İslam Hikmetinde Bilgi Anlayışı

0
Advertisement

Hüccet’ul-İslam İmam Gazali (k.s.)’nin Bilgi Anlayışı

“İslâm’ın delili” ya da kanıtı anlamına gelen “Huccet’ul- İslâm” lakabıyla tanınan İmam Gazâlî (d.l058/ö.llll) bilgi meselesine yaklaşırken önemli gördüğü ve açıklığa kavuşturması gerektiğine inandığı bazı temel noktalar vardır. Bunlar: Bilgi için güvenilir ve sağlam bir metod bulmak; bilgiye bir sınır tayin etmek; aklı yine kendisiyle eleştirmek; verdiği hükümlerin ve duyulara dayanan bilgilerin hata ihtimali taşıdığını, akılla Allah’ı bilmenin mümkün olmadığını ve O’nu bu yolla temellendirme-nin güvenli bir yol olmadığını bilmek ve Allah’ı bilmenin esas yolunun ise ilhama dayalı Allah’ın kalbe yansıttığı bir nur olduğunu kabul etmektir.

Bilgi Nedir?

Gazâlî (k.s)’ye göre, insanda bilginin meydana gelmesi, modern bilgi anlayışındaki gibi iki tarafın, insan (subje) ve insanın dışındakiler (obje) karşılıklı bir ilişki içine girmesi sonucu ortaya çıkar. Gazâlî (k.s), sübje olan, bilen insanı, ilk bakışta farklı anlamlar ifâde eden kavram-larmış gibi görünen, ancak hemen hemen aynı anlama gelen akıl, ruh, nefis, kalp gibi çeşitli kavramlarla karşılamaktadır. Ona göre kalp, renklerin sûret ve şekillerine nispetle ayna ne ise, bilginin hakîkatine nispetle de kalp aynıdır. Her bilinenin bir hakîkati ve her hakîkatin de bir sûreti vardır. İşte bu sûret kalp aynasına yerleşir ve orada açığa çıkar. Bu ifâdelerde, “kalp”, “eşyânın hakîkati” ve bu “hakîkatin kalpte ortaya çıkması” gibi üç önemli husus vardır. Bilen (sübje) eşyânın hakîkatinin kendisidir; bilgi de eşyânın hakîkatinin kalp aynasındaki tezahürü, kendisini göstermesidir. Bu bilgilenme sürecinde bilgiden etkilenen ve farklı-laşan sâdece sübjedir; objede ise bilinmekten ve bilgiye konu olmaktan dolayı herhangi bir değişme söz konusu değildir. Burada objenin subjeye doğrudan bir müdahalesi olmamaktadır; çünkü obje subjeden bağımsız olarak varlığını devam ettirmektedir. Meselâ ateşi algılayıp onun bilgisine sâhip olan bir kimseye ateş varlığı açısından yerleşmez; bilgisine sahip olanı bu bilgiye sâhip olması sebebiyle de yakmaz; sâdece bilende ateşin hakîkati ve mâhîyetine uygun olan sûreti er meydana gelir. Aynı şekilde bilgi de bilgiye konu olan nesnenin hakîkatine uygun bir sûretin kalbe yerleşmesidir (İlme’l-yakîn mertebesi).

Gazâlî (k.s) bilginin meydana gelmesinde bilen, bilinen ve bilgi gibi üç unsurun bulunması gerektiğini belirtmekle beraber; bilginin oluşması için mutlaka subje ile oje arasında bir münasebet ve münasebetin uygun olması zorunluluğu vardır. Çünkü Gazâlî (k.s)’ye göre kalpte hem bilginin,

Advertisement

hem de iman nurunun ve marifet bilgisinin ortaya çıkabilmesi için belirtilen bu şartların sağlanması çok önemlidir (aynada düzgün görüntünün oluşabilmesi için yansıma kurallarının sağlanması gerekmektedir).

