İçinde el geçen deyimler, el ile ilgili deyimlerin açıklamaları, anlamları. El hakkında deyimler ve anlamları
El İle İlgili Deyimler ve Anlamları
- ***baş eldeyken
ölmeden, yaşarken, sağken. - ***aldı sazı eline
hiç kimseyi konuşturmadan konuşan kimseler için kullanılan bir söz. - ***ana baba eline bakmak
ana ve babanın verdiği para ile geçinmek. - ***bıyıkları ele almak
delikanlılık çağına girmek. - ***bir eli yağda bir eli balda (olmak)
varlık ve bolluk içinde (olmak): “Onlara göre bir eli yağda bir eli balda olan babam için dünyalık hiç bir sıkıntı ve tasa olmamak lazımdı.” -K. Bilbaşar. - ***Azrail’in elinden kurtulmak
ölümden kurtulmak. - ***bir elini bırakıp ötekini öpmek
aşırı saygı göstermek. - ***bir elle verdiğini öbür elle almak
yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek.
***(bir iş) elinde olmak
isteyince o işi yapabilmek.
- ***(bir işe) dört elle sarılmak (yapışmak)
bir işe büyük bir özen ve önem vererek girişmek: “Sen bize dört elle sarılırsan zarar etmezsin.” -R. N. Güntekin. - ***(bir işe) eli yatmak
eli alışmak: “Daha çatal ve bıçağı tutmasına eli yatmamıştı, ikide bir düşürürdü.” -R. H. Karay. - ***(bir işin) ipleri birinin elinde olmak
o işi el altından yönetmek. - ***(bir işte) eli olmak
karışmış olmak, gizli bir ilgisi bulunmak: “Şu hâlde Sırrı Beyi Ahmet Samim’in ölümünde de eli olanlardan saymak lazım geliyordu.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
***(bir işten) el yıkamak
ilgisini kesmek.
- ***(bir şey) el değiştirmek
bir şeyin kullanımı veya mülkiyeti bir kimseden başka bir kimseye geçmek. - ***(bir şey) elden gitmek
bir şeyi yitirmek, o şeyden yoksun kalmak: “Kahramanlıktı yurdun meyve veren tek dalı / O da elden giderse nereye başvurmalı?” -F. N. Çamlıbel. - ***(bir şey) eli altında olmak
buyruğunda olmak, istediği anda o şeyden yararlanabilmek. - ***(bir şeyden) el ayak (etek) çekmek
uzaklaşmak, kaybolmak: “Tarzının, yönteminin piyasadan el ayak çekmek zorunda kalacağını açık seçik kavrıyorsunuz.” -S. İleri. “Bazı meddahlar da Karagöz oynatmış, şahbaz, hayalbaz veya hayalî isimleriyle yaşadıktan sonra temaşa hayatımızdan el etek çekmişlerdir.” -S. Ayverdi. - ***(bir şeye) elini sürmemek
1) eliyle dokunmamak; 2) mec. hiç karışmamak, bir şey yapmamak: “O gün akşamı böyle ettik, kimse elini işe sürmedi.” -M. İzgü. 3) mec. bir işi kendine yakıştırmayarak tenezzül etmemek; 4) mec. ilgi göstermemek. - ***(bir şeyin) dümenini elinde tutmak
yönetmek, istediği yöne doğru götürmek: “Başımıza gelenler, son elli yılda ekonominin dümenini elinde tutan sıfırlardan kaynaklanıyor.” -A. Boysan. - ***(bir yerden, bir şeyden) elini ayağını (eteğini) kesmek (çekmek)
1) uğramaz olmak; 2) uğraşmamak, ilgilenmemek: “Ben artık öyle şeylerden elimi ayağımı çektim.” -O. C. Kaygılı. 3) o şeyle ilgisini kesmek: “Odasına kapandı, aylarca dünyadan elini eteğini çekti.” -R. H. Karay.
***(biri ötekinin) eline doğmak
yaşlı bir kimse, birini, çocukluğundan beri çok yakından tanımak.
***birinci elden kaynağa gitmek
bilimsel çalışmalarda kaynakların aslına, özgününe dayanmak.
***(birinden) şeytan elini çekmiş
uygunsuz bir iş yapacak veya kötülük düşünecek durumu olmayan çok yaşlı kimseler için kullanılan bir söz.
- ***(birini) el üstünde tutmak
bir kimseye çok saygı ve sevgi göstermek: “Ama azdır sanatçılara saygı gösterenler, onları el üstünde tutmak isteyenler.” -S. Birsel. - ***(birinin) düğününde kalburla (elekle) su taşımak
bir yardımına karşılık olarak bekâr bir kimseye çok büyük bir yardımda bulunma sözü vermek. - ***(birinin) eli ayağı (olmak)
yardımcısı (olmak), her işine yarar (olmak). - ***(birinin) elinde … var
yapar, bilir, bulundurur: elinde güzel bir mesleği var. - ***(birinin) elinden (bir şey) düşmemek
bir şeyle sürekli ilgilenmek: “Hiç keser, çapa elinden düşmüyordu, yeri kazıyor kazıyordu.” -M. İzgü. - ***(birinin) eline bakmak
1) bir kimsenin yardımıyla geçinmek: “Bir senedir burada oturuyorlar, o küçüğün eline bakıyorlar.” -P. Safa. 2) “ne getirdi” diye gözlemek. - ***(birinin) eline kalmak
ondan başka yardım edeni olmamak, yalnız ona muhtaç olmak. - ***(birinin) eline su dökemez
“değerce ondan çok geride” anlamında kullanılan bir söz.
