İnsanların Yeryüzünde İlk Çağları

0
Advertisement

İnsanlık tarihinin ilk dönemleri ilk çağları ve insanlığın ilk dönemleri ile ilgili genel bilgilerin yer aldığı yazımız.

İnsanların Yeryüzünde İlk Çağları

İNSANLIK tarihinin ne zaman başladığını kesin olarak bilmiyoruz. Yalnız, Güney Afrika’da bundan 800.000 yıl öncesinden kalma birtakım taşıllar (fosiller) bulunmuştur ki bunlara dayanarak daha o çağlarda yeryüzünde insana benzer üstün zekalı yaratıklar bulunduğunu söyleyebiliriz.

İlk insanların nasıl oluştuğu ya da nerede ortaya çıktığı her zaman ciddi bir tartışma konusudur. Bilim insanları Göbekli tepe gibi çok eski yerleşim yerleri keşlfettiklerinde aniden dah aönce bildiklerimizin hatalı olduğunu görüp yeni bilgiler ışığında bu bilgilerimizi yeniden tazeliyoruz.

Bundan 150.000 yıl önce, Asya, Avrupa, Afrika gibi dünyanın çeşitli yerlerinde yeni bir çeşit insanın yaşamış olduğunu görüyoruz, ilk örneği Almanya’nın Ren bölgesinde, Düssel dolaylarında Neanderthal’da bulunduğu için Neanderthal insanı adı verilen bu atalarımız da çok ilkel yaratıklardı, görünüş bakımından iri bir maymunu andırıyorlardı. Yalnız, kafaları daha gelişmişti. Kendilerine kırık taşlardan basit aletler yapmışlardı. İnsanın hayvandan en büyük farkı kendine alet yapabilmesi olduğuna göre, bunları ilk insanlar sayabilir, kollandıkları aletleri de sanayiin ilk adımları olarak kabul edebiliriz.

Yeryüzünde medeniyetin ilk ışıkları görülmeye başlamıştı.

Advertisement

İNSAN İLK ÖNCE NEREDE ORTAYA ÇIKTI?

İlk insanımsıların kemiklerine Afrika’nın güney kesiminde Göller Bölgesi’nde rastladığımıza göre, insanın ilk önce bu sıcak ülkede ortaya çıkmış olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre, ilk insanlar Nil vadisinin, o çağlarda geniş ırmakların suladığı verimli topraklar olan Büyük Sahra’nın düzlüklerine yayılmışlar, oradan Orta Doğu’ya, Avrupa’ya Asya’ya, çok daha sonra da Amerika’ya geçmişlerdir.

İNSAN TAŞ ATMASINI ÖĞRENİYOR!

Yüzbinlerce yıl süren bu yayılma sonunda insan yeryüzünün çeşitli bölgelerinde yaşamaya başladı. Daha Neanderthal İnsanı dönemindeyken bile, çeşitli dallara ayrılmıştı. Zekâsı gittikçe gelişiyor, kendine yeni yeni araçlar yapıyor, hayatına hayvanlarınkinden çok daha başka bir biçim veriyordu.

İnsanı kafasını kullanmaya ilk iten şey savunma ihtiyacı oldu. Kendisine zararı dokunabilecek başka yaratıklara karşı taş atmaya, sopa vurmaya başladı. Sonra, ucu sivri uzun taşları kargı gibi kullanabileceğini düşündü. Daha sonra da taşları kendisi kırıp sivriltmeyi akıl etti. Böylece, icat fikri başlamış oluyordu. İlk önce kendini korumak için kullandığı taş, sopa gibi şeylerden hayvanları avlamak için de yararlanabileceğini düşündü.

UYGARLIĞIN MUCİZELER YARATAN GÜCÜ: ATEŞ

Advertisement

İnsanoğlunu öteden beri en çok korkutan yıldırımdı. Gökleri delen keskin bir ışık yere ateş olarak düşüyor, ağaçları yakıyor, hayvanları kavuruyordu. Bu arada, kendi yakınlarından ölenler de olmuştu.

