Edebiyatta Klasizm Nedir? Klasizm Akımının Özellikleri Nelerdir? Tarihçesi ve Öncüleri

0
Advertisement

Edebiyatta Klasizm akımı nedir? Klasizm akımının özellikleri nelerdir? Klasizmin tarihçesi, öncüleri hakkında bilgiler.

Klasizm, sözcük anlamı bakımından, kuralcı sanat yolu demektir. Fakat edebî akım olarak tanımlamak gerekirse, iki şekilde tanıtmak mümkündür :

  1. Klasizim, bir milletin kendi öz dilinde meydana gelen ve zamana dayanabilen, modaya göre değişmeyen edebî eserlerin bağlı bulunduğu akımdır.
  2. XVII. Asır Fransa’sının Boileau, Moliere, La Fontiane, La Buriyere, Racine, Corneille, Bosuet, Madam De La Fayette gibi sanatçılarının temsil ettikleri belli kurallara dayanan bir edebi akımdır. Buna, «1660 ekolü» de denir.

    Klasizmin doğuş nedenini bilmedikçe, onun ölçülerini kavramak mümkün değildir. Bu nedenin bulunduğu dehlize nereden ve nasıl gireceğiz? Şimdi soruya karşılık bulmaya çalışalım :

Avrupa’da yeniden doğuş anlamına gelen rönesans devinmesiyle Hümanizm denen bir akım, sanatçıların sinirlerini sarsmaya başlamıştı. Hümanizm, eski Yunan ve Lâtin edebiyatına eğilim hareketidir. Bu eğilimin takıldığı sorun şu idi :

Acaba, milâttan önce gelip geçmiş bu Yunan ve Lâtin sanatçılarının eserlerinde, zamanımız insanlarının içini burkan, onların gözlerini yaşartan, onları düşüncenin dönemeçlerine düşüren sır nedir? Neden o eserleri binlerce yıl önce meydan tiyatrolarında seyreden insanların heyecanıyla, aynı eserleri okuyan, ya da modern sahnelerde seyreden bugünkü insanların heyecanı arasında bir fark yoktur?

edebiyat

Kaynak : pixabay.com

Bu sorulara, klasizmin yapısını kuran şu üç temele bağlı bir karşılık bulunmuştur :

  • a) Bu eserlerin konuları doğaya (tabiata) uygundur.
  • b) Davranışlar, aklın denetimine bağlıdır.
  • c) Konulan gerçektir.

Bu üç temelin ne olduklarını sırayla anlamaya çalışalım :

Advertisement
a) Konunun doğaya (tabiata) uygunluğu :

Konunun doğaya uygunluğunu anlıyabilmek için, önce klasizme göre doğanın ne olduğunu kavrayalım :

Klasizme göre doğa, dış dünyada gördüğümüz, belli bir estetiğe ve ahenge bağlı olan dağ, su ağaç, hayvan, eşya gibi varlıkların meydana getirdikleri düzen değildir. Bu dış doğa, klasik sanatçıları hiç ilgilendirmemiştir. Yani dış doğayı eserlerinin dekoruna sokmamışlar, eserlerinin çatısında ona yer vermemişlerdir.

Bu sanatçılar, doğa olarak insanın iç yapısını ele almışlardır. Çünkü sürekli olan doğa budur. Onlara göre dış doğa sahtedir. Onun içinde meydana gelen olayların tümü gelip geçicidir. Şimdi olan, biraz sonra yoktur. Yok olan şeyde de süreklilik ve değişmezlik aranmaz. Ağaç şimdi yeşil, sonra çıplak; hava şimdi soğukken biraz sonra sıcaktır. Halbuki insan doğasında süreklilik ve değişmezlik başta gelir. insan doğasında fikir ve duygulardan gelen iki türlü davranış vardır. Bunlardan birisi aklın denetimine bağlı olan davranışlar; öteki de bu denetimin dışında kalan, içgüdüye bağlı olan davranışlardır.

b) Davranışların, aklın denetimine bağlı olmaları :

Duyguların bir kısmı, aklın denetimi altında, birçokları da bu denetimin dışında kalırlar. Aklın denetiminden, yani iradenin baskısından kurtulan davranışlar, insanı alçaltan, küçülten, onun yüceliğini ortadan kaldıran hayvansal duyguların itişleriyle meydana gelen davranışlardır. Bu çeşit içgüdüler hayvanlarda da vardır. Böylesi davranışlar insanda ve hayvanda birbirinin tıpkısıdır.

Buna karşılık insan, bazı davranışlarını, sağduyusu yardımıyla denetleme altına alabilir. Ancak bu çeşit davranışlar insanlığı kurtarabilir. Hayvansal duygularımız yani tutkularımız (ihtiraslarımız), iştahlarımız olmasa da biz insanız. Fakat aklın denetlediği, yani sağduyuya bağlı olan davranışlarımız ortadan kalkınca, insan olmaktan çıkar, hayvanlaşırız. Bu bakımdan içgüdüye bağlı davranışları sanata sokmak doğru değildir. Çünkü bu davranışlarda değişmezlik yoktur. Midenin acıkması gibi gelip geçicidirler. Mide doldurulunca, onu dolduran yiyeceğe karşı önceden duyulan iştah ve istek ortadan kalkar. Demek ki bu çeşit isteklerimizde süreklilik ve değişmezlik yoktur. Bunun için de bayağıdırlar. Bayağı şeylerin sanata girmeleri doğru olamaz.

