Edebiyatta Natüralizm Akımı Nedir? Özellikleri, Tarihçesi ve Öncüleri

0
Advertisement

Edebiyatta Natüralizm akımı nedir? Natüralizm akımının özellikleri, tarihçesi, öncüleri kimlerdir,  hakkında bilgi.

NATÜRALİZM

Natüralizm, realizmin gözlemciliğinin yanına deneyim ilkesini getiren, determinizm anlayışını romana sokan bir edebi akımdır.

Natüralizm, realizmin, çevrenin insan üzerinde büyük etkisi olduğu yolundaki görüşünü ve başka türlü ilkelerini kabul etmekle birlikte, deneyime büyük bir önem vermiş, realizmin belgeciliğiyle yetinmemiştir.

Determinizm, insanın yarattığı olayların, daha önceki nedenlerin sonucu olduklarını ve bunların da daha sonraki olaylara neden olacaklarını ileriye süren bir düşünce dizgesi (sistemi) dir.

Determinizme göre, doğada meydana gelen olaylar bazı kaçınılması olanaksız (imkânsız) nedenlerin etkisiyle ortaya çıkarlar. İlimde rastlantının ve olağanın yeri yoktur. Aynı koşullar altında aynı nedenler, aynı sonuçları doğururlar. Fizik ilminde büyük ve önemli yeri olan bu determinizm ilkesi, sosyal olaylar üzerinde de kendini göstermektedir.

Alphonse Daudet

Kaynak : wikipedia.org

Natüralizm, realizmden ince ayrımlarla ayrılır. Fakat birbirleriyle de çok sıkı ilişkileri vardır. Bu yakınlıklarından ötürü bazı sanatçıların natüralist ya da realist oldukları tartışma konusu olmuştur. Örneğin Sola, realist bir yazar olarak o akımın içine sokulduğu halde, natüralizmi tek başına temsil eden bir sanatçıdır. Alphonse Daudet de öyle. Eğer Alphonse Daudet, Sapho adındaki romanını yazmasaydı, realist sayılacaktı. Fakat bu eserle Daudet, natüralistlerin arasına girmiştir. Bu karışmalara rağmen natüralizmi realizmden ayıran temel ayrımlar vardır. Şimdi bu ayrımların neler olduklarını sırasıyla görelim :

Advertisement
a) Dış çevrenin insan ruhu üzerindeki etkisinin yanında katılımın (irsiyetin) iş payı (rolü) :

Natüralistler, insanların davranışlarında çevrenin etkisini temel kabul etmekle beraber kalıtımın, yani ana ve babadan getirilenlerin de iş payı olduğunu ileri sürüyorlar. İnsan eylemleri, bu etkilere bağlıdır. İnsanların eylemlerini kavrayabilmek için, insanın geliş kaynağını, fizyolojik yapısını, etkisinde kaldığı eğitimi ve içinde yaşadığı çevreyi iyice bilmek gerektir. Bunlar bilinmedikçe, insanların eylemlerinin nasıl bir nedene bağlanacağı kestirilemez. Kestirilse bile eksik ve kusurlu olur.

Fakat bu etmen (faktör) ler iyice bilindiği takdirde, olay, roman yazarının kendi istek ve iradesinin dışında, koşullu sonucuna doğru yol alır. Eğer yazar, olayın zorunlu sonucuna etki yapacak bir karışmada bulunursa, koşul bozulur ve nedenle sonuç arasındaki bağ kopar.

