Arap Edebiyatının Tarihçesi, Doğuşu Gelişimi Eserleri ve Sanatçıları

0
Advertisement

Özellikle İslamiyet sonrası vermiş oldukları eserler ile dünya edebiyat literatüründe yer sahibi olan Arap Edebiyatı’nın tarihi, eserler ve sanatçılar.

edebiyat

Arap Edebiyatı

Arap Edebiyatı İS 5 ile 6. yüzyıl arasında şiirle başladıysa da İslâmlık öncesinin yazılı edebiyatı konusunda bilinen çok az şey vardır. 8. yüzyıl sonları ile 9. yüzyıl başlarında tümüyle yeniden uydurulup düzenlenmediyse bile bu şiirler üzerinde hayli düzeltmeler yapıldı. Sonraki dönem şiirine bu durumlarıyla örnek oldukları gerçeğe yakın bir olasılıktır.

İslâm Öncesi.

Sonradan “Cahiliye Çağı” adıyla anılacak olan bu dönemin başlıca eserleri ancak 9. yüzyıldan başlayarak yazımına geçilen kitaplar aracılığıyla tanındı. Buna karşın, Arapların 6. yüzyıldan başlayarak ortak bir şiir diline sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Arapçanın Zebed (512) ve Harran (518) gibi en eski yazılarından anlaşıldığı kadarıyla, birçok kabilenin katıldığı panayırlarda yapılan savlı şiir yarışmaları böyle bir dilin oluşmasında başlıca nedendi. Şairler bu gibi panayırlarda kendi kabilelerini överken düşman kabilelerini de yerme fırsatı bulurlardı.

Daha o dönemde “aruz” vezni iyiden iyiye yerleşmişti. Bu vezin Arapçaya uygun bir ilkeye, kısa ve uzun hecelerin birbiri ardından gelmesine dayanır; tüm şiir boyunca değişmeyen tek ya da durağan uyak temeliyde ayrı bir kuraldır. “Aruz” sözcüğü “çadırın orta direği” demektir. Ayrıca, bir beytin ilk dizesi sonundaki tefile’ye de “aruz” denilmesinin nedeni tef ile’nin çadır direği gibi beytin ortasında yer almasıdır. Aslında, “ilm-ül aruz” (aruz bilimi) denen bu veznin kurallarını değerli dil ve edebiyat bilgini İmam Halil 8. yüzyılda ortaya koydu. Bu arada, İslâmlık öncesi dönem şiiri aruza en uygun düşen bir biçim olan “kaside” içinde gelişti.

O zamanlar bir şiir başlıbaşına bir konuya ayrılmadığı, şair kasidesi içinde av, ağıt, betimleme (özellikle, at, deve ve av hayvanlarıyla sevgilinin betimlenmesi) gibi değişik konularda duygularını dillendirirdi. Bu yüzden kasideler çeşitli olgular üzerine yazılmış şiirleri topluca kapsayan eserlerdi. Kaside biçimi daha o dönemden başlayarak çok tutuldu, yaygın “nazım şekli” olarak gelişip tüm Arap şiirine egemen olmakla kalmayıp, sonraki yıllarda temeli Müslümanlık olan bir kültürün temsilcileri durumundaki Araplar, kasideyi İslâm ve Batı dünyasına da aktararak ortaçağ Avrupa şiiri üzerinde çok önemli bir rol oynadılar.

Advertisement

Yedi Askı Şairleri

Birer manzumeleri Kâbe’nin duvarına asıldığı için El-Muallakat-ı Seb’a (Yedi Askı) şairleri olarak anılan; yedi kasidenin en eskisinin ve en güzelinin yazarı İmrü’l Kays (öl. 530), Tarafa, Ebu Sûlme, Haris ibni Hileiza, Antere bin Şeddad, İslâm öncesi Arap şiirlerinin başta gelen temsilcileriydi. Ayrıca, Nabiga ve Hammad el-Ravviya da öteki iki önemli şairdir. Bu dönemde düzyazı Arap eserine hemen hemen hiç rastlanmaz.

