Kurtuluş Savaşı

0
Advertisement

Kurtuluş Savaşı ne zaman ve kimlerle yapılmıştır? Kurtuluş Savaşının nedenleri, cepheleri, özeti ve sonuçları hakkında bilgi.

Kurtuluş SavaşıKURTULUŞ SAVAŞI, I. Dünya Savaşı’nda yenildikten sonra, anayurdu yabancı işgal kuvvetlerinden kurtarmak için milletçe giriştiğimiz savaştır. Türk milleti için bir ölüm-kalım savaşı olan Kurtuluş Savaşı, kadınlı erkekli bütün Türkler’in tek bir vücut olarak eşsiz fedakarlıklarla çarpışması sonunda zaferle sonuçlanmıştır. Düşmanların yurdumuzdan kovulmasından sonra da yüzlerce yıllık imparatorluk idaresi yıkılarak yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur .

1911 ‘de Trablusgarp Savaşı, 1912’de Balkan Savaşı gibi, arka arkaya girdiğimiz savaşların sarsıntısı geçmeden 1914’te I. Dünya Savaşı başlamıştı. Geçirdiğimiz sarsıntıların büyüklüğü düşünülürse bu savaşa girmememiz gerekirdi. Yalnız, o zamanki Osmanlı hükümetinin düşüncesizliği yüzünden, 16 kasım 1914’te savaşa girdik.

Büyük fedakârlıklarla sürdürdüğümüz savaş sonunda bağlaşık bulunduğumuz devletlerle birlikte yenildik. Düşmanların anayurdumuzu parçalamak için bekledikleri an gelmişti. 30 ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğumun hemen hemen bütün hükümranlığına son veriyordu. (Mondros Mütarekesi Yunanistan’ın Limni adasında Mudros kasabasında imzalanmıştır.)

Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada yurdumuzda büyük bir sefalet ve ümitsizlik vardı. Herkes galip devletlerin topraklarımızı paylaşmaya hazırlandıklarını biliyordu. 1911-1918 arası tamamen savaş içinde geçmiş, bu savaşların hepsinde de yenilmiştik. Zaten savaşta yenilmemizden çok önce Rusya, İngiltere, Fransa arasında gizli görüşmeler yapılmış, Türkiye’yi aralarında nasıl paylaşacakları kararlaştırılmıştı. Bu üç devlet arasında 1915’te yapılan gizli anlaşmaya sonradan italya da katılmıştı.

Yurdumuzun İşgali

Advertisement

I. Dünya Savaşı, 1918’in sonlarında bittiği halde Türklerle imzalanacak barış antlaşması 1920’ye kadar geciktirilmişti. Bunun en büyük sebebi yurdumuzu paylaşmak istiyenlerin kendi aralarında yaptığı pazarlıktı. Mondros Mütarekesi’nden sonra Yunanistan da Türkiye’den pay istiyordu. Paris Konferansı’nda büyük devletler Yunanlılar’ın İzmir’i işgaline karar verdiler. İzmir 15 mayıs 1919’da işgal edildi. Böylece, bir yandan Paris’teki barış konferansı devam ederken bir yandan da Türkiye, Mondros Mütarekesi’ne dayanılarak, yer yer işgal edilmeye başlandı.

En sonunda, 1920’de Fransa’da Sevres şehrinde imzalanan Sevr Barış Antlaşması ile, yurdumuzun büyük bir kısmının Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya arasında paylaşılması kabul ediliyordu. Osmanlı hükümeti bu ağır şartlara boyun eğmişti.

Millî Hareket Başlıyor

Adana, Urfa, M araş, Antep’i Fransızlar, Antalya ile Konya’yı İtalyanlar, Ege Bölgesi’nin birçok kesimlerini Yunanlılar, İstanbul’u da ingilizler işgal etmişlerdi. Bu durum bütün Türkler’in kalbinde bir kurtuluş savaşına başlama ateşini uyandırmıştı. Yer yer, belki de birbirlerinden habersiz olarak, çeşitli dernekler kuruyorlardı. Hepsinin de hedefi düşmanı yurdumuzdan sürmek, bağımsızlığımızı yeniden kazanmaktı. Bu dernekler şunlardı:

1 — “Trakya – Paşaeli Cemiyeti” (Edirne ve yakınlarında kurulmuştu.)

2 — Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Millîye Cemiyeti (Merkezî İstanbul’da olan bu cemiyetin Erzurum, Elâzığ gibi illerimizde şubeleri vardı.)

Advertisement

3 — Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti (Trabzon’da).

4 — Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti (Merkezi İstanbul’da olan bu cemiyetin de şubeleri vardı).

