Advertisement
Duymak, işitmek ile ilgili atasözleri ve deyimler nelerdir? İçinde duymak geçen atasözleri, deyimler, anlamları ve açıklamaları
Duymak İşitmek İle İlgili Atasözleri Deyimler
Atasözleri
- bir korkak bir orduyu bozar
bir toplumda korkak kişi, kaygılı, heyecanlı sözleriyle kargaşa çıkarır. - bir (sağ) elinin verdiğini öbür (sol) elin duymasın (görmesin)
birine yaptığın iyiliği gizli tut. - kara haber tez duyulur
ölüm gibi kötü haber çabuk yayılır. - kötü haber tez duyulur
ölüm gibi kötü haber çabuk yayılır. - Mısır’daki sağır sultan bile duydu
duymayan kalmadı. - sağır işitmez (duymaz) uydurur (yakıştırır)
sağır, yanında konuşulan şeyleri işitmez ama konuşanların durumuna bakarak ve anladığını sanarak bir şeyler yakıştırıp söyler. - verirsen doyur, vurursan duyur
yaptığınız iş, amacın gerçekleşmesini sağlayacak nitelikte olmalıdır. - bir dokun bin ah işit (dinle) (kâseifağfurdan)
insanları konuşturmak için biraz dertlerini deşmek yeter. - istediğini söyleyen istemediğini işitir
bir kimseye hakaret etmek, ağır sözler söylemek doğru değildir, o da ağır sözlerle karşılık verir. - kızım sana söylüyorum (dedim) gelinim sen anla (işit)
1) doğrudan doğruya kendisine söylenemeyen düşünce ve uyarıların, o kimsenin çok yakınına söylendiğinde kullanılan bir söz; 2) herhangi birine dolaylı olarak söylenecek uyarı söz konusu olduğunda kullanılan bir söz.
Deyimler
- acı çekmek (duymak)
1) ağrı, sızı duymak: Ameliyattan sonra çok acı çekti. 2) mec. üzülmek, üzüntü içinde kalmak: ‘Bu faciaya bizzat karışmışım gibi bir acı duyuyordum.’ -Y. K. Karaosmanoğlu. - ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı duymamak (işitmemek)
sözlerini tartmadan söylemek. - alaka duymak
ilgi duymak. - antipati duymak
kanı kaynamamak. - arzu duymak
birine veya bir şeye karşı istek duymak. - azap duymak
acı çekmek, üzülmek: ‘Bu şehrin, takdir fukaralarının orta malına dönüşmüş olmasından azap duyuyorum.’ -A. Boysan. - (bir kimseye, bir şeye) ihtiyaç duymak
o kimse veya şey gerekli saymak. - (bir şeyden) zevk almak (duymak)
hoşlanmak, beğenmek: ‘Yılan gibisin, insanları sokmaktan zevk alırsın.’ -N. Hikmet. - (bir şeye) merak sarmak (duymak, salmak)
bir şeyi edinme, yapma veya onunla uğraşma isteğine kapılmak, bir şeye eğilim duymak: ‘Bu adama, her gördüğüm vakit, merhamet ve korku ile karışık bir merak duyuyordum.’ -R. N. Güntekin. ‘Miralay beyimiz, emekli olduktan sonra komisyonculuğa kalkan veya cins tavuk yetiştirmeye merak salan soydan değildir.’ -H. Taner. - (bir şeyi) içinde duymak
hissetmek, varlığını algılamak: ‘Donmak üzere olan insanların tatlılığını içimde duymaya başladım.’ -S. F. Abasıyanık. - (birine) sempati duymak (beslemek)
birini sevimli, cana yakın bulmak: ‘Şahsıma karşı gerçek bir sempati besliyordu.’ -R. H. Karay. - duygu uyanmak
bir duygu oluşmak. - … duygusu uyandırmak
bir duygu oluşturmak: ‘Bu çeşit mülahazalar bizde ancak bir isyan duygusu uyandırabilirdi.’ -Y. K. Karaosmanoğlu. - duymazlıktan gelmek
ilgilenmek istemediği için duymamış gibi davranmak: ‘Evine gönderilen haberleri hep duymazlıktan gelmişti.’ -Y. K. Karaosmanoğlu. - duyulur duyulmaz
1) çok alçak ancak işitilebilen (ses); 2) haber öğrenilir öğrenilmez.
duyum almak
bir konu hakkında haber almak, bilgi edinmek.
