Habeşistan’a Hicret

0
Advertisement

Habeşistan’a hicret nedenleri nelerdir? Müslümanlara uygulanan işkenceler, müşriklerin boykotu, Habeşistan’a hicret hakkında bilgi.

Habeşistan’a Hicret
MÜSLÜMANLARA UYGULANAN İŞKENCELER VE HABEŞİSTANA HİCRET

Alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) tevhid ve iman çağrısına başlayınca kendisine ve inananlara yönelik acımasız baskı ve işkenceler Mekke’deki hayatı dayanılmaz hale getirdi. Özellikle zayıf ve korunmasız müminlere uygulanan insanlık dışı işkenceler sonucu Hz. Sümeyye ve Hz. Yasir şehit olurlarken, Hz. Ammar, Habbab b. Eret ve Hz. Bilal’in yürekleri yakan halleri büyük ızdıraplara neden oluyordu.

Fakat her şeye rağmen tebliğ görevine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) genç sahabisi Erkam’ın evine gelen kişilere Allah’ın ayetlerini okuyarak devam ederken, inananların sayısı ise sürekli artıyordu. Bu sefer müşrikler Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’e engel olması ve ikna etmesi için amcası Ebu Talibe baskı yaptılar. Ebu Talip’de yeğenine durumun vahim bir hale geldiğini artık davasından vazgeçmesinin herkes için çok iyi olacağın söyledi. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): ‘Amca! Sen de mi beni terk etmek istiyorsun?

Canımı eli altında tutan Allah’a yemin ederim ki, şu ilahi tebliğ vazifemi terk etmem karşılığında Güneşi sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler, sen bile beni terk edip bırakmış olsan, onların bu dediklerini yapmam. Rabbim Allah bana yeteri’ diyerek kararını bildirdi. Bunun üzerine Ebu Talip hayatta kaldığı sürece yeğenini bırakmayacağını ve onu korumaya devam edeceğini müşriklere bildirdi. Müşrikler, son bir kez daha şanslarını denemek için bir kişi daha göndererek Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’e yönetimde söz sahibi olma, zenginlik sunma gibi cazip tekliflerde bulundular.

Bu teklifleri red eden Tevhid ve İmanın şanlı Peygamber(s.a.v)’i için Allah’ın rızasını kazanmaktan başka ne önemli olabilirdi ki? Müşriklerin anlayamadığı işte bu hakikat idi. Artık söz devri bitmiş ve Hak- Batıl mücadelesi tüm şiddetiyle başlamış oluyordu. Tebliğin 5. yılında; zulüm, baskı ve işkencelerin daha da yoğunlaşması üzerine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Müslümanlardan bir kısmını Habeşistan’a hicretine karar verdi.

İlk kafile dördü kadın on biri erkek olmak üzere ki aralarında kızı Hz. Rukiyye ve onun eşi Hz. Osman’da bulunuyordu. Mekke’de durumun gittikçe kötüleşmesi üzerine bir yıl sonra ikinci kafile Cafer b. Ebi Talib’in başkanlığında seksen iki erkek ve on sekiz kadın olmak üzere Habeşistan’a hicret etti. Mekkeli müşriklerin muhacirleri tekrar geri getirmek için yaptıkları girişimlere Habeş kralı Necaşi’nin gösterdiği soylu davranış, onu, hem Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in hem de ümmet-i Muhammed’in gönlünde bir hak aşığı eylemiştir.

Advertisement

Müşriklerin Boykotu, Hüzün Yılı ve Taife Yolculuk

Habeşistan girişiminin başarısız olması, Mekkeli müşriklerin müslümanlar üzerine uyguladıkları baskı politikalarının değişmesine sebep oldu.

Müslümanlarla ticaret yapmama, kız alıp-vermeme, konuşmama ve bir arada bulunmama gibi kararları ihtiva eden bir yazı Kabe duvarına asılarak halka resmi olarak duyuruldu. Artık iman ateşten bir gömlekti müslümanlar için. Bu ateşten gömlek her şeye rağmen giyilecek, sabır ve namaz ile gülistan olan mümin gönüller, gelecekteki müminlere ‘inanıyorsanız üstün olan mutlaka siz olacaksınız’ muştusunu vererek hak yolculuğuna devam edeceklerdi. Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla, bazı müşriklerin girişimi sonucu tam üç yıl süren bu acımasız uygulamaya son verildi.

