İbni Haldun Kimdir? Büyük Tarihçi İbni Haldun’un Hayatı, Görüşleri

0
Advertisement

İbn-i Haldun Kimdir ve ne yapmıştır? İbn-i Haldun hayatı, biyografisi, eserleri, felsefesi, çalışmaları hakkında bilgi.

İbn-i Haldun

İbn-i Haldun

İbn-i Haldun; (d. 27 Mayıs 1332, Tunus – ö. 17 Mart 1406, Kahire), Mukaddime adlı başyapıtıyla, dindışı ilk tarih felsefelerinden birini geliştiren en büyük Arap tarihçidir. Toplum yapısını ve toplumsal değişmeyi konu alan yeni bir bilim geliştirerek bunu ilmü’l-umran (kültür bilimi) olarak adlandırmıştır. Müslüman Kuzey Afrika’nın çok kapsamlı bir tarihini de kaleme almıştır.

Yaşamı.

İbn Haldun, et-Tarif bi İbn Haldun (1405) başlıklı otobiyografisinde verdiği bilgilere göre, Hadramut’tan İspanya’ya göç edip daha sonra Tunus’a yerleşmiş köklü bir aileden geliyordu. Tunus’ta Ebu Abdullah el-Ensari ile öteki ünlü öğretmenlerden Kuran, tefsir ve fıkıh dersleri aldı. 1349’daki veba salgınında annesini ve babasını yitirdi. Merini sultanı Ebu’l-Hasan’ın Tunus’a girmesinden sonra kısa sürede seçkin bilginler arasına katıldı. Felsefe, tarih coğrafya bilgisini derinleştirdi. 1350’de Merini sultanı Ebu İshak’ın hizmetine girdi, ardından Sultan Ebu İnan’ın veziri oldu. Saray çekişmeleri nedeniyle 1357-58 yıllarında hapiste kaldı.

Sultanın ölümü üzerine Ocak 1359’da yeni sultan Ebu Salim tarafından kâtipliğe atandı. İki yıl sonra bu görevden ayrılarak kadılığa başladı. 1362’de Endülüs’e giderek Gırnata (Granada) emiri Abdullah bin Ah-mer’in sarayına girdi. 1364’te Kastilya kralı I. Pedro’yla (Zalim) barış yapmak üzere İşbiliye’ye (Sevilla) gönderildi. Ailesinin ünü dolayısıyla Pedro tarafından büyük konukseverlikle karşılandı.

Kendi hizmetine girmesini isteyen kralın aile mülklerini geri verme önerisini bile incelikle geri çevirerek görevini tamamladıktan sonra Gırnata’ya döndü. Ama vezir İbn Hatib ile arası açılınca buradan ayrılarak Bicaye emiri olan eski dostu Ebu Abdullah Muhammed’in sarayına gitti, 1365’te onun veziri oldu. Bu görevini sürdürürken fıkıh dersleri ve vaazlar da verdi. Bir yıl sonra Konstantin (Constantine) emiri Ebu’l-Abbas’ın Bicaye’ ye saldırması ve Ebu Abdullah’ın öldürülmesi üzerine yeni sultanın hizmetine girdi. Ama bir süre sonra görevinden çekilerek önce Devâvedi Arap kabilesinin, daha sonra Biskra’daki dostlarının yanında kaldı. Ardından, hem rakibi hem dostu olan İbn Hatib’i ölüm cezasından kurtarmak umuduyla bir kez daha Gırnata’ya (Granada) gitti, ama başarılı olamadan döndü. Mart 1375′ te ailesiyle birlikte Tlimsen’e yerleşti.

