Advertisement
İçinde konuşmak kelimesi geçen deyimler nelerdir? Konuşmak deyimleri açıklamaları ve anlamları. Konuşmak hakkında deyimler ve açıklamaları.
Konuşmak İle İlgili Deyimler ve Anlamları
- * abuk sabuk konuşmak:
ne söylediğini bilmeden, düşüncesiz, tutarsız konuşmak. - * ağız ağıza vermek (konuşmak):
iki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek bir biçimde konuşmak: “Tenha köşelerde ağız ağıza konuşurken yanlarına biri gelecek olursa hemen susuyorlardı.” -R. N. Güntekin. - * ağzı dolu dolu konuşmak:
heyecanlı söz söylemek: “Birkaç kişiyle, garip bir lisanla ağzı dolu dolu konuşmaya başladı.” -S. F. Abasıyanık. - * ağzı olan konuşuyor:
“konuyla ilgisi olmayan, bilir bilmez herkesin söyleyecek sözü var” anlamında kullanılan bir söz. - * alt perdeden konuşmak: hafif sesle yavaş konuşmak:
“Gözlerini süze süze alt perdeden, tane tane konuşur.” -K. Korcan. - * arkasından atmak (konuşmak):
dedikodusunu yapmak. - * bilmece gibi konuşmak:
açık, anlaşılır bir biçimde konuşmamak. - * boş konuşmamak:
gerçekleri söylemek, bilgisine dayanarak anlatmak: “Amiralin sözlerine inanmak lazım, boş konuşmaz.” -F. F. Tülbentçi. - * bülbül gibi konuşmak (okumak):
1) kolaylıkla konuşmak, okumak: “Kadın bülbül gibi Fransızca konuşuyor.” -H. E. Adıvar. 2) itiraf etmek. - * bülbül gibi konuşturmak (söyletmek):
itiraf ettirmek: “Buluştukları zaman da onu bülbül gibi konuşturdu.” -T. Buğra. - * çan çan etmek (ötmek veya konuşmak):
yüksek sesle sürekli gevezelik etmek. - * dan dun konuşmak (etmek):
yerli yersiz, ileri geri konuşmak.
* dekolte konuşmak:
açık saçık konuşmak.
- * dereden tepeden konuşmak:
gelişigüzel konuşmak, rastgele konular üzerinde konuşmak: “Kahveler içilip dereden tepeden konuştuktan sonra yataklara kavuştuk.” -O. Kemal. - * dirhemle söylemek (konuşmak):
çok az veya yavaş konuşmak: “Üstadı, profesörle taban tabana zıt yaradılışlı bir insandı yani dirhemle lakırtı söylüyordu.” -R. N. Güntekin. - * ezbere konuşmak:
bilmeden, aslını arayıp sormadan konuşmak. - * genizden konuşmak (çıkarmak):
burnu tıkalı gibi konuşmak: “Genzinden çıkardığı seslerle ağlama taklidi yapıyordu.” -O. C. Kaygılı. - * içinden konuşmak:
kimsenin duymayacağı kadar yavaş sesle konuşmak. - * iki satır laf etmek (konuşmak):
dostça biraz söyleşmek. - * ileri geri konuşmak (söz etmek, laflar etmek):
yersiz ve gönül kıracak biçimde konuşmak: “Şoför yolda ileri geri konuştu.” -L. Tekin. - * kalbiyle konuşmak:
düşüncelerini, duygu ağırlıklı bir biçimde anlatmak: “Bana öyle geldi ki bu adam kafasından ziyade kalbiyle konuşuyor.” -R. N. Güntekin. - * karnından konuşmak (söylemek):
1) işitilemeyecek kadar alçak sesle söylemek; 2) uydurarak söylemek. - * kelimeleri tartarak konuşmak:
sonucu hesaplayarak konuşmak. - * konuşmaya dalmak:
başka şeylerle ilişkiyi keserek belli bir konudan söz etmek:
“Konuşmaya dalınca farkında olmadan uzaklaşarak görüş alanından çıkarmıştı hamam böceğini.” -E. Şafak.
* ortaya konuşmak:
sözü hiç kimseyi hedef almadan söylemek.