Ancak, 4. yüzyılda Afrika’da Tagaste’de (bugün Suk-Ahras) doğan Aziz Augustinus (354-430), İskenderiye Okulu’nda “Yeni Platoncu-luk”a dönüşen Platon felsefesiyle Hıristiyanlık arasındaki çatışmalara son vermeye yönelik çalışmaları sırasında ileride birçok bakımdan Descartes’e esin kaynağı olacak eserleriyle özgün bir felsefenin temellerini attıysa da daha sonraki Arap filozoflarının çoğu Aristoteles ile ilgilendi.

Böylece, bu Yunan filozofunun eserleri, Edessa (bugün Şanlıurfa) Okulu’nca birtakım Suriye manastırlarında Yunancadan Süyaniceye (431-439), 832’den sonra da Bağdat’ta Yunancadan ya da Sürya-niceden Arapçaya çevrildi. Genelde Yeni Platonculuk’un izlerini taşıyan, ancak kimi zaman yanlış olarak Aristoteles’e yakıştırılan Plotinus, Enneades vb’nin etkisi, bu yazmın daha sonraki evrelerinde göreleceği gibi, önce çeviriler yoluyla gözlemci (mistik), doğalcı (natüralist) ve maddeci kalıplar içinde çeşitli felsefe dallarına ayrılıp gelişmesini sürdürdü.

İslâmlık Sonrası.

İlk İslâm dönemi Kuran, düzyazı (nesir) alanında ilk yazılı eserdir. Kuran’ın üslubu, İslâmlıktan önceki dönemde de bilinen “seçili” (uyaklı) düzyazıdır. Kuran, tek tek ele alarak yaptığı incelemeler ve düşünceye getirdiği büyük canlılıkla Arap Edebiyatı’nı kökünden etkilediği gibi, edebiyat değeri açısından olduğu kadar felsefe ve ahlâk değeri yönünden, manevi kaynak bakımından eşsiz olarak kaldı.

Öte yandan, Arapları eski inançlarından vazgeçirmeye çalışan Hz. Muhammet’in kendine karşı çıkan şairlerle de uğraşmak zorunda kalması, bu dönemde şiirin geliremesine yol açtı. Bu arada, islâmlığı yeren şairleri başarılı bir biçimde yanıtlayarak İslâmın savunuculuğunu üstlenen Hassan ibni Sâbit (563-682) “şair-ü’n-Nebi” (Pey-gamber’in şairi) unvanını aldı. Yaklaşık 120 yaşında Medine’de ölen İbni Sâbit’in Divan’ı Arap Edebiyatı’nın en ünlü eserleri arasında yer alır.

Şiir, “Dört Halife” döneminde de suskunluğunu sürdürdü. Ancak, sonraları Arap Edebiyatı’nda büyük bir gelişme gösterecek olan risale yazma yöntemi, şiirin sesini bulamadığı bu 7. yüzyılda filizlendi. Risale (bilim ya da sanat üzerine yazılmış küçük kitap, dergi; din konularındaki sorunları inceleyen küçük ölçüde kitap; sonraları reddiye, haşiye, şerh, gibi özel adlar takıldı) bugün Arap Edebiyatı’nın önemli düzyazı türlerinden biridir.

Advertisement

Emeviler Dönemi.