- duyuruda bulunmak
duyurmak. - eziklik duymak
kendini mahcup hissetmek. - ferahlık duymak
içinin açıklığını, rahatlığını hissetmek: ‘Şimdi karşımda alevden bir duvar görüyor, içimde bir ferahlık duyar gibi oluyorum.’ -A. Ağaoğlu. - gereksinme duymak
ihtiyacı olduğunu anlamak: ‘Doğrusu ya, açık havaya, yeni yüzlere, yeni sözcüklere gereksinme duyuyorum.’ -T. Uyar - gurur duymak
gururlanmak: ‘Bu acıya kendi sebebiyet verdiğini hissetmekten gurur duyuyordu.’ -H. E. Adıvar. - güven duymak (beslemek)
güvenmek, inanmak. - güvensizlik duymak
güvenmemek: ‘Dikkatle dinlemiyordu bu haberleri. Aksine gittikçe artan bir güvensizlik duyuyordu söylenen sözlere.’ -N. Cumalı. - hayranlık duymak
çok beğenmek, tutkuyla bağlanmak: ‘Her zaman, uyumayı düşündüğü anla uykuya dalması bir olan yapısına hayranlık duymuşumdur.’ -A. Kutlu. - haz duymak
hoşlanmak: ‘O, kullanmaya alışık olduğu bu şartlı eşyasını gördükçe ve elledikçe bir haz duyardı.’ -A. Ş. Hisar. - heyecan duymak
heyecanlanmak. - hicap duymak (etmek)
utanmak: ‘Kalem aldın kaşlarını çatmaya / Hicap ettim adın sual etmeye’ -Dadaloğlu. - hoşnutluk duymak
memnun olmak: ‘Durumumdan artık kaygılanmadığımı, tersine oldukça hoşnutluk duymakta olduğumu fark ediyorum.’ -İ. Aral. - hüzün duymak
hüzünlü duruma gelmek, üzülmek. - ilgi duymak
bir işe, bir olaya, bir kimseye önem vermek, yakınlık duymak: ‘Yeni istidatlara her zaman ilgi duyan bir büyük sanatçı idi.’ -C. Uçuk. - iliklerinde duymak
benliğinde yoğun bir biçimde hissetmek. - istek duymak
bir şeye karşı eğilim duymak, arzulamak. - iştiyak duymak
göreceği gelmek, özlemek. - kıvanç duymak
1) övünmek; 2) sevinmek, mutlu olmak: ‘Daha sonra olacakları harfiyen bilmeme rağmen, ben bile kıvanç duyardım o an orada bulunmaktan.’ -E. Şafak. - kin duymak
birine karşı öç alma duygusunu yaşatmak veya bu duyguyu hissetmek: ‘Herkes ancak bir iki düşman için kin duyar.’ -A. Ş. Hisar. - kokusunu (koku) almak (duymak)
1) bir nesnenin kokusunu algılamak: ‘Yaz yağmuru yağdığı vakit burada toprağın güzel kokusunu duymak mümkündür.’ -M. Ş. Esendal. 2) mec. gizli tutulan bir şeyi sezmek: ‘Yılların gazetecisisin oğlum, iyi haberin kokusunu kilometrelerce uzaktan alırsın.’ -A. Ümit.
kuşku beslemek (duymak)
kuşkulanmak.