Advertisement

Bir süre bütünüyle bilimsel çalışmalara yöneldiyse de Tlimsen sultanı Ebu Hamu tarafından yeniden görevlendirilerek 1375-78 arasında İbn Selame Kalesi’nde kaldı. Burada göçebe yaşamını yakından tanıdı ve Mukaddime’sinin müsveddesini hazırladı. Ama yapıtı için gerekli belgeler 27 yıldır uzak kaldığı Tunus’ta bulunduğundan Sultan Ebu’l-Abbas’ın izniyle Tunus’a gitti. Bir yandan ders vermeyi ve araştırmalarını sürdürürken bir yandan da Berberi tarihini konu alan yedi ciltlik el-Unvanü’l-İber fî Divani’l-Mubtede ve’l-Haber’i tamamladı (1380); kısaca el-İber adıyla bilinen bu yapıtın ilk nüshasını sultana sundu. Tunus müftüsü İbn Arafa’yla çekişmelerinin yoğunlaşması üzerine hac bahanesiyle sultandan izin alarak Ekim 1382’de Tunus’tan ayrıldı.

Mısır’ın Memlûk sultanı el-Melik Zahir Berkûk, İbn Haldun’u Kahire’deki el-Ezher Medresesi’nde görevlendirdi, 1384 yazında da Maliki baş kadılığına atadı. İbn Haldun, bu sırada Tunus’tan Mısır’a getirttiği ailesinin bütün üyelerini İskenderiye yakınlarında bir deniz kazasında yitirdi.

Gene saraydaki entrikalar yüzünden baş kadılık görevinden alındı. Feyyum’da bir yıl kadar kendi köşesinde yaşadıktan sonra 1387’de hac dönüşünün ardından Sargatmış Medresesi’nde hadis öğretmeni oldu. Toplam 14 yıl ders verdikten sonra Mayıs 1399’da kadılığa getirildiyse de Ağustos/Eylül 1400’de yeniden azledildi. O yılın kasım ayında Memlûk sultanı Nasır, Halep kentini istila eden Timur’un Şam’ı almasını engellemek için düzenlediği seferde İbn Haldun’u da yanında bulundurdu. Sefer sona ermeden sultan Mısır’a döndüğü için, Şam’ın daha uygun koşullarla Timur’a teslim edilmesini ibn Haldun üstlendi.

Bu görevi bir ölçüde başarıyla yerine getirdiyse de Şam’ın yanışım gördükten sonra Kahire’ye döndü. Yaşamının sonuna değin dört kez daha kadılığa atandı. Şifaü’s-Sail adlı yapıtım son yıllarında kaleme aldı. Ölümünden sonra Kahire’ de Makabirü’l-Sufiye’ye defnedildi. Tunus kentinin Halduniye mahallesi ve burada İbn Haldun’un doğduğuna inanılan ev büyük ölçüde eski haliyle korunmaktadır.

Yapıtı.

Mukaddime’yi oluşturan altı kitabın konuları, günümüzün tanımlarıyla şöyle sıralanabilir: I. Kitap “genel sosyoloji”, II. ve III. kitaplar “siyaset sosyolojisi”, IV. Kitap “kent yaşamının sosyolojisi”, V. Kitap “iktisat sosyolojisi”, VI. Kitap “bilgi sosyolojisi”. İbn Haldun yapıtta öncelikle tarihi doğa bilimleriyle karşılaştırarak tarihin de evrensel neden-sonuç ilişkileri içinde işlediğini kanıtlamaya çalışır. Bu amaçla, tarih kaynaklarının eleştirisi (temhisü’l-ahbar) ile olayların nedenlerinin çözümlenmesini (ta’lilü’l-vekayi) birbirinden ayırır. Ona göre tarih, temel gereksinimlerin üretimi ile bilim ve sanatları açıklamalı, yalnızca olgularla değil, onların gerçekleşmesini sağlayan koşullarla da ilgilenmelidir.