7. yüzyıl sonlarında şiir yeniden canlandı. Cerir, El-Fe-razdak, El-Ahtal gibi başlangıç döneminin ünlü şairleri, İslâm öncesi şiirinden esinlenerek geçmişin özlemini dile getiren birbirinden güzel kasideler kaleme aldılar. Arap topraklarının genişlemesi, fetihler, birtakım ülkelerin, istilası sonucu Mekke ve Medine’de yaşam düzeyinin yükselmesi, 8. yüzyıl başlarında bir “zevku sâfa” (gönül şenliği ve eğlence) şiirinin doğmasına neden oldu. Şarap âlemleri ve uçarılık üzerine yazdığı eşsiz kasideleriyle Ömer bin Ebi-Rebia bu dönemin en önde gelen “Baküsçü” kent şairlerinden biriydi. Çölde ise Kays bin Zerih; leyle-tü’l A’miriye ile yaşadığı gönül macerasını “Mecnun” olarak yürekler parçalayıcı bir anlatımla şiirleştiren ve 10. yüzyıldan başlayarak Doğu edebiyatında bir “Leyla vü Mecnûn” (Leyla ile Mecnun) mesnevi (manzum roman) türünün doğmasma yol açan Bedevi şair Kays’ül A’miri, bu çağa damgalarını vuran ünlü kalemlerdi.

Öte yandan, Hz. Muhammed’in sözlerini ve davranışlarını inceleyen Müslim, edebiyatta “hadis-i sahih” (gerçek hadisler) dalını kurarak düşüncenin eleştirilmesi yolunda başlıca adımı atarken, şecereci yazarların önemli olaylara tarih düşürme olarak başlattıkları bir öteki bilim dalı da bu dönemde hızlı bir gelişim gösterip tarihçiliğe dönüştü ve Belâzuri, Taberi, Mesudi gibi ünlü tarihçiler bu alanda çok değerli eserler verdiler. Bu arada, merkezci bir yönetimin ve at arabalarıyla çalışan bir posta örgütünün kurulması önce toplumsal yarar, sonra da bilime yönelik araştırmaların gelişimini sağladı. Mukaddesi, İdrisi ve Bekri bu yıllarda coğrafya bilimine edebiyat kişiliği kazandıran usta kalemler oldular. Ayrıca, Hac zorunluğu da gezi izlenimleri yazımına yol açan bir neden olurken Endülüslü bin Zübeyr ilgi çekici yazılarıyla bu edebiyat türünün temellerini attı.

Abbasiler Dönemi.

8. yüzyıl ortalarında Emevilerden halifeliği devralan Abbasi Hanedanı’nın yönetimi boyunca süren bu dönem, Bağdat’ın başkent yapılması, dolayısıyla da Arap Edebiyatı üzerinde İran Edebiyatı’nın etkilerinin görülmesiyle başlar.

Şiir.

Eski kalıplar ve temalar yerine “çağdaş” konuları işleyen, aşk ve şarap üzerine yazdığı şiirlerini içeren Divan’ı ile “sefahat” türü şiir akımının öncüsü sayılan İran kökenli Ebu-Nuvas (747-815); akımı geliştiren İbnü’l-Mut’ez (861-908); bu akıma karşı çıkarak eski şiir geleneklerine yeniden değer kazandıran bir “neo-klasik” şiirin yaratıcıları olan Hamasa’nın yazarı Ebu Teman (804-845) ile Buhturi ve daha sonra Mütenebbi (905-965); Arapların toplumsal yaşamı, ünlü kişiler ve tanınmış şairler üzerine manzum bir dille bilgi veren eseri Kitâbü’ lü-Erkâni (Şarkı Kitabı) ile Aliyü’l-ls-fahani (897 -967) bu dönemin ilk büyük şairleriydi.

Basit bir şiir dili altında akim estetiğine önem verilmesi gerektiğini vurgulayan Divaıiı ile Ebu’l-Atahiye (748-828) bu dönemde dinsel konulara el atan ilk şair olarak dikkati çekti. Birçok eseri arasında özellikle Dante’nin İlahi Komedi’sıne kaynak olan Risaletü’l-Gufran’ddi eski şairlerin ağzından Cennet’te bulunmalarının nedenlerini açıklayan Ebü’l-Alâ El-Maari (973-1058); bir gizemci olarak “Ene’l-Hakk” (Tamı ile bütünleşme) kuramını ortaya attığı için idam edilen Halâc-ı Mansur (858-922); kendiliğinden var olan Tanrı’nın evrenin yaşam kaynağı olduğunu her fırsatta dizelerinden çeşitli yollardan yineleyen Ömerü’l-Fârisi (1181-1235) “tasavvuf’ şiirinin en önemli temsilcileriydi.

