Görmek İle İlgili Deyimler ve Anlamları Açıklamaları, İçinde Görmek Geçen

17
Advertisement

İçinde görmek geçen deyimler nelerdir? Görmek ile ilgili deyimler ve anlamları açıklamaları. Görmek konulu deyimler.

görmek deyimler

Arka resim kaynak: pixabay.com

Görmek İle Deyimler

  • acı (acılar) görmek
    kötü günler yaşamak.
  • acısını görmek
    bir yakınının ölümünü görmek.
  • âdet görmek
    kadın aybaşı olmak.
  • alıp satmaz görünmek
    ilgisiz görünmek veya davranmak.
  • aşağı görmek
    küçük görmek, beğenmemek, hor görmek: ‘Bu kadar fütursuz bir kitleyi ne diye aşağı görüyoruz?’ -Y. K. Beyatlı.
  • az görmek
    1) umduğundan eksik bulmak; 2) azımsamak.
  • balta değmemiş (girmemiş, görmemiş)
    içinden hiç ağaç kesilmemiş, sık ve gür (orman, koru).
  • barış görüş olmak
    hlk. her türlü dargınlığı unutarak barışmak.
  • başı yastık yüzü görmemek
    yatağa yatıp uyumuş olmamak.
  • (bir davranışı birine) reva görmek
    bir davranışı, bir olayı bir kimse için uygun görmek: ‘İstanbul’da işgal kuvvetleri fertlerinin halka reva görmediği cefa ve zulüm kalmamıştır.’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • (bir şey) su sabun görmemek
    çok kirli olmak: ‘Elleri, tırnakları, yüzü günlerdir su sabun görmemişti sanki.’ -A. Kulin.
  • (bir şey) yolunda görünmek
    sorunsuz olduğu anlaşılmak: ‘Gecekondunun ışıkları yanıyor ve her şey yolunda görünüyordu.’ -O. Aysu.
  • (bir şey) yüzü görmemek
    …-den yoksun olmak, uzak bulunmak: ‘Yüzyıllardan beri sabah yüzü görmemiş uçsuz bucaksız kıraç topraklar.’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • (bir şeyden) hayır görmemek
    bir şey kendisine yararlı olmamak: ‘Ne o, ne ben bu seçimlerimizin hayrını görmüştük!’ -H. F. Ozansoy.
  • (bir şeyi birine) çok görmek
    yadırgamak: ‘Mehmetçiğimiz ayrıca anıtlara layıktır. Onun köylere kadar anıtlaştırılmasını çok görmem.’ -P. Safa.
  • (bir şeyin) dibi görünmek
    içindeki şey tükenmek.
bir tutmak (görmek)
eşit saymak, eşit görmek.
  • (bir yer) güneş almak (görmek)
    güneş ışınlarıyla aydınlanacak durumda olmak: ‘O ev güneş görmüyor. Soba yanmazsa her şey nemleniyor.’ -A. Ümit.
  • (bir yeri, bir şeyi) tozpembe görmek
    aşırı iyimser olmak: ‘Fakat aynı adamın bütün sıkıntılarına rağmen, kara ufukları tozpembe gördüğü … anlar da vardır.’ -Ş. Rado.
  • (birinden) terbiye almak (görmek)
    belli bir eğitimle yetişmek: ‘Allah rahmet eyleye, ben terbiyemi anamdan aldım.’ -B. Felek.
  • (birini, bir şeyi) hor görmek
    bir kimseye değersiz gözle bakmak: ‘Çenelileri hor görmemeliyiz, gereğinde söze atılmak, konuşmak hatta epeyce konuşmak suspus oturmaktan yeğdir.’ -N. Uygur.
  • (birini) görüp gözetmek
    korumak, yardım etmek, mukayyet olmak.
  • (birini) gözüm görmesin
    ‘bana görünmesin, yüzünü görmek istemem’ anlamında kullanılan bir söz.
  • (birini veya bir şeyi) gözü görmez olmak
    artık ona değer vermemek.
