Felsefede İdealizm Nedir?

0
Advertisement

Felsefede idealizm nedir? Felsefi idealizmin tarihsel gelişimi, idealistler ve görüşleri, kuramları, nesnel idealizm hakkında bilgi.

Felsefede İdealizm

İdealizm, felsefede, dünyayı ve varoluşu, bilinç ve düşünceye öncelik vererek açıklayan öğreti, idealistler, varlıklar arasındaki soyut ilişkilerin, duyularla algılanan nesnelerden daha gerçek olduğunu ve insanların var olan her şeyi düşünsel bağlamda, idealar aracılığıyla ve idealar olarak bildiğini savunurlar. İdealizmin birçok türü olmakla birlikte hepsinin paylaştığı bazı ortak ilkelerden söz edilebilir: Tümellerin varlığı, burada ve şimdi var olanın aşılması; varlıklar arasındaki ilişkilerin o varlıkları dönüştürebileceği varsayımı; çelişik bileşenleri bütünleştiren sistemler kurmaya yönelik diyalektik yaklaşım; zihnin, özellikle tinin maddeden önce sayılması.

Metafizik ya da epistemolojik yaklaşımı temel alması bakımından idealizmin iki temel biçimi vardır: Metafizik idealizm gerçeğin idealara dayandığını, epistemolojik idealizm ise bilgi sürecinde zihnin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini ya da nesnelerin gerçekliğinin algılanabilirliklerinden kaynaklandığını savunur. İlk biçimiyle idealizm, dünyadaki temel tözün madde olduğunu, bunun da maddi biçimler ve süreçler aracılığıyla bilineceğini ileri süren maddeciliğin, ikinci biçimiyle ise insan bilgisinin, zihnin dışında ve ondan bağımsız var olan nesneleri gerçekte oldukları gibi görüp kavradığını öne süren gerçekçiliğin karşıtıdır. Gözlemlenebilir gerçekleri ve ilişkileri vurgulayarak metafizik görüşlere karşı çıkan olguculuk ile ateizm ve şüphecilik gibi akımlar da idealizme karşıt sayılır. Felsefi idealizmin tarihsel gelişiminde, başlıca üç sorunu yanıtlama çabası belirleyici olmuştur.

1) İnsan deneyiminin sonul gerçekliği nedir? Bu soruya verilen yanıtlar iki uç arasında dağılır. Deneyci filozoflardan David Hume‘a göre insan deneyiminde anlatımını bulan sonul gerçeklik, olayların her bireyin bilincinde art arda akışıdır. Bu düşünce, tüm gerçekliğin tek bir benliğin anlık duyu deneyimine indirgenmesi sonucuna varır. Öteki uçta, usçu filozoflardan Spinoza’yı izleyenler için sonul töz, kendi başına var olabilen ve yalnızca kendisi tarafından kavranabilendir. Spinoza’nın panteist idealizminin ilk ilkesine göre sonul gerçek Tanrı, Doğa ya da Töz’dür. İdealist düşünürlerin Hume ve Spinoza arasında bir yol izlemeye çalışmaları sonucunda birçok idealizm türü gelişmiştir.

2) Bilginin içeriğinde verilen nedir? Verilerin mantıksal yorumu ve açıklamasıyla ne elde edilebilir? İdealistlere göre bilgi sürecinin sonucu, bireysel deneyimin dışında kalmakla birlikte gene de somut bir tümel ya da bir dizgedir. Verilerin mantıksal yorumu ve açıklaması, gerçekte, yeryüzünü üzerinde yaşayanlarca tümüyle yeni bir biçime dönüştürülmesi demektir.

3) Bir düşünür, zaman içindeki oluşum ve değişim olgusu ya da değişik amaçlar ve değerler karşısında nasıl bir tutum almalıdır? İdealistlere göre us yalnızca doğadaki uyumlu düzeni ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda uygar bir toplumun kültürel yaşamının parçası olan devleti ve öteki kurumları da yaratır. Bu kurumların değerlerini korumak ve geliştirmek, her uygar insanın temel ahlaki görevidir. Uluslararası etik kurallarına da katkıda bulunan idealistler, hiçbir ulusun etkin güçlerini bir başka ulus üzerinde hüküm sürmek için kullanamayacağını ileri sürerler. Bu güç, yalnızca bir başka ulusun yaratıcı güçlerini ilerletmek, onların kültür düzenini zenginleştirmek amacıyla kullanılabilir. İdealizmin tarih felsefesi de değer felsefesiyle yakından ilişkilidir. Benedetto Croce bu tarih felsefesini “her gerçek tarih, çağdaş tarihtir” deyişiyle özetler.

Advertisement

İdealistlerin başlıca dört savından biri Berkeley’in esse est percipi (var olmak algılanmış olmaktır) ilkesidir. Nesnelere dayandırılan bütün nitelikler duyu nitelikleridir; bunlar ancak duyu organları bulunan bir özne tarafından algılandıklarında var olurlar. Maddenin varlığını ve duyu algılarının maddeden kaynaklandığı görüşünü yadsıyan bu yalın sav, geniş tartışmalara yol açmıştır.

