Mantıku’t Tayr Kitabının Konusu, Özeti ve Özellikleri (Feridüddin-i Attar)

2
Advertisement

Feridüddin-i Attar’ın Mantıku’t-Tayr adlı kitabının konusu nedir, özellikleri nelerdir? Mantıku’t-Tayr hikayesi, özeti.

Mantıkut-Tayr

MANTIKU’T-TAYR

Mantıku’t-Tayr (Kuş Dili), İranlı şair Ferîdüddin-i Attâr’ın (1193-1235) Farsça yazdığı alegorik bir eserdir. Gülşehrî, bu eseri esas alarak aynı adla Türkçe bir mesnevi yazmıştır.

Kırşehirli bir mutasavvıf olan Gülşehrî’nin 1317 yılında tamamladığı “Mantıku’t-Tayr”ını, Ferîdüddin-i Attâr’ın eserinin basit bir tercümesi olarak değerlendirmek yanlıştır. Bir Mevlevî olan Gülşehrî, bu eserdeki asıl temayı kendi üslubuna göre ele almış, asıl eser olan Farsça “Mantıku’t-Tayr”da olmayan bazı hikâye ve fıkralarla eserini zenginleştirmiş, ayrıca Attâr’ın Esrârnâme’si ile Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden de yararlanmış, hatta eserine “Kelîle ve Dimne” ile “Kâbûsnâme”den bazı parçalar almıştır.

Mantıku’t-Tayr, ilk bakışta son derece anlaşılmaz gibi görünen bir algılayış ve yaşayış biçimi olan tasavvuf? değerler sisteminin kavramlarını, kuşlar arasında geçen bir öykü etrafında somutlaştırarak anlatan, bu yönüyle de Batı edebiyatındaki fabllara benzeyen manzum bir eserdir.

Mantıku’t-Tayr’daki temel öykü şu şekilde özetlenebilir:

Advertisement

Kuşlar bir araya toplanıp “Bu zamanda hiçbir ülke padişahsız değil, bundan böyle bizim de padişahsız kalmamamız lâzım. Padişahsız ülkede nizam, intizam olmaz. Kendimize bir padişah seçelim.” diyerek kendilerine bir padişah seçmek isterler. Bu sırada toplantıda bulunan kuşlardan biri olan “Hüthüt”: “Ben Tanrı’nın habercisiyim, yaradılışın sırrını biliyorum. Süleyman Peygamber’e yoldaş oldum, onunla birlikte bu âlemi dolaştım, padişahımızı biliyorum, benimle birlikte gelirseniz onu bulursunuz. O, Kaf Dağı’nın ardındadır; adı da ‘Sîmurg’dur. Fakat yol uzun, denizler derin, karalar sarptır. Kendimizden geçip yola düşelim. Eğer ondan bir iz bulabilirsek ne mutlu bize!” der.

Kuşlar önce sevinerek Hüthüt’ün etrafında toplansalar da daha sonra yolun zahmetli olmasından ötürü türlü mazeretler ileri sürerek Hüthüt’e olumsuz cevap verirler. Hüthüt, her birine ikna edici cevaplar verince kuşların hepsi birden Hüthüt’ün kılavuzluğunda yola düşer.

Yolda bitkin düşen kuşlar, tekrar Hüthüt’ün etrafında toplanıp yola devam etmeleri için şüphelerinin giderilmesini isterler. Hüthüt bıkmadan usanmadan her birinin itirazına cevap verir ve önlerinde “istek, aşk, marifet, istiğna, tevhit, hayret ve fakr u fena” adları verilen yedi vadi daha bulunduğunu, bunları geçince Sîmurg’a ulaşacaklarını söyler. Kuşlar yine yola düşer. Fakat kimi yolda kalır kimi yem bulmak için yere iner kimi de açlıktan ölür. Sonunda yüz binlerce kuştan ancak otuz kuş hasta ve bitkin bir şekilde bu vadileri aşar. O sırada bir çavuş kuşu ansızın gelip kuşlara kim olduklarını, nereden geldiklerini sorar. Kuşların amaçlarını anladıktan sonra geri dönmelerini söyler, ardından da hepsinin önüne birer kâğıt koyup onlara “Bunları okuyun!” der. Kuşlar, yaptıkları her şeyin bu kâğıtlarda yazılı olduğunu görünce şaşırırlar. Bu sırada Sîmurg da tecelli eder. Fakat gördükleri Sîmurg, kuşların kendilerinden başka bir varlık değildir. Sîmurg’da kendilerini, kendilerinde de Sîmurg’u görürler. Bir anda hem kendilerine hem de Sîmurg’a bakarlar. Bu sırada bir ses duyulur: “Siz buraya otuz kuş geldiniz, bu aynada otuz suret belirdi, otuz kuş güründünüz. Daha fazla ya da daha az gelseydiniz o kadar görünürdünüz. Burası bir aynadır.” Sonunda kuşların tümü bu makamda Sîmurg’da yok olur, artık ne yol ne yolcu ne de kılavuz kalır.