  • (birinin) karışanı görüşeni olmamak
    işine kimse karışmamak, özgür olmak.
  • (birinin) keli görünmek
    tkz. kusuru ortaya çıkmak.
  • burnunun ucundan ötesini (ilerisini) görmemek
    dar düşünceli olmak.
  • burnunun ucunu görmemek
    1) çok sarhoş olmak; 2) dalgın, dikkatsiz olmak.
  • büyük görmek (bilmek, tutmak)
    kendini veya başkasını olduğundan üstün saymak, yüceltmek.
  • cebi para görmek
    parası yokken para kazanmaya başlamak.
  • cefa çekmek (görmek)
    zulüm görmek: ‘Mektubumda yazmamış mıydım, senin yüzünden ne cefalar çektiğimi?’ -O. C. Kaygılı.
  • ceza görmek
    kendisine ceza verilmek, cezalandırılmak.
  • çatal görmek
    net görememek, bir şeyi iki görmek.
  • çayı görmeden paçaları sıvamak
    dereyi görmeden paçaları sıvamak.
çift görmek
sarhoş olmak.
  • çoban kulübesinde padişah rüyası görmek
    içinde bulunduğu duruma uygun düşmeyen düşler kurmak.
  • dava görmek
    açılan davaları incelemek ve sonuca bağlamak: ‘Danıştay, davaları görmek … ve kanunlarla gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir.’ -Anayasa.
  • (davayı) nakzen görmek
    huk. Yargıtay tarafından bozulan bir karar üzerine bozma sebeplerini de göz önünde tutarak davaya yeniden bakmak.
  • dereyi görmeden paçaları sıvamak
    gerektiğinden çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya kalkışmak.
  • ders görmek
    bir konu üzerinde bir öğrenci yetkili bir kimseden bilgi edinmek.
  • destek görmek
    yardım edilmek.
  • dirlik yüzü görmemek
    rahata kavuşamamak.
  • dişine göre
    1) gücünün yeteceği, altından kalkabileceği bir durumda; 2) uygun, kolay.
  • doktora görünmek
    muayene olmak.
  • dokunca görmek
    zarara uğramak, harap olmak: ‘Yangın çıkıp da okul büyük ölçüde dokunca görünce Galatasaray Lisesi buraya taşınmıştır.’ -S. Birsel.
  • dostlar alışverişte görsün (diye)
    ‘gösteriş olsun, iş görüyor densin (diye)’ anlamında kullanılan bir söz.
  • dünya gözü ile görmek
    ölmeden önce görmek: ‘Seni dünya gözüyle bir daha görmeyi nasip edene şükrolsun.’ -Y. Kemal.
  • dünya gözüne zindan olmak (görünmek veya kesilmek)
    büyük bir karamsarlık ve umutsuzluk içinde olmak.
  • dünya yüzü görmemek
    kapalı bir yerde sürekli kalmak.
  • dünyayı görmemek
    bir konuya veya bir işe aşırı odaklanıp çevre ile ilgilenmemek: ‘Günlerce, haftalarca kitapların içine gömülür, dünyayı görmezdim.’ -R. N. Güntekin.
  • dünyayı tozpembe görmek
    üzücü durumlara bile iyimser gözle bakmak: ‘Gümüş şamdanların, pembe karanfillerin, kristallerin renk renk, ışık ışık parladığı sofralarda melek yüzlü, tatlı dilli insanlarla konuşur, dünyayı tozpembe görürdük.’ -M. Ş. Esendal.
eli para görmek
eline para geçmek: ‘Elli yaşlarına doğru pazarcılık yapmaya başladı; eli para gördü, yüzü güldü.’ -Ü. Dökmen.
  • elle tutulur gözle görülür (dille anlatılır)
    çok belirgin, çok açık: ‘Sevim’in güzelliği elle tutulur, dille anlatılır makbul bir güzellik değildir.’ -R. N. Güntekin.
  • elleri (ellerin) dert görmesin
    ‘ellerine sağlık’ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü: ‘Havluyu geri aldığı zaman, oh rahatladım, ellerin dert görmesin, dediği duyulurdu.’ -N. Cumalı.