Bilginin Kaynağı:

Ğazâlî (k.s)’ye göre insan, dünyaya gelirken, dış dünyadan habersiz ve herhangi bir bilgi ile donatılmamış olarak gelir. O,bütün bilgilerini, tamamen bu dünyaya geldikten sonra kendi imkânlarıyla veya çabalarıyla elde eder (kesbî ilim). İnsan, bu dünyada sahip olabileceği bilgiyi elde etmek için üç kaynağa sâhiptir. Bunlar, akıl,duyu ve kalbe âit bilgi kaynaklarıdır.

İmam-ı Sazali’ye göre, insanın görünür/şehadet âlemine bakan iki önemli duyusal yeteneği vardır:

1.Kuvve-i Hayvaniyye (Biyolojik Yapı):

İnsan, bu duyuları oluşturan hareket kuvveti ve idrâk kuvveti vasıtasıyla arzu ettiği istekleri yerine getirmeye çalışırken, istemediği ve hoşuna gitmeyen şeylerden uzaklaşmaya çalışır. İstenilen veya kaçınılan şeyin sureti hayalde oluşarak önce kişiyi harekete hazırlar (şehvet ve öfke gibi) ve daha sonra düşünce kuvvetinin kararına göre ise de insan harekete geçer. Şehvet ve öfke bu biyolojik sistemin harekete hazırlayıcı kuvvetini oluştururken, insan idrâk kuvveti ( beş duyu, hayal, vehim, düşünce, hafıza ve hatırlama kuvvetleri) sayesinde değerlendirme yaparak kas ve sinir sistemi yardımıyla harekete geçer.

Advertisement

2. Kuvve-i İnsaniyye/Nefs-i Natıka (Zihinsel, Entelektüel Sistem):

İnsanın bu yönünü ise; bilme, öğrenme ve araştırma yapma gibi, sadece insan türüne özgü zihinsel ve entelektüel yetenekler oluşturur. Bu yetenekleri vasıtasıyla insan; analiz ve sentez yapma, akıl yürütme, kıyas yapma(mantık), bilimsel çalışma yapma ve felsefe ve hikmete âit etkinlikleri gerçekleştirme eylemlerinde bulunur. Aynı zamanda sâhip olduğu bu yetenek sayesinde bilinmeyen/duyu ötesi âlemle de bağlantı kurar ve din olgusunu anlama ve gereklerini yerine getirme konusunda sorumlu hale gelir.

Bu anlattıklarımıza bağlı olarak akıl, yukarıda bahsettiğimiz yeteneklerden aldığı bulguların niteliğine göre değerlendirmesini yaparak bir konuda hüküm verir. Şimdi bu aşamada en önemli soruya gelelim:

Aklın verdiği hükmün doğruluk derecesi nedir? Ve akıl bu sınırlı imkânıyla neleri bilebilir?

İnsanı kuşatıp çevreleyen dış dünya, heterojen bir yapıya sahiptir. İnsana, bu dünyayı algılaması, tanıması ve idrâk etmesi için duyu organları ile idrâk gücü verilmiştir. Gazâlî (k.s) bilgiye konu olabilecek olan nesneleri duyularla algılanabilen ve akıl yürütme ile bilinebilen diye ikiye ayırır. Ona göre akıl yürütmeyle bilinebilen varlık dünyasında duyuların doğrudan bir etkisi söz konusu değildir. Şimdi bilgi ediniminde oluşan bu aşamaları değerlendirelim:

a) Gazâlî (k.s) insanda bilgiye kaynaklık edebilecek bir şekilde ilk oluşan şeyin duyu organları olduğunu belirtir. Bunlar önem sırasına göre dokunma, görme, işitme, tatma ve koklama duyularıdır. Duyular ile dış dünyayı algılama ilk yedi yaşına kadar çok büyük önemlilik arzeder. Yedi yaşından itibaren temyiz (fark etme ve tanıma) gücü etkili olmaya başlar. Bu sâ-yede duyularla algılanma imkânı olmayan bazı şeyleri idrâk etmeyle artık yeni şeyleri öğrenmeye başlar. Artık duyulur âleme dâir bilgilerinden idrâk etme yeteneği sâyesinde daha üst âleme âit bilgileri elde etmeye doğru insanda bir gelişim süreci başlamış olur.