***(birinin) elini kolunu bağlamak
bir şey yapamayacak duruma getirmek.
- ***(birinin) pasaportunu eline vermek
kovmak, işten atmak. - ***büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmek
saygı ve sevgi göstermek: “Buralara kadar zahmet ettiniz, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.” -H. Taner. - ***çoluk çocuk elinde kalmak
deneyimsiz, çok genç kişilerin eline geçmek. - ***delinin eline değnek vermek
kötülük yapabilecek bir kimsenin davranışlarını kolaylaştırmak. - ***dizginleri (dizginlerini) ele almak
yönetimi eline geçirmek: “Uykusunun dizginlerini ele almak ve istediği zaman uyanmak.” -P. Safa. - ***dizginleri ele vermek
başkasının yönetimini kabullenmek: “O koşturmalar yakayı kaptırışın, dizginleri ele verişin açıklamaları gibi geliyordu ona.” -T. Buğra.
***dümeni elinde tutmak
yönlendirici durumda olmak.
- ***dünyadan el etek (elini eteğini) çekmek
bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmamak, dünya işleriyle ilgilenmez olmak: “Yedi saatlik evliler, şimdiden mi dünyadan el etek çekiyor?” -N. F. Kısakürek. - ***dünyadan geçmek (el çekmek)
bir kenara çekilip toplum yaşamına karışmamak. - ***ekmek elden su gölden
“kendisi çalışmayıp başkasının kazancıyla geçinme durumu” anlamında kullanılan bir söz: “Uygar yaşamlarında ekmek elden su göldendi.” -A. Kutlu. - ***el açmak
1) dilenmek: “Oturup kör gibi, namerde el açmak iyi mi?” -M. A. Ersoy. 2) başkasının yardımını isteyecek durumda olmak; 3) kâğıt açmak. - ***el almak
1) esk. tarikatlarda bir mürit, mürşidinden, başkalarına yol gösterme iznini almak; 2) bir sanatı yapmak için ustanın iznini almak; 3) kâğıt oyunlarında karşı tarafın oynadığı kâğıdın daha önemlisini oynayarak üstünlük sağlamak.
***el arı düşman gayreti
“dosta düşmana karşı küçük düşmemek için çaba gösterme” anlamında kullanılan bir söz.
- ***el atmak
1) birisinin işine karışmak, müdahale etmek: “Nereye el atsak, altından kirli işler çıkıyor.” -H. Topuz. 2) bir işe girişmek, teşebbüs etmek: “elbette birçok önemli konulara el attı ama ulusumuzun temel sorunlarından bazıları yüzüstü duruyor.” -T. Halman. 3) sarkıntılık etmek: “Üvey babasının teklifleri, tenhalarda şurasına burasına el atması.” -O. Kemal. 4) yardım etmek, ilgilenmek. - ***el ayak çekilmek
ortalıkta hiç kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek: “Yollar ıssızdı, el ayak çekilmişti, sokaklarda yolu şaşırdım.” -Halikarnas Balıkçısı.
***(el, ayak, parmak) çivi gibi olmak
çok üşümek, donmak.
- ***el bağlamak
1) saygı için ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup durmak; 2) namaza durmak: “Durup el bağlayalar yâran saf saf.” -Baki. - ***el basmak
kutsal bir şey üzerine el koyarak yemin etmek. - ***el bebek gül bebek
nazlı, şımarık bir biçimde: “Varlıklı, görgülü bir ailenin el bebek gül bebek yetiştirilmiş çocuğusunuz.” -H. Taner. - ***el bende!
“tekrarlanan oyunda başlama sırası veya hakkı bende” anlamında kullanılan bir söz. - ***el birliği etmek
birlikte davranmak, dayanışmak. - ***el çekmek
vazgeçmek. - ***el çektirmek
görevinden uzaklaştırmak: “Sorumluları tespit edildi, işten el çektirildi.” -M. Ş. Esendal. - ***el çırpmak
1) alkışlamak, tempo tutmak: “Bir köylü oturduğu yerde cura çalıyor, birkaç delikanlı etrafında el çırparak ayak vurarak türkü söylüyorlardı.” -R. N. Güntekin. 2) birini çağırmak için ellerini birbirine vurmak. - ***el dokunulmamak
daha önce kullanılmamak, el değmemiş olmak: “el dokunulmamışından canı yandığından artık az kullanılmışına fit oldu.” -H. Taner. - ***el el üstünde oturmak
herhangi bir iş yapmadan boş oturmak: “Herhâlde konağın kuytu bir köşesinde, gene el el üstünde oturuyor olmalıydı.” -R. N. Güntekin.
***el elde baş başta
elde bulunan her şeyin tükendiğini anlatan bir söz: “Balya’da beş on lira kazanmıştı. Onları da yedik, el elde baş başta.” -R. N. Güntekin.
