Halide Edip Adıvar Hayatı, Eserleri ve Kısa Özetleri

0
Advertisement

Halide Edip Adıvar Kimdir? Halide Edip Adıvar hayatı, biyografisi, eserleri, eserlerinin kısa özetleri hakkında bilgi.

Halide Edip Adıvar

Halide Edip Adıvar Hayatı

Halide Edip Adıvar; yazardır (İstanbul 1884-ay.y. 1964).

İstanbul Amerikan Kız Koleji’ni bitirdi. O günlerin ünlü aydınlarından özel dersler aldı ve matematikçi Salih Zeki ile evlendi (1901). Bu yüzden İkinci Meşrutiyet’in (1908) canlandırdığı basın dünyasında ilk yazılarını Halide Salih diye imzaladı. (Heyüla, tefrika 1909, Raik’in Annesi, tefrika 1908). 31 Mart Vakası’nın karışıklığından kurtulmak için gittiği Mısır ve İngiltere’den dönüşünde (1909) kadın haklarını savunan yazılarıyla dergilerde göründü; başka bir kadın nikâhlamak isteyen eşinden boşandıktan (1910) sonra adının yanına eklediği baba adıyla (Edip) tanınan bir imza oldu.

Eğitim hizmetlerine adandığı bu yıllarda Darülmuallimat’ta pedagoji öğretmenliği, Vakıf Kız Okulları müfettişliği yaptı, Cemal Paşa’nın çağrısıyla gittiği Suriye’de yatılı kız okullarını örgütlemeye çalıştı (1916); bu sırada ikinci evliliğini Dr. Adnan Adıvar ile yaptı (1907). İstanbul Darülfünunu’nda Batı edebiyatları öğretiminde bulundu (1918-1919), Mütareke’nin ilk aylarında Anadolu’nun işgalini protesto eden mitinglerde coşkulu konuşmalarıyla etkin rol oynadı, Kurtuluş Savaşı’na katılmak için eşiyle birlikte Anadolu’ya geçti ve Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhında basın ve ajans hizmetlerini örgütledi.

Bu yıllarla ilgili anıları Türk’ün Ateşle İmtihanı adıyla kitaplaşmıştır (1962). Onbaşı ve sonradan çavuş rütbeleriyle savaş cephelerini dolaştı, Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda öteki yazar arkadaşlarıyla birlikte inceleme görevi aldı, bu döneme bağlı izlenimleri Dağa Çıkan Kurt adlı yazı derlemesindedir (1922). Zaferden sonraki partileşme çalışmaları sırasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası çevresinde yer alan eşiyle birlikte bulundu. Takrir-i Sükûn Kanunu’na göre (1925) parti kapatılınca siyasal yaşamdan uzaklaştı.

Advertisement

Hastalığının tedavisi için İngiltere’de kalmayı yeğledi. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde okutmanlık ve konuk öğretim üyeliği yaptı (1929), Gandi tarafından çağrılı olarak gittiği Hindistan’da da bulundu (1935), çeşitli kentlerde konferanslar verdi. Yurda dönünce (1939) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne İngiliz Edebiyatı profesörlüğüne atandı, 1950-1954 arasında bağımsız İzmir milletvekili olarak mecliste bulundu, siyasal bir veda mektubuyla ayrılarak emekliliğine kadar öğretim görevine döndü. Türk Kadınlar Birliği İstanbul Şubesi, ünlü miting konuşmasını yaptığı Sultanahmet Meydanı’na “Bağımsızlık Savaşı’nın Sembol Kadını” olarak büstünü diktirdi (9 Mart 1970).

Halide Edip Adıvar Edebi Kişiliği

İkinci Meşrutiyet ile birlikte dergi ve gazetelerdeki yazılarıyla dikkati çeken Halide Edip, emeğinin büyük bölümünü romanlarına ayırmıştır. Baş kahramanların genellikle iyi çizilmiş kadınlar olduğu ilk romanlarda aşk, özlem, kıskançlık, mutluluk konuları işlenmiş (Seviye Talip, 1910; Handan, 1912; Yeni Turan, 1912; Son Eseri, 1912; Mevut Hüküm, 1918); İkinci dönemde Milli Mücadele yıllarının toplumsal ülküleri kişisel yazgıları etkiler hale gelmiştir: Ateşten Gömlek (1922), Kalb Ağrısı (1924), Vurun Kahpeye (1926), Zeyno’nun Oğlu (1928).