b) Bilginin kaynağı meselesinde Gazâlî (k.s) ikinci merhalede akıl bilgisine yer verdiği görülür. Bunun nedeni ise insanda önce dış dünyayı, nesneler dünyasını algılama özelliğinin yaratılması, daha sonra temyiz gücünün ve akıl safhasının yaratılmasıdır. Aklın yaratılması ile insan, dinî ve sosyal yapıya âit kuralları anlar, sorumluk ve yükümlülükle ilgili kendine düşen görevleri, ceza ve mükâfaatı öğrenir. Bu yönüyle insan artık diğer canlılardan farklı bir varlık mertebesine sâhip olduğunu da idrâk etmiş olur. Bu gücü Gazâlî (k.s), insan düşünceleri için bir ölçü kabul eder, o sâdece gayb ^metafizik) âlemine âit bilgilerin elde edilmesinde aklın hükümlerine yeterince güvenmez, onun dışındaki değerlendirmeler için aklı esâs kabul eder. Çünkü ona göre Allah (C.C) aklı “nur” olarak nitelendirmiştir. Bu durumda ilmin ve bilginin doğduğu ve hayat bulduğu cevher akıl olmakta ve o akla nispetle bilginin; ağaca nispetle meyve; güneşe nispetle ışık gibi olduğunu dile getirmektedir.

c) Gazâlî (k.s)’de akıldan bir sonraki ve üst düzeydeki öğrenme ve bilgi edinme kaynağı olarak da “Allah’ın insanın kalbine attığı nur, verdiği ilham” mertebesidir. İnsan bu sâyede duyu ve akıl ötesi âlemle münâsebet kurarak keşif ve müşâhedeye dayalı ilm-i ilâhi (mârifetullah) dediğimiz bilgileri elde etmeye başlar. Gazâlî (k.s), kalbe nur şeklinde tecellî olarak gelen bu bilginin muhatabının sâdece peygamberler (Allah’ın selâmı hepsinin üzerine olsun) olmadığını, onlarla beraber böyle bir bilgi imkânının Allah (C.C)’ın seçkin kulları için de söz konusu olduğunu belirtir (çünkü Hak dostları, Peygamberlerin gerçek vârisleridir). Peki, bu öğrenme nasıl gerçekleşir?

Gazâlî (k.s)’e göre böyle bir bilginin doğuş süreci şöyle bir yöntemle gerçekleşir; Önce insan nefs tezkiyesi dediğimiz nefsin yerilmiş sıfatlarından arındırılması mücadelesine girişerek nefsin kötü sıfatlarını yok eder; Allah’ın gayrısından alakayı keser ve bütün varlığı ile Allah’a yönelir. Bu gerçekleşince de Allah kulunun kalbine hâkim ve sâhip olur. Allah’ın kulun kalbine hâkim olunca, rahmetler ve hakîkatin nuru kalpte parlamaya başlar. İnsan bu mertebeye ancak samimiyeti, yeteneği, himmetini yüce tutmasıyla ve Allah’ın dilemesiyle sâhip olabilir. Acaba insandaki duyusal yeteneklerin ve aklın bu kalbî bilgi ile bir ilgisi var mıdır? Kalbî bilginin oluşmasında ön şart olan nefs mücâdelesi, duyusal unsurlar ve aklî değerlendirmelerin yardımı olmadan gerçekleşemez. Sonuçta bu üç bilgi kaynağı sürekli olarak birbirleriyle bir etkileşim içerisindedirler.

Bilginin Değeri

Yukarıda belirtilen bilgi kaynakları kişinin benliğinde bulunan ve öğrenmeyi oluşturmada yararlandığı fıtrî (doğuştan sâhip olduğu) yetenekleridir. Bizi bu aşamada ilgilendiren asıl mesele ise, bu yeteneklerin öğrenme sürecindeki etkinlikleri ve güvenilirlikleridir.