  • eyyam görmek (sürmek)
    iyi günler geçirmek, mutlu zamanlar yaşamak.
  • ezbere iş görmek
    incelemeden gelişigüzel yapmak.
  • faydasını görmek
    1) yarar sağlamak: ‘Faydasını gördüğümüz ve faydasını görürsek tekrar etmemizi doktor tavsiye ettiği için reçeteyi yine aldım ele.’ -N. Hikmet. 2) kâr elde etmek.
  • geleceği varsa göreceği de var
    kötülük yapmaya kalkışacak olursa karşılığını elbette görür.
  • gerek görmek
    yapılmasını istemek: ‘İçeri giren polisin onları sorgulamaya bile gerek görmeden kurşuna dizdiğini söylediler.’ -A. Ümit.
  • gerekli görmek
    yapılması icap etmek: ‘Ruslar, gerekli gördükleri her yerde konsoloshane açabilecekle.’ -N. F. Kısakürek.
  • gereksiz görmek
    lüzum görmemek: ‘Ona danışmayı gereksiz görerek Sevim’e yöneldi.’ -N. Cumalı.
  • gör bak
    ‘görürsün, göreceksin’ anlamında kullanılan bir söz.
  • gör (görürsün)
    ‘işin sonucunu anla, anlarsın’ anlamında kullanılan bir tehdit sözü: ‘Birini çağırıp o güvercinleri vereyim de sen de gör.’ -M. Ş. Esendal.
  • göresi (göreceği) gelmek
    görmek isteğini duymak, özlemle görmek istemek, özlemek: ‘Geçmiş günlere hasret çekmiyorum. Çocukluğumu göresim gelmedi.’ -N. Hikmet.
  • göreyim seni
    1) senden başarılı sonuçlar bekliyorum: Haydi göreyim seni, bu işi yapıver. 2) ‘sen bunu yaparsan karşılığını da görürsün’ anlamında kullanılan bir tehdit sözü.
  • görmediğe (görmemişe) dönmek
    1) tam bir sağlığa kavuşmak; 2) başından geçmemiş gibi olmak: ‘Bir saniye içinde hasret ve firkati hiç görmemişe dönersiniz.’ -R. N. Güntekin.
  • görmezden gelmek
    görmemiş gibi yapmak, farkında değilmişçesine davranmak: ‘Oğlunun yardım dileyen bakışlarını görmezden gelerek kahvaltı masasına oturdu.’ -E. Şafak.
  • görmezlikten gelmek
    görmemiş gibi davranmak: ‘Kibirli değildi, bayağı bir saldırıyı görmezlikten gelecek kadar.’ -R. Mağden.
görücü gitmek
evlenecek erkek için kız görmeye gitmek.
  • görücülüğe gitmek
    evlenmek isteyen erkek için kız görmeye gitmek.
  • görücüye çıkmak
    evlenmesi söz konusu olan kız görücüye görünmek: ‘Onu indirmek, görücüye çıkmaya razı etmek için başta haminne olmak üzere bütün ev halkı ağacın altında durdu, yalvardı.’ -H. E. Adıvar.
  • görünüş almak
    şekil almak.
  • görünüşe aldanma
    ‘yalnızca dış görünüşe bakarak yargıya varmak insanı yanıltabilir’ anlamında kullanılan bir söz.
  • görünüşü kurtarmak
    bir işi gereği gibi değil, yapılıyor dedirtmek için üstünkörü yapmak, zevahiri kurtarmak.
  • görüp göreceği rahmet bu
    ‘görülecek tek şey’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Ağız tadı ile oynanan futbolu gördük ama görüp göreceğimiz rahmet de bu kadarmış.’ -B. R. Eyuboğlu.
  • görüş bildirmek
    bir konuda elde edilen düşünce ve deneyimleri vermek.
  • görüş birliği içinde olmak
    aynı görüş ve düşünceye sahip bulunmak: ‘Rahat rahat konuştukça her bakımdan tam görüş birliği içinde olduğumuz açığa çıktı.’ -R. Erduran.