- ***el ele vermek
1) el tutuşmak: “Haydi, ateş dansı yapalım deniyor, el ele verip bir halay çekiyoruz.” -A. Erhat. 2) mec. birlikte davranmak, bir konuda birleşmek: “Yoksa el ele verip hep beraber dünyayı mı uçuralım?” -N. F. Kısakürek. - ***el emeği göz nuru
yapımı uzun zaman alan ve çok emek isteyen iş, el işi göz nuru. - ***el ense çekmek (etmek)
1) sp. güreşte, kolunu hasmın boynuna getirip başparmağı gırtlağa, dört parmağı da enseye geçirerek hasmı yıkmak amacıyla çekmek; 2) mec. yenmek, mağlup etmek. - ***el etek öpmek
1) bir işi yaptırmak için çok yalvarmak; 2) yaltaklanmak. - ***el etek tutmak
tarikata girmek, derviş olmak. - ***el etmek
1) bir kimseyi el işaretiyle çağırmak: “Hemen ablasına bulunduğu yerden el etti.” -N. Cumalı. 2) uzaktan el sallamak. - ***el(I) el koymak
1) bir yolsuzluğu ortaya çıkarmak, incelemek, vaziyet etmek; 2) üstüne konmak: “Herkesin olan bir olanağa el koyup onu kendi çıkarına kullananı neden seveyim?” -A. Ağaoğlu. 3) zorla almak: “Bizi işimizde gücümüzde serbest bırakmak şöyle dursun, çoluk çocuğumuzun nafakasına el koymaya kalkıştılar.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 4) işi üzerine almak, sorumluluğu üstlenmek: “Annem hemen işe el koydu.” -A. Kutlu. 5) yetkili organ bir malı veya bir kuruluşu kendi yönetimine almak.
***el işi göz nuru
el emeği göz nuru.
- ***el iyisi olmak
yakın çevresine değil, yabancılara yardımcı olmayı sevmek. - ***el kadar
çok küçük, küçücük: “Üvey annesi kalp yerine taş taşıdığından eziyet üstüne eziyet ederdi el kadar yetime.” -E. Şafak. - ***el kaldırmak
1) oy verdiğini veya söz istediğini elini kaldırarak belirtmek; 2) birine, bir şeye vurmaya kalkışmak: “İtlerden birine el kaldırmanın cezası ölüm idi.” -M. İzgü. - ***el kapısına düşmek
yabancıya muhtaç olmak: “Başından nasıl bir sergüzeşt geçmişti de böyle el kapılarına düşmüştü?” -R. H. Karay. - ***el katmak
1) bir işe karışmak, müdahale etmek; 2) bir işin yapılmasına yardım etmek. - ***el kazanıyla aş kaynatmak
başkasının hazırladığı imkânları kendi hesabına kullanarak iş çevirmek. - ***el ovuşturmak
1) birinin karşısında ezilip büzülmek; 2) birinin kötü duruma düşmesine içten içe sevinmek. - ***el pençe
el pençe divan. - ***el pençe divan
1) saygı gösterilen kimse karşısında el kavuşturmuş bir biçimde: “Doğruldu, el pençe divan durdu, başını önüne eğdi.” -P. Safa. 2) aşırı saygı göstererek: “Dayımı el pençe divan karşılar, ne yiyip ne içeceğini sormazdı, çünkü bilirdi.” -A. Boysan. - ***el sıkışmak
pazarlıkta anlaşmak. - ***el sıkmak
selamlaşmak için birinin elini tutmak. - ***el sürmemek
1) dokunmamak, değmemek; 2) bir işi yapmamak, ilgilenmemek: “Canım dalga geçmek, akşama kadar bir şeye el sürmemek istiyordu.” -Ö. Seyfettin. - ***el tazelemek
bir işte yorulan kimse yerine başka birini getirmek. - ***el tutmak
bir iş uzun süre uğraştırmak, vakit kaybettirmek. - ***el uzatmak
1) birinden bir hakkı almaya kalkışmak: “Ne var ki niye bizim lokmamıza el uzatırlar?” -A. İlhan. 2) yardım etmek: “Sözü geçecek, en umulmadık bir zamanda kendine el uzatabilecek bir adam olmadığı nereden belli?” -R. N. Güntekin. - ***el vermek
1) yardım etmek; 2) esk. tarikatlarda mürşit, bir müride, başkalarına yol gösterme izni vermek; 3) halk hekimliği ile uğraşan kimse bilgilerini bir başkasına öğretmek; 4) kâğıt oyunlarında elde olan veya olmayan sebeplerle oyun üstünlüğünü karşı tarafa bırakmak. - ***el vurmamak
bir işi yapmaya yanaşmamak ve başlamamak.
***elaman çekmek
bezginlik gösterip yakınmak.
- ***elaman demek
çok bezmek. - ***elde avuçta (bir şey) kalmamak
mal ve parasını harcayıp bitirmiş olmak. - ***elde avuçta (ne varsa)
sahip olunan mal, para vb., her şey: “Ailesi de elde avuçta ne var ne yok satarak İstanbul’a göçmek zorunda kalmıştı.” -H. Topuz.
