Öğrenme Nedir? Kuramlar ve Öğrenmenin Fizyolojik Temeli Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Öğrenme nedir? Nasıl öğreniriz? Öğrenme üzerine ortaya atılan kuramlar ve öğrenmenin fizyolojik temeli nedir? Öğrenme kavramının açıklaması.

Öğrenme

Öğrenme, psikolojide, bireyde belli bir davranış değişimiyle sonuçlanan yaşantı ya da süreç. Öğrenme çok çeşitli biçimlerde gerçekleşebilir. Bunlar, çağrışım yoluyla gerçekleşen ve klasik ya da etkin (uyarmışız) olabilen koşullanma; canlının, belli bir renk tonu gibi sınırlı duyumsal özelliklere “yanıt vermeyi öğrenmesi olan ayrım; yinelenen uyarılara yanıt vermeme biçiminde gelişen alışma; yaşantıları, birbirleriyle ilintili özelliklerine göre sınıflandırmayı içeren kavramlaştırma; problem çözme; geçmiş yaşantıların duyum algısı üzerindeki etkisine dayanan algısal öğrenme; duyumlara yönelik işaretlere sinir-kas sistemiyle yanıt vermeye dayanan psikomotor öğrenmedir. Taklit, içgörü ve etkilenim diğer öğrenme biçimleridir.

Kuramlar.

17. yüzyıldan 20. yüzyıl ortala-nna değin öğrenme kuramlarının temel hedefi, tüm öğrenme süreçlerine yön veren belli evrensel ilkelerin varlığını bilimsel olarak kanıtlamak ve bunların işleyişini açıklayabilmekti. Böylelikle, bütün canlı davranışlarını, fen bilimlerindeki gibi tek bir yasalar sistemi altında toplayabilecek kesin bir “nesnel” yöntemin geliştirilmesi amaçlanıyordu. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise, öğrenmenin tek bir ilkeye dayandırılamayacağı genellikle kabul edildi.

Öğrenmek

20. yüzyılın ilk yarısında, üç ABD’li kuramcı öğrenme konusunda Batı’da etkili oldu. Bunlardan E.R. Gutherie öğrenme sürecindeki en önemli ve belirleyici etkenin algı ya da ruhsal durum değil, uyaranlara verilen yanıtlar olduğunu ileri sürdü. Clark L. Hull, ödüllendirmeyle desteklenerek sürekli yinelenen uyaran-yanıt etkinliğinin alışmaya dayalı bir güç yarattığını, bunun da öğrenme sürecinin temelini oluşturduğunu savunuyordu. E.C. Tolman’a göre ise öğrenme, davranışlardan çıkarım yoluyla türetilen bir süreçti.

Advertisement
Bu araştırmacıların üzerinde durduğu kavramlar, sonraki çalışmalara da temel olmuştur.

Bunlardan biri de, çevresindeki herhangi bir şeyi algılayan canlının, orada bulunan şeye ilişkin kavrayışının, yani duyumlardan düşünceye giden sürecin gözlenmesine dayanan çağrışımdır. Nesne ya da olayların zaman ve mekân içindeki yakınlığının, ayrıca benzerlik, sıklık, çarpıcılık ve çekicilik gibi özelliklerinin çağrışımlardan düşünceye varma sürecini etkilediği kabul edilir.

Ancak çağrışım sürecinin işleyişi konusunda çeşitli görüş ayrılıkları vardır. Hull ve Gutherie’nin de savunduğu görüşe göre, çağrışımlar gözlenebilir uyarandan yanıta kadar geçen süre içinde gerçekleşir. Çağrışım yoluyla öğrenme, canlının önceden başka bir şeyle ilişkilendiremediği uyaranları belli yanıtların izleyeceğini kavramasıdır ve temelde koşullanma yoluyla gerçekleşir. Koşullanma sürecindeki pekiştirme yeni davranış biçimlerini belirginleştirebilir. Rus fizyolog İ.P. Pavlov’un deneyleri bu konuda klasik bir örnektir.

