Edebiyatta Romantizm Nedir? Özellikleri Nelerdir? Öncüleri Kimlerdir?

0
Advertisement

Edebiyatta Romantizm akımı nedir? Romantizm akımının özellikleri, nitelikleri nelerdir, tarihçesi, öncüleri hakkında bilgi.

Edebiyatta Romantizm Nedir? Özellikleri Nelerdir?

Romantizm, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, klasizme bir tepki olarak meydana gelmiştir. Romantizmin doğmasına, Fransa’daki siyasal çevre, sosyal dertler, rejim baskısı birer neden olmakla beraber, klasizmin sanatçıyı sıkan ve kavuran kuralcılığı önemli rol oynamıştır. Romantizm’e göre Klasizm, sanatçıyı kıskıvrak bağlamış, düşünce ufkunu daraltmış, yaratma gücünü frenlemiştir.

Fransa’da devlet idaresinin, halk üzerindeki derinliğine baskısı almış yürümüş; vergiler, idamlar, sürgünler, rüşvetler, dalkavukluklar şirazesinden çıkmış; açlık ve perişanlık milletin ensesine çökmüş; insanlık haysiyeti kökünden kazınmaya başlanmışken, klasizm, hâlâ kendi kuralları içinde ideal insanlığın peşinde koşuyordu.

edebiyat

Kaynak: pixabay.com

Sanatçı, bir milletin özünden çıktığı gibi, sanat da o milletin olgularından doğar. Halbuki klasik sanatçılar, halka sırtlarını çevirmişler, aristokrat sınıfın inceliğine bağlı kalarak ruh kuyularının ağzına oturmuş, dibini gözetliyorlardı. Durum böyleyken romantik sanatçılar, sanatın ihtilâl bayrağını açtılar. Klasizmin 1660’dan beri sürüp gelen bütün kurallarını köklerinden söküp atmaya başladılar. Daha önce İngiltere ve Almanya’da başlayan bu hareket, Fransa’da hızlandı, genişliğine ve derinliğine gelişti.

Victor Hugo, Lamartine, Vigny, Dumas Pere, Musset, Georg Sand, Saint-Beuve gibi sanatçılar, birbirlerinden ayrı karaktere sahip olmalarına rağmen, büyük bir istek ve heyecan içinde, romantizmin binasını kurmaya çalıştılar. Victor Hugo‘nun önderliğini yaptığı romantizmin temel nitelikleri nedir, sırasıyla görelim :

a) Doğa (tabiat) sevgisi :

Romantizm, klasizmde olduğu gibi doğayı sadece aklın denetimine bağlı ruhsal davranışlar topluluğu olarak düşünmemiştir. O, Allah tarafından yaratılmış ne varsa hepsini doğanın içinde düşünmüş ve görmüştür. Dağlar, taşlar, denizler, eşyalar, hayvanlar ve insanlardan meydana gelen büyük kompozisyona gözünü çevirmiştir. Doğada ve yaşamda ne varsa korkusuzca sanata çağırmış, onların yapısından kendi anlayışına göre şekiller çıkarmıştır.

Advertisement

b) Hristiyanlık duygusu :

Romantizm, hıristiyanlığa klasikler gibi doğmatik gözle bakmamış, onun şiire çok uygun düşen lirizmini içinde duymaya çalışmıştır. Aklın koymuş olduğu din kurallarını bir kenara itmiş, hıristiyanlığın içine, duygu kanalıyla girmiştir. Çünkü bu din, bütün insanlara ızdırabı, yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak gösteriyor, buna tahammül etmenin sırlarım haber veriyordu. Hristiyanlığa göre insanda iki varlık bulunuyor :

1. Ölümlü olan vücut varlığı,
2. Ölümsüz olan ruh varlığı.
Ölümlü olan vücut varlığı, tutkuların ve iştahların esiri olan varlıktır ki yok olmaya ve çürümeye mahkûmdur. O, dinsel mitolojiye göre topraktan gelmiş, anası olan toprağa dönmek zorundadır.

Ölümsüz olan ruh varlığı ise, hayallerin ve heyecanların kanatları üstünde göğe doğru çekiliş halindedir.

Bu iki varlık arasındaki zıtlık, dramın orta direği oluyor. Yaşamda sanatçının içine akan ıstırap, avuntusunu yaşayan varlıkta buluyor ve ruhun derinliklerinde ilâhî bir yüz kazanıyordu. Hıristiyanlıktaki lirizm, şiirdeki lirizmle bir ahenk meydana getiriyor, böylece bir iman halinde ruhlara akıyordu.

c) Zıtlık (tezat) :

Romantizm, doğada ve yaşamda birbirine zıt ne kadar şey varsa, hepsini sanata getirmiştir. Sanatın gücü de bu zıtlığa dayanmaktadır.

Gerçek aşkla fahişelik; başkalarını düşünmekle bencillik; ilkbaharla sonbahar; ilk aydınlık (fecir)le akşam karanlığı gibi tezatlar romantizmde yer tutmuştur.