***elde avuçta (bir şey) kalmamak
mal ve parasını harcayıp bitirmiş olmak. - ***elde avuçta (ne varsa)
sahip olunan mal, para vb., her şey: “Ailesi de elde avuçta ne var ne yok satarak İstanbul’a göçmek zorunda kalmıştı.” -H. Topuz. - ***elde (elinde) olmamak
iradesi dışında gerçekleşmek: “elinde olmadan başını kaldırdı ve göz göze gelince de konuşmak zorunda kaldı.” -T. Buğra. - ***elde etmek
1) bir şeye sahip olmak: “O parlak siyah gözler, onları bir daha elde edemeyecek miydi?” -H. Z. Uşaklıgil. 2) bir kimseyi kendi hizmetine almak veya kendinden yana çekmek. - ***elde kalmak
geride kalmak: “Çöküyor dört tarafa uğursuz bir karanlık / elde kalan, çökmeyen bir şey var: Kahramanlık” -F. N. Çamlıbel. - ***elde tutmak
sahibi olsun olmasın, bir malı mülkiyeti altında bulundurmak, zilyet olmak. - ***elden ağza yaşamak
günlük kazancı ancak gereksinimlerini karşılayacak kadar olmak. - ***elden almak
1) bir malı pazara çıkarılmadan sahibinden doğrudan satın almak; 2) herhangi bir şeyi biriyle yüz yüze görüşerek almak. - ***elden ayaktan düşmek (kesilmek)
yaşlılık sebebiyle veya sağlığı büsbütün bozularak çalışamaz duruma gelmek: “Ve gün battığı zaman artık Gülbahar’ın hâli kalmamış, elden ayaktan kesilmişti.” -Y. Kemal.
***elden bırakmamak (düşürmemek)
bir şeyle sürekli ilgilenmek, elden düşürmemek.
- ***elden çıkarmak
1) bir şeyin sahipliğini başkasına geçirmek, satmak: “Eskilerden bir kısmını yok pahasına elden çıkarmak gerekecek.” -H. Taner. 2) yitirmek: “Sanki o, kaçırdığım, elden çıkardığım bir fırsattı.” -N. F. Kısakürek. - ***elden çıkmak
1) malı olmaktan çıkmak, malı satılmak; 2) kaybedilmek: “Selanik elden çıkınca ailesi İzmir’e göçmüştür.” -A. İlhan. - ***elden ele dolaşmak (gezmek)
iyi nitelikleri dolayısıyla çok ilgi görmek, çok beğenilmek: “Gönülden Sesler, Meşrutiyet gençliğinin elden ele dolaşan kitabı idi.” -Y. Z. Ortaç. - ***elden ele geçmek
çok sahip değiştirmek: “elden ele geçen ve fiyatı giderek artan bu silahlar eski ve güçsüzdür ama çetecilik için yeterlidir.” -A. Kutlu. - ***elden geçirmek
eksiklik veya bozukluklarını gidermek veya denetlemek için incelemek: “Otomobil tamircisi bir akrabaları varmış, o da arabayı elden geçirmiş.” -E. Bener. - ***elden gel!
argo 1) ver! elden gel bakalım iki papeli. 2) tkz. kutlamak amacıyla söylenen bir söz. - ***elden geldiği kadar
yapılabildiği, olabildiği kadar: “Müsteşardan kapıcıya kadar bütün nezaret mensupları elden geldiği kadar gayret ettiler.” -R. N. Güntekin.
***elden gelmemek
yapamamak, dayanamamak: Bu üzücü durum karşısında ağlamamak elden gelmiyor.
- ***elden kaçırmak
elde edilebilecek bir şeyden türlü sebeplerle yararlanamamak: “Cin yahut periler bu evi elden kaçırmamak için ne kadar hırçınlık etseler yeridir.” -R. N. Güntekin. - ***elden kaçmak
1) sahip olamamak; 2) değerlendirememek: “Kibar kıyafetli bir hanım, elden kaçmış eski fırsatların hırsı gözlerinde parlayarak dedikodu yapmaya başladı.” -R. H. Karay. - ***elden ne gelir?
çaresiz bir durumda yapılacak bir şey olmadığını anlatan bir söz: “elden ne gelir, merdivenden düşüp ayak kırılırsa.” -A. K. Tecer. - ***ele alınır
oldukça iyi, işe yarar. - ***ele alınmaz
çok kötü, berbat. - ***ele almak
1) bir şey üzerinde çalışmaya başlamak: “Sözlerini bambaşka bir anlayışla ele almış ve kendi kendine sormuştu.” -T. Buğra. 2) bir konuyu görüşmek; 3) bir konuyu incelemek, araştırmak: “Kamu düzeniyle ilgili bu konuların yanında toplum ve aile sorunları da ele alınıyordu.” -M. And. 4) herhangi bir şeyi iş edinmek: “Fakat dediğim gibi ben yüzsüzlüğü ele almıştım.” -R. N. Güntekin. - ***ele avuca sığmamak
1) söz dinlememek, baskı altına alınmamak, zapt edilememek: “İzmir’deyiz. ele avuca sığmaz haşarı bir çocuğum.” -R. N. Güntekin. 2) şımarık davranmak: “Hani vatandaşlarımız da güç, ele avuca sığmaz, kanmaz, doymaz insanlar olsa bari!” -F. R. Atay.
***ele bakmak
1) avuç içindeki çizgilere bakıp kişinin geleceğini okumak, el falına bakmak; 2) muhtaç olmak.