Düzyazı.

Düzyazı bu dönemde önceki kurallar içinde gelişmesini sürdürmekle birlikte, gerek Yunancadan gerekse İran’ın Pehlevicesinden yapılan çeviriler bu edebiyat kolunun alanını daha da genişletti. 9. ile 10. yüzyıllardan en yüksek noktasma ulaştı. Gerçek adı Ruzbeh olan İranlı yazar Abdullah İbni Mukaffa (öl. 757), Müslümanlığı benimsedikten sonra Paçantardyı Pehlevice aslında arı duru bir dille yeniden yazarcasına Kelile ve Dimne olarak Arapçaya çevirdi. Araştırmacılar gerek dinsel gerekse din dışı eski eserlerden çok zengin derlemeler yaptılar. Bu arada, Müslim’in açtığı yoldan yürüyen Buhari (810-869) Hz. Muhammed’in 4.000 hadisini incelediği ünlü eseri El-Cami’us-Sahih ile en büyük hadis bilimcisi olduğunu kanıtladı.

Binbir Gündüz Masalları

Arap Edebiyatı’nın en güzel eserlerinden biri olan, sonraları ona benzetilerek Binbir Gündüz Masalları diye bir başka dizinin ortaya çıkmasına yol aç-çan ve fazteziye dayalı çeşitli öykülerden oluşan Binbir Gece Masalları (10. yüzyü) ilk bölümü İran’dan, öteki bölümü Bağdat’tan, sonuncusu Kuzey Afrika’dan olmak üzere üç ayrı çevreden kaynaklanır: Ali Baba ve Kırk Haramiler, Alaaddin ile Sihirli Lambası, Gemici Sinbad’ın Serüvenleri bunlar arasında en yaygın olarak bilinen masallardır. Bu arada, eski bir edebiyat türü yeni bir biçime bürünerek dirildi. İslâm öncesinin silahşor şairi Antere’nin vuruşmalarını aktarırken eski Arap geleneklerini de anlatan Si-rat’-Antar (Antere Hikâyeleri) ile başladı.

Hz. Ali gibi ilk İslâm dönemi yiğitlerinin akıl almaz biçimde abartılmış cenk kahramanlıklarıyla sürüp giden ve Haçlı Seferleri sırasındaki savaşlara da değindi. 32 cilt halinde noktalanan bir “hamasi” (yiğitleme) edebiyatı 13. yüzyıl sonlarına kadar olağanüstü ilgi topladı. Ancak, Arap Edebiyatı’nın gerçek temsilcisi İran kaynaklı Abad (eğitsel yazılar; sonraları öğretici bütün bileşim eserleri) oldu. Kitab ül Beyân (Konuşma Sanatının Kitabı), Kitabü’l-Heyavan (Hayvanlar Kitabı) ve Avrupa dillerine de çevrilen Kitabül’l-Buhela (Cimrilerin Kitabı) gibi eserleriyle Cahit (780-868) Arap-İslâm kültürünün temellerini attı. Onun izleyicisi olan İbni Kuteybe (828-885) “Abad” üzerine yazdığı eserinde Arap dilbilgisinin kurallarını da belirlerken Kuran’ı savundu. Arap ve Fars edebiyatının belli başlı öğelerini bir sentez olarak bağdaştırdı. Böylece, “Abad” 10. yüzyıldan başlayarak halk edebiyatı dışına kaydı; şehzadeleri, devlet adamlarını ve memurları yetiştirip eğitmekle kullanılan “aydın” sınıfının düzyazısı türüne dönüştü.