Bu görüş altında natüralistler, insan olaylarının meydana gelişinde, kalıtımın en az çevre kadar iş payı olduğunu ileri sürüyorlar. Çünkü insanların huyları (mizaçları), kendi fizyolojik devinmelerine bağlı olmakla beraber, anne ve babalarımn huylarıyla da ilişkilidir. Yani doğuştan onların huylarının motiflerini getirirler. Bir insanı, anne ve babasından hiç bir şey getirmemiş bir varlık olarak düşünmek, yanlıştır. Eğer insan anne ve babasından hiç bir şey getirmemiş olsaydı surat benzeyişi de olmazdı. Surat benzerliği, yürüyüş ve oturuş benzerlikleri gibi huy ve davramş benzerlikleri de katılımla geçebilir. Bunun yokumsaması (inkârı) olanaksızdır. Durum böyle olunca, eylemin sahibi olan insanın aile bireylerini hattâ bu ailenin öteki kollarını tanıyıp incelemek gerekir. Bu yoldan olayın temel nedenlerine ulaşılabilir.

b) İnsan ruhunun fizyolojiye bağlılığı :

Natüralistlere göre, fikir ve heyecan, beynin ve organizmanın görünüşüdür. Düşünceyi, ruhun değil de uzviyetin, yani bütün halinde bedenin verisi sayan natüralistler, gerçek insanı, fizyolojik bir varlık olarak düşünmüşler ve ruha hiç önem vermemişlerdir. Çünkü beden olmadıkça ruhtan söz edilemez. Ruh, organların fizyolojik ilişkilerinin toplamıdır. O halde, ruh diye bedenden ayrı bir varlık düşünülemez.

Emile Zola

Emile Zola

c) Karakter yerine huyun temel tutulması :

Natüralistler karaktere önem vermiyorlar. Huy’u esas kabul ediyorlar. Bir insanın karakteri, zihnin şekline bağlıdır. Halbuki huy, fizyolojik yapıya bağlı olmakla beraber, katılımla da ilişkilidir. Yani huyun içinde ana ve babadan gelenler de vardır. Karakter, tutkuların ve iştahların birleşimi olmakla beraber, akılla da bağıntılıdır. Halbuki huy, akılla bağdaşamaz. Bu nedenle bazı insanlar, belli bir huyun kucağında sırf hayvandırlar. Örneğin bu hayvanlık şehvet düşkünlüğü şeklinde görünebilir. Şehvet düşkünlüğü bir huy (mizaç) dur. Bu huyun ruhla hiç bir ilişkisi yoktur. Organların fizyolojik çalışmalarına bağlıdır. Tamamıyla sinir dizgesindeki gerilmenin eseridir. Bu düşüncenin doğruluğunu göstermesi bakımından, E. Zola‘nın, Terez Rakin adlı romanının ön sözündeki fikirlerine bir göz atalım :

«… Terez ile Lavren, her ikisi de insan şeklinde iki hayvandan başka bir şey değildir. Bu hayvanlarda ihtirasların gizli faaliyetini, içgüdünün itişlerini, bir sinir buhranından sonra dimağa arız olan teşevvüşleri adım adım aradım. îki kahramanımın aşkları bir ihtiyacın tatminidir. İrtikâp ettikleri cinayet zinalarının bir sonucudur. Nihayet vicdan azabı ismini vermeye mecbur olduğum şey, uzvî bir karışıklıktan, kopacak derecede gerilen cümle-i asabiyenin bir isyanından ibarettir.»

Advertisement

Görülüyorki Zola, karakter üzerinde değil, huy (mizaç) üzerinde durmuştur.

d) Gözlemin yanına deneyimin getirilmesi :

Fiziksel ilimlerde kullanılan deneyin metodu, olayları, tarafımızdan hazırlanan koşullara göre meydana getirmek ve nedenlerini incelemektir.

İlimde gözlem ise, nedenlerle kanunları bulmak için olayları doğada meydana geldiği gibi incelemektir.

Realistler, gözleme gereken önemi vermişlerdi. Fakat natüralistler —ki başta E. Zola— gözleme gereken önemi vermekle beraber, romana deneyimi de getirdiler. Bu metod yardımıyla ayrı ayrı yerlere sevkedilmiş olan aile dallarına bağlı fertlerin, ayrı meslek ve ayrı çevre içinde karşılaştıkları yaşamsal sonuçlar, bir âlim tarafsızlığıyla incelenmiş; katılımın ve çevrenin insan huyu üzerindeki etki ayrımları gösterilmeye çalışılmıştır.