- ***ele geçirmek
1) yakalamak: “Hele onu bir elime geçireyim, görürsün, burnundan getireceğim.” -H. Topuz. 2) sahibi olmak: “İstanbul’u ele geçirmek için bu muharebeye girdiklerini ilan etmekten başka bir şey yapamadılar.” -Ö. Seyfettin. - ***ele geçmek
1) yakalanmak: “Nihayet bir defasında tam iki ay izini kaybetmiş, bir türlü ele geçmemişti.” -R. H. Karay. 2) edinilmek. - ***ele gelmek
1) tutulabilmek; 2) bebek kucağa alınacak kadar büyümüş olmak. - ***ele vermek
1) suçlu bir kimseyi haber verip yakalatmak, ihbar etmek: “O adamlar kim ise haber vermeli, dikkat etsinler, kendilerini sakın ele vermesinler.” -H. E. Adıvar. 2) herhangi kötü bir şey yapanın yaptığını herkese bildirmek; 3) ortaya çıkarmak: “İki kaşının arasında, yaşından ziyade asabiyetini ele veren birkaç çizgi belirdi.” -E. Şafak. - ***eli alışmak
1) bir işte uzluk, ustalık kazanmak; 2) herhangi bir davranışı âdet edinmek. - ***eli armut devşirmek
birisini bir iş yaparken öbürü boş durmak: “Bu insanlar bu güzel şehirleri kurarken bizim ellerimiz armut mu devşiriyordu?” -B. R. Eyuboğlu. - ***eli ayağı (ayağına) dolaşmak
şaşırmak, telaşlanmak: “Hastasını muayene ederken başında bulundular mı, hele söz söylediler mi eli ayağı dolaşır, ya kalbi bulamaz ya nabzı şaşırır.” -A. İlhan. “Şaşkınlıktan eli ayağına dolaşarak pencerelere koştu ve orada gördüğü manzara karşısında donakaldı.” -E. Şafak. - ***eli ayağı buz kesilmek (tutmamak)
güçsüz, dermansız kalmak: “Bu hâli biraz yapmacık da olsa şimdi ben de şaşırmış, elim ayağım buz kesilmişti.” -O. C. Kaygılı. - ***eli ayağı titremek
korku, sinir vb. sebeplerle heyecanlanmak. - ***eli ayağı tutmak
beden gücü yerinde olmak: “eli ayağı tutanlar, hiçbir haksızlığa razı olmamalıydı.” -Ö. Seyfettin. - ***eli aza varmamak
bir şeyi çok alma veya verme alışkanlığında olmak. - ***eli boş çıkmak
umduğunu alamamak, başarısızlığa uğramak: “Sağa döndü, sola baktı, seksen sergüzeşte atıldı, eli boş çıktı, parasız, kıyafetsiz ve mevkisiz olup…” -R. H. Karay. - ***eli boş dönmek (çevrilmek veya geri gelmek)
umduğunu alamadan dönmek: “Nereyi arayıp taradılarsa elleri hemen hemen boş döndüler.” -Halikarnas Balıkçısı.
***eli boş gelmek
1) armağansız gelmek; 2) umulan şeyi getirmeden gelmek.
- ***eli böğründe kalmak
başarısızlığa uğramak, bir şey yapamaz duruma düşmek. - ***eli cebine (cüzdanına veya kesesine) gitmemek (varmamak)
çok cimri olmak.
***eli dar (darda) olmak
para sıkıntısı içinde olmak.
- ***eli değmek
bir şey yapmaya vakit ve fırsat bulmak: “elim değmişken bir açıklamada bulunayım.” -H. E. Adıvar. - ***eli dursa ayağı durmaz
kıpırdak, hareketli (kimse). - ***eli ekmek tutmak
geçimini kendi emeğiyle sağlayacak duruma gelmek: “İşi var, eli ekmek tutuyor. İyi çocuktur.” -M. Ş. Esendal. - ***eli eline değmemek
1) herhangi bir yakınlaşma olmamak; 2) birisiyle cinsel ilişkiye girmemiş olmak. - ***eli ermek
1) yapabilmek, ulaşabilmek: “Zaman zaman, şiirin ne olduğunu elimin erdiği, gücümün yettiği kadar anlatmaya çalıştım.” -O. V. Kanık. 2) bir işi yapmak için zaman bulabilmek. - ***eli ermez gücü yetmez
çaresiz, zavallı. - ***eli genişlemek
bolca paraya kavuşmak. - ***eli gitmek
bir şeyi kavramak, tutmak istemek. - ***eli harama uzanmak
dinî bakımdan yasaklanmış bir işe yönelmek: “eli ne vakit harama uzandı?” -H. Taner. - ***eli işe yatmak
becerikli, eli yatkın, uz olmak. - ***eli kalem tutmak
1) yazı yazmayı bilmek; 2) düşündüğünü güzel bir anlatımla yazmak: “Saz sanatkârı bütün kedileri sever. Aynı zamanda eli kalem tuttuğundan sevdiği kedilerin bir bir hikâyesini yazar.” -H. Taner.
***eli kırılmak
eli, işe yatkın bir duruma gelmek.