5 — Redd-i ilhak Cemiyeti (izmir’de işgalden bir gün önce kurulmuştur.)

Ayrıca, yurdun hemen hemen her yerinde “itilâf ve Hürriyet”, “Sulh ve Selâmet” dernekleri de vardı. Yalnız, bütün bu teşekküller üç, beş kişinin birleşmesinden meydana gelmişti, yurdu bir bütün olarak düşünmüyorlardı. Trakya-Paşaeli Cemiyeti hiç olmazsa Doğu Trakya’yı kurtarmak istiyor, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Karadeniz kıyılarında kurulacağı tahmin edilen Rum – Pontus devletine karşı halkı uyanık bulundurmaya çalışıyordu. Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Millîye Cemiyeti de bir hücum karşısında doğu illerimizi korumayı tasarlıyordu. Bunların bütün yurt ölçüsünde sonuç veremeyeceği açıkça belliydi.

Öte yandan, zararlı dernekler de kuruluyordu. Bitlis ve Elâzığ’da “Kürt Teali Cemiyeti” kurulmuştu. Maksadı yabancı devletlerin yardımıyla bir Kürt hükümeti kurmaktı. İstanbul’da “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” kurulmuştu. Bunların maksadı yurdumuzu İngilizler’in himayesine vermekti. Gene İstanbul’un ileri gelenlerinden bir kısmı da “Amerikan mandası” nı, yani yurdumuzda Amerika hükümranlığını istiyorlardı. Kısacası, herkes ne yapacağını bilmez bir halde bulunuyor, ülkede çok büyük bir çoğunluğun içi kan ağlıyordu.

Mustafa Kemal AtatürkMustafa Kemal (Atatürk) İş Başında

“Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak istiklâl-i tanıma malikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, beşeriyet-i mütemeddine muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesb-i liyakat edemez.

“Ecnebi bir devletin himaye ve sahabetini kabul etmek insanlık evsafından mahrumiyeti, acz ü meskeneti itiraftan başka bir şey değildir. Filhakika bu derekeye düşmemiş olanların istiyerek başlarına bir efendi, ecnebi efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

“Halbuki Türk’ün haysiyet ve izzet-i nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evlâdır!

“Binaenaleyh YA İSTİKLÂL, YA ÖLÜM!”

“İşte halâs-ı hakiki istiyenlerin parolası bu olacaktı.”

Advertisement

“Bir an için bu kararın tatbikatında adem-i muvaffakiyete duçar olunacağını farzedelim! Ne olacaktı? Esaret!”

“Peki efendim, diğer kararlara mutavaat halinde netice bunun aynı değil miydi?”

“Şu farkla ki, istiklâli için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla müteselli olur ve bittabi esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran yâr ve ağyar nazarındaki mevkii farklı olur.”

Türkiye’nin içinde bulunduğu çok ağır şartlan dikkatle gözleyen Mustafa Kemal (Atatürk) yurdu kurtaracak olan savaşı böylece çizmiş bulunuyordu. Bütün Türkler’in bir ölüm-kalım savaşına girmesi şarttı. Hazırlıkları ona göre yapmak, yurdu bir tek amaca göre hazırlamak lâzımdı: Ya İstiklâl, ya ölüm !

Atatürk bu amacını gerçekleştirmek üzere, 16 mayıs 1919’da emektar “Bandırma” vapuru ile İstanbul’dan ayrıldı, yanındaki 19 kişiyle birlikte 19 mayısta Samsun’a ayak bastı.

Atatürk, bir yandan yurdun ileri gelenleriyle temas ederken, bir yandan da çeşitli birliklerin durumu hakkında bilgi almaya çalışıyordu. Bir hafta kadar Samsun’da kal diktan sonra Havza’ya geçti, 25 mayıstan 12 hazirana kadar orada kaldı, sonra Amasya’ya gitti. Burada bütün yurttaki komutanlarla mülki idare âmirlerine tamimler göndererek milli bir teşkilât vücuda getirilmesi gerektiğini bildirdi.

Bu tamimin esasları şunlardı:

1 — Yurdun bütünlüğü, bağımsızlığı tehlikededir.

2 — Milletin bağımsızlığı gene milletin azim ve kararı ile kurtarılabilir.

3 — İstanbul hükümeti vazifesini gerektiği gibi yapamamaktadır.

4 — Milletin haklarını bütün dünyaya tanıtmak için milli bir kurulun toplanması gerekir. Bunun için de Sivas’ta bir kongre toplanmasına karar verilmiştir.

Advertisement

5 — Kongreye katılmak üzere seçilecek olanlar gerekirse kimliklerini saklıyarak yolculuk edecek, bu işi çok gizli tutacaklardır.