Advertisement

Gazâlî (k.s), bilgiyi, güvenilirlik ve geçerlilik açısından üçe ayırır:

a) Kesin bilgiler (yakinîyât)

b) İnançlara dayalı bilgiler (itikadât)

c) Zannî bilgiler (zanniyât, kesin olmayan bilgiler)

Peki, bu bilgilere ulaşmada aklın uyması gereken yöntem ne olmalıdır? Gazâlî (k.s)’nin bir sonraki aşamada ortaya koyduğu şey ise, doğru bilgiye temel teşkil edecek doğru düşünmenin (mantık) kurallarını belirlemektedir. Bu nedenle “mantık ilmine sâhip olmayanın ilmine güvenilmez” prensibi Gazâlî (k.s) için bilgi edinme sürecinde büyük bir anlam taşır. Şimdi yukarıda sınıflandırdığımız bilgi türlerinin anlamı üzerinde duralım:

Yakîn, içinde şüphenin olmadığı, aklın hakîkati doğrudan bildiği, doğruya ulaşma konusunda emin olduğu bilgilerdir. İnançlara dayalı bilgileri de aynı şekilde düşünebiliriz. Allah’ın varlığı, birliği ve yaratıcılığı bilgisi ile peygamberlerin vahyî bilgi olarak insanlara getirdikleri, aklın kesin olarak inandığı ve kabul ettiği bilgiler olup, onu, çelişkili bulmaya ve yalanlamaya imkân yoktur.

Kesin bilgi ve sarsılmaz inanç (iman, itikad) bilgileriyle ilgili ortaya konulan güvenilirlik ve geçerlilik hükmümüzün anlamlı olmasını ne sağlamaktadır? Bu konuda Gazâlî (k.s)’nin açıklamaları şunlardır: “mantık ilmindeki tasdik türleri bu bahsedilen bilgi türlerinin güvenilir ve geçerli olmalarını sağlamaktadır. Bu tasdik türlerinden evveliyat (ilk temel bilgiler), müşahedât (iç gözlem), mahsusât (dış gözlem), tecrübiyât (deneyler) ve tevatürle (güvenilir ve sağlam kaynaklara dayalı yazılı aktarımlar) yöntemleri vasıtasıyla elde edilen bilgiler, kesin ve güvenilir bilgiler olup; zanna (zihinsel değerlendirmelere dayalı yargılar) dayalı bilgileri ise, kesin olmayan bilgilerdir”. Bu yaklaşımı ile Gazâlî (k.s), mantık yöntemlerine dayalı elde edilen bilgilerle kesinlik ve güvenilirlik arasında yakın bir ilişki kurmaktadır. Gazâlî (k.s) bilgi edinme sürecinde “şüphe” faktörünü bir hızlandırıcı unsur olarak gerekli bir mertebe niteliğinde görür. Onun bu yaklaşımı asırlar sonra Descartes’ın çalışmalarında da bilimsel bir yöntem olarak kullanılacaktır. Gazâlî (k.s) bu yöntemi dinî ve felsefî öğretileri de şüphe ile değerlendirerek kullanmıştır. Onun şüphesi hakîkati ortaya çıkartacak metodik bir şüphedir. Gazâlî (k.s)’nin şüphe ve bilgi arasında var olan etkileşimine göz atacak olursak onun şüphe ile yaklaştığı ilk alan duyular âlemi ve sonra ilk aşamada etkili gördüğü fakat daha sonraki bilgi aşamalarında yetersiz gördüğü akıl cevheridir. Şimdi bu kaynaklarla elde edilen t ilgilerin değerlendirmesini sırasıyla inceleyelim:

a) Duyusal bilgi ve değeri; İnsanın dünyaya geldiği andan itibaren çevresiyle bağlantı kurmasını sağlayan ilk bilgi edinme kaynağı duyusal algılamaya dayalı bilgilerdir. Hatta bu bilgi edinme sürecinin kişinin enne karnında iken başladığını biliyoruz. Gazâlî (k.s) şöyle der: “hakîkatin elde edilmesi yolculuğundaki ilk bilgilerin bu şekilde elde edildiğini belirterek bu durumun kişi için 0-7 yaş arasında etkili olduğunu ifâde eder. Fakat buna rağmen o, zamanla kişinin idrâk seviyesinin ve duyu yeteneklerinin doğasında var olan olguları algılamadaki yetersizliklerden ötürü bu bilgi kaynağına güvenilemeyeceğini söyler. Bu bilgi kaynağının oluşturduğu zaafları ise ancak aklî değerlendirmelerle düzeltmek mümkündür.”

