’ -A. Boysan.
  • (bir kimseye, bir şeye) ihtiyaç duymak
    o kimse veya şey gerekli saymak.
  • (bir şeyden) zevk almak (duymak)
    hoşlanmak, beğenmek: ‘Yılan gibisin, insanları sokmaktan zevk alırsın.’ -N. Hikmet.
  • (bir şeye) merak sarmak (duymak, salmak)
    bir şeyi edinme, yapma veya onunla uğraşma isteğine kapılmak, bir şeye eğilim duymak: ‘Bu adama, her gördüğüm vakit, merhamet ve korku ile karışık bir merak duyuyordum.’ -R. N. Güntekin. ‘Miralay beyimiz, emekli olduktan sonra komisyonculuğa kalkan veya cins tavuk yetiştirmeye merak salan soydan değildir.’ -H. Taner.
  • (bir şeyi) içinde duymak
    hissetmek, varlığını algılamak: ‘Donmak üzere olan insanların tatlılığını içimde duymaya başladım.’ -S. F. Abasıyanık.
  • (birine) sempati duymak (beslemek)
    birini sevimli, cana yakın bulmak: ‘Şahsıma karşı gerçek bir sempati besliyordu.’ -R. H. Karay.
  • duygu uyanmak
    bir duygu oluşmak.
  • … duygusu uyandırmak
    bir duygu oluşturmak: ‘Bu çeşit mülahazalar bizde ancak bir isyan duygusu uyandırabilirdi.’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • duymazlıktan gelmek
    ilgilenmek istemediği için duymamış gibi davranmak: ‘Evine gönderilen haberleri hep duymazlıktan gelmişti.’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • duyulur duyulmaz
    1) çok alçak ancak işitilebilen (ses); 2) haber öğrenilir öğrenilmez.
duyum almak
bir konu hakkında haber almak, bilgi edinmek.
  • duyuruda bulunmak
    duyurmak.
  • eziklik duymak
    kendini mahcup hissetmek.
  • ferahlık duymak
    içinin açıklığını, rahatlığını hissetmek: ‘Şimdi karşımda alevden bir duvar görüyor, içimde bir ferahlık duyar gibi oluyorum.’ -A. Ağaoğlu.
  • gereksinme duymak
    ihtiyacı olduğunu anlamak: ‘Doğrusu ya, açık havaya, yeni yüzlere, yeni sözcüklere gereksinme duyuyorum.’ -T. Uyar
  • gurur duymak
    gururlanmak: ‘Bu acıya kendi sebebiyet verdiğini hissetmekten gurur duyuyordu.’ -H. E. Adıvar.
  • güven duymak (beslemek)
    güvenmek, inanmak.
  • güvensizlik duymak
    güvenmemek: ‘Dikkatle dinlemiyordu bu haberleri. Aksine gittikçe artan bir güvensizlik duyuyordu söylenen sözlere.’ -N. Cumalı.
  • hayranlık duymak
    çok beğenmek, tutkuyla bağlanmak: ‘Her zaman, uyumayı düşündüğü anla uykuya dalması bir olan yapısına hayranlık duymuşumdur.’ -A. Kutlu.
  • haz duymak
    hoşlanmak: ‘O, kullanmaya alışık olduğu bu şartlı eşyasını gördükçe ve elledikçe bir haz duyardı.’ -A. Ş. Hisar.
  • heyecan duymak
    heyecanlanmak.
  • hicap duymak (etmek)
    utanmak: ‘Kalem aldın kaşlarını çatmaya / Hicap ettim adın sual etmeye’ -Dadaloğlu.
  • hoşnutluk duymak
    memnun olmak: ‘Durumumdan artık kaygılanmadığımı, tersine oldukça hoşnutluk duymakta olduğumu fark ediyorum.’ -İ. Aral.
  • hüzün duymak
    hüzünlü duruma gelmek, üzülmek.
  • ilgi duymak
    bir işe, bir olaya, bir kimseye önem vermek, yakınlık duymak: ‘Yeni istidatlara her zaman ilgi duyan bir büyük sanatçı idi.’ -C. Uçuk.
  • iliklerinde duymak
    benliğinde yoğun bir biçimde hissetmek.
  • istek duymak
    bir şeye karşı eğilim duymak, arzulamak.
  • iştiyak duymak
    göreceği gelmek, özlemek.
  • kıvanç duymak
    1) övünmek; 2) sevinmek, mutlu olmak: ‘Daha sonra olacakları harfiyen bilmeme rağmen, ben bile kıvanç duyardım o an orada bulunmaktan.’ -E. Şafak.
  • kin duymak
    birine karşı öç alma duygusunu yaşatmak veya bu duyguyu hissetmek: ‘Herkes ancak bir iki düşman için kin duyar.’ -A. Ş. Hisar.
  • kokusunu (koku) almak (duymak)
    1) bir nesnenin kokusunu algılamak: ‘Yaz yağmuru yağdığı vakit burada toprağın güzel kokusunu duymak mümkündür.’ -M. Ş. Esendal. 2) mec. gizli tutulan bir şeyi sezmek: ‘Yılların gazetecisisin oğlum, iyi haberin kokusunu kilometrelerce uzaktan alırsın.’ -A. Ümit.
kuşku beslemek (duymak)
kuşkulanmak.