  • görüş birliği sağlamak
    aynı görüş ve düşüncede birleşmek.
  • görüş birliğine varmak
    farklı görüş ve düşüncelerden sonra aynı görüş ve düşünceye ulaşmak.
  • göz göre göre
    1) belli ve apaçık olarak, herkesin gözü önünde: ‘Göz göre göre masumların kanına girmem için benden ferman almaya mı geldiniz.’ -N. F. Kısakürek. 2) olacağı bilindiği hâlde önlem alınmadan.
  • göz gözü görmemek
    yoğun sis, duman, toz vb. sebeplerle hiçbir şey görülememek: ‘Tezek dumanında göz gözü görmez.’ -N. Hikmet.
  • göz ucuyla görmek
    fark etmek: ‘Benim için dualar okuduğunu göz ucuyla görebiliyordum.’ -A. Kulin.
  • göze görünmek
    belli, açık olmak.
  • göze görünmemek
    1) ortaya çıkmamak, ortalıkta dolaşmamak, saklanmak; 2) kendisi var olduğu hâlde göz onu görememek; 3) değersiz olmak.
  • gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek
    çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek: Haksızlık, rüşvet, gözle görülür, elle tutulur hâle gelmişti.
  • gözü dünyayı görmemek
    hiç kimseye, hiçbir şeye önem, değer vermemek: ‘Bir kere fevri, hemen parlar, kızınca gözü dünyayı görmez.’ -A. İlhan.
  • gözü görmemek
    1) görmez olmak; 2) belli bir şeyden başka bir şeyle ilgilenmemek; 3) öfke sonucu en kötü şeyleri yapacak duruma gelmek.
  • gözü hiçbir şey görmemek
    heyecana kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek: ‘O yaz nasıl geçti bilmiyorum; ne yaz ne tatil, hiçbir şeyi gözüm görmüyordu.’ -A. Erhat.
  • gözüne hiçbir şey görünmemek
    kendi derdi dolayısıyla hiçbir şeye değer vermemek.
  • gözünün önünü görmemek
    sisten, pustan dolayı etrafını görememek.
gözüyle görmek
bir olaya tanık olmak.
  • gün görmemek
    sıkıntı içinde yaşamak: ‘Üçü de kocadan gün görmemişler, üçü de mazlum ve boynu bükük kadın…’ -A. Erhat.
  • gün yüzü görmemek
    1) güneş ışığından uzakta kalmak, ışık görmemek; 2) mec. hiç kullanılmamak, yeni kalmak.
  • gün yüzü görmemiş (söz, küfür)
    1) hiç kullanılmamış; 2) ortalığa çıkmamış; 3) çok ağır hakaret içeren.
  • güneş görmek
    güneş ışığından yararlanır durumda olmak: ‘Balık beslenen havuz mutlaka güneş görmelidir.’ -İ. H. Baltacıoğlu.
  • günlük güneşlik görünmek
    sıkıntısız, sorunsuz, huzur ortamında bulunmak.
  • gününü görmek
    1) kötü bir sonla karşılaşmak, cezaya çarptırılmak; 2) çocuklarının iyi, mutlu günlerini görmek; 3) aybaşı görmek.
  • hacet görmek
    1) gerekli bulmak, gerekli saymak: ‘Kendi kuvvetlerini ve yiğitliklerini söylemeye, vaka ile tespit etmeye hacet görmüyorlar.’ -H. E. Adıvar. 2) tuvalete gitmek; 3) alışveriş yapmak.
  • hacetini yapmak (görmek)
    küçük veya büyük abdestini yapmak.
  • hakaret görmek
    ağır veya küçültücü davranış görmek, aşağılanmak: ‘Hakkı da var, tecavüze uğramayan, hakaret görmeyen kalmıyor.’ -A. Gündüz.
  • hakir görmek
    önemsememek, değer vermemek, küçümsemek, küçük görmek, hor görmek.