Advertisement

d) Karakter :

Klasizmde esas olan karakter değil Tip’ti. Romantizm, bunun tam tersine, karakteri esas olarak kabul etmiştir. Bir kimsenin başkalarınınkine benzemeyen dış yapısı, romantikler için en alımlı tutamak olmuş, klasiklerin zıttma olarak kuvvetli tasvirlerle sanata getirilmiştir. İçgüdülere bağlı olan davramşlar, romantizmde öne çıkmış, derinliğine tasvirlerle insanların ruhsal farkları belirtilmiştir. Kişilik, bütün insanları birleştiren akıldan değil, insandan insana değişen ve her insanın özüne göre şekil alan duygudan gelir.

e) Marazîlik (hastalıklı oluş) :

Romantizmin niteliklerinden birisi de marazi oluşudur. Yani hasta bir edebiyattır. Bu şu demektir : Romantik sanatçılar, daha çok sarı renkten hoşlanmışlar, gözlerini bu renk üzerinde dinlendirmişlerdir. Yeşil yapraktan çok, sonbaharın dökülen sarı yaprakları; seherden çok akşamın sarı ufku; aydınlıktan çok gölge; ateşli bir dudaktan çok veremli bir göğüs romantik sanatçılara daha uygun gelmiş ve bir melankoli içinde bu konuları işlemişlerdir.

Bu edebiyatın marazî oluşundaki nedenlerden biri de Fransa’daki büyük kanlı ihtilâlin birtakım felâketler içinde kaybolması ve bir yangın yeri gibi hiçlik göstermesidir. Ümidi kırılan sanatçı, avuntusunu doğada bulmuş, göl ve nehir kenarlarına çekilerek bazen içini dinlemiş, bazen de doğanın canlılığından yaşam bulmaya çalışmıştır. Bu nedenle romantik eserlerin duygusal yönü çok güçlü olmuştur.

f) Dramatik oluş :

Romantizme göre, her şey, sonsuz bir yokluğa doğru gitmektedir. Şimdi olan biraz sonra yoktur. Bir bakışıyla birçok gönülleri içinden sarsan gözler, ateşli öpüşleriyle sinirlere ateş salan dudaklar, zamanla ferlerini ve ateşlerini kaybediyorlar; bütün güçleriyle yaşamın dallarına tutunsalar bile, yine dermanları tükeniyor, tutundukları dalları bırakmak zorunda kalıyorlar. Birtakım saltanatlar, çılgınca aşklar, feryatlar, isyanlar, zindanlar, kurtuluşlar, sevinçler… durmadan yokluğa doğru akıp gidiyorlar. Bütün bunlar, sanatçıyı düşündürüyor ve yaşamı büyük bir dram olarak onun karşısına dikiyorlar. Zaten hristiyanlık, insanı, ölümlü ve ölümsüz iki varlığa ayırmakla dramın sahnesini kurmuş bulunuyordu.

g) Milli tarih ve yerli renk :

Romantik sanatçılar, klasiklerin tersine, Ortaçağ’a dönmüşler, derebeylerin ve şövalyelerin tutkularını, esrarlı şato eğlencelerini, korkunç zindanlarını, türlü entrikalarını, cellâtlarını, öğünçlü öğünçsüz yaşantılarının tümünü sanatın içine doldurmuşlardır. Bunlardan başka, olayın geçtiği yerin ve zamanın bütün renkleri, kuvvetli tasvirler içinde romantik sanatı süslemiştir.

h) Tasvircilik :

Klasizm, tasvire önem vermemiş, onu, hayallerin anlatımına yarayan bir araç olarak görmüştür. Aklın karşısında hayalin yeri olamıyacağından, onun anlatım aracı olan tasviri de sanata sokmamıştır. Romantikler tasvire sıkı sıkıya sarılmışlar, anlatımın en kuvvetli nitelikleri arasına koymuşlardır. Çünkü karakterin çiziminde tasvirin sihirli kudretine şiddetle ihtiyaç vardı. Bu bakımdan romantikler, ruh çözümlemelerine ve dış portrelere çok önem vermekle birlikte, olayların zembereğini gösterebilmek için onun derinliğine inişlerde tasviri merdiven olarak kullanmışlardır. Bu nedenle anlatım kuvvet, sanat da renk kazanmıştır.

i) Doğanın sahneye girmesi :

Klasizm yere ve zamana önem vermediği için, sahnede dekor diye bir tasaya düşmemiştir. Hattâ dekor, eserin ruhunu bozar, korkusuna kapılmıştır.

Romantikler bunu böyle düşünmemişler, doğayı olayın ayrılmaz bir parçası saymışlar, bir nehir ya da göl kenarım, sahneye konunun dekoru olarak getirmekle beraber, âdetler örfler ve giyimler tiyatroda önem kazanmıştır.

j) Romantizmde dil :

Romantizmde nasıl iyi kötüyle, güzel çirkinle yan-yana yaşayacaksa, dilde de bir sınırlama olmayacaktır. Nasıl doğa ve yaşam, olduğu gibi sanatın kapısından rahatça giriyorlarsa, bir dildeki herbiri bir fikrin anlatıcısı olan bütün sözcüklerin de sanata girmelerinde bir sakınca yoktur. Şu halde güzel ve çirkin sözcük diye bir ayrım yapılamaz. Eğer bir şeyi, sanat, gereç olarak kullanmışsa, o şey kötü değildir. Bu görüşe bağlı olarak her türlü fikir ve duyguyu anlatmada gerekli olan sözcük, romantizmin dilinde yer almış; anlatım, konunun karakterine göre daha renkli duruma gelmiştir.


Leave A Reply