- merhamet duymak
acıma veya şefkat duygusu uyanmak veya kabarmak: ‘Ömrümde hiç kimseye bu kadar saf ve derin merhamet duymamıştım.’ -P. Safa. - minnet duymak
birinin iyiliğine karşı kendini ona borçlu saymak: ‘Bana karşı gösterilen bu güven ve sevgiden dolayı çok minnet duymama rağmen, siyasi hayata atılmak istemiyordum.’ -H. E. Adıvar. - nedamet duymak (getirmek)
pişman olmak: ‘Ben şimdi nedamet getirdim.’ -P. Safa. - nefret duymak
birinden tiksinmek, hoşlanmamak: ‘Gönlümde o zamana kadar duyduğum nefret yerine büyük bir korku titriyordu.’ -M. Ş. Esendal. - onur duymak
onurlanmak: ‘Piyesini sahneye koymaktan büyük onur duyduğunu söyledi.’ -C. Uçuk. - ölümün soluğunu ensesinde duymak (hissetmek)
her an öleceğini beklemek, ölüm korkusu ile dolu olmak: ‘Yüz yaşından daha çok insan ne kadar yaşar ki ölümün soluğunu ensemde duyuyorum.’ -Y. Kemal. - övünç duymak
iftihar etmek, kıvanmak: ‘Sevgili eşini kaçırarak almış olmaktan büyük övünç duyardı.’ -H. Taner.
özlemini duymak
yürekten istemek, arzu etmek.
- pişmanlık duymak (getirmek)
pişman olmak: ‘Buraya kalkıp geldiğinden dolayı pişmanlık duyuyordu.’ -E. E. Talu. ‘Gerçekte, hükûmet görevine girmiş olduğuma pek çok pişmanlık getirdim.’ -S. Birsel. - rahatsızlık duymak
tedirgin olmak, huzurunun ve rahatının kaçtığını hissetmek: ‘Anasını ayakta, kara, korkunç bir yüzle görünce tuhaf bir rahatsızlık duydu.’ -H. E. Adıvar. - ruhu (bile) duymamak
haberi olmamak, anlamamak: ‘Birinin yukarıdan topladığını öteki sokağa taşır, konak soyulduğu hâlde, kimsenin ruhu bile duymaz.’ -H. E. Adıvar. - saygı duymak (beslemek)
birine, bir şeye karşı saygı hissetmek: ‘Şakır şakır yağan yağmurlara benzeyen insanlara, düşmanım da olsalar saygı duyarım.’ -N. Kemal. - takatsizlik duymak
güçsüz ve kuvvetsiz kaldığını anlamak: ‘Yere uzanmak isteyecek kadar vücudunda takatsizlik duyuyordu.’ -P. Safa. - tepki duymak
bir olay veya durum karşısındaki düşüncesini söz veya davranışla belirtmek: ‘Eski alışkanlıkların yanı sıra genel yaşantıya tepki duymuşlardı.’ -C. Külebi. - utanç duymak
utanmak: ‘Bundan utanç duyuyor, utanılacak pek az şey yapan birisi olarak da gerginleşiyordu.’ -T. Buğra. - vicdan azabı çekmek (duymak)
istenilmeden veya bilinçsizce yapılan kötü bir işten dolayı üzülmek, pişmanlık duymak. - vurdumduymaz kör ayvaz
duygusuz. - vurdumduymazlıktan gelmek
aldırış etmemek, umursamamak, önem vermemek: ‘Şimdi böyle bir iftira karşısında bizim için vurdumduymazlıktan gelmeye imkân kalır mıydı?’ -Y. K. Karaosmanoğlu. - yabancılık duymak
bir kimseye, bir şeye alışamamak: ‘Kendisini uykuya veremiyor, her dakika yabancılık duyuyor.’ -M. Ş. Esendal. - yakınlık duymak
birine karşı sevgi veya ilgi duymak: ‘İkisi de birbirlerine yakınlık duyuyorlardı.’ -R. H. Karay. - yeis duymak
üzüntü çekmek, kahrolmak: ‘Bu kelimeyi işitince derin bir yeis, anlatılmaz bir elem duyarım.’ -Ö. Seyfettin. - azar işitmek
azarlanmak: ‘Buna rağmen bir kez bile azar işitmeyişinden, arkadaki sessiz tartışmanın ne denli ciddi olduğunu kestirebiliyordu.’ -E. Şafak. - davul çalsan işitmez
1) sağır; 2) uykusu çok ağır, derin uykuda. - işitmezliğe getirmek (işitmezlikten gelmek)
işitmemiş, duymamış gibi davranmak, aldırmamak. - kulağı ağır işitmek
kulağı iyi işitmemek. - laf işitmek
azarlanmak, birisi kendisine darılmak: ‘Kaç kere laf işittim bu yüzden, sineye çektim.’ -A. Kulin. - söz işitmek
laf işitmek.