Atatürk’ün doğrudan doğruya milletin temsilcileriyle temastan maksadı hem millî mücadelenin esaslarını tesbit etmek, hem de yeni Türkiye’nin temellerini atmaktı, ileriyi gören büyük komutan perakende hareketlere girişmek istemiyor, kurtuluş hareketimizi başıbozuk bir çaba olmaktan kurtarmaya çalışıyordu. Bunun için de her şeyden önce bütün yurdu kaplayan bir düzen kurmak istiyordu.

Sivas Kongresi’nde bu alanda büyük adımlar atıldı. Yurttaki bütün Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyetleri birleştirilerek “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” kuruldu. Bu birlik adına çalışmaya yetkili bir “heyet-i temsiliye” seçildi. Bu temsilciler kurulunun başkanlığına Mustafa Kemal (Atatürk) seçildi. Ote yandan, Atatürk zaten, daha Erzurum’dayken, görevli bulunduğu ordu müfettişliğinden de, askerlikten de istifa etmişti. Şimdi, her türlü kayıttan kurtulmuş olarak, millet yolunda çalışabilirdi.

Temsilciler kurulunun İstanbul hükümetine yaptığı baskı sonunda, İstanbul’da “mebus” (milletvekili) seçimi yapılmış, bir meclis kurulmuştu. Yalnız, İngilizler’in meclis üzerindeki baskısı büyüktü. İşi daha da ileri götürdüler, 16 mart 1920’de Osmanlı Mebusan Meclisi’ne baskın yapıldı, bir kısım mebuslar Malta’ya sürüldü, ayrıca İstanbul’un işgal edildiği ilan olundu.

Bunun üzerine, Atatürk derhal yeni bir meclis kurmak yoluna gitti, 23 nisan 1920′ de Ankara’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Artık yeni Türkiye devleti doğmuştu. Bu olay bütün dünyaya duyuruldu. Bu yeni Türk devleti kurtuluş savaşını yapacak, varlığını bütün dünyaya ispat edecekti.

Savaş Başlıyor

Kurtuluş Savaşı’mızın büyük çarpışmaları Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra olmuştur. Bununla birlikte, asıl savaşın bir yıl önceden başladığını söyleyebiliriz. Yunanlılar’ın Batı Anadolu’yu işgale başladığı ilk günlerde Ayvalık’taki, birliklerin başında Kaymakam (Yarbay) Ali Bey (Ali Çetinkaya) vardı. Düşmanın bir çıkarma hareketine girişeceğini haber alınca emrindeki 172. Alay’ı düşmanı karşılıyacak şekilde düzenledi. Yunanlılar 28 mayıs 1919′ da Ayvalık’a asker çıkarmaya başladılar. Şehrin 2 km. doğusunda mevzilenmiş bulunan 172. Alay, düşmanı ateşle karşıladı, işte Kurtuluş Savaşı’mızın ilk çarpışması bu olmuştur.

Batı Cephesindeki Çarpışmalar

Yunanlılar haziranın ilk haftasında Ödemiş, Nazilli, Tire ve Akhisar’ı işgal ettikten sonra, 12 haziranda Bergama’ya girdiler. Bunun üzerine, Ayvalık cephesinin yanı ve gerileri tehlikeye düştüğü için Ali Bey, kurduğu bir birlikle, Bergama’ya hücum ederek düşmanı püskürttü. Yunanlılar daha sonra Bergama’yı geri aldılarsa da bu bölgede bir cephe kurulmuş oldu. O sırada Balıkesir’deki 61. Tümen komutanlığına gelen Miralay Kâzım Bey (Kâzım Özalp) bu cephenin idaresini üzerine aldı.

Aynı tarihlerde Aydın’da da düşmanla savaş başlamıştı. Yunan birliklerinin Aydın’ı 28 mayıs 1919’da işgal etmeleri üzerine bu kesimdeki Kuva-yı Milliye (millî kuvvetler) harekete geçti. Yörük Ali Efe’nin komutasında büyük bir milis kuvveti vardı. Ayrıca, Denizli’de millî kuvvetler bulunduğu gibi, bir miktar da topçu kuvveti vardı. Bu kuvvetler fırka kumandanı (tümen komutanı) Hacı Şükrü Bey’in komutasında düşmana karşı hücuma geçtiler. 28 haziranda yapılan bu hücumla düşman Aydın’dan çıkarıldıysa da Yunanlılar takviye getirerek yeniden şehri aldılar. Bunun üzerine, Milli Kuvvetler Aydın-Nazilli arasında bir cephe kurdular. Demirci Mehmet Efe, çetesiyle birlikte, cephenin kurulduğu Köşk mevkiine gelerek cephe komutanlığını üzerine aldı.