10. yüzyıl

10. yüzyıl sonlarına doğru resmi öğretim kuruluşlarının oluşturulmasıyla, düzyazıda özgün eser verimi büyük oranda düştü. Bundan böyle yalnızca risaleler, seçme yazıları bir araya toplayan yan derlemeler, dinsel ya da din dışı eserlerin yorumu, yorum üstüne yapılan yorumlar birbirini izledi. Buna karşın, devlet dairelerinde çalışan kimi kalem kâtipleri uyaklı (seçili) düzyazıya yeni bir hız kazandırarak bu türün başka boyutlar içinde önemli ölçüde gelişimine yol açtılar. Böylece, Bediü’-zaman Hemadani (968-1008) kurallarını koyarak, yeni bir tür olan “Makamat”ın (lirik düzyazı) kurucusu oldu. Ancak, tüm çabalar yalnız biçim güzelliğine yöneldiği için gerek Arap yaşamını yansıtan elliye aşkın eseriyle Hariri (1054-1121), gerekse onların açtığı yolda ilerleyen başkaları anlatım süslemeciliğine ve şekilciliğe düşmekten kurtulamadılar. Bu arada, İbni Cübeyr ile ilginç bir duruma sokulan gezi edebiyatı birçok aşamadan sonra ünlü gezgin ve coğrafyacı Tancalı İbni Battûta’nın (1304-1377) kaleminde çıkan dört ciltlik Tuhfetü’n-Nuzzâr (Seyahatname) ile şaheserini vererek noktalandı.

Yunan etkisi

Yunan etkisini Arap felsefesine ilk getirenlerden El-Kindi (öl. 872) daha çok mantık ve matematikle ilgilenip hem tanımlamanın hem de kanıtlamanın özüne inmeye çalışırken El-Eş’ari (876-935) Epikuros’un maddeci ahlakçılık görüşünü benimsedi. Aristoteles, Platon ve Plotinos’tan esinlenerek kaleme aldığı İhsaü’l Ulûm, Fusûsu’l-Hikem, Kitabu’l-Tenbih, El-Medinet-ul Fazıla, Tâlâkaat gibi eserlerinde Fârâbi (870-950) gizemci bir evrenbilim yarattı.

Batı’da “Avicenne” (Avisen) olarak tanınan ve matematikçiliği, filozofluğu, hekimliği, bilginliği bir arada yürütecek ölçüde gerçek bir deha olan İbni Sinâ’nın (980-1037) El Kaanûn fı’t-Tıbb (Hekimliğin Yasası) adlı eseri 13. yüzyıla kadar Avrupa’da tıp biliminin temel kaynağı oldu. Felsefesinde, Aristoculuk’tan hareket etmekle birlikte, doğa biliminin derinliklerine inebilmek için gizemciliği ve ahlakçılığı bir yana bırakmanın ön koşul olduğu görüşünü ileri sürdü. El-Hâzin (965-1039) bir fizikçi olarak çeşitli eserler yazdı ve geometrinin ilk klasik kurallarını koydu.

Advertisement

11. yüzyılda gizemciliğe dönen El-Gazzali (1058-1111) İhyâi U’lûmu’d-Din (Dinsel Bilimlerin Diriltilmesi), Makaasıdu’l-Felâsife (Felsefe Sistemlerinin Amaçları), El-Munkızu mine’d-Dalâl (Sapıklıktan Kurtuluş), Nasi-hatu’l-Mulûk (Hükümdarlara Öğütler) gibi eserleriyle Aristoteles felsefesine şiddetle saldırarak “kelam” denilen İslâm felsefesinin en büyük temsilcisi olurken, Arap filozofları arasında görüş ayrılıkları çıkmasına ve bir bölümünün bir çeşit septisizme (kuşkuculuğa) sapmasına neden oldu.

12. yüzyıl

12. yüzyılda İspanya’daki Endülüs Arap-İslâm uygarlığı, felsefe yönünden çok etkili ve üstün eserler verdi: îbni Bâcce (öl. 1139) Yalnızlığın Rehberi, Ruh, Veda Mektubu gibi Platon felsefesini anımsatan eserlerin yazarı olarak kişinin ancak aklı kadar yükselebileceği görüşüne yer veren bir tür gizemci soyut deneyimi dillendirdi. Felsefeyi ön planda tutan romanı Hayy Ibn Yeksan’da özellikle îbni Tu-feyl (1100-1185) ve Zemahşeri (öl. 1143), Sühreverdi (öl. 1191) vb îbni Bâcce’nin felsefesini daha derinliğine işleyip yorumladılar.