  • merhamet duymak
    acıma veya şefkat duygusu uyanmak veya kabarmak: ‘Ömrümde hiç kimseye bu kadar saf ve derin merhamet duymamıştım.’ -P. Safa.
  • minnet duymak
    birinin iyiliğine karşı kendini ona borçlu saymak: ‘Bana karşı gösterilen bu güven ve sevgiden dolayı çok minnet duymama rağmen, siyasi hayata atılmak istemiyordum.’ -H. E. Adıvar.
  • nedamet duymak (getirmek)
    pişman olmak: ‘Ben şimdi nedamet getirdim.’ -P. Safa.
  • nefret duymak
    birinden tiksinmek, hoşlanmamak: ‘Gönlümde o zamana kadar duyduğum nefret yerine büyük bir korku titriyordu.’ -M. Ş. Esendal.
  • onur duymak
    onurlanmak: ‘Piyesini sahneye koymaktan büyük onur duyduğunu söyledi.’ -C. Uçuk.
  • ölümün soluğunu ensesinde duymak (hissetmek)
    her an öleceğini beklemek, ölüm korkusu ile dolu olmak: ‘Yüz yaşından daha çok insan ne kadar yaşar ki ölümün soluğunu ensemde duyuyorum.’ -Y. Kemal.
  • övünç duymak
    iftihar etmek, kıvanmak: ‘Sevgili eşini kaçırarak almış olmaktan büyük övünç duyardı.’ -H. Taner.
özlemini duymak
yürekten istemek, arzu etmek.
  • pişmanlık duymak (getirmek)
    pişman olmak: ‘Buraya kalkıp geldiğinden dolayı pişmanlık duyuyordu.’ -E. E. Talu. ‘Gerçekte, hükûmet görevine girmiş olduğuma pek çok pişmanlık getirdim.’ -S. Birsel.
  • rahatsızlık duymak
    tedirgin olmak, huzurunun ve rahatının kaçtığını hissetmek: ‘Anasını ayakta, kara, korkunç bir yüzle görünce tuhaf bir rahatsızlık duydu.’ -H. E. Adıvar.
  • ruhu (bile) duymamak
    haberi olmamak, anlamamak: ‘Birinin yukarıdan topladığını öteki sokağa taşır, konak soyulduğu hâlde, kimsenin ruhu bile duymaz.’ -H. E. Adıvar.
  • saygı duymak (beslemek)
    birine, bir şeye karşı saygı hissetmek: ‘Şakır şakır yağan yağmurlara benzeyen insanlara, düşmanım da olsalar saygı duyarım.’ -N. Kemal.
  • takatsizlik duymak
    güçsüz ve kuvvetsiz kaldığını anlamak: ‘Yere uzanmak isteyecek kadar vücudunda takatsizlik duyuyordu.’ -P. Safa.
  • tepki duymak
    bir olay veya durum karşısındaki düşüncesini söz veya davranışla belirtmek: ‘Eski alışkanlıkların yanı sıra genel yaşantıya tepki duymuşlardı.’ -C. Külebi.
  • utanç duymak
    utanmak: ‘Bundan utanç duyuyor, utanılacak pek az şey yapan birisi olarak da gerginleşiyordu.’ -T. Buğra.
  • vicdan azabı çekmek (duymak)
    istenilmeden veya bilinçsizce yapılan kötü bir işten dolayı üzülmek, pişmanlık duymak.
  • vurdumduymaz kör ayvaz
    duygusuz.
  • vurdumduymazlıktan gelmek
    aldırış etmemek, umursamamak, önem vermemek: ‘Şimdi böyle bir iftira karşısında bizim için vurdumduymazlıktan gelmeye imkân kalır mıydı?’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • yabancılık duymak
    bir kimseye, bir şeye alışamamak: ‘Kendisini uykuya veremiyor, her dakika yabancılık duyuyor.’ -M. Ş. Esendal.
  • yakınlık duymak
    birine karşı sevgi veya ilgi duymak: ‘İkisi de birbirlerine yakınlık duyuyorlardı.’ -R. H. Karay.
  • yeis duymak
    üzüntü çekmek, kahrolmak: ‘Bu kelimeyi işitince derin bir yeis, anlatılmaz bir elem duyarım.’ -Ö. Seyfettin.
  • azar işitmek
    azarlanmak: ‘Buna rağmen bir kez bile azar işitmeyişinden, arkadaki sessiz tartışmanın ne denli ciddi olduğunu kestirebiliyordu.’ -E. Şafak.
  • davul çalsan işitmez
    1) sağır; 2) uykusu çok ağır, derin uykuda.
  • işitmezliğe getirmek (işitmezlikten gelmek)
    işitmemiş, duymamış gibi davranmak, aldırmamak.
  • kulağı ağır işitmek
    kulağı iyi işitmemek.
  • laf işitmek
    azarlanmak, birisi kendisine darılmak: ‘Kaç kere laf işittim bu yüzden, sineye çektim.’ -A. Kulin.
  • söz işitmek
    laf işitmek.


Leave A Reply