Gazâlî (k.s), tecrübeye dayalı bilgilere de önem verir. Çünkü o, tecrübe edilen bilgilerin, aynı olayın tekrarlara dayanılarak öğrenilen bilgiler olmasından ötürü güvenilir ve kesin bilgiler olarak görür. Mesela “ateş yakar”, ” ısınan hava yükselir” , “su buharlaşır” vb. gibi hükümler tecrübe ile doğruluğu ve geçerliliği olan bilgilerdir. Burada unutulmaması gereken en önemli husus olarak duyuların buradaki rolü, akla hüküm vermesini sağlayacak verileri akla iletmektir.

b) Akıl bilgisinin değerine gelince, duyusal verileri ve vehme (zihinsel) dayalı yargıları, insan, aklî değerlendirmelere tâbi tutarak yanlış-doğru

esaslarını oluşturan bir düşünce sistemine sahip olur. Burada karşımıza şu önemli sorun ortaya çıkacaktır. Aklın yaptığı değerlendirmelerde temel alacağı doğrulayıcı kaynak ne olacaktır? Çünkü insan, sahip olduğu varlık mertebesinin bir sonucu olarak sorumlu ve yükümlü bir varlıktır. Sorumluluğunun ve yükümlüğünün çerçevesini belirleyecek olan ise değişik sosyal, siyasî ve ahlakî sistemler olacaktır ki özellikle ahlakî sistem kişinin hem dünya hayatını hem de ahiret hayatım yakından ilgilendirmesi açısından büyük bir önem arzetmektedir. His, vehim ve aklı, insanda eşya ve olayları bilme ve idrâk etme gücü olara gören Gazâlî (k.s), his ve vehim gücüne fazla güvenmezken aklı ise, olguları değerlendirirken analiz, sentez (tümevarım ve tümdengelim) gibi mantık kurallarını uygulayarak hem bildiklerini niçin bildiğini ve bilemediklerini nasıl bilebileceğini sağlayan ilâhî bir nur olarak görür. Gazâlî (k.s) hakîkati elde etme sürecinde burada durmaz. Çünkü ona göre, aklın hükümlerinde de bir takım yanlış hükümlerin ortaya çıkabileceğini belirtir ve bu aşamada insanı bu tehlikeden emin kılacak tek bir yol vardır; o da “iman” yoludur. İnsan ancak Allah’ın kalbine bir nur olarak ilkâ (yerleştirdiği, ilham ettiği) ettiği iman nuru ile doğrudan veya dolaylı olarak içinde hiçbir şüphenin olmadığı eşyânın hakîkatine âit bilgiye sahip olabilecektir. Doğru düşünmenin gerçekleşmesi için nasıl ki bir yöntem ve gereklilikler var ise, kalbî düşünmenin (tahassüs) oluşabilmesi için de nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesi dediğimiz bir eğitim metoduna (seyr u sülük terbiyesi) gerek vardır. Ancak zorluğundan ötürü insan bu yolculuğa girmek istemez. Ama Rab-bimiz aklî selim ve kalbî selîm sahiplerini yüce kelâmında övmekte ve Kendisini ise, ancak bu mertebenin sahiplerinin bilebileceğini belirtmektedir. Mademki yaratılış gayemiz, O’nu hakkıyla bitebilmek ise, bu zorlu yolculuğa başlamak ve gayret etmekten başka insan için, daha başka hangi şey önemli olabilir ki…

Advertisement

Başarıya erdiren ancak yüce Allah’tır.


Leave A Reply