Ancak, Arap felsefesi en üst gelişimini ve dünya boyutlarındaki büyük etkisini Avrupa’da “Averroes” olarak bilinen Kurtubalı İbni Rüşd (1126-1198) ile elde etti. Aristoteles felsefesini bambaşka bir açıdan yorumlayarak, bu sistemden akılcılığa dayalı ve tüm dinsel dogmalara karşı çıkan yepyeni bir doğa felsefesi oluştururken, “çifte gerçek” kuramıyla da akılla dini karşı karşıya getirdi. Bu atak ve korkusuz düşünce sistemi. İslâm sofularıyla Hıristiyan kilisesinin şiddetli karşı koymalarına hedef olduysa da, îbni Rüşdücülük yayılmaktan geri kalmadı. 13. yüzyılda Paris Üniversitesi’nde en başta Siger de Grabent olmak üzere bir çok îbni Rüşdcü düşünür vardı. İbni Rüşdçülük İslâm dünyasında El Futûhatu’l Mekkiye, Fusûsu’l Hikem ünlü eserlerin yazarı büyük tasavvufçu Endülüslü Muhiddin Arabî (1165-1260) ve okulunun, Avrupa’da Aquinolu Tommaso, Lullas ve Büyük Albertus’un başı çektiği önemli bir dinci grubun saldırısına uğradı. Az sonra Papa tarafından yasaklandı. Ancak 14., 15. ve 16. yüzyıllarda Padova Okulu aracılığıyla bu kez İtalya’dan yine tüm Avrupa’ya yayıldı.

Böylece, Arap felsefesi yalnız ortaçağı değil, en ileri görüşleri içermesi nedeniyle Rönesans’ı da etkilemiş oldu. İbni Rüşd’ün eserleri tüm Batı dillerine çevrildi. Arap felsefesinin ortaçağ düşüncesinin geri kalmışlık ortamında, günümüzün çağdaş ve ileri düşünce yapısının temellerini atması sağlandı. Öte yandan, İbni Hazım (994-1064), İbnü’l Esir (1160-1234), İbni Hellikân (1211-1282) İbnü’l Verdi (1290-1349), İbnü’l Hâtib (1313-1374) gibi ünlü tarihçilerle yoluna devam eden tarih bilimi, Mikad-dime’si ilk tarih felsefelerinden biri sayılan ve gerçek akılcılığı, gerekse bir genellemeye varma çabası Avrupa’da “Arapların Montesquie’sü” diye anılması sonucunu doğuran İbni Haldun (1332-1406) ile en büyük ustasına kavuştu.

Gerileme Dönemi.

Abbasi saltanatının son zamanlarında merkezi hükümetin zayıflaması, kendi başlarının derdine düşen koruyucu büyüklerin azalması, dolayısıyla da arpalıkların yitirilmesi, çoğu şairlerin başka ülke başkentlerine göçüp dağılmasına neden oldu. Düzyazıda zaten Abbasiler iktidardan düşmezden önce başlayan çöküş, somadan daha da hızlandı. 15. ile 18. yüzyıllar arasında Arap Edebiyatı önemli ölçüde geriledi. Öteden bu yana Arap Edebiyatı’nda etkin rol oynamış olan Farsçanın bu yüzyıllarda parlayıp Doğu kültürünün egemenlik tahtında Arapçanın yerini alması sonucunda da Klasik Arapça yalnızca Kuran okumak ve yorumunu yapmak için medreselerde öğretilen bir dil durumuna geldi. Bu 3 yüzyıllık kısır dönem içinde şair Bûsuri ile tarihçi Safiüddine’l-Hilli Arap Edebiya-tı’na kayda değer eserler veren iki yazar oldu.