Hüthüt’ün “ak(ı)l”ı, Sîmurg un “Tanrı”yı sembolize ettiği öğretici bir metin olan “Mantıku’t-Tayr”da asıl verilmek istenen mesaj, “vahdet-i vücut” yani “varlığın birliği” anlayışıdır. Bu anlayışa göre kâinatta bir tek varlık (vücut) vardır, o da Allah (vücut-ı mutlak)’tır. Bizim bu dünyada gördüğümüz her şey, Allah’ın, bir ayna olan bu yokluk (dünya) âlemindeki yansımalarından ibarettir. Yani bu dünyada gördüğümüz ve “var” dediğimiz şeylerin hiçbiri aslında gerçek anlamda “var” değildir.

Allah, içinde yaşadığımız dünyada çeşitli şekillerde aralıksız olarak tecelli ettiği, bir anlamda göründüğü için canlı cansız bütün şeyler aslında “yok” oldukları, gerçek vücuda sahip olmadıkları halde “var” gibi görünürler. İnsanlar öldükleri zaman gerçek varlığa (Allah’a) kavuşarak Allah’ta yok (fânî) olurlar.

Tasavvufçuların amacı daha yaşıyorken dünyevi isteklerden sıyrılarak başka bir deyişle ölmeden önce ölerek Allah’a kavuşmak, onda yok olmaktır. İşte Mantıku’t-Tayr, bu düşünceyi açıklamak ve ispat etmek üzere kaleme alınmış öğretici bir metindir.

Advertisement

Gülşehri’nin “Feleknâme” isimli tasavvuf temalı Farsça bir mesnevisi ile “Arûz Risâlesi” isimli Farsça bir eseri daha vardır. Gülşehri’nin bu eserleri Farsça yazmış olmasını, dönemin zihniyeti ve edebi zevkiyle açıklamak doğru olur. Dönemin zihniyetine rağmen Gülşehrî’nin “Mantıku’t-Tayr”ı Türkçe yazması bile başlı başına önemli bir olaydır. Bu durum, şairin Türk diline verdiği önemi gösterir. Eserin dilinin o döneme göre gayet anlaşılır olması da şairin dil bilinciyle yakından ilgilidir.

Kaynak 2

Mantıku't-Tayr

Mantıku’t-Tayr

Mantıku’t-Tayr

Mantıku’t-Tayr (Kuş Dili) XIII. yüzyıl sonlarında Anadolu’da gelişmeye başlayan Türk edebiyatının dil ve sanat değeri açısından en değerli eserlerinden biridir. 1317’de Gülşehrî tarafından, İran şairlerinden Feridüddin-i Attar (Ölm. 1193? – 1235?)’ın aynı adı taşıyan eseri örnek tutularak yazılmıştır.

Attar’ın bu eserindeki temel düşünce, tasavvuftaki Vahdet-i Vücût felsefesine dayanır. Tasavvuftaki bu inanış, eserde simgesel bir biçimde öykü edilir. Öyküde kuşlar, halkı; Hüdhüd, aklı; Sîmürg de Allah’ı simgeler.

Kuşlar, bir araya gelerek kendilerine bir padişah seçmek isterler. Bu toplantıda Hüdhüd yaratılışın ve Allah’ın sırlarını bildiğini, kendisiyle birlikte gelirlerse gerçek padişahı bulabileceklerini, onun Kafdağı’nın ardında bulunduğunu, adının da Simürg olduğunu söyler. Kuşlar sevinerek Hüdhüd’ün etrafında toplanırlar.

Ancak Simürg’e giden yol uzun; yol üzerindeki denizler derin, karalar sarptır. Bu zahmetli yolculuk kuşların gözünü korkutur. Sırasıyla bülbül, papağan, tavus, kaz, keklik, hüma, doğan, balıkçıl, baykuş, kuyruksalan, sonra da bütün kuşlar birer neden göstererek mazeretlerini bildirirler. Hüdhüd bunların hepsine birer yanıt verir. Sonunda yola çıkarlar. Hepsi yorgun ve ümitsiz düşünce Hüdhüd; yolun az kaldığını; istek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret, fakr, fenâ denilen yedi vadiyi geçtikten sonra Sîmürg’e ulaşacaklarını söyler.

Kuşlar yine yola çıkar; kimi yolda kalır, kimi yem bulmak için sürüden ayrılarak yere iner. Yüzlerce kuştan ancak otuz kuş hasta ve bitkin vaziyette Dergâh’a varırlar. Bir çavuş gelip kapıyı açar, kim olduklarını, amaçlarını sorar. Amaçlarını öğrendikten sonra, geri dönmelerini söyler. Kuşlar büsbütün ümitsizliğe kapılırlar. Sonunda bir başka çavuş gelir kapıyı açar. Bunları içeri alıp her birini birer tahta oturtur, ellerine birer kâğıt verir: “Bunları okuyun.” der. Kuşlar, bütün serüvenlerinin bu kâğıtta yazılı olduğunu görünce büsbütün şaşırırlar. Bu sırada Simürg tecelli eder; fakat gördükleri Simürg, kendilerinden başkası değildir. Bir ses duyarlar: “Siz buraya otuz kuş geldiniz, bu aynada otuz suret belirdi. Daha çok, yahut daha az gelseydiniz o kadar görünürdünüz.” Sonunda gölgenin güneşte kaybolduğu gibi hepsi Simürg’de kaybolurlar.


2 yorum

  1. zeynep sultanoglu on

    cok guzel anlatmıssıngecen herkese ellerinıze saglık emeği gecen herkese tesekkur ederim ……

Leave A Reply