Öte yandan, Yunanlılar’ın Ödemiş’e doğru yürüyüşe geçmesi üzerine Salihli’de, Alaşehir’de millî kuvvetler harekete geçtiler. Halil Efe’nin birliği Yunanlılar’ı bazı bölgelerden geri attı. Daha sonra bu kesime gelen Çerkez Ethem bu cephenin komutasını üzerine aldı.

Advertisement

Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerinde Batı Cephesi’nde girişilen çarpışmalar milletin içinden kaynıyan yurtseverlik duygusu ile yapılmıştı. Başıbozuklarla askerler yan yana çarpışıyor, kadınlar, çocuklar cepheye malzeme taşıyordu. Bu durumu bir düzene koymak üzere Balıkesir’de 20. Kolordu komutanı Ali Fuat Paşa (Cebesoy) un başkanlığında bir kongre toplandı. Bu kongreye Batı Anadolu il ve ilçelerinden gelen temsilciler katıldı. 13 temmuzda biten kongrede Yunanlılarca yapılacak savaşların bir çete savaşı hüviyetinden kurtarılmasına karar verildi. Daha sonra Alaşehir’de toplanan kongrede de aynı konuda karara varıldı.

Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi’nde, batıdaki cephelerin durumu görüşüldü. Ali Fuat Paşa bütün Batı Anadolu’daki Millî Kuvvetler (Kuva-yı Milliye) komutanlığına getirildi. Atatürk, aynı zamanda, cephedeki hareketlerden Heyet-i Temsiliye’nin haberdar edilmesini istedi. Böylece, batı cepheleri merkeze bağlanmış oluyordu. Ancak, bu arada Eskişehir’e, Kütahya’ya, Afyon’a İngiliz birlikleri getirilmişti. Bu durum merkezin Batı Cephesi’yle bağlantısını güçleştirecekti. Üstelik, Ankara ve Sivas’ın bile kuşatılması tehlikesi baş gösteriyordu. Ali Fuat Paşa bunu ortadan kaldırmak için elindeki kuvvetlerle, bu şehirlere yürüdü.

Ali Fuat Paşa‘nın bir kısmı düzenli, bir kısmı milis kuvvetlerinden kurulu birlikleri Eskişehir yakınlarındaki Cemşit mevkiine varınca mevzilendiler. Komutan ingilizler’e şehirden çıkmalarını, yoksa zorla alacağını bildiren bir ültimatom verdi. Ingilizler’in buna çok sert bir karşılık göndermeleri üzerine Ali Fuat Paşa birliklerine hücum emrini verdi. Kanlı çarpışmalardan sonra İngilizler Eskişehir’den atıldılar, Kütahya ile Afyon’dan da, savaşmadan ayrıldılar. Böylece, merkezle batı cephelerinin bağlantısı sağlandı.

Güney Cepheleri

1919 ocak ayında İngilizler Adana’yı, Urfa’yı, Antep’i işgal etmişlerdi. Aynı yılın eylülünde, İngilizler, Fransızlar’la özel bir anlaşma yaparak, buraları Fransız birliklerine teslim ettiler. Fransızlar bu üç şehir den başka Maraş’ı da işgal ettiler, bu çev redeki Ermenilerle de birleşerek onlarda! yardımcı birlikler kurdular. Ote yandan, hal ka çok ağır muameleler yapıyorlardı. Bütün bu hareketlerin sonucu olarak yerli halkı kendi aralarında teşkilâtlanarak bir mukavemet cephesi kurdular. Niğde’deki 11. Tü men bu cepheyle yakından ilgilendi, yar dımlarda bulundu. Çok ilkel savaş aletleriyle Fransızlar’a karşı hücuma geçen kahramanlarımız düşmana ağır zayiat verdirdiler. 1920 nisan, mayıs aylarındaki çarpışmalardan sonra Adana yakınlarına kadar gelen milli kuvvetler buradaki Fransızlar’ın etrafla ilgilerini kesmeyi başardılar.

Antep Savunması. — Antep’te halk haklarını korumak üzere bir “Cemiyet-i Islâmi-ye” kurulmuştu. Sıvass Kongresi’nden sonra Antep’te de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bir şubesi kuruldu. Bu iki birlik silâhlı, silâhsız herkesi savaşa çağırdı. Fransızlar durumu öğrenince Kilis’ten takviye birlikleri getirtmeye giriştiler. Sait adında bir teğmen, Şahin takma adı ile, bu hareketi önleme işini üstüne aldı. Yoldaki köprüleri havaya uçurduktan sonra Kızılburun denilen yerde mevzilendi. Fransızlar’ı burada karşıladı, geri püskürttü.

