İslam Medeniyetinde Estetik

0
Advertisement

İslam medeniyetinde estetik konulu yazımız. İslam medeniyetinde mimari, edebiyat, musiki, hat,tezhip,ebru ve minyatür sanatlarında estetik konulu yazımız.

İslam medeniyetinde Estetik

İslam sanatı deyince, aklımıza estetik ruhu ve anlayışı gelir. İslam sanatı, İslam düşüncesini en kibar ve nazik bir sanat eserinde canlandırılmasıyla vücut bulmuştur. İslam sanatı, çirkinliği değil, insana yaraşan güzeli ortaya koyan ve sosyal ortama sunan bir sanattır. Bu tarzda vuku bulan sanat, ait olduğu din ile aynı noktasında oldukları görülür. Örneğin Budist Medeniyeti, Buda dini ve onun tapınağında nasıl ki Buda heykeli ve ilgili süslemeleri olarak kendisini göstermişse, İslam dini inanç esasları ve estetik ruhu da, İslam Medeniyetinin eserleri olan camilerde, çeşmelerde, medreselerde, kilimlerde vs. kendisini göstermiştir.

Medeniyeteler, milletlerin yükselme devirlerine rastlamaktadır. Bu gibi toplumlarda sanatta seferberlik ilan edilmiş gibidir. Köy ve kırsal kesimlerde kilim, palas ve halı dokumacılığı ve oymacılık yapanlar, şehir gibi merkezlerde hüsnü hat ve beste yapan ilim adamları ya da devlet adamlarını ince ruhlu kibar sanatkârdır. Örneğin; Kanuni Sultan Süleyman kuyumculuk sanatıyla meşgul olmuştur, Kadılar ve şeyhülislam olan Yahya Efendi, Hoca Saadeddin Efendi gibi büyük âlimler şiir ve hat sanatıyla ilgilenmişlerdir. Devletin zayıfladığı ve gerilediği dönemlerde ise israf, şehvet ve yabancı kültür ve medeniyetine ait eserlerin arttığını, sanattaki kabalığın sosyal hayatta da hâkim olduğu görülür.

Allah’ın sevgisini elde etmek isteyen fertler, bunun için taşta, ağaçta, iğne ucunda veya divit kamış kalemle en hassas ince çizgi ve motiflerle estetik eser ortaya koymakta huzur bulmuşlardır, islam Medeniyetine mimarîde zirve yaptıran Mimar Sinan, ilahî aşk ve edebî şiir ve musikîde Itrî ve Şeyh Galip gibi büyük sanatkarları anmak kafidir.

Günümüze makamla ve şevkle okunan Tekbir, Salâtü’s-Selâm ile Allah’a yaklaşma ve gönül hoşnutluğu veren eserler de öyle ortaya çıkmıştır.

Advertisement

Sanattaki estetik ve görkemli hali, ait olduğu milletin sosyal hayatında ortak duygu ve düşünce birliği meydana getirmektedir. Yani Milli kültür ruhunu oluşturmaktadır. Örneğin; Bir an kendimizi Londra’da bir kafede olduğumuzu farz edelim ve o ortamda Yunus Emre’nin ilahilerinden birisinin mikrofonda verildiğini duysak nasıl heyecanlanırız ve onur duyarız.

İslam dini, heykel ve resim yapma sanatını olumlu bulmamıştır. Bunun içindir ki Cami ve benzeri yerlerde olduğu gibi pek fazla itibar edilmemiştir. Oysa Hıristiyan dünyasına ait mabetlerde heykel ve benzeri figürlere M.S. 325’de İznik’te tertiplenen konsülde serbest bırakılmış olması sebebiyle yaygınlık kazanmıştır, İslam sanatı ise taş ve ahşap yapılarda olduğu gibi dekoratif sanatlara yönelmiştir.

Bu tür sanatlarımız, insanı hem bu dünyada zevk almasına, hem de uhrevi hayata yönelik düşünmeye yani tefekküre daldırmakta olduğu içindir ki, İslam sanatı beşeri olduğu kadar ilahîdir.