  • Hanya’yı Konya’yı anlamak (bilmek, görmek)
    bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak.
  • hayrını gör
    yeni alınan bir şey için ‘güle güle kullan’ anlamında kullanılan bir söz.
  • hayrını görmek
    iyiliği dokunmak.
  • hazırlık görmek (yapmak)
    hazır olmak için gereken şeyleri toplamak veya durumları sağlamak.
  • her gördüğü sakallıyı babası sanmak
    şaka görünüşe aldanmak.
  • hesabını görmek
    1) alacağını verip ilişiğini kesmek; 2) cezalandırmak; 3) ücretini ödemek: ‘Kemeraltı Caddesi’ne varınca arabadan inerek hesabını gördüm.’ -H. Z. Uşaklıgil.
  • hesap görmek
    alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek: ‘Oraya çıkınca hamallara onar kuruştan hesap göreceksin.’ -M. Ş. Esendal.
  • himaye görmek
    biri tarafından korunmak, kayırılmak, gözetilmek.
  • hizmet görmek
    birisinden yardım almak: ‘Değil kendisine hizmet etmeye, kendisinden herhangi bir hizmet görmeye bile tahammül edemeyeceği bir insana ‘-Ne istiyorsunuz?’ demek yok.’ -S. F. Abasıyanık.
  • hoş bulduk (gördük)
    ‘hoş geldiniz’ sözüne verilen karşılık.
  • hoş görmek (karşılamak)
    gücenilecek veya karşılık gelinecek bir davranışı hoşgörü ile karşılamak, anlayışla karşılamak, kusur saymamak: ‘Bu hareketi pek hoş görmeyen Şems de onun böyle sellemehüsselam girip çıkmaması için biraz ağırca sözler söylemişti.’ -A. H. Çelebi.
  • ikram görmek
    ağırlanmak: ‘Mal müdürü, vergi kâtibi, evkaf memuru gibi her zaman işinin düşeceği nüfuzlu adamlarla senli benli konuşur, odalarına uğradıkça başköşede ikram görürdü.’ -R. H. Karay.
  • ileriyi görmek
    uzağı görmek.
ilgi görmek
ilgi çekmek.
  • iş görmek
    1) iş yapmak: ‘Baş üstünde bir ana işlerinizi görür veya çocuklarımızı doğurur, besler ve büyütür.’ -F. R. Atay. 2) iş yapmaya uygun olmak.
  • işini görmek
    1) görevini yapmak: ‘Bu dünyaya geldi geleli elini ılıktan soğuğa vurmamış, işini hep kurnazlıkla görmüştür.’ -Y. Kemal. 2) mec. dövmek; 3) argo öldürmek.
  • işlem görmek
    ekon. herhangi bir mal, kıymetli kâğıt, döviz vb. piyasada alınmak, satılmak, değiştirilmek.
  • itibar görmek
    1) sayılmak, kendisine değer verilmek: ‘Bütün satıcılar onu tanıdık bir yüzle karşılıyorlardı ve her yerde aşırı bir itibar görüyorduk.’ -K. Bilbaşar. 2) aranmak, istenmek.
  • iyilik görmek
    maddi, manevi yardım görmek.
  • kabul görmek
    kabul edilmek, onaylanmak: ‘Vergin’in lakabı da sessizce kabul gördü Galata’nın düğüm düğüm dolaşık semalarında.’ -E. Şafak.
  • kâbus görmek
    1) korkulu rüya görmek; 2) büyük sıkıntı, korku duymak.
  • kendini aşağı görmek
    kendini başkalarından değersiz görmek: ‘Onun perişan kalbine ölümden beter bir felç illetini, kendini aşağı görme ukdesini yerleştirmiştir.’ -N. F. Kısakürek.
  • kendini dev aynasında görmek
    kendini olduğundan çok üstün görmek.
  • kesenin dibi görünmek
    para tükenmek.
  • kırmızı kart görmek
    1) oyundan çıkarılma cezasına çarptırılmak; 2) mec. ciddi bir biçimde uyarılmak; 3) mec. dışlanmak.