Fransızlar martta 1.000 kişilik piyade küvetiyle, toplarla, makineli tüfeklerle yeni bir harekete giriştiler. Bu çarpışmalarda yeniden aynı şiddetle düşmana karşı koyan birliğimizin bütün erleri şehit düştü. Yalnız kalan Sait Bey, şehit düşünceye kadar düşmanla savaştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal’ in emriyle Antep’e gelen Kılıç Ali Bey buradaki Kuva-yı Milliye’nin Komutanlığını üzerine aldı.

Kahraman Antepliler’in Fransızlar’la savaşması bir yıla yakın sürdü. Fransızlar’ın 3.000 kadar olan kuvvetlerine karşı buradaki Kuva-yı Milliye birlikleri ancak 400’er kişilik 3 taburdu. En sonunda, Fransızlar 10 ağustos 1920’de, yeniden takviye aldıktan sonra, Türk mevzilerini kuşattılar. Türkler 6 ay açlığa, susuzluğa, cepane azlığına rağmen mahallelerde, sokaklarda savaşarak Fransızlarla çarpıştılar. Antep savunması Kurtuluş Savaşı’nın bir timsali haline gel miş, yurdun her yanındaki Türkler’e azim, kuvvet vermişti. Buradaki kahramanlarımız ancak şubata kadar dayanabildiler, 7 şubat 1921’de kuşatmayı yararak şehirden çıktılar. Evlâtlarının büyük bir kısmı gazi ve şehit olan Antep’e Türkiye Büyük Millet Meclisi “Gazi” unvanını verdi, şehrin adı o tarihten beri Gaziantep oldu.

Urfa Savunması. — Fransızlar’ın Urfa’yı Ingilizler’den devraldıktan sonra burada giriştikleri haysiyet kırıcı siyaset üzerine Atatürk, Urfa Jandarma Komutanı tâyin edilen Yüzbaşı Ali Saip (Ursavaş) a Fransızlar’ı buradan çıkarması emrini verdi. 1920 şubatının ilk haftasında başlayan savaşlar iki ay sürdü. Türk kuvvetleri Fransızlar’ı kuşattılar, şehirden çekilmelerini bildirdiler.

Fransız komutanı bu teklifi önce kabul etmediyse de kendilerine yardım gelmediğini görünce 8 nisanda şehrî boşaltmak için görüşmeye razı oldu. İki gün sonra da Fransız birlikleri Urfa’dan çekildiler.

Maraş Savunması. — Fransız kuvvetleri Urfa’yı, Antep’i, Adana’yı aldıkları sırada Maraş’a da yerleşmişlerdi. Burada da Fransızlar’la Ermenilerin tutumuna tahammül edemeyen yerli halk düşmana karşı ayaklandı. 20. ve 3. kolordulara bağlı bir kısım subayla erler de bu ayaklanmaya katıldılar. Ocakta başlıyan Maraş Savunması şubat ortalarına kadar sürdü. Kuşatılan Fransızlar kendilerine ancak güçlükle bir yol açarak kaçabildiler.

Advertisement

Doğu Cephesi

Ruslar’ın I. Dünya Savaşı’nda yenilmesinden sonra Kafkasya’nın güney kesimlerinde bir Ermenistan Devleti kurulmuştu. Taşnak Partisi’nin idare ettiği bu devlet İtilâf Devletleri’nden yardım görüyordu. Ermeniler Mondros Mütarekesi’nden beri hem Ermenistan içinde, hem sınırda devamlı olarak Türkler’e saldırıyorlardı. 1920 sonbaharı’nda Kars, Gümrü, Erivan havalisini elinde bulunduran Ermeniler’in tecavüz hareketleri 1920 ilkbaharında artık tahammül edilmez bir hal aldı. Bunun üzerine 9 haziran 1920′ de doğu illerinde geçici seferberlik ilân edildi. Ermeniler’in aynı ay içinde Oltu’yu işgal etmeleri üzerine, Dış İşleri Bakanlığı’mızca bir ültimatom verildiyse de Ermeniler tutumlarını değiştirmediler.

Ermeniler’in 24 eylül sabahı Bardiz cephesine yaptıkları baskın üzerine, seferberliğini tamamlıyan birliklerimiz ileri harekete geçtiler. Doğu Cephesi komutanı 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa idi.

Ordumuz Sarıkamış ve Merdenek’i aldıktan sonra, Sarıkamış – Lâloğlu hattında durdu. Burada hazırlıklarını tamamlaması için bir ay bekledi. Ordu en sonunda, 28 ekim günü Kars üzerine doğru yürüyüşe geçti. Düşmanın karşı koymadan çekilmesi üzerine 30 ekimde Kars, 7 kasımda Gümrü geri alındı.

