Ömer Seyfettin’in İlk Namaz Hikayesinin Özeti Konusu Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Ömer Seyfettin’in İlk Namaz adlı hikayesinin konusu, karakterleri, uzunca özeti. Ömer Seyfettin’in İlk Namaz hikayesini oku.

İlk namaz

İlk Namaz Hikayesinin Özeti – Ömer Seyfettin

Oh, bu sabah ne kadar soğuktu, yatağımın sıcaklığını terk ettiğim vakit, çılgın fırtınalarla geçen gecenin bütün soğuğunu emmiş olan terliklere çıplak ayaklarımı sokunca, titrediğimi hissettim. Hizmetçim tabii uyuyordu, onu bu yakıcı soğukta sıcak yatağından kaldırmaya acırdım. Odamın kapısını açtım. Dışarıda kesici kışın, yırtıcı soğukları yüzümü ve ellerimi tokatladılar. Bu merhametsiz tokatların altında kollarımı sıvadım. Abdestimi aldım. Odama dönünce yalancı bir sıcaklık, bir teselli nefesi gibi, havlunun altından kollarıma, yüzüme, ıslanmış saçlarıma temas ediyordu. Daha gerçek fecr (tan) uyanmamıştı. Yalancı fecrin (tanın) donuk, kırmızı sessizliği gecenin karanlık perdesini parçalayarak büyüyor ve genişliyordu. Pencereye dayandım. Önümde, görüş ufkumdaki bütün evler, ebedi bir uykunun uyanılmaz korkulu rüyalarını tamamlıyor gibi donmuş ve cansız duruyorlardı. Deniz, sınırsız bir lacivert donukluk ile uyuyor ve fecrin geçici gölgeleriyle titreyen uzak ve sisli sahillere beyaz dalgalarıyla sınırsız aralıklı çizgiler çiziyordu.

Evlerin arasında fakir ve önemsiz fakat bir manevi büyüklük ile gökyüzüne doğru yükselen eski camiin küçük ve ihtiyar minaresi daha boştu… Sonra minarenin şerefesinde genç müezzinin zayıf gölgesi hareket etti. Ben hırkama bütün bütün hüründüm. Soğuktan büzülmüş ve düşünceli ruhumu titreten ezanı dinlerken, on beş senedir kalkabildiğim bu büyük ve ruhaniyet dolu sabahların birincisini düşünüyordum. Ah, on beş sene evvel…

Şimdi beni saran teselliden ne kadar uzak bulunduğum an-nem, dünyada en sevdiğim, dünyada tek düşkün olduğum bu Saygıdeğer vücudu işte hatırlıyorum. On beş sene evvel beni ilk Sabah namazına kaldırmış idi. Galiba yine böyle bir kıştı. Onun odasına bitişik olan küçük odamdaki küçük karyolamda uyurken bir öpücük gibi alnımı okşayan nazik eliyle, nazik ince parmaklarıyla saçlarımı tarayarak:

– Haydi, Ömerciğim, kalk, demişti. “Kalk, haydi yavrucuğum.”

Advertisement

Ben gözlerimi açmıştım. Köşedeki küçük yazıhanemin üzerinde yanan küçük gece kandili-ah, bunu unutamam, bu bir kedi kafası idi- iki pencereli olan odamın beyaz, muşamba perdelerinin esmerliklerini aydınlatıyor ve yeşil camdan gözleriyle bakıyordu.

– Fakat anneciğim, demiştim. “Daha gece…”

Her vakit öptüğü yerden, sol kaşımın ucundan tekrar öperek:

– Yok yavrucuğum, saat on iki, sonra vakit geçer..diye koltuklarımdan kaldırdı.

İçi fanilalı küçük terliklerimi giyerek ve gözlerimi yumruklarımla ovuşturarak onu takip ettim. Karanlık sofadan bir anda geçerek odasına girdik. Bağdaş kurmuş bir zenciye benzeyen siyah ve alçak soba gürüldeyerek yanıyordu.

– Aaa… Pervin de kalkmış…

Pervin-hizmetçimizdi-elimizdeki sarı güğümü sobanın üzerinden indiriyordu. Onun kalkacağına hiç ihtimal vermezdim. Annem demişti ki:

Advertisement

– Pervin her sabah kalkar.

Ben hiç kalkmadığım halde onun her sabah kalkmasına şaşırdım. Hırkamı çıkardılar, kollarımı sıvadılar, abdest leğeninin yanına çömeldim. Anneciğim:

– Öyle yorulursun, diye küçük bir iskemleyi altıma koydu. Ona oturdum.

– Haydi, besmele çek…

Pervin, ılık suyu ellerime döküyor, annem başucumda.

– Yüzünü… Kollarını, yine üç defa… diye fısıldıyor, unuttukça…

– Aaa, hani başına mest gibi uyanlarla yanlışlarımı bana tekrar ettiriyordu. Abdest bitince annemle beraber yavaş bir sesle namaz dualarını okuyarak kollarımı ve yüzümü kuruladık. Pervin de ayaklarımı kuruladı. Çoraplarımı giydirdi. Isınmak için sobanın önüne gitmiştim. Arkama dönünce, annemi, tiftik seccadeyi açıyor gördüm… Sonra başına yeşil başörtüsünü örterek beni çağırmıştı:

-Gel…

Gittim. Küçücük ben, onunla bir seccadede, bir yavru saadet ve samimiyetiyle o tatlı, hassas anne vücudunun yanında durdum. İki söz ile bana yapacağımı, önceden öğrettiklerini tekrar etti:

– iki rekat sünnet…Gece öğrendiklerini, okunuşları unutmadın ya?..