Bir dinin mahiyeti, o dine mensup olan insanlar tarafından ortaya konan sanatla en iyi ifadesini bulur. Nitekim islam’da bilginin kaynaklarını Akıl, Vahiy ve Duygulardan oluştuğu izah edilirken sanatın; hem düşünce, hem ilahî kaynaktan ilham alma, hem de sahip olunan duyguların ortak ürünü şeklinde ortaya çıktığı belirtilmektedir.

Mimarî

İslam Mimarî estetik anlayışında yapılan bina ve eserlerde insan ruhunun zevk ve şevk yani haz duyduğu anlayışta, verimliliğin en fazla olduğu şartlarda, İslam inanç ve ahlâkî değerlerine uyumluluğu dikkate alınarak, göze hoş gelen, kısımları veya ölçüleri arasında tam ahenk ve uyumun sağlanacağı tarzda inşa edilmiştir. Mimarî faaliyetler, sadece iç mimarîde değil, aynı zamanda dış mimarîde de kendini göstermiştir. Estetik ruhu sanatın her çeşidine, hatta denebilir ki en ufak parçasında kendisini hissettirmiştir. Bu anlayış kabir taşlarına yapılan oyma desen veya işlenen yazılarıyla, bir bakır ya da Tunç’tan su tasının üzerine işlenen motiflerle, bir medresenin giriş kapısından iç avlu kemer ve sütunlarına varıncaya kadar kısacası, habbeden kubbeye kadar varlığını görmek mümkündür. İslam Mimarisi, model olarak aldığı varlığın soyut halini işlemeyi yeğlemiştir. İnsana ferahlık, ruha gıda cana şifa veren aydınlık bir ortamda endamı uyumlu olması esas alınmıştır.

Advertisement

Edebiyat

Türkler İslamiyet’i kabulünden sonra edebiyat sahasında ileri düzeyde büyük başarılar elde etmiştir. Türklerin, islami ve Türk edebiyatına ciddi katkıları olmuştur. Edebiyatla beraber İslam’ın ahlak ilkeleri, inanç esasları, Allah ve peygamber sevgisi, ilahî aşk hali terennüm ettirilmiştir. Edebiyatla dua, yalvarış, duygu ve düşüncelerini ifade etmek arzusu doruk noktalara taşınmıştır.

Tasavvuf Pîrlerinden Hoca Ahmet Yesevî, Mev-lana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram- ı Veli, Mevlid-i Şerif yazarı Süleyman Çelebi ve Millî şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy beyi bu cümleden saymak kâfidir. Kısacası gazeller, ilahiler, kasideler, şiirler, nesir tür yazılar, hikâyeler, destanlar, münacaât (Allah’a yalvarış ve acizliğ belirtme) ve na’atlar (Peygamberi övme) hususlarında, edebiyatımızın önemini ve sağlanan başarının ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.

Musikî

Atalarımız musiki için “Cana şifa, ruha gıdadır” demiştir. Gönülden gelen Allah sevgisini, peygamber hasretini, hem ilahî hem de beşeri aşk duygusunu musiki yoluyla karşılamışlardır, insanda haya ve edep hissini koruyan, ferah ve huzur bahşeden, tefekkür ve aşka daldıran musiki elbette kıymetlidir. İslam dini insan dinidir. Yani insanlık için ihtiyaç duyulan meşru her şeyi hoş görür, teşvik eder. İslamiyet, asla yasaklayıcı, mutluluğu engelleyen bir din olmamıştır. Neyden, Rebaptan, sazdan, udtan, tamburdan, teften, davuldan kurduma kadar çalınan her aletten bir his ve duygu elde edilmiş, aşkın kaynağına doğru gidilmiştir. Ortak zevk ve mutluluk duygusu, Milli Kül-tür’ün pekişmesine fertler arasında birlikteliğe vesile olmuştur. Yeri gelmiş savaş meydanlarında ordular marşlarla şaha kalkmış, yeri gelmiş ilahilerle insanımız vecde gelmiştir.