Doğu Cephesi’ndeki hareketlerin en önemli yanı Ankara hükümetinin yabancı bir devletle imzaladığı ilk antlaşmanın burada yapılmış olmasıdır. Kasımda başlayan görüşmelerden sonra 2 – 3 aralık gecesi Gümrü Antlaşması imza edildi. Bu antlaşma sayesinde hem bütün dünyaya varlığımızı bir defa daha isbat etmiş oluyorduk, hem de 1877 seferi sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybettiği yerler milli Türk hükümeti tarafından geri alınmış oluyordu. Bu antlaşmanın yerini sonradan 16 mart 1921′ de imzalanan Moskova Antlaşması, daha sonra da 13 ekim 1921’de imzalanan Kars Antlaşması aldı.

Öte yandan, 1920 temmuzunda Batum, İngilizler oradan çekilince Gürcüler’in işgaline uğramıştı. Bu hal Breslitovsk ve Trabzon antlaşmalarına aykırıydı. Onun için, Türk hükümetince protesto edildi. 8 şubat 1921’de Ankara’da itimatnamesini veren Gürcü sefiriyle bu konuda görüşmeler yapıldı, 23 şubatta verilen kesin ültimatom üzerine Gürcüler Batum, Ardahan ve Artvin’i kuvvetlerimizin işgal etmelerine razı oldular. Daha sonra Moskova Antlaşması’na uyularak Batum’dan Türk kuvvetleri çekilmiştir.

Pontus Meselesi. — Karadeniz’in Rize’den İstanbul’a kadar uzanan Karadeniz kesiminde, 1840 yılından beri, eski Yunanlılığı diriltmeye çalışan bir Rum zümresi vardı. Amerika’daki Rum göçmenlerinden Klematyos adında bir papaz İnebolu’da ilk Pontus teşkilâtını kurmuştu. I. Dünya Savaşı sıra sında dışarıdan getirilen silâhlar teşkilât mensuplarına dağıtılmış, Samsun, Çarşamba, Erbaa, Bafra’daki Rum köyleri âdeta silâh deposu halini almıştı. Bu bölgelerdeki Rumlar Mondros Mütarekesi’nden sonra bir Pontus hükümeti kurma sevdasına düştüler. Bu maksatla geniş bir ayaklanma hazırladı lar, Amasya, Samsun dolaylan Rum metropolitinin idaresinde dağlara çıkarak, düzenli bir programla çalışmaya başladılar.

Öte yandan düşmanlar Rusya’daki Rum ve Ermeniler’i de Batum’da topladılar, bunları tepeden tırnağa silâhlandırarak kıyılarımıza çıkarmaya başladılar. Anayurdumuza sokulan bu çetecilere yabancı devletler “göçmen” miş gibi davranıyorlar, onlara yiyecek, giyecek yardımı yapıyorlardı. 4 mart 1919’da İstanbul’da çıkmaya başlıyan “Pontus” adlı gazete alenen “Trabzon vilâyetinde Rum Cumhuriyeti’nin tesisine çalışmak” maksadiyle yayınlandığını ilân etmişti. Yunanistan’ın Kurtuluş Bayramı olan 7 nisan 1919’da bütün Karadeniz kesimlerinde, ayrıca Samsun’da mitingler yapıldı.

1920 yılının sonlarına doğru Pontus eşkıyasının sayısı 25.000’i bulmuştu. Bunlar küçük birliklere ayrılmıştı. Doğru dürüst bir savaşa girişemiyor, Türk köylerini yakıp yıkıyor, masum insanları öldürüyorlardı. Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından sonra merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Pontus çetecilerini geri püskürtmeye başladı. Trabzon kesimindeki Rum çetelerini de 15. Kolordu ortadan kaldırdı.

Trakya’daki Durum

Millî Hükümet yurtta duruma hâkim olmaya çalıştığı sırada, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleriyle Trakya – Paşaeli Cemiyeti merkez heyeti bir toplantı yaparak, Trakya’nın idaresini. Trakya • Paşaeli merkez heyetine bıraktı. Trakya’daki 1. Kolordu komutanı Cafer Tayyar Bey de bu merkez heyetindeydi. Ancak, İstanbul’ dan yapılan bir davet üzerine yerine tümen komutanlarından Muhittin Bey’i bırakmış, bir daha da bu görevi üzerine almamıştır.

Advertisement

Yunanlılar 20 temmuz 1920’de Tekirdağ’a bir tümen çıkardılar, o bölgedeki 55. Tümen’imizin toparlanmasına meydan bırakmadan ilerlemeyi başardılar. Ote yandan, Batı Trakya’da Meriç’i geçerek hücum eden Yunan kuvvetlerini 60. Tümenimiz durdurdu.