İbn Haldun insan toplumlarının değişmesini belirleyen temel düzenlilikleri şöyle sıralar:
  • 1) Bilimler ve sanatlar insanı hayvandan ayıran niteliklerdir,
  • 2) birlikte oturma gereksiniminden devlet, peygamberlik ve hükümdarlık doğar,
  • 3) teknik ve özgür sanatlar temel gereksinimlerin paylaştırılması zorunluluğunun ürünüdür,
  • 4) topluma bağlılığın (asabiyyet) kaçınılmaz sonucu işbirliğidir.

Toplumun başlıca iki kategorisi, göçebe yaşam ile yerleşik yaşam bu temel düzenliliklere bağlıdır ve ancak onlar aracılığıyla incelenebilir. Geçmiş ile şimdinin karşılaştırılması, değişim genellikle çok yavaş olduğu için, dikkatle yapılmalıdır. Gözlenemeyen olguların, gözlenen olgulardan çıkarsanması ancak değişimle ilgili belli ilkeler varsa olanaklıdır.

Advertisement

Coğrafi ortamın da toplumların yaşamı üzerinde belirleyici etkisi olduğunu vurgulayan İbn Haldun’a göre aşırı iklimler toplumların gönencine uygun değildir. Bu nedenle uygarlıklar ılımlı iklimlerde kurulur; ancak bu iklimlerde kurulan uygarlıklar düzenli ve çevreye uyumlu olur. İbn Haldun’a göre insan, alışkanlıklarının ve kazandıklarının ürünüdür.

Alışkanlıklar insan doğasını değiştirir; insan doğası alışkanlıklarla biçimlenir. Örneğin göçebeler hareketli ve tehlikelerle dolu bir yaşam sürdükleri için yerleşik halklardan daha cesur, birbirlerine daha bağlı, iyiliğe daha çok eğilimlidirler. Yerleşikler ise üretim ve ticaret gibi uğraşları, iktidarı sürdürme çabaları nedeniyle göçebelerden daha zekidir. Ama gene bu özelliklerin doğurduğu sanat ve bilimlerin gelişmesi, insanların gereksinimlerini, hırslarını, düşkünlüklerini artırır, sonunda ahlakın da bozulmasına yol açar.

Uygarlıkların çöküşünde bu işleyişin büyük payı vardır. İbn Haldun, toplumsal otoritenin ve devletin kaynağını asabiyyet kavramında bulur. Asabiyyet üstünlüğe, üstünlük de otoriteye yol açar. Ama üstünlük mücadelesinin kişisel otoriteye dönüşmesi devletlerin çöküşünü de hazırlar. Dayanışma gücü, devletin ve uygarlığın çöküşünün tohumlarını içinde barındırır.

Her devletin gelişmesi başlıca beş aşamadan geçer:

1) Göçebelerin, istila ettikleri ülkeye yerleşmeleri,
2) yenilen halkların yönetilmesi, kişisel iktidarın kurulması, azatlı köleler sınıfının (mevali) ve sanatların oluşması,
3) toprağın işlenmesi, ticaretin gelişmesi, büyük kentlerin oluşması ve zenginliğin artması,
4) güçlü devletin barış içinde refaha dayanan denge durumu,
5) verimlilik ve genişleme, iktidarı elinde tutanların sefahat ve şehvete düşmeleri, çöküş.

Dolayısıyla toplumların ve devletlerin yaşamındaki aşamalar bir bireyin yaşamındaki aşamalara benzer. Bu belirlenim zincirine müdahale etmek olanaksızdır. Bu nedenle İbn Haldun büyük devletleri yalnızca bir olgu olarak gözler, yetkin bir devlet biçimi önermeye çalışmaz. İbn Haldun’un el-İber’e giriş olarak kaleme aldığı Mukaddime İslam dünyasında önceleri çok yankı uyandırmasa da Kahire’ deki öğrencileri üzerinde derin bir etki yaptı.