Natüralist romancı, olayları kendi doğal yapısı içinde ele aldıktan sonra, çevresinde ve koşullarında değişiklikler meydana getirerek onlara etki yapmak, bu etkinin baskısı altında ortaya çıkacak olan kurtuluş çatkısını herkese göstermek isteyen kimsedir.

Romancı bunu yapabilmek ve çevresiyle katılımın etkilerinin gücünü belirtebilmek için tasvire çok büyük önem vermiş, sonu gelmeyen tasvirlerle anlatımına bir derinlik kazandırmıştır. Natüralizm, realizmin aşırılığından başka bir şey değildir. Onun belge ilkesini ve tasvirciliğini aşırılığa götürmüştür. E. Zola, tasvir hakkındaki düşüncesini şöyle belirtiyor :

«Artık zevk olsun diye, tasvir etmiyoruz, insanın içinde yaşadığı çevreden ayrılamayacağını, elbisesi, evi, şehri, vilâyetiyle tamamladığını kabul ediyoruz. Binaenaleyh dimağının veya kalbinin tek bir olayım, muhitte onun sebeplerini veya tepkisini aramadan, tesbit etmeyeceğiz. Sonu gelmez tasvirlerimizin sebebi işe budur.»

e) Natüralizmde dil :

Natüralizm de, baş düşünce olarak realizmi ana ilke kabul ettiği için, gerçeğin anlatımında edebi üslûptan ayrılmıştır. Dili daha çok her sınıf halkın anlayabileceği bir düzeyde tutmuştur. Romanın kahramanı, hangi halk sınıfına bağlı ise, o sınıfın diliyle konuşturulmuş, o sınıfın aksanı yaşatılmıştır. Çünkü dil, sınıfları karakterize etme bakımından büyük bir önem taşır. Natüralizmin dil konusundaki bu tutumunu, kendi edebiyatımızda, Hüseyin Rahmi Gürpınar‘da görüyoruz.

f) Natüralizmde kötümserlik :

Natüralizm, olayları bir kötümserlik havası içinde görmüştür. Çünkü Natüralizmin meydana geldiği çağda, toplumun, din, hükümet ve sosyal kuruluşlara karşı güveni kalmamıştır. Yapılan anketler bunu gösteriyordu.

Bütün Fransa’da kötülük, ahlâksızlık, dalkavukluk, yalancılık, perişanlık ve geçim zorlukları almış yürümüştü. Düşünce ve irade bağımsızlığından yoksun olan insan, maddeciliğin baskısı altında ezilmekteydi. Sanatçı, insanı, böyle bir çevrenin içinde incelemek zorundaydı. Olaylar bu çevrenin isteğine göre meydana geliyordu. Roman da her şeyi doğal yüzü ile görmek zorunda olan bir sanat eseri olduğu için, ister istemez taşıdığı hava ağır ve kötümser oluyordu.

Natüralist sanatçılar da realistler gibi ahlâkçı bir amaç gütmemişlerdir. Sanatı bağımsızlık içinde görmüşlerdir. «Âlimin gayesi herhangi dini veya ahlâki endişenin dışında nasıl ilmi hakikati aramaksa, öyle romanı ilme istinat ettirmek isteyen romancının gayesi de, belli çevrelerde yaşayan şahısların mukatderatını adım adım takip etmektir.» Bu bakımdan sanatçının bir din, ya da ahlâk dersi vermek gibi bir amaç gütmesine imkân yoktur. «Bir romandan çıkacak ahlâk dersi, ancak o romanın tabiî neticesi olabilir.»

Advertisement

Natüralizm, tiyatro alanında da eser vermek için çaba harcamıştır. Fakat bu alandaki başarısı romanlarındaki kadar güçlü olmamıştır. Çünkü romanın çağa dayanan kocaman ve karışık dekorunu olduğu gibi sahneye getirmek mümkün olmadığı gibi, tasvirin anlatımda gösterdiği güç yardımıyla çevre ve insan arasında kurulan sağlam köprüyü, sahnedeki eşya ile aktör arasında kurma olanağı yoktur.


Leave A Reply