Bu korkunç şeyin iyi bir yanı da vardı: Yıldırımın ateşe verdiği ormanlarda kavrulan hayvanların eti daha tatlı oluyordu. Sonra, orman yangınlarından gelen kızgın hava insanı ısıtıyordu. Demek ki ateş, yerine göre, yararlı da olabilirdi.

Onun için, orman adamı, bir gün, elindeki iki taşı sivriltmek için birbirine sürterken çıkan kıvılcımdan yanındaki kuru otların tutuştuğunu görünce ne sevinmiştir, bir düşünün! Göklerdeki o anlaşılmaz güç şimdi kendi ellerinin arasındaydı. Bu, güneşe de benziyordu; ısıtıyor, aydınlatıyordu. Güneşi kutsal bir varlık olarak gören ilkel insan şimdi onun gücünü daha yakınında bulmuş, bir bakıma kendi eliyle yaratmıştı.

Ateş, böylece, insanı yalnız ısıtan, aydınlatan, yemeklerine tat veren, yırtıcı hayvanları uzaklaştıran bir tılsım olmakla kalmadı; insanın aklında da bir aydınlık yarattı. Düşüncesi parlamıştı. Artık tabiatın kölesi olarak kalmayıp kendisinin de bir şeyler yaratabileceğini düşünebiliyordu. Gördüklerinden sonuç çıkarmasını, bunları birbirine ekleyerek birtakım yeni bilgiler edinmesini öğrenmişti. Öte yandan, şimdi elinde bir şeyi kırmak, kesmek, yontmak için taştan daha başka bir araç vardı. Bu yakıcı gücü kullanarak kendisine yaşayışında yardımcı olacak daha birçok şeyler yapabilirdi.

Ateş, gerçekten, uygarlığın mucizeler yaratan gücü olmuştur. İnsanoğlu bu tılsımın kendisine neler sağlayacağını daha bilmiyorsa da sonrada^ onunla madenleri eritecek, Taş Çağı’ndan Tunç Çağı’na geçecekti. Daha sonraki uygarlıklarda da ateş türlü biçimlerde, insanın işine yarayacak, bu arada ateşli silâhlar da icat edilecekti.

Eski Taş Çağı’nın en gelişmiş zekâsını La Madeleine însanı’nda görüyoruz. Kalıntıları Fransa’nın Dordogne bölgesinde La Madeleine (lamadlen) de bulunduğu için La Madeleine Uygarlığı adı verilen bu dönemde (çağımızdan 14.000-8.500 yıl önce) insan artık gelişmesinin son evresine girmişti. Yüzü maymunu andırır olmaktan az çok çıkmış, kafatası bugünkü insanınkine yakın bir biçim almıştı. Zekâsı da hayli gelişmiş, bu arada kendisine yeni yeni el araçları yapmıştı. Bunlarda, taşın yanı-sıra, artık kemik, boynuz da kullanılıyordu. Şimdi avda yay kullanıyor, ucu çatallı oklar atıyordu. Erkekle kadın arasında iş bölümü de yapılmıştı. Erkek dışarıda çalışıyor, yiyecek topluyor, ava gidiyordu; kadın mağaranın iç işlerine bakıyor, çocuklarını emziriyor, akşama kocasının getirdiklerini pişirmek üzere, ateş yakıyordu. Aile hayatı başlamıştı.

İnsan kendi üzerinde de düşünmeye başlamıştı. Bu arada, hayvan resimlerinin arasına kendi elinin resmini yaptığı da oluyordu. Elinin yaratıcı gücünü de anlamıştı.

ORTA ASYA UYGARLIĞI

Avrupa’da insanlar az-çok uygar bir çağ yaşarlarken, Orta Asya’da, Sibirya dolaylarında, Yenisey (Yeniçay) kıyılarında, Altay Dağları’nda da bir uygarlığın gelişmekte olduğunu görüyoruz. Buna karşılık, Güney Asya bölgelerindeki insanlar pek o kadar büyük bir gelişme göstermemiş, daha ilkel çağlarda kalmışlardı.