Hüzün; yolculuğunda, müminin yol arkadaşıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) kendisinden hiçbir zaman şefkatini, desteğini ve ilgisini esirgemeyen sevgili amcası Ebu Talib’i kaybetmenin üzüntüsünü yaşarken; sevgisi ve fedakarlığı ile tüm mümin hanımlara örnek olacak sadık hayat arkadaşı Hz. Hatice ( r.anha)’yi kaybetti. Bu iki ölüm olayının meydana geldiği yıl, İslam tarihine ‘Hüzün yılı’ olarak geçmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in yaşadığı hüzün Mekkeli müşriklerin sevincine neden olmuş ve buna bağlı olarak uyguladıkları baskı daha da artmıştı. Sevgili Peygamberiz (s.a.v) bunun üzerine tebliğ görevini rahatlıkla sürdürebileceğine inandığı Taife gitme kararı aldı. O bir peygamberdi ve şartlar ne olursa olsun mücadelesine devam etmeliydi.

Taif, Mekke’den bir kaç yüz kilometre uzakta verimli toprakları olan, halkının kültürd seviyesinin yüksek olduğu ve ticari faaliyetlerin yoğun olduğu önemli bir yerleşim merkeziydi. Yaya olarak ve gizlice yola çıkan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Taife vardığı zaman beldenin ileri gelenlerine İslam’ı tebliğ etti. Kalpleri Hakka karşı perdelenmiş olanlar bu ilahi çağrıya çok sert ve acımasız bir şekilde tepki gösterdiler. Şehrin ayak takımı harekete geçirilerek Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ve evlatlığı Hz. Zeyd’i taşladılar.

Yaralı bir şekilde bir bağ evine sığındılar. Allah’ın rahmeti ile bağ görevlisi onlara dostluk gösterdi ve ikramda bulundu. Aslında zahirinde birçok kahırlar bulunan işler, Allah’ın izniyle batınında rahmetler barındırmaktadır. Taif’ten Mekke’ye bu olumsuz ruh haliyle yola çıkan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ancak bir müşrik ‘in himayesinde şehre girebilmiştir. Hz. Peygamber, önce Kabe’yi tavaf ederek iki rekat namaz kıldı ve oradan evine gitti.

Gece Yolculuğu ( İsra )

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in duygu dünyasında, ardarda yaşadığı derin sarsıntılar onun mahzunluğunu arttırmıştı. İşte bu yoğun duygusallık yaşanırken, Rabbinin sadece ona lütfettiği ve hiçbir varlığın sahip olamadığı ve olamayacağı İsra ve Mi’rac mucizesi gerçekleşti. Rabbi yine onu yalnız bırakmamış ve Kendi Zatı ile buluşturmuş ve Habibullah makamına yerleştirmişti.

Advertisement

Bu buluşmanın bereketiyle o, artık, on sekiz bin âlemin Mustafa (s.a.v)’sıydı. Yine bu buluşmanın bereketiyle Müslümanlara beş vakit namaz farz kılınmış ve böylece mümin gönüller kıldıkları namazlarla Mi’rac’ın sırrıyla buluşmuş oluyorlardı. Kur’an-ı Kerim’de bu hadise ‘İsra’ suresi âyet-l’de şöyle anlatılmaktadır: “Kulu Muhammed’i geceleyin işaretlerimizi göstermek için, Mescid-i Ha-ram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki O, çok iyi işitir ve çok iyi görür.”

Medinelilerle Görüşmeler, Akabe Antlaşmaları ve Medine’ye Hicret

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) peygamberliğinin on birinci yılında Mekke’ye gelen hacılarla görüşmek gayesiyle yabancı kafileleri dolaşmaya başlamıştı. İşte bu görüşmelerden birisini de Akabe mevkiinde Yesrib/Medine Hazrec kabilesine mensup altı kişiyle yaptı. Onlara İslam’ı anlattı ve onlarda bu daveti kabul ederek müslüman oldular. Bu kafile ertesi yıl yine aynı yerde buluşma sözü vererek ayrıldılar.

Bu kişilerin çalışmaları sonucu İslam dini Medine’de hızla yayılmaya başladı. Bir yıl sonra aynı yerde bu kez önceki altı kişiye ilave olarak on Hazrec’li ve ikisi Evs’li olmak üzere bir araya geldiler. Bu kişiler, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’e, hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, iftira etmeyeceklerine ve emirlerine uyacakları konusunda söz verip biat ettiler. Bu buluşma İslam tarihine I. Akabe Biati olarak geçmiştir.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu kişilerle birlikte, Kuran eğitimi ve tebliğ vazifesi için sevdiği ve güvendiği sahabisi Mu’sab b. Umeyr’i gönderdi. Bu sistemli ve yoğun çalışmalar kısa zamanda çok güzel sonuç- * lar verecek ve ertesi yıl Akabe mevkiine yetmiş beş müslüman Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’le buluşacaktı. İslam tarihinin en seçkin topluluklarından biri olan ve Mühacir Müslümanları, şefkatle ve merhametle bağırlarına basarak Ensar ünvanını alıp Allah’ın övgüsüne mazhar olacak bu güzide insanlar Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’i Medine’ye davet ettiler. Bu topluluk, ‘kadınlarımızı ve çocuklarımızı nasıl koruyorsak, seni de her şeyden koruyacağız’ diyerek söz verdiler. II. Akabe biati olarak tarihe geçen bu hadise İslam tarihinin en önemli dönüm noktası olmuştur.