Bu öğrencilerden biri olan Makrizi, döneminde aşırı ölçülere varan enflasyonu öğretmenine yaraşır bir derinlikle çözümledi, çağdaş toplumsal koşullara ışık tutan kapsamlı yapıtlar kaleme aldı. 15. yüzyılda Mısır’da tarih yazarlığında görülen çarpıcı canlanmanın kaynağında İbn Haldun’un etkisi vardı. 16. yüzyıldan sonra Osmanlı yazar ve bilginleri de İbn Haldun’a büyük ilgi gösterdi.

Taşköprüzade, Kâtip Çelebi ve Naimâ’nın sık sık başvurdukları Mukaddime’ nin ilk Türkçe çevirisinin bir bölümü Şeyhülislam Pirîzade Muhammed Sahib Efendi, gerisi de Cevdet Paşa tarafından yapılarak 1858-61 arasında yayınlandı. Ayrıca Sami Paşazade Abdüllatif Subhi Paşa, Mısırlı Mehmed Ali Paşa’nın özendirmesiyle el-İber’in tarih bölümünü İran’daki Sasaniler hanedanına değin Türkçeye çevirerek Miftâh el-İber adıyla yayımladı (1859). Mukaddimenin günümüz Türkçesiyle tam çevirisi ise 1954’te yayımlandı.

Yapıt Avrupa’da eksiksiz olarak ilk kez 1958’de Etienne Quatremére tarafından üç cilt olarak yayımlandı, Les Prolégomènes adıyla ilk Fransızca çevirisi 1863-68 arasında basıldı. İstanbul’da Atıf Efendi Kütüphanesi’ndeki nüshaya dayalı üç ciltlik İngilizce çeviri ise 1958’de yayımlandı. Mukaddime 1983’te yeniden Türkçeye çevrilmiştir.


Kaynak – 2

İbn-i Haldun Kimdir?

İbn-i Haldun; Muhammet bin Abdurrahman, Arap tarihçi ve felsefecisidir (Tunus 1332 – Kahire 1406).

Çağının geleneği uyarınca ilkin Kuran, fıkıh, matematik, mantık, kelam ve felsefe öğrendi. Eserlerinde hareketli ve renkli yaşamasından devşirdiği veriler yönlendirici ve yer yer de temellendirici öğelerdir. İspanya, Kuzey Afrika, Şam ve Arabistan’da bazen gezginlik, bazen katiplikten vezirliğe kadar uzanan görevlerde bulunup, bazen tutsak, bazen kaçak olarak yaşarken, içinde bulunduğu toplumları inceledi.

Mısır’ da kadı olduğu sırada Tunus’tan gelen ailesini ve tüm varlığını bir deniz kazasında yitirince kadılık görevini bırakarak bir çiftliğe çekildi. 1387’de hacca gidene kadar burada yalnız, düşünüp çalışarak yaşadı ve Mukaddime adlı ünlü eserini yazdı. Hac dönüşü Kahire’de özyaşamöyküsünü (biyografi) yazdı. Ölünceye kadar Kahire’de devlet hizmetinde küçük görevler alarak yaşadı.

Advertisement
İbn-i Haldun Görüşleri

İbni Haldun’un görüşlerinde temel konu, insan ve toplumdur. Bir toplum ve tarih felsefecisi olan İbni Haldun’a göre temel, kurucu öğe insandır. Toplum başlıca üç temel nedene dayanarak kurulur. Bu nedenlerin hepsinde kendini gösteren üç motif vardır: İnsanın yalnızlığı, insanın varlığını sürdürme çabası ve insanın başka insanlarla dayanışması.

Böylece insan için toplumsal yaşam kaçınılmaz olunca, toplumun oluşmasındaki üç neden şöyle belirlenir:

(1) İnsanın biyolojik varlığını sürdürmedeki gereksinmeleri için başkalarıyla dayanışma zorunluluğu.
(2) İnsanın dışardan gelecek saldırılar, tehlikeler için başkalarıyla yardımlaşma zorunluluğu.
(3) Ortak yaşamın getirdiği işbölümü için başkalarıyla birlikte olma zorunluluğu.