Son dönem eserlerinde yazarın toplumsal gerçekliği, ruhsal durumları bile yaşanan zaman ve çevrenin uygarlık birimleriyle açıklama eğilimindedir: Sinekli Bakkal (1936), Yolpalas Cinayeti (1938), Tatarcık (1939), Sonsuz Panayır (1946), Döner Ayna (1954), Akile Hanım Sokağı (1958), Hayat Parçaları (1963), Sevda Sokağı Komedyası (1972), Çaresiz (1972), Kerim Usta’nın Oğlu (1974). Bu son eserlerin hepsinde bir olay çevresindeki insanlar, bireysel özgürlüklerinden çok bağlı bulundukları kuşaklarla dönemlerin birer ürünü olarak gelenek ve törelere bağlanır, belli tezlerin sözcüsü olurlar.

İlk öyküleri Harap Mabetler (1911) kitabında bulunan Halide Edip’ in bu daldaki sonraki ürünleri Kubbede Kalan Hoş Sada (1974), kitabında toplanmıştır. Kenan Çobanları (1918) ve Maske ve Ruh (1945) oyunlarından başka önemli çeviri ve incelemeleri: İngiliz Edebiyatı Tarihi (3 cilt, 1940-1949), Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri (1955).

Başlıca eserlerinin özetleri:
Ateşten Gömlek,

Yayım sırasına göre 7. romanıdır. Anılarından öğrendiğine göre, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ nun bulduğu, Halide Edip’in kitabına ad yaptığı Ateşten Gömlek, ulaşılması olanaksız her ülkünün özlem etkisini belirler: Romanda bireysel aşkların, hem de yurt kurtuluşu yolundaki çıkarsız adanışlarının tutku gücünü anlatır. Gerçekten İzmir’in işgalinde eşini ve çocuğunu yitiren Ayşe, akrabası Peya-mi’nin yanına İstanbul’a geldiği zaman bütün varlığıyla Milli Mücadele’ ye bağlanmış, kişisel bütün isteklerini bu ülkünün gerçekleşmesi yolunda ertelemiştir. Onu sevmekle birleşen Binbaşı İhsan ve Peyami, İhsan’a aşık Kezban, Kezban’a tutkun Mehmet Çavuş, İzmir’in kurtuluşunu olası mutlulukların ilk koşulu sayan Ayşe’nin çevresinde birer ateşten gömlek giymişcesine özlem acıları çekerler.

Kitabın sonunda Ayşe ile İhsan cephe savaşlarında ölür. Anı ve izlenim notlarından romanı izlenen Peyami ölümcül bir hastane yaralısıdır. Kurtuluş Savaşı’nın kesin zaferinden önce biten roman, bütün bu acı sonlara karşın karamsar bir hava taşımaz; “Türk’ün Ateşle İmtihanı” anıları neden sonra kitaplaşan (1962) Halide Edip’in Anadolu yıllarındaki mutlu, güçlü, bilinçli direnişinden aldığı inançla zenginleşir. Ayrıca bu roman, ilk eserlerinde yalnızca kişisel aşk ve tutku konularına eğilmiş olan yazarın bu duygu özleriyle birlikte toplumsal sorunları da anlattığı ilk örnek olarak önemlidir. Bu ilgiyle birçok dile çevrildi, pek çok kez basıldı. Muhsin Ertuğrul yöetiminde filme alındı (1923); 1949’da yeniden sinemaya aktarıldı.

Advertisement
Mor Salkımlı Ev,

yazarın çocukluk ve gençlik anılarını içerir (1963). Sarayda ceb-i hümayun kâtipliğiyle (padişahın özel giderlerini yürüten kişi) görevli babası Edip Bey’den başlayarak Beşiktaş’taki çocukluk evinin ilk izlenimleriyle başlamıştır. Yazar, annesinin ölümüyle duyduğu öksüzlük acılarını dile getirir. Babasının yeniden evlenmesi üzerine üvey ana karabasanı anlatır. Özel izinle Üsküdar Amerikan Koleji’ne yatılı öğrenci olduğu yılların düşlerini, gönül kırgınlıklarını, özlemlerini sergiler. İlk yazarlık yıllarını, ilk evliliğini, anneliğini, açıklar. Yazarın Kurtuluş Savaşı sırasındaki gözlem ve izlenimleri ise ikinci anı kitabındadır: Türk’ün Ateşle İmtihanı (1962).