Amerika’ya da insan Asya’dan geçti. Orta Asya insanı, M. Ö. 16.000 yıllarında, Bering Boğazı’nı aşarak, Kuzey Amerika’ya da geçti. Bunlar taştan yapılmış araçlar kullanıyorlar, geçimlerini daha çok avcılıkla sağlıyorlardı.

Bu arada, Avrupa’da buzlar yavaş yavaş çözülmeye başlamış, insanlar da güneyden kuzeye doğru ilerleme yoluna koyulmuşlardı. Orta Taş Çağı denilen M.Ö. XV-X. binyılların insanı yeni yeni icatlarda hayli ileri gitmişti. Kendi kendine dallardan, ağaç gövdelerinden kulübe yapmış, çevresine taştan duvar örmüştü; balık iğnesini icat etmiş, ağaçlardan sal yapıp balık avına çıkıyordu. En büyük icadı da tekerlekti. Bir kütüğün yamaçtan aşağı yuvarlandığını görünce bunu avladığı ağır hayvanları taşımada kullanabileceğini düşünmüş, böylece arabaya doğru ilk adımını atmıştı.

Advertisement

CİLÂLI TAŞ ÇAĞI

Günümüzden 15.000 yıl kadar önce Yakın Doğu insanı artık Cilâlı Taş Çağı’na girmiş bulunuyordu. Bu çağda Asya’dan gelmiş insan topluluklarının Orta Doğu’ya, Akdeniz kıyılarına yerleştiklerini görüyoruz. Öte yandan, Avrupa’nın kuzey kesimlerinde, İskandinav Yarımadası’nda yaşayan insanlar da, büyük kayıklarıyla, Britanya Adaları’na doğru uzanmışlardı.

Kaba Taş Çağı da denilen Eski Taş Çağı’nın son yüzyıllarında insanlar daha geniş topluluklar halinde yaşamaya başladılar. Tabiata karşı savaşmakta yeni yeni bilgiler edindikçe birçok engelleri ortadan kaldırıyorlar, böylece bir yerde temelli kalmak imkânını buluyorlardı. Bu yerleşmeden dolayı, toplu halde yaşama ihtiyacını da duyuyorlardı. Hayatları da daha geniş ölçüde gelişmişti. Yiyecekleri arasına av etinden başka, balık da girmiş, yemişlerin yanı sıra yedikleri bitkiler de, kendi yetiştirdikleriyle zenginleşmişti. Taneleri iki taş arasında öğütüp un yapıyorlar, bunlardan ekmek pişiriyorlardı.

işte bu çağlarda, Yakın Doğu’dan, Ege kıyılarından gelen insan toplulukları Avrupa’dakilere daha geniş çapta tarım yapmak usullerini öğrettiler. Onların elinde sağlam ağaçlardan yapılmış, saban gibi, toprağı deşmeye yarayan araçlar vardı. Kendilerinden öncekiler gibi, tohum ekmek için, toprağı sopayla kazacak yerde, bu sabanlarla sürüyorlardı. Gene bu Yakın Doğu’lu, Ege’li insanlar taştan yaptıkları eşyaları da düzeltmişler, pürüzsüz bir hale getirmişlerdi. Böylece, Asya’dan sonra, Avrupa’da da Cilâlı Taş Devri başladı. Bu devre Cilâlı Taş Çağı da denir.

Taş Çağı’nda insanlar çok zor bir hayat sürerlerdi. Bütün yiyecekleri otların kökleri, yemişler, av etiydi. Etleri önce çiğ yerlerdi; ateş yakmasını öğrendikten sonra bunları pişirip yemeye başladılar. Daha sonraki çağlarda insanlar mağara hayatından kurtuldular, kendilerine kulübeler, evler yaptılar.


Leave A Reply