- * pes perdeden konuşmak:
1) alçak ve kalın sesle konuşmak; 2) alttan alarak, yumuşak bir dil kullanarak konuşmak. - * şundan bundan konuşmak:
havadan sudan konuşmak. - * tane tane söylemek (konuşmak):
acele etmeden, seslerin hakkını vererek herkesin anlayabileceği gibi konuşmak: “Genç kadın ağır adımlarla eski yerine oturdu, tane tane söylemeye başladı.” -A. Gündüz. - * üst perdeden konuşmak:
üstünlük taslayarak söz söylemek: “Sen böyle üst perdeden konuşuyorsun çünkü etrafındaki o çomarlara güveniyorsun.” -R. C. Ulunay. - * yuvarlak konuşmak:
bir şeyin ayrıntılarını gereği gibi belirtmeden genel konuşmak: “Yuvarlak konuşmayı bırak da söyleyeceğini açıkça söyle diye hatibe müdahale etti.” -H. Taner. - * yüksek perdeden konuşmak:
1) yüksek sesle konuşmak; 2) meydan okurcasına sert konuşmak; 3) yapılması güç şeyleri gerçekleştirebilecekmiş gibi abartmalı konuşmak: “Güya bütün memleket arkamızda imiş gibi yüksek perdeden konuşmaya başlamıştık.” -Y. K. Karaosmanoğlu. - * yüksekten konuşmak:
kendini çevresindekilere kabul ettirebilmek için övünerek konuşmak: “Bekçi, onlardan cesaret almış gibi şimdi daha yüksekten konuşuyordu.” -H. Taner. - * bir ayak üstünde bin yalan söylemek:
çok kısa sürede pek çok yalan söylemek: “Bir ayak üstünde kırk yalanın belini büktüğü hâlde para hesabına bir türlü akıl erdiremez, bakkala bozdurulan paranın gerisini daima eksik getirirdi.” -R. N. Güntekin. - * benden söylemesi:
“ben üzerime borç saydığım şeyi söyledim, kendimi suçlu saymam” anlamında kullanılan bir söz. - * ayıptır söylemesi:
1) “bunu söylemek size karşı saygısızlık olacak ancak söylemek zorundayım” anlamında özür dilemek için kullanılan bir söz: “Ayıptır söylemesi, muzundan dalağına kadar ne bulurlarsa yedirdiler.” -A. Ümit. 2) “övünmek gibi olmasın ama” anlamında kullanılan bir söz: Ayıptır söylemesi, akşam kuzu dolması yedik. - * arkadan söylemek:
kendisi bulunmadığı bir yerde bir kimseyi çekiştirmek, dedikodusunu yapmak. - * aleyhinde (aleyhine) söylemek (bulunmak):
çekiştirmek, yermek. - * ağır söylemek:
acı, dokunaklı sözler söylemek. - * ağzına geleni söylemek:
1) nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcı sözler söylemek; 2) gelişigüzel, saçma sapan konuşmak. - * acı söylemek:
olumsuz bir davranış karşısında gerçeği olduğu gibi söylemek. - * bir söylemek pir söylemek:
uzatmadan gereği gibi söylemek. - * bir şey söylemek:
1) konuşmak; 2) belirtmek, anlatmak, ifade etmek.
* (biri için) iyi söylemek:
övmek.
- * (biri için) kötü söylemek:
birtakım olumsuz, beğenilmeyen, istenmeyen tutum ve davranışları olduğunu söylemek, kötülemek. - * bülbül gibi konuşturmak (söyletmek):
itiraf ettirmek: “Buluştukları zaman da onu bülbül gibi konuşturdu.” -T. Buğra. - * bülbül gibi söylemek:
hiçbir şey saklamadan bildiklerini söylemek, itiraf etmek: “Mahkemeye havale edeceğim, orada bülbül gibi söylersin.” -Ö. Seyfettin. - * denli densiz söz söylemek:
uygunsuz, yakışıksız ve saygısız sözler söylemek. - * dirhemle söylemek (konuşmak):
çok az veya yavaş konuşmak: “Üstadı, profesörle taban tabana zıt yaradılışlı bir insandı yani dirhemle lakırtı söylüyordu.” -R. N. Güntekin. - * dudak ucuyla söylemek:
belli belirsiz anlatmak, isteksizce söylemek: “Size hayır kalmadığını dudak ucuyla söyleyiverirler ve gerçekten dedikleri de çıkar.” -R. N. Güntekin. - * edeptir söylemesi:
hlk. “affedersiniz, söylemesi ayıptır ama” anlamında kullanılan bir söz: Edeptir söylemesi, donuna kaçırmış. - * efendime söyleyeyim:
1) söz söylerken gerekli kelimeyi bulamayan bir kimsenin kullandığı bir söz: “Efendime söyleyeyim, sütlü bir mısır kebabı derken bir sivrisinek bulutudur havalanmış çeltik batağından.” -B. R. Eyuboğlu. 2) örnek olarak, mesela. - * gülüp oynamak (söylemek):
neşeli, sevinçli, keyifli, güzel vakit geçirmek. - * işkembeden atmak (söylemek):
uydurarak söylemek. - * karnından konuşmak (söylemek):
1) işitilemeyecek kadar alçak sesle söylemek; 2) uydurarak söylemek.
* kulağına söylemek:
fısıldamak.
- * laf söyledi bal kabağı!:
alay gereksiz yere ve aptalca söz söyleyen kimse için kullanılan bir söz. - * lehinde söylemek (bulunmak):
1) iyiliğini söylemek; 2) hakkında iyi söz söylemek, desteklemek. - * yabana söylemek:
saçma sözler söylemek, boşa konuşmak. - * tane tane söylemek (konuşmak):
acele etmeden, seslerin hakkını vererek herkesin anlayabileceği gibi konuşmak: “Genç kadın ağır adımlarla eski yerine oturdu, tane tane söylemeye başladı.” -A. Gündüz. - * türkü söylemek:
ezgisiyle bir türküyü seslendirmek: “İçeride bir yandan türkü söylüyor, bir yandan da iş yapıyordum.” -P. Safa. - * söylemediğini bırakmamak:
bir kimse veya bir konu ile ilgili olarak söylenmemesi gereken şeyleri söylemek: “Bir vakitler aralarında su sızmayan hatun kişiler şimdi birbirlerini çekemiyorlar, birbirlerinin arkasından söylemediklerini bırakmıyorlardı.” -H. Taner. - * söylemesi ayıp:
utanılacak bir durumun açıklanması sırasında kullanılan bir söz: “O zamana kadar hamallık, boyacılık, müvezzilik ve söylemesi ayıp hırsızlık yapmıştı.” -S. F. Abasıyanık. - * selam söylemek:
1) selamını birine götürmesini söylemek; 2) birinin gönderdiği selamı başkasına iletmek. - * ortadan söylemek:
herkesin içinde, belli bir kimseyi amaçlamadan konuşmak. - * pek söylemek:
kırıcı ve sert konuşmak.