Ancak, Trakya’daki 1. Kolordu’muzun kudretli bir komutandan yoksun bulunması yüzünden, askerî hareketler iyi idare edilemedi. Sonunda, 1. Kolordu birliklerinin bir kısmı esir düştü, bir kısmı da Bulgaristan’a sığındı.

Batı Cephesinde Büyük Yunan Taarruzu

1919 ağustosunda Paris’te toplanan İtilâf Devletleri Anadolu’daki kendi işgal Kuvvetleriyle Türk Kuvvetleri arasında bir sınır çizilmesini kararlaştırmıştı. İtilâf işgal kuvvetleri komutanlarından general Milen bu işle görevlendirildi. General Milen’in Batı Anadolu’da çizdiği sınır “Milen Hattı” diye anıldı. Anlaşmaya göre Yunanlılar bu sınırı aşmayacaktı.

Yunanlılar 22 haziran 1920’de Milen Hattı’nı geçerek bir genel taarruza giriştiler. Uç tümenle iki koldan Akhisar-Soma doğrultusunda; iki tümenle Salihli, bir tümenle de Aydın cephesinden hücuma geçtiler. Düşmanın kuzey kolu 30 haziran 1920’de Balıkesir’e girdi, süvarileri 2 temmuzda Kirmastı ve Karacabey’i işgal etti. Bu cephedeki 61. ve 56. tümenlerimiz Bursa doğrultusunda çekildi. Düşman ilerliyerek Bursa’yı da aldı, ileri hatlarını Dimboz- Aksu hattına kadar götürdü.

Bu hareketler karşısında çok sarsılan kuvvetlerimiz Eskişehir’e kadar çekildi. Bu sırada İngilizler Mudanya’ya (25 haziran 1920), Bandırma’ya (2 temmuz 1920) birer müfreze çıkardılar.

Salihli doğrultusunda ilerliyen Yunan tümenleri haziran – ağustos arasında Uşak’a kadar gelerek burayı aldılar. Daha sonra Dumlupınar’a kadar ilerliyen bu kuvvetler karşısındaki 3. Tümenimiz ağır kayıplara uğradı. Aydın’dan ilerleyen bir Yunan kolu da Nazilli’ye kadar geldi.

Bütün bu hareketlere karşılık olarak 61. ve 11. tümenlerimiz Gediz’deki düşmanlara 24 ekim 1920’de bir karşı hücum yaptılarsa da başarısızlıkla sona erdi. Yunanlılar da hemen ertesi gün, 25 ekimde, Bursa cephesinden taarruza geçerek Yenişehir’i, İnegöl’ü işgal ettiler.

Bu başarısızlıklar üzerine Batı Cephesi Komutanı Alî Fuat Paşa Ankara’ya çağırıldı. 8 kasım 1920’de Ankara’ya kadar gelen komutanı istasyonda Mustafa Kemal Paşa kendisi karşıladı, Ali Fuat Paşa “sefir-i kebir” (büyükelçi) olarak Moskova’ya tâyin edildi. Batı Cephesi komutanlığına da İsmet (İnönü) ile Refet (Bele) Paşalar getirildi.

Kurtuluş Savaşı’nın Büyük Çarpışmaları

Yunanlılar’ın büyük hücumundan sonra, kendini toparlıyan, düzenli bir ordu haline giren Türk kuvvetleri artık düşman hücumlarını karşılıyacak duruma gelmişti, Yunanlılar 6 ocakta hücuma geçtiler. Bu hücum Türk kuvvetlerinin başarısiyle sona erdi. Yunanlılar bu yenilgilerinin Batı dünyası üzerindeki etkilerini silmek istiyorlardı, Bursa, Uşak grupları 23 – 30 mart arasında yeni bir hücuma geçtiler. İsmet Paşa komutasındaki birliklerin 31 mart 1921’de yaptığı karşı hücum büyük bir başarıyla sonuçlandı, düşman püskürtüldü.