Klasiklere göre, insanın yarattığı olaylardaki çirkinlikler ve kötülükler, içgüdülerden gelir. Eğer bu çirkinliklerin, sanata getirilmelerinde bir zorun olursa, bunları, ancak insanlık değerlerinin ayarlarını yükseltmek için, ibret levhası olarak getirilmedir. Örneğin bir kralın insanlık şerefini zedeleyen baskısını, eziyet ve işkencelerini yermek, ya da kamu oyuna göstermek amacıyla böyle bir yola gidilebilir.

Advertisement

Fakat bu da, olayları duyumlardan sıyırmak, sağduyuya teslim etmek koşuluyla yapılabilir. Olaylara bu nitelik verilmezse, trajedinin o sahnesi, klasik öğretiye (doktrine) aykırı düşer. Çünkü hayvanı sahneye çıkarmak, klasizme göre mümkün değildir. Şekil bakımından bu böyle olmakla beraber, içgüdü itkilerini sahneye dökmek, orada hayvanı yaşatmak demektir.

Bu açıklamalardan şu çıkıyor : Akıl adı altında bir bütünlük meydana getiren sağduyu ve iradenin frenleyemediği davranışlar, sanata konu olamıyorlar. Buna karşılık iradenin baskısı altında kalan ve herkes tarafından bilinen genel ve değişmez davranışlar sanata girebiliyorlar.

edebiyat

Kaynak: pixabay.com

c) Konuların gerçek olmaları :

Klasizm, hayale hiç önem vermemiştir. Çünkü hayal, aldatıcı ve sahte bir yapıya sahiptir. Hayal, gerçeğin tam tersidir. Hayal, olmuş şeyin üzerinde durmaz; fakat şeyin, olmasını ister. Asıllarında süreklilik ve değişmezlik olmayan şeyler, gerçek değildir. Gerçek olan şey değişmez, herkes tarafından görülür ve bilinir, her zaman varlığını gösterir.

Sanatçı, konusunu seçerken, insan doğasındaki süreklilik, değişmezlik ve genellik nitelikleri taşıyan ve bütün insanlarda ortak olarak bulunan davranışlara doğru eğilmelidir. Bütün insanlardaki ortak davranışlar, zaman ve yere bağlı olarak değişmedikleri için, sürekli ve gerçektirler. Tarihteki olayların birçoğu, bir zaman parçası içinde meydana gelmiş, fakat bir daha görünmemek üzere kaybolmuşlardır. Çünkü bu olayların birçoğu, sağduyunun verisi değildir. İnsandaki değişmez değerle ilişkileri yoktur. Tarihteki bütün zulümler, maceralar, parıltı ve görkemler, harpler birer tutkunun eseridir. Bunların çoğu, iradenin denetimine bağlı olan davranışlara dayanmazlar.

Buna karşılık Tanrı düşüncesi bakımından, bütün insanlardaki iman ve inancın şiddeti, karakteri, aynıdır. Tanrı kavramında değişiklik olsa bile, inancın kökü değişmez. işte gerçek olan şeyler, bu değişmeyen değerlerdir. Körlük, topallık gibi insanın dış yapısında görülen bozukluklar, vücudun yapısındaki dengenin ve estetiğin özüne bağlı nitelikler değildir. Bu böyle olmakla beraber delilik, sadistlik ve manyaklık gibi ruhsal bozukluklar, insan doğasının gerçek yapısına aykırıdır. Bu bakımdan bir kimsenin topallığı, bütün insanların topal olmalarını; bir başkasının deliliği de bütün insanların tımarhanelere dolmalarını gerektirmez. Ruhsal bozukluklar ve vücut sakatlıkları sağlam insanların merhametini çekebilirler. Fakat sağlam insanlar karşısında, bu sakatlıkların bir haksızlık olduğu ileri sürülemez.

Bu çeşit bozukluk ve sakatlıklar, insan doğasına ve vücut yapısına aykırı düştükleri için sanata giremezler. Modaya ve âdete bağlı olan davranışlar da sanata giremez. Çünkü bunlar gerçekle ilgisi olmayan geçici şeylerdir. Bu bakımdan modanın giyimleri ve eşyalarını sahneye getirip eserin özünü, bu eşya yığını arasında kaybetmek doğru değildir.

Eşyanın ve giyimin modası olduğu gibi, fikirlerin de modası vardır. Böylesi fikirler, süreklilik ve değişmezlik göstermezler. Bu çeşit fikirleri sanata getirmenin faydası yoktur. Çünkü böylesi fikirler, kendi modalarının geçmesiyle birlikte eserin de ortadan kalkmasına sebep olurlar. Bu açıklamalar şunu gösteriyor ki genel, değişmez ve sürekli olan şeyler gerçektir; böyle olmayanların gerçekle ilişkileri yoktur.


Leave A Reply