Sinekli Bakkal,

Yazarın en ünlü romanıdır (1936). Önce Daugher of Clown (Soytarının Kızı) adıyla İngilizcesi Londra’da yayımlandı (1935). II. Abdülhamit yönetiminin (1876-1909) bütün özelliklerini yansıtabilmek için yazar, İstanbul’un Aksaray semtinde bir mahalleyi kesit olarak almıştı: Sinekli Bakkal.. Bir paşa konağı (Zaptiye Nazırı Selim Paşa, eşi Sabiha Hanım, oğlu Hilmi, onun piyano hocası İtalyan Peregrini, konağa sık gidip gelen Mevlevi Vehbi Dede, cariye Kanarya…). Bir imam evi, cami, tulumbacı örgütü, mahalle kahvesi, bakkal dükkânı (Karagözcü ve orta oyunu sanatçısı, zenne rolüyle ünlü Kız Tevgik, cüce Râkım) bu dekorun birikim yerleridir.

İmamın kızı Emine, Tevfik ile kaçıp evlenince roman kahramanı Rabia’nın yaratılış özellikleri ortaya çıkar: Dede etkisinde köklü bir dindarlık, baba izinde sanatçılık mizacı. Paşa konağında Türk sanat müziği eğitimine kavuşan Rabia, hem başarılı bir hâfız, hem çok etkili bir mevlithan olur, ünlenir. Babası sürgündeyken dükkânı da yönetir, kendisine tutulan Peregrini’ye din ayrılığını engel diye gösterince, sanatçı anasından kalan mirsla Türkiye’ye döner, Müslüman olur, Osman adını alır, Rabia ile mutlu bir evlilik yaparlar (Bu evliliğin ürünü olan Recep, yazarın Tatarcık adlı ikinci romanının -1939- olumlu kahramanlarının başında gelecektir).

Meşrutiyet ile sürgünden dönen Tevfik, torun sevincini ve sözde özgürlüğü, tadarsa da roman yönetimde fazla bir değişiklik olmayacağını sezdiren tümcelerle biter. Yazarın tezi, Doğu dünyasıyla Batı dünyasının olumlu bileşimine duyduğu özlemdir (Osman-Rabia birlikteliği). Roman, Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği yarışmada birincilik kazandı (1942), ülkemizde en çok okunan eserlerin başında yer aldı.

Vurun Kahpeye,

Yazarın, bireysel aşk ilişkileriyle ruhsal durumları konu ettiği ilk çalışmalarından sonra gelen ikinci aşamasının ürünlerindendir. Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen iki romanından biridir (1926). Ülkücü ve özverili öğretmen Aliye’nin Anadolu’nun Yunanlılar tarafından işgal edildiği yıllarda (1919) bir kasabada başlayan iş yaşamını konu alır. Ayrıca Aliye’nin gönül ilişkisinide konu alır (Kuvayı Milliyeci Tosun Bey). Kendisine tutulan Yunan Komutanı Damyanos ile düşmandan yana Hacı Fettah gibi yobazlar arasında sıkışan çaresiz yazgısı.

Sonsuz üçgenin -bu romanda iki erkek bir kadın-bitmez tükenmez sorun çeşitleri arasında yurt savunmasını gerektiği görevler zorunluğu. Tosun Bey’in işini olanaklı kılmak için Damyanos’un yanında kalmak gereğine inanan Aliye. Cephaneliğin patlatılması, Yunan güçlerinin kasabadan kaçması üzerine, eylemini bir namus sorunu yapan bağnazlarca linç edilirken sakatlanan Tosun Bey. Tosun Bey’in nice zaman sonra gelebildiği kasaba alanında bu kez Hacı Fettah gibiler İstiklâl Mahkemesi’nin kararıyla darağacında asılırlar. Eser birkaç kez filme alındı (1949, 1964, 1973).


Leave A Reply