Advertisement

Eskişehir – Kütahya Savaşları

Yunanlılar temmuzda yeniden hücuma geçtiler, 10 temmuz 1921’de başlıyan, büyük bir hızla gelişen taarruz sonunda Kütahya, Eskişehir Yunanlılar’ın eline geçti.21 temmuzda yaptığımız karşı taarruz gelişemeyince kuvvetlerimize Sakarya’nın doğusuna çekilme emri verildi. Bu karar Büyük Millet Meclisi’nde büyük heyecan yarattı. Bazıları artık son ümidin de elden gitmiş olduğunu sanıyordu. Bu güç şartlar altında Atatürk, Meclis’ten 3 ay için bütün yetkilerin kendisine devrini istedi, bir kanunla hem bu yetkileri, hem de Başkomutan unvanını aldı. Atatürk 7-8 ağustos arasında “tekâlif-i milliye emri” adı altında ayrı ayrı 10 emir yayınladı. Bu emirlerle yurttaşların elindeki ordu ihtiyacına yarayacak her çeşit yiyecek, giyecek eşyası, akaryakıt vs. gibi malzemenin % 40’na, bütün taşıtların da % 20’sine el konuyordu. Atatürk emirlerinin uygulanmasını sağlamak için de ilçelerde birer “tekâlif-i milliye komisyonu” kurdurduğu gibi ayrıca İstiklâl Mahkemeleri kurdurarak çeşitli illerde görevlendirdi.

Bu sıkı tedbirlerden sonra kendisi cepheye giderek ordunun başına geçti. Yunanlılar’ın 23 ağustosta başlayaıı çok şiddetli taarruzları göğüs göğse yapılan kanlı savaşlar sonunda kırıldı, 3 hafta sonra Yunan kuvvetleri Sakarya’nın batısına sürüldü.

İstanbul’un işgalinden önce Ankara’ya gelen Fevzi (Çakmak) Paşa, Sakarya Savaşından önce Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliğine (Genel Kurmak Başkanlığı’na) getirilmişti. Sakarya ve Başkomutanlık savaşlarının sevk ve idaresinde İsmet ve Mustafa Kemal Paşalarla birlikte çalıştı.

Sakarya Meydan Savaşı” diye anılan bu savaş Kurtuluş Savaşı’mızın en kanlı, en önemli savaşlarından biridir.

Büyük Zafer

Sakarya Meydan Savaşı’nı kazandıktan sonra artık büyük bir hücuma geçerek düşmanları büsbütün yurdumuzdan atmak kalıyordu. Bu da iyi hazırlanmak, ayrıca zaman isteyen bir işti. İşte Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra geçen bir yıla yakın zaman bu hazırlık işinde harcandı. Çok köklü, plânlı hazırlıklardan sonra 26 ağustos 1922′ de Büyük Taarruz başladı. 4 gün sonra düşman bozguna uğratılmış, büyük komutan Mustafa Kemal “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini vermişti.

Yunanlılar’ın uğradığı bozgundan sonra, düşman elindeki topraklarımız büyük bir hızla kurtarılmaya başlandı. Kurtuluş Savaşı’na son veren Başkomutanlık Meydan Savaşı‘ndan sonra ilk kurtulan ilimiz Afyonkarahisar oldu (27 ağustos 1922). Bundan sonra her gün yeni yeni yurt parçaları düşman çizmelerinden kurtulmanın sevincini tattılar. 2 eylülde Eskişehir (işgali 28 temmuz 1920), 3 eylülde Uşak (işgali 15 temmuz 1921), 5 eylülde Bilecik (işgali 9 ocak 1921), 6 eylülde Balıkesir (işgali 30 haziran 1920), 7 eylülde Aydın (2. defa işgali 4 temmuz 1919; Aydın daha önce 27 mayıs 1919’da işgal edilmiş, 30 haziran 1919’da geri alınmıştı). 8 eylülde Manisa (işgali 25 mayıs 1919), 9 eylülde İzmir (işgali 15 mayıs 1919) 10 eylülde Bursa (işgali 8 temmuz 1920) kurtarıldı. Eylül ve ekimde Batı Anadolu’nun geri kalan yeri, kasımda da Trakya düşmandan temizlendi.

Ordularımızın Çanakkale ile İstanbul üzerine yürüyüşü İtilâf Devletleri arasında şaşkınlık yaratmıştı. İngiliz Başbakanı Lloyd George Boğazlarla İstanbul için çarpışılmasını istiyordu. Fransızlarla İtalyanlar ise bu fikre katılmadılar. Sonunda durumu gözden geçirmek, savaşa son vermek üzere Mudanya’da mütareke görüşmelerinin yapılmasına karar verildi.

Böylece, üç yıl süren çarpışmalardan sonra, sevgili Anayurdumuz kurtarıldı, düşmanlar Türk’ün yenilmez kuvveti karşısında boyun eğdiler. Padişahlık idaresinin hataları sonunda mahvolmuş duruma düşen yurdumuz, başta Atatürk olmak üzere, bütün milletin çetin savaşı sonunda yeni bir varlık olarak ortaya çıktı, bir yıl sonra da (29 ekim 1923’te) genç, sağlam, kuvvetli bir devlet: Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Advertisement


Leave A Reply