***eli kolu (eli ayağı) bağlı kalmak (durmak veya olmak)
bir engel dolayısıyla hiçbir iş yapamaz duruma gelmek: “Diplomatlarımıza, büyükelçilik ve temsilcilik binalarımıza, tankerlerimize yapılan saldırılara karşı elimiz kolumuz bağlı duruyoruz.” -T. Halman.
***eli koynunda kalmak
çaresiz kalmak.
***eli mahkûm olmak
mecbur durumda kalmak.
***eli para görmek
eline para geçmek: “elli yaşlarına doğru pazarcılık yapmaya başladı; eli para gördü, yüzü güldü.” -Ü. Dökmen.
***eli silah tutmak
silah kullanabilmek.
***eli varmamak (gitmemek)
bir işi yapmaya gönlü razı olmamak: “Temiz yere kolay çöp atamazsınız. eliniz varmaz.” -H. Taner.
***elinde avucunda nesi varsa
“maddi olarak sahip olduğu her şey” anlamında kullanılan bir söz.
***elinde bulunmak (olmak)
o şeye sahip bulunmak.
***elinde büyümek
1) büyütülmek, bakılmak: “Çocuklar Nimet Hanım adında bir kadının elinde büyüdüler.” -R. N. Güntekin. 2) eğitilmek, bilgi, görgü ve terbiye sahibi olmak, yetiştirilmek: “Üstadım, ben sizin elinizde büyüdüm, sizden feyzaldım.” -F. F. Tülbentçi.
***elinde kalmak
1) birinin bakımında, yönetiminde olmak; 2) bir şey satılamayıp sahibinde kalmak.
***elinde olmak
1) bakımı, gözetimi altında olmak; 2) egemenliği altında, yetkisinde olmak.
***elinde patlamak
1) bir şey satılamayıp sahibinde kalmak; 2) haber vb.ni uygun zamanda kullanamayıp fırsatı kaçırmak.
***elinde tutmak
1) kendi tekelinde bulundurmak, başkalarına kaptırmamak; 2) bir malı satmayıp bekletmek.
***elinden almak
bir şeyden mahrum etmek: “Özgürlüklerini ellerinden alıp birer araç hâline getiriyor onları.” -A. Erhat.
- ***elinden bir iş (şey) gelmemek
çaresizlikten veya yeteneksizlikten bir iş yapamamak: “Matbu kâğıtları doldurmaktan başka elinden bir iş gelmez, sorulmadıkça kendiliğinden konuştuğu görülmezdi.” -R. H. Karay. - ***elinden bir kaza (sakatlık) çıkmak
istemeyerek birini yaralamak veya öldürmek: “Belki elinden bir kaza çıkar diye evine girmeye cesaret edemezdi.” -Y. K. Karaosmanoğlu. - ***elinden (bir şeyi) düşürmemek
sürekli onunla ilgilenmek: “Kendileri sanata çok meraklılar, ellerinden hiç kitap düşürmezler.” -M. İzgü. - ***… elinden çıkmak
biri tarafından yapıldığı belli olmak: “Giysi belli oldu, çok kaliteli, çok iyi terzi elinden çıkmış.” -M. İzgü. - ***elinden geleni ardına (arkasına) koymamak
yapabileceği bütün kötülükleri yapmak: “Düşüncesini en iyi biçimde anlatabilmek için elinden geleni ardına koymamıştır.” -S. Birsel. - ***elinden geleni yapmak
gücünün yettiği kadarını yapmak: “Bunu başarmak için elinden geleni yapacaksın, dedi.” -İ. O. Anar. - ***elinden gelmek
yapabilmek: “Nesir az çok benim de elimden geldiği için midir nedir kabul edemiyorum şiirden güç olduğunu.” -N. Ataç. - ***(elinden gelse, bıraksalar) bir kaşık suda boğmak
bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek: “Muhalifler bizi bir kaşık suda boğmak istidadını gösteriyordu.” -Y. K. Karaosmanoğlu. - ***elinden hiçbir şey kurtulmamak
her şeyi becerebilmek. - ***elinden iş çıkmamak
çabuk iş görememek. - ***elinden iyi iş gelmek
becerikli, hünerli olmak. - ***elinden kan çıkmak
cinayet işlemek: “Kırk kanını Allah’a affettirmeye çalışırken kazara, elinden yeni bir kan çıkmıştı.” -Ö. Seyfettin. - ***elinden kurtulmak
birinden kaçmayı başarmak: “Birtakım bahanelerle elimden kurtulacağını mı sanıyorsun?” -A. M. Dranas.
***elinden tutmak
1) yardım etmek; 2) kayırmak.
- ***eline almak
1) bir işin veya yerin yönetimini üstlenmek; 2) bir işi kendi yapmaya başlamak. - ***eline ayağına kapanmak (sarılmak, düşmek)
birine çok yalvarmak. - ***eline ayağına üşenmemek
her türlü ayak hizmetini yüksünmeden yapmak, hamarat olmak. - ***eline düşmek
1) egemenliği, buyruğu altına girmek: Kale düşman eline düştü. 2) yakalanmak: Haydutların eline düştü. 3) birine muhtaç olmak: elbet bir gün elime düşersin. 4) rastlamak, tesadüf etmek: Çocuk iyi bir öğretmenin eline düştü. - ***eline (elinize veya ellerinize) sağlık
el emeği ile güzel bir şey yapana söylenen iyi dilek sözü.