Avrupa Etkisi.

19. ve 20. yüzyıllarda Arap Edebiyatı yavaş yavaş Avrupa etkisi altında kalmaya başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap dünyası üzerindeki etkisinin zayıflaması ve Napolyon’un Mısır Seferi bu dönemi başlatan en önemli etkenlerdi. Bu arada, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Avrupa’ya gönderdiği öğrenciler de doğal olarak Avrupa etkisinin yayılma alanını genişlettiler. Yine Mehmet Ali Paşa’nın kurduğu matbaa, Osmanlıca, Farsça ve Avrupa dillerinde yazılmış birçok eserin yayımlanmasını sağladı. Böyelce, yenilikçi fikirleri yaymaya çalışan yazarlar doğdu; somadan Maarif Nazırı da olan yazar ve düşünür Ali Mübarek Paşa (1823-1839); Cemaled-din Afganî’nin değerli öğrencilerinden büyük Arap düşünürü, Mısır’ın ilk resmi gazetesi El-Vakaayi’ul Mısriye’nin kurucusu ve başyazarı Muhammed Abdul (1849-1905); tarihsel romanlar kaleme alan Curci Zeydan (1861-1914) düzyazı alanında başta gelen 19. yüzyıl Arap Edebiyatı temsilcileriydi.

Bu arada, destansı ve çağa meydan okuyan ateşli şiirleriyle Barudi (1839-1904) dönemin en önemli şairi olduğunu kanıtladı. Romantik ve duygulu şiirlerin yazarı M. Hafız İbrahim (1871-1932); Byron’u kendine örnek alan Ahmet Şevki (1868-1933) 20. yüzyıl başlarının en ünlü şairleriydi. Arap Edebiyatı’nda Avrupa taklitçiliğinin bir sonucu olarak düzyazı alanında roman ve kısa öykü dallarına da yönelmeler oldu. Bu dallarda değil evrensel boyutlarda, henüz başarılı bir eser verilmemişti. Buna rağmen El Eyyam’m (Günlerin Romanı 1940), kör yazarı Mısırlı Taha Hüseyin (1889) çağdaş Arap Edebiyatı’nın en büyük romancısı sayılır. Öte yandan, eserlerini doğrudan Avrupa dillerinden biriyle, özellikle Fransızca ya da İngilizce olarak kaleme alan Arap yazarları da vardı.

Halil Cibran

Bunlardan Lübnanlı şair ve yazar Halil Cibran’ın (1883-1931) Les Ailes Briees, Ames en Revolte (Kırık Kanatlar, Başkaldıran Ruhlar) ile İngilizce bir çalışması olan The Prophet, The Son of Man (İnsanoğlu Olarak Hz. Peygamber) dikkat çekicidir.

A. Cemal Nasır’ın Egypt’s Liberation: The Philosophy of Revolution (Mısır’ın Kurtuluşundan Çıkarılacak Devrim Felsefesi) 1955; Nadav Safran’ın Egypt in Search of Political Community (Siyasal Bir Topluluk Arayışı İçinde Olan Mısır) 1961; H.A.R. Gibb’in Mohammedanism, an Historical Survey (Müslümanlık Üzerine Tarihsel Bir Araştırma) 1962; Philip Hitti’nin İslam and the West (İslâm ve Batı Dünyası) 1952; Charles İssevi’nin Egypt in Revolution: An Economic Analysis (Devrim İçindeki Mısır’ın Ekonomik Bir İncelemesi) 1963, öteki başlıca eserleridir. Arap Edebiyatı’nda tiyatro çok geridir. Dahası, katı dinci çoğu Arap ülkelerinde roman ve kısa öyküden de öte yasaklanmış bir edebiyat dalıdır. Ancak 20. yüzyılın sonlarına yaklaşılırken, çok daha ılımlı Arap toplumlarında bile henüz emekleme çağında olan tiyatro edebiyatı dalında bugüne kadar kayda değer eser verilmiş değildir.


Leave A Reply