Medine şehrinde Arap Evs ve Hazrec kabilelerinin yanı sıra Yahudi Kurayza, Kaynuka ve Nadir kabileleri yaşıyordu. Alınan bu karardan sonra Mekke’deki müslümanlar küçük gruplar halinde Medine’ye yola çıkmaya başladılar. Mekke’de Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve aileleri, Hz. Ali ve hicret imkânı bulamayan birkaç kişiden başka Müslüman kalmamıştı. Mekke’li müşrikler, bu beklenmeyen gelişmelerin oluşturduğu büyük rahatsızlık nedeniyle akıl almaz bir karar aldılar. Ebu Cehil’in teklifiyle her kabileden bir genç toplanacak ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in evine baskın yapılacak ve böylece bir kan davası oluşmadan hain emellerine ulaşacaklardı. Suikast girişimi ile ilgili alınan kararı halasının haber vermesiyle öğrenen Sevgili Peygamberimiz(s.a.v), yatağına Hz. Ali’yi yatırdı. Hz. Ebu Bekir ile görüştü ve birlikte gece geç saatlerde yola çıktılar.

Kendilerini takip edecek olanları şaşırtmak amacıyla sürekli yol değiştirip hemen şehrin dışındaki Sevr dağındaki bir mağaraya saklandılar. Kureyşliler, suikast için eve girdiklerinde onun yatağında Hz. Ali’yi görünce büyük bir kızgınlık yaşadılar. Büyük ödüller vaad edilerek amansız bir takip başlatıldı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ve mağara arkadaşı Hz. Ebu Bekir (r.a) insanlık tarihinin seyrini derinden etkileyecek bu anı beraberce yaşıyorlardı. Endişelenen Hz. Ebu Bekir (r.a)’e Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ‘Üzülme! Allah bizimle beraberdir’ diyerek onu rahatlatacaktı. Kuran bu çok önemli tarihi anı şöyle anlatmaktadır:

“Muhammed’e yardım etmezseniz, bilin ki »inkâr edenler onu Mekke’den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşı ( Ebu Bekir’e) ‘ Üzülme Allah bizimledir’ diyordu. Allah’da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı…” (Tevbe,9/40)

Allah’ın koruma altına aldığına kim zarar verebilirdi ki? Müşrikler yine kör ve sağır bir şekilde kendi karanlık dünyalarına dönmek zorunda kaldılar. Kutlu yolculuğun mukaddes yolcuları mağaradan ‘Nur Şehir Medine’ ye doğru yola çıktılar. Medine öncesi ilk durak Kuba köyü idi ve burada dört gün misafir edildiler. Bu süre zarfında, ilk mescid diye anılacak Kuba Mescidi inşa edildi. Müşrikler tarafından serbest bırakılan Hz. Ali(r.a)’nin de burada onlara katılmasıyla bir Cuma günü Medine’ye hareket edildi. Ranuna vadisine gelinince ilk Cuma namazı kılındı ve ilk hutbe okundu:

” Ey insanlar!…

Her şeyden önce kendi nefislerinizi düşününüz: Şunu biliniz ki, sizlerden biri ölür de, geriye bıraktığı sürüyü çobansız kor ve ne bir aracı ve ne de bir tercümana ihtiyacı olmayan Rabbiyle karşılaştığında, Allah ona: ‘ Sana benim gönderdiğim Rasülüm gelmedi mi? Ben sana çok mal-mülk vermedim mi? O hâlde bana ne getirdin?’ diye sorması üzerine o adam sağına bakar, soluna bakar ve kendisini kurtaracak kimseyi göremez ve önünde durup duran Cehennem’i görür. O hâlde buna göre, sizlerden kim bir hurma tanesiyle bile olsa, kendini bu ateşten korumak istiyorsa, bunu versin. Sadaka olarak verecek hiçbir şeyi bulunmayanlar ise, tatlılık ve iyilikle söz söylesinler; çünkü Allah tarafından bir iyilik, sahip olduğu değerin on ila yüz misli ile mükâfatlandırılır. Allah’ın selamı üzerinize olsun.” (İbn Hişam, II, 107-108; Hamidullah, age, 1,190)

Namazdan sonra Medine’ye doğru yola devam edildi ve bir müddet sonra da Medine’ye varıldı. Artık İslam bir topluluk değil bir devlet olacaktı bu nurlu şehirde ve böylece yeryüzünde, Allah’ı Ahadiyetini, Adaletini ve Kelimesini kıyamete kadar sürdürecek bir kutlu yolculuk başlamış oluyordu.

Advertisement


Leave A Reply