***eline erkek eli değmemiş olmak
kız, namuslu olmak.
- ***eline eteğine doğru
her türlü kötülükten uzak olan, dürüst. - ***eline eteğine sarılmak
çok yalvarmak. - ***eline fırsat geçmek
imkân bulmak: Hazır fırsat geçmiş eline, hiç öyle mi konuşulur? - ***eline geçmek
1) kazanmak, edinmek, elde etmek: “Evi sattım, elime bin iki yüz lira kadar bir şey geçti.” -Ö. Seyfettin. 2) rastlamak, bulmak: eline geçen her kitabı okur. 3) yakalamak. - ***eline tutuşturmak
karşısındakinin isteyip istemediğini düşünmeksizin verivermek: Bir şey demeden mektubu elime tutuşturdu. - ***eline yüzüne bulaştırmak
bir işi gerektiği gibi yapamamak, başarısız olmak, becerememek. - ***elini arı kovanına sokmak
elini taşın altına koymak.
***elini ayağını öpeyim
“çok yalvarırım” anlamında kullanılan bir söz.
- ***elini belli etmek (göstermek)
kâğıt, okey vb. oyunlarda elindeki kâğıdı veya taşı, oynayanlara belli edecek biçimde sözle, işaretle açıklayıp oynamak. - ***elini çabuk tutmak
gerekli önlemi zamanında almak: “Aman elinizi çabuk tutun, yılanın başı küçükken ezilmeli.” -Y. Kemal. - ***elini kana bulamak (bulaştırmak)
öldürmek. - ***elini kolunu sallaya sallaya gelmek
1) gelirken hiçbir armağan getirmemek; 2) bitirmeye gittiği işten sonuç alamadan dönmek. - ***elini kolunu sallaya sallaya gezmek
1) ortada görünmemesi gereken kimse pervasızca dolaşmak; 2) pervasızca, kimseden çekinmeden dolaşmak: “Bütün memleketi, elimi kolumu sallayarak serbest ve rahat dolaşmaya başlamıştım.” -Y. K. Karaosmanoğlu. - ***elini kulağına atmak
ezan okumak, gazel veya türkü söylemek için elini kulak kepçesinin arkasına koymak. - ***elini oynatmak
parayı esirgememek. - ***elini sallasa ellisi (başını sallasa tellisi)
birinin karşı cinsten birçok insanı kolaylıkla elde edebileceğini anlatan bir söz. - ***elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak
hiçbir iş yapmamak: “Anneciğim, hayatımı kazandığımda senin elini sıcak sudan soğuk suya sokturmam.” -A. Kutlu. - ***elini taşın altına koymak (sokmak)
bir konuda sorumluluk üstlenmek. - ***elini uzatmak
yardım etmek: Kızılay, yoksullara elini uzatır. - ***elini veren kolunu alamaz
kendisine iyilik yapıldığında devamını fazlasıyla isteyen kimseler için kullanılan bir söz.
***elini vicdanına koymak
doğru, yansız, hakça davranmak.
- ***elinin altında olmak
1) her zaman kolayca alınıp yararlanılabilecek yerde ve yakınlıkta (olmak): “elinin altındaki asker pek azdı.” -Ö. Seyfettin. 2) hazırda bulundurmak: “Bütün belgelerin elimin altında olduğunu söylüyordum.” -M. İzgü. - ***elinin hamuruyla erkek işine karışmak
kadınlar, beceremeyeceği işleri yapmaya kalkışmak. - ***elinin tersiyle çarpmak
ayanın arkasıyla şiddetle tokat atmak. - ***elinin tersiyle itmek
reddetmek, kabul etmemek: “Hangi dolmuşa binersen bin, uzat parayı sürücüye, sürücü hemen elinin tersiyle iter.” -M. İzgü. - ***eliyle koymuş gibi
aramadan, kolayca: “eliyle koymuş gibi rafta çay kavanozunu buldu.” -O. Rifat. - ***elle tutulacak tarafı (yanı) kalmamak
1) sağlam bir yanı kalmamak; 2) güvenilecek veya kayrılacak bir yönü olmamak. - ***elle tutulur
1) çok açık ve belli; 2) somut. - ***elle tutulur gözle görülür (dille anlatılır)
çok belirgin, çok açık: “Sevim’in güzelliği elle tutulur, dille anlatılır makbul bir güzellik değildir.” -R. N. Güntekin. - ***elle tutulur tarafı olmamak
hiçbir değerli yanı olmamak. - ***ellenmiş dillenmiş
iffetsizliği yayılmış (kadın). - ***ellerde gezmek
1) elden ele dolaşmak; 2) mec. el üstünde tutulmak, saygı ve sevgi görmek. - ***elleri (ellerin) dert görmesin
“ellerine sağlık” anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü: “Havluyu geri aldığı zaman, oh rahatladım, ellerin dert görmesin, dediği duyulurdu.” -N. Cumalı. - ***ellerim yanıma gelsin
“Allah canımı alsın ki doğru söylüyorum” anlamında kullanılan bir söz. - ***eteğinden el çekmek
1) etliye sütlüye karışmamak; 2) birini tacizden vazgeçmek. - ***giydiği yakışırken eller bakışırken
“gençken, güzelken” anlamında kullanılan bir söz. - ***gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek
çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek: Haksızlık, rüşvet, gözle görülür, elle tutulur hâle gelmişti. - ***gurbete (gurbet ele) düşmek
aile ocağından uzak bir yere gitmek. - ***güvendiği dağlara kar yağmak (güvendiği dal elinde kalmak)
yardım ve yarar beklediği kimse, yer veya şeyden iyilik gelmemek. - ***iki eli (birinin) yakasında olmak
kıyamette ondan davacı olmak: “Babanın kanını yerde korsan öteki dünyada iki elim yakanda diye kışkırtmıştı.” -O. Kemal. - ***iki eli (kızıl) kanda olsa
“elindeki iş ne kadar önemli olursa olsun” anlamında kullanılan bir söz: “Eğer gece vakti hekim lazım olursa sen benim pencerenin altına gel, bir nara bas, iki elim kızıl kanda olsa yetişirim.” -H. Taner. - ***iki eli şakaklarında düşünmek
derin derin düşünmek.