Özneyle nesnenin karşılıklı birbirine bağımlı olduğu savı, birinci savla yakından ilişkilidir. Nesnesi olmayan bir özneyi düşünmek olanaksızdır; çünkü özne olmak bir nesnenin ayrımında olmaktır. Buna karşılık her nesne de ancak bir öznenin karşısında nesnedir. Bu ilişki mutlak ve evrensel biçimde karşılıklıdır. Dolayısıyla her tam gerçeklik, bir nesneyle bir öznenin birliğidir, yani somut bir tümeldir.

İdealizmin üçüncü savına göre insanın en dolaysız deneyiminde, yani kendi öznel bilinçliliğinde sezgisel ben, tinsel özellik taşıdığı varsayılan sonul gerçekliği doğrudan kavrayabilir. Örneğin Platon’a göre, “İyi İdeası”na sıçrama mistik bir nitelik taşır. İdealizmin dördüncü savı özellikle Tanrı’ nın varlığını kanıtlamak için geliştirilmiştir. 11. yüzyılda Canterbury’li Aziz Anselmus’ un geliştirdiği bu sava göre yetkin bir varlığın var olması zorunludur, çünkü var olmak yetkinliğin temel öğelerinden biridir. Tanrı yetkin olduğuna göre varlığı da zorunludur. Bazı idealist filozoflar bu savı idealizmin öteki ilkelerine de yaymışlardır.

Batı’da genel olarak idealizmin biçiminden söz edilir: Berkeley’in öznel idealizmi. Kant’ın transandantal idealizmi ve Hegel’in mutlak idealizmi. Berkeley, benliğin dışında kalan dış dünyanın görünüşteki nesnelliğini, bu nesnelerin gerçekte Tanrı’nın zihnindeki idealar olduğunu söyleyerek kendi öznelciliğiyle bağdaştırmaya çalışır. Ama öznel idealizmin en uç noktası, “yalnızca ben varım” önermesine giden tekbenciliktir. Buna karşılık Kant, transandantal ego adını verdiği insan benliğinin, duyu izlenimlerini evrensel kavramlar (kategoriler) aracılığıyla düzenleyerek bilgi ürettiğini ileri sürer. Bilginin hammaddesi olan ideaların insan zihninden bağımsız gerçekliklerle ilişkili olduğunu kabul eden Kant‘a göre gene de bu tür “kendinde şeyler” hiçbir zaman bilinemez; insan bilgisi bunlara ulaşamaz çünkü bilgi duyu verilerinin sentezi sürecinde oluşur. Nesnel idealizm olarak da adlandırılan mutlak idealizmin sözcüleri sonlu dünyayı, tek gerçek olan zihnin bir yansıması sayarlar. Gelip geçici olan sınırlı varlık, bağımlı olduğu sonsuz ve sınırsız bir varlığı gerekli kılar. Hakikat, düşünceler ve dış gerçeklikler arasında bir bağlantı değil, yalnızca düşünceler arasında bir uyum ilişkisidir. Hegel’e göre, duyu verilerinin sağladığı deneyimlerden daha karmaşık bilim kategorilerine geçilince, bütün öteki soyut ideaları birer parça olarak içeren mutlak ideaya ulaşılır.

F.H. Bradley ve Bernard Bosanquet gibi düşünürler 19. yüzyılda mutlak idealizmi temel felsefe öğretisi durumuna getirirken, buna karşı çıkan bazı idealistler “Kant’a Dönüş” sloganını ortaya attılar. İngiltere’ye Kant’ın idealizmini götüren Edward Caird (1835-1908), Alman düşünür Hans Veihinger (1852-1933), Thomas Carlyle (1795-1881) ve New England transandantalizminin temsilcisi ABD’li Ralph Waldo Emerson (1803-82) bu gelenek içinde yer alır.

“Kant’tan Öteye” ilkesini benimseyen başka düşünürler ise Yeni-Kantçı Marburg felsefe okulunu kurdular. Bilimsel idealistler olarak da anılan grup Fichte, Schelling ve Hegel’in idealizmi ile Kant’ın temel aldığı Newton fiziğini yadsıyarak yeni kuantum fiziğine ve görelilik kuramına dayalı bir öğreti kurmaya çalıştı. Kant’a yeni bir yorum getiren Hermann Cohen (1842-1918) ile Kant’ın eleştirel yöntemini doğa ve insan bilimlerine uygulayan Platoncu düşünür Paul Natorp’un (1854-1924) kurduğu bu okul, insanı simge kurma yeteneğiyle kültür yaratan canlı olarak tanımlayan Ernst Cassirer’ in önderliğinde büyük gelişme gösterdi.

Advertisement

Matematiksel mantık alanında, Bertrand Russell’a ortak çalışmaları ve süreç metafiziği alanındaki düşünceleriyle tanınan A.N. Whitehead (1861-1947), metafizik ülküsünün oldukça karmaşık bir biçimi olan idealist bir bilim felsefesi geliştirdi. Kantçı düşünür N.K. Smith (1872-1958) bilgi kuramına ilişkin bütün idealist kuramları kapsayan epistemolojik bir idealizme öncülük etti. İdealist değer ve değerlendirme kuramları geliştiren Wilbur M. Urban (1873-1952) gibi düşünürler çalışmalarını aksiyolojik idealizm doğrultusunda sürdürürler. Etik idealizm, Alman düşünür Rudolf Eucken’ın (1846-1926) incelemelerinin etkisiyle gelişti.


Leave A Reply