Bayram günlerinde, dinî ayin ve zikir ortamlarında, çeşitli ibadetler ifa edildiğinde getirilen tekbirler ile Selâtü’s-Selâmlar toplumları vecde ve heyecana getirmektedir.

İslamiyet, inanç esaslarına ve ahlaki ilkelerine ters düşmemek kaydıyla meşru eğlenmeyi, musiki söylemeyi ya da müsabakaları yani yarışları meşru görmüştür. İşte bundan dolayıdır ki, bu beşeri duygu, “estetik his” diye tarif edilmiştir.

Hat, Tezhip, Ebru ve Minyatür

İslam mimarisi heykel ve resim yapmaktan men edilince, bütün maharetini ve kabiliyetini soyut ve dekoratif olan estetik sanata yöneltmiştir.

Hat, çizgi sanatı olarak bilinen, güzel yazı örnekleri ile ortaya konulan ve “hat sanatı” denilen estetik emeğin meydana getirilmesidir. Camilerde, saraylarda, evlerde, medreselerde kapı ve duvarlara üzerine oyma taş ve ahşap zemin üzerine levhalar, kitâbeler, mezar taşlarına ve her türlü yazma Kur’an ve diğer kitaplar yazılarak gösterilmiştir. Türk milleti hat sanatında o derecede üstün başarı göstermiştir ki: “Kur’ân-ı Kerim; Mekke’de nâzil oldu, Kâhire’de okundu, İstanbul’da yazıldı” sözünü söyletmiştir.

Hat çeşitleri genelde “altı kalem” olarak izah edilen Kufî, Nesih, Rik’a, Ta’lik, Divanî ve Siyakât çeşitleri bunların kendilerine mahsus türleri ile birlikte anılmıştır. Örneğin, Celi sülüs hattı gibi. Yazı sanatı o derece geliştirilmiştir ki, bin beşyüz kere yazılan bir “ya” harfini diğerlerinde ayırmanın imkânsız olduğu görülmüştür. Yine o kadar zarif ve sanatkârane bir şekilde yazılmıştır ki, Kur’an’ın tamamını içeren yazının kitap hali bir kibrit kutusu hacmi kadar yer tutmuştur. Nitekim Mevlâna Müzesi’nde bu örneği görmekteyiz.

Advertisement

Tezhip süslemek sanatıdır. Kitap kapaklarının içi ve dış yüzeyleri, farklı kabartma ya da düz desen ve motifler deri zemin üzerine işlenmiş, iç yüzeyine ebrulu motif ve desenler, serlevhalar, hatime kısımları aynı şekilde farklı levhalar ya da şekillerle süslenmiştir. ibadet aşkı, Allah ve Peygamber sevgisi tezhipte ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ebru sanatı için hazırlanan

Kitre; Ebru için kullanılan suyun, belli bir kıvamda olması için ayrıca karıştırılan maddelerden biridir.

Tezhip sanatı, özellikle çok değer verilen yerlerde kullanılmıştır, Nadide yazma eserlerde, her türlü tarihi eserlerin giriş kapıları, duvar ve kitabelerinde, Sultanları ferman ve tuğralı resmî belgelerinde, muhtelif cilt kapakları üzerine, münyatür tasvirlerde, sandık ve sanduka üzerlerinde, muhtelif kutu ve alet ve araç-gereçler üzerine kısacası sakınca görülmeyen fakat göze hoş gelecek, değerli görülen her şeye yapılmıştır.

Minyatür; küçük ölçekte olan ve çok ince şekilde işlenmiş olan resim sanatına denilmektedir. Bu sanat için nakış, yapan sanatkâra da Nakkaş denilmiştir. Minyatür, daha çok saray ortamını tasvir eden, ya da süslü bir kuş türünü, önemli bir şaheseri temsilen yapılmaktaydı. Yazılan pek çok kitabın içerisinde ya da müstakil tablo şeklinde yapılıyordu. Bir nevi ifade ve anlatım tarzı olarak, aynı zamanda bir sanat çeşidi şeklinde ortaya çıkmıştır.


Leave A Reply