***iki eli yanına gelmek
ölmek.
- ***inisiyatifi ele almak (geçirmek)
karar verme yetkisini kullanmak: “Bu kurnaz dilenci böylece inisiyatifi göstermelik de olsa eline alıp sağa sola emirler vermeye başladı.” -İ. O. Anar. - ***insan eli değmemiş (dokunmamış)
bakımsız kalmış yer. - ***ipi (birinin) eline geçmek
yönetimi başkasının eline geçmek, kontrolü başkasının elinde bulunmak: “İpleri Topal Osman’ın eline geçince bir uysallaşır, bir uysallaşır kâfir!” -R. Enis. - ***işten el çektirmek
görevden uzaklaştırmak. - ***kapanın elinde kalmak
1) çok istenir ve aranır olmak; 2) bir şeyden ancak çabuk davranabilenler yararlanmak. - ***kendini ele vermek
yaptığı bir davranış veya söylediği bir sözle kendi suçunu ortaya çıkarmak: “Çünkü âdeta kendimi ele vermiştim.” -H. E. Adıvar. - ***kesesi elvermemek
bütçesi elverişli olmamak. - ***kitaba el basmak
kutsal kitap üzerine elini koyarak ant içmek. - ***olmuş armut gibi eline düşmek
emeksiz ve zahmetsizce eline geçmek. - ***pabucunu eline vermek
dolaylı olarak kovmak. - ***post elden gitmek
1) öldürülmek; 2) bulunduğu yüksek makamdan ayrılmak zorunda kalmak. - ***sağ eliyle sol kulağını göstermek
kısa yoldan yapılacak bir işi dolambaçlı yollardan geçerek yapmaya çalışmak. - ***sakalı ele vermek (kaptırmak)
başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek: “Yumuşak durmak, yalvarmak, sakalı ele vermek demektir, sonra artık evin idaresi ne olacak?” -M. Ş. Esendal. - ***sıfıra sıfır, elde var sıfır
bütün çalışmaların boşa gittiğini, istenilen sonucun alınamadığını anlatan bir söz. - ***sol eli beklemek
şaka yemeğe beklenilen birine, yemeğe başlandığını anlatmak için kullanılan bir söz: Sol elimiz bekliyor, çabuk gelin. - ***tek elden
bir yerin veya bir merkezin kumanda ve yönetimi altında olarak. - ***teşebbüsü ele almak
öne atılıp bir işi yönetmeye başlamak.
***tezkeresini eline vermek
işine son vermek, kovmak.
- ***usta elinden çıkmak
işinin ehli olan bir kimse tarafından yapılmak: “Sırtında koyu lacivert, usta elinden çıkmış bir kostüm.” -Y. Z. Ortaç. - ***yakayı ele vermek
kaçamayarak ele geçmek, yakalanmak: “Bu konuda hiç kimsenin yakayı ele vermeyeceğine şimdiden kalıbımı basarım.” -B. R. Eyuboğlu. - ***yuları birinin elinde olmak
bir kimsenin davranışları birinin denetiminde, yönetiminde olmak. - ***yuları ele vermek (kaptırmak)
birinin sözünden çıkmayacak duruma gelmek, kendi iradesiyle davranmamak.
El Uzatmak
El Uzatmak : 1. anlamı yardım etmek diğer anlamı ise birinin hakkını almaya kalkışmaktır.
El Uzatmak Deyimi İle İlgili Örnek Cümleler
- İhtiyacı olanlara sadece ramazanda değil her zaman el uzatmalıyız.
- Mirastan kendi payını almakla kalmadı kardeşinin payına da el uzattı.
- Bir daha benim parama el uzattığını görmeyeyim, bozuşuruz.
- Kimsesiz çocuklara el uzatır, onlara adeta annelik yapardı.
- Onun o halini görünce el uzatıp, yardım etmek geldi içimden.
- Başkalarının hakkına el uzatmak çok ahlaksızca bir davranıştır.
- Kardeş okulun öğrencilerine el uzatmak amacıyla kırtasiye malzemeleri ve kitap topluyoruz.
6 yorum
canı çıkmak = çok yorulmak “Yazana kadar canım çıktı”
El kiri deyiminin anlamı nedir
Cevabını bilen göndersin
Harikasiniz !!!!!!!!!!
çok işime yaradı
TŞK
TŞK