Öğrenme

Uyaran-yanıt kuramlarına yönelik en önemli eleştiri, canlının iç etkinliklerini göz ardı ettiği, bu yüzden de öğrenme sürecini açıklamakta yetersiz kaldığıdır. Nesnellik kaygısını o kadar ön plana çıkarmayan Tolman ve benzerleri ise çağrışımı, uyaran ile öznel duyumsal izlenimler arasındaki ilişkiyle açıklamayı denemiştir.

Öğrenme sürecinin anlaşılması açısından önem taşıyan bir başka kavram da pekiştirmedir. Ödüllendirilen davranışların daha çabuk ve kalıcı biçimde öğrenildiği ilkesine dayanan pekiştirme de pek çok tartışmaya yol açmış bir kavramdır.

Öğrenme sürecinde rol oynayan başka pek çok etken bulunduğunu öne süren psikoloji bilginlerine göre, çağrışım kuramı evrensel bir geçerlilik taşımamaktadır. Örneğin Geştalt okuluna göre öğrenme yalnızca çağrışım yoluyla değil, çevredeki ilişkilerin yeniden yapılandırılmasıyla gerçekleştirilir. Dil yetisinin psikolojik boyutlarını inceleyen ruh-dilbilim (psikolinguistik) uzmanları dil öğreniminin, çağrışım kuramıyla açıklanamayacak kadar çok sözcük ve birleştirme kuralının öğrenilmesini içerdiğini vurgulamaktadır.

Advertisement

Bu yüzden, dil öğrenimini belirleyen temel düzenleyici yapılar, belki de genler aracılığıyla doğuştan gelen bir “dilbilgisi” bulunabileceğini öne sürerler. Çağdaş öğrenme kuramlarında ele alınan başka bazı önemli konular, öğrenilmiş şeylerin kullanılmasında güdülenimin rolü; öğrenilmiş bir şeyin öğrenilecek olanlara etkisi; öğrenme aşamaları; anımsama, unutma, bilgi tazeleme süreçlerinin yapısı ve canlının evrimsel gelişim aşamasıdır. Davranış genetiği alanındaki çalışmalar da öğrenilmiş ve kalıtsal davranışlar arasındaki ayrımın kavranmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Düşünce ve imgelem, biliş, bilinçlilik, irade gücü gibi sayısal olarak ölçülemeyen süreçler de öğrenme üzerine yürütülen araştırmalarda önemli yer tutar.

Öğrenmenin fizyolojik temeli.

Öğrenme ve anımsama mekanizmaları sinir sistemindeki görece kalıcı değişimlere bağlıdır. Öğrenmenin ürünleri, önce tersine çevrilebilir bir süreç aracılığıyla beyinde korunmakta, bunu sinir sistemindeki daha kalıcı bir değişim izlemektedir. Buna dayanarak öğrenmede iki sinirsel sürecin rol oynadığı ileri sürülmüştür. Belleğin geçici ve tersine çevrilebilir olan kısa vadeli işlevinde, bellek izini sınırlı bir zaman dilimi içinde canlı tutan fizyolojik bir mekanizmanın (örn. sinaps bölgesindeki elektriksel ya da kimyasal değişiklik) rol oynadığı sanılır.

Uzun vadeli bellek ise sinir hücrelerinin fiziksel ya da kimyasal yapısındaki değişimlere bağlı olabilir; sinaps bölgesindeki değişiklikler burada özellikle önemlidir. Ayrıca belli anı ya da imgelerin beyinde ayrı bir yere yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Usavurma, problem çözme gibi daha karmaşık etkinlikler ile akıl ve dil yetileri de öğrenme açısından önemlidir. Bu süreçlere ilişkin bilgiler, temel olarak beyin dokusu örselenmiş kişiler üzerinde yapılan araştırmalara dayanır. Beyin kabuğundaki belirli noktaların (özellikle şakak ve artkafa lobları ile yanal loblar) zedelenmesi okuma, yazma, konuşma gibi dile ilişkin etkinliklerde aksamaya yol açabilir.


Leave A Reply