Ortak yaşamadan ortak bir iç yaşama birliktelik duygusu, alışkanlıklar, ortak davranışlar ve giderek gelenekler, adetler doğar. Toplumu dağılmadan bütün olarak tutan en büyük, en temel neden ruhsal nedendir. Bununla birlikte İbni Haldun’a göre hiçbir toplum sonsuza kadar var olamaz; bir gün dağılır. Toplumsal yaşamada gelişme işbölümüyle gerçekleşir. Uzmanlaşma ise toplumun gelişmesini, ilerlemesini uygarlık düzeyinin artmasını sağlar. Toplumu insan kurarsa da, insanı da toplum belirler.

Bu noktada alışkanlık olayı üstünde durur:

İnsanın karakter yapısını, eylemlerinin, etkinliklerinin yoğunlaştığı alanı, belirleyici özelliklerini toplum içinde elde ettiği alışkanlıklarla toplum belirler. Kalıtsal belirlemeyi, yadsıyan İbni Haldun özce bir benzerliği vurgular: Toplum ve insan en temel çizgilerde benzeşirler; ikisinin de varoluşu, sürüp-gidişi ve sona erişi aynıdır. Toplum, onu oluşturan insanların temel karakter özelliğini taşır. Bu bakımdan bir insanı tanımak için toplumuna, bir toplumu tanımak için de bireylerine bakmak yeter. Eğer insanlar göçebelik özelliği gösteriyorlarsa, toplum göçebe bir toplumdur.

Çünkü bir toplumda bireyler; toplumun inanışları, değerleri, geleneği, dinsel tutumlarıyla biçim bulurlar. Toplumun olduğu yerde devletle karşılaşırız. Devletin varoluşu gibi yok oluşu da, ortaya çıkışı gibi yetkinleşmesi de toplumla olasıdır. Devletin biçimi de toplumun biçimine göredir. Eğer toplum ilkelse, devlet de ilkeldir; eğer toplum uzmanlık dalları belirmiş, sağlam iş bölümüne ve bunun sağladığı dayanışma içinde yetkin bir yaşama düzeyine ulaşmışsa devlet de aynı niteliği gösterir.

İbni Haldun canlı varlık olarak insanı örnek alır. İnsanın yaşam evreleriyle devletin ve toplumun değişik aşamaları özdeştirler. Buna göre üç aşamadan geçilir: Gelişme, yetkinleşme, çöküş. Toplumların gelişmesinde ve çöküşünde ekonomik nedenleri ölçüsünde, kültürel nedenler de etkilidir. Bu nedenle bilim, toplum yaşamında büyük ve önemli bir yer tutar.

İbni Haldun’a göre tüm bilimler iki temel gruba ayrılır:

İlk grupta temel bilimler yer alır. Akla dayanan bu bilimlerden başlıcaları mantık, matematik, doğa bilimleridir. İkinci grupta ise daha çok yoruma dayanan, akıl yürütmelerle ilgili bilimler vardır: Tefsir, hadis, kelam, dil çalışmaları. Bilim doğru düşünmeyi, doğru yargılara varmayı öğreten mantıkla olguların incelenmesidir.

Deneye dayanmayan hiçbir yargı kabul edilemez. Deneysel olmayan, tümel karakterli yargılardan kalkarak evren, dünya, insan ve yaşamı üstüne yargılara varan felsefe bu nedenle sağlam bilgiler vermekten uzaktır. Sağlam doğru bilgi deneye dayanan, doğru bir mantıkla ortaya koyulan bilgidir. Deney ve gözlemi temel alması, topluma ilişkin anlayışlarıyla İbni Haldun, 15. yüzyıla uzanan bir İslâm düşünürüdür. Tüm düşünceleri, Mukaddime adlı (Önsöz. Öndeyiş) eserinde toplanmıştır.


Leave A Reply