– Hayır…

– Haydi…

Advertisement

O, başlangıç tekbirini ellerini omuzlarına kaldırarak kadın gibi yaparken, ben de gayri ihtiyari onu taklit etmiştim. Sünneti bitirdikten sonra, bana gözlerinin tatlı ve tesirli tebessümüyle gülerek:

– Yavrum, demişti. “Sen kadın mısın? Kadınlar öyle başlar. Sen erkeksin. Ellerini kulaklarına götüreceksin.”

Sıcacık elleriyle benim küçük ellerimi kulaklarıma kaldırıp:

– işte böyle… diyerek erkek başlangıç tekbirini öğretti. Ben de tekbiri öyle alıp annemden farkımı, niçin erkek olduğumu, erkekliğin ne olduğunu, erkek olmanın yalnız küçük kızları dövmek ve onlara hâkim olmaktan başka da farklan olacağını düşünerek namazı bitirdim. Dua ederken sordum ki:

– Nasıl dua edeceğim anne?

O dua ediyor ve dudakları hareket ettikçe başörtüsü de hafif titrer gibi oluyordu. Başını salladı, duasını bitirdikten sonra, daha hâlâ hatıranda:

– Evvela islâm olduğun için Ey Cenab-ı Vacibul-Vücut Hazretleri! Sana hamd ederim, de… Sonra, vatanımızın düşmanlarını perişan etmeni senden istirham ederim de… Sonra da bütün eziyet çeken, hasta olan, felakette bulunan, fakir olan Müslümanların selamet ve sıhhatlerini senden temenni ederim de… Kendin için, kendi iyi olman ve şeytanın yalanlarına aldanmaman için dua et, demişti.

Ben bu basit ve Türkçe duayı annemin dolabındaki birbiri üstüne duran ve karıştırmam “dua kitaplarıdır, sakın ilişme!” uyarısıyla daima yasaklanan, Arapça, esreli ve üstünlü kitapları hatırlayarak içimden söyledim, fatiha…

Annem, seccadeyi toplayarak bana uyuyup uyumayacağımı sordu, uykum var mıydı? Bunu bilmiyordum. Cevap vermedim.

– Haydi, öyleyse git, kitabını getir dersini dinleyeyim.

– Peki.

Artık esmer ve duman gibi bir aydınlıkla ışıklanan sofadan hızla geçtim. Odamın perdeleri biraz beyazlamış, küçük gece kandilinin yeşil gözleri sönerek siyah iki nokta gibi kalmış, sanki geceleri kendisine bakarak uyuduğum bu kedi kafası ölmüş, hayatı terk etmişti. Yazıhanemin üstünde açık duran kitabımı kaptım. Annemin yanına koştum, hiç yanlışım çıkmadı. Annem, geceleri derdi ki:

Advertisement

– Yatmazdan evvel dersini üç defa oku yavrum, uyurken melekler onu sana öğretir.

O melekler bu gece de uykumda bana dersimi öğretmişlerdi. Annem şefkatli aferinlerle saçlarımı okşadı ve:

– Daha mektebe çok vakit var, diye beni kendi yatağına yatırdı.

Uykum yoktu. Anneme bakıyordum. Yeşil başörtüsü başında, bu yarı aydınlık içinde, bir hayal gibi hareket ederek Kur’an’ını aldı ve pencerenin kenarına geniş sedire oturarak ince ve narin sesiyle okumaya başladı. Ruhumda bir şiir izi bırakan bu güzel sesi dinleyerek… Büyük yeşil başörtüsünün altında, tıpkı ölen bir kardeşime benzeyen güzel ve temiz çehresini görerek… Ve yavaş yavaş sallanan başının Allah’a yalvaran hafif ahengini seyrederek dalıyordum. Perdelerin altından görülen dumanlı gökyüzü gittikçe aydınlanıyor, geç kalmış birkaç yıldız koyu, lacivert bir atlasa düşmüş mai ve nadide elmaslar gibi parlıyor, mavi ışıklar yayarak parlıyorlardı. Annemi bir meleğe benzetiyordum. Bu hayalle melekleri düşünerek…

Kur’an okuyan annemin şimdi etrafına toplanmaları gereken melekleri göreceğimi zannederek dalıverdim. Yüzümün üstünde, ahirette güller bitecek ve cehenneme girecek olursam asla yanmayacak olan sol kaşımın üstünde tatlı bir ürperme duyuyor, sonra annemin aydınlık bir zambak parlaklığı ile ışıldayan dudaklarının kımıldamasına bakarak… O görülemeyen melek kanatlarının saçlarıma, annemin şimdi Kur’an tutan ince parmaklarıyla okşadığı sarı ve çok saçlarıma dokunduklarını hisseder gibi oluyor ve dalıyordum…

Ah, on beş sene evvelki çocukluk ve şimdiki ben… Tatsız, neşesiz, muhabbetsiz, aşksız v heyecansız, her şeysiz, boş bir hiçten daha boş geçen hayat… Şimdi kirli emelleriyle, hırslarla, gerçekte kıymetsiz olan arzularla yaralı olan ruhum, yok alan kalbim ve maneviyatım… Şimdi, daha bu gece görülmüş, ruhani bir rüya gibi mutlulukları unutmayan bu geçici ömür içinde yalnız kâbus olmayan çocukluk çağı ve hatıratı… Şimdi düşünüyorum ki hayatta bu çaresiz ve şefkatsiz geçmişlerin hayal kurma yokluğundan meydana gelen ne garip bir hiçlik ve hayal dolu bir boşluk, ne anlaşılmaz bir hız var.


Leave A Reply