  • korunma görmek
    anlayış veya hoşgörü ile karşılanmak: ‘Hiçbir düşünce ve mülahazanın … Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği…’ -Anayasa.
  • küçük görmek
    değer, önem vermemek: ‘Bütün bu fânilikleri küçük görerek bunları ancak gönül oyalayıcı şeyler diye telakki ettiklerini gösteriyordu.’ -A. Ş. Hisar.
  • layık görmek
    yakıştırmak, uygun görmek: ‘Ben işte oyum, şimdi söylemeye layık görmediğiniz Dikmen Yıldızı…’ -A. Gündüz.
  • leyleği havada görmek
    şaka çok gezmek.
  • lüzum görmemek
    gerekli bulmamak, gerekli görmemek: ‘Bütün bunlardan bahsetmeye lüzum görmedim.’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • lüzumsuz görmek
    gereksiz bulmak.
  • mahzur görmek
    sakıncalı bulmak.
  • masraf görmek
    alışveriş veya ödeme işlerini yapmak.
  • mazur görmek
    kusura bakmamak, hoş görmek, bağışlamak, affetmek: ‘Büyük işler deruhte etmemiş insanların, bu husustaki tereddütlerini mazur görmelidir.’ -Atatürk.
mektep görmemiş
1) okula gitmemiş; 2) tkz. kaba, saygısız.
  • mektep medrese görmüş
    okumuş, öğrenim görmüş.
  • muamele görmek
    işlem uygulanmak, davranılmak: ‘İyi muamele görmekle beraber eski neşesini kaybetmişti.’ -Y. K. Beyatlı.
  • mübah görmek (saymak)
    hoş görmek, sakıncasız bulmak: ‘Kendine mübah gördüğünü bana yasak ederek beni susturmak mı istiyordun?’ -P. Safa.
  • mükâfatını görmek
    herhangi bir olumlu davranışın, özverinin veya bir sıkıntının iyi sonucunu elde etmek: ‘Zavallı babam geçirdiği yetmiş senelik azabın mükâfatını görecek.’ -Ö. Seyfettin.
  • mümkün görünmek
    olabilmek: ‘Alınan tedbirlere rağmen Türkiye’nin nüfus artışını, beklenilen bir şekilde durdurmak pek mümkün görünmüyor.’ -M. Kaplan.
  • münasip görmek
    uygun ve yerinde bulmak: ‘Kendi çocukları hep kız olduğu için yeğeni Bilâl’i bu işe münasip gördü.’ -H. E. Adıvar.
  • mürüvvetini görmek
    anne ve baba çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak: ‘Ne kaldı şurada alnımızın akıyla ilk torunumun mürüvvetini görmeye?’ -A. Ağaoğlu.
  • nankörlük görmek
    nankörce davranışla karşılaşmak: ‘Annen bu yalıya o kadar emek vermiş, sonra nankörlük görmüş.’ -P. Safa.
  • ne hâli varsa görsün
    öğüt ve uyarı dinlemeyenler için ‘ne yaparsa yapsın, beni ilgilendirmez’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Boş ver ne hâlleri varsa görsünler, ben bu heriflere bulaşamam.’ -A. Ümit.
  • onarım görmek
    onarılmak: ‘Ondan sonra da birkaç kez onarım görmüştür.’ -S. Birsel.
  • ölümü gör (öp)
    bir konuda karşısındakini ikna etmek için kullanılan yemin sözü: ‘Sevim, Beyhan’ın ölümü öp diye ısrarla getirdiği pastasından bir dilim yedi.’ -H. Taner.
  • rağbet görmek (kazanmak)
    istenilmek, beğenilmek, istekle karşılanmak: ‘… haftanın bir gecesinde yalnız kadınlara oynayacak kadar mahallede rağbet kazandı.’ -H. E. Adıvar.
  • rahat yüzü görmemek
    hiç rahat etmemek: ‘Derler ki bugünden itibaren Zeliha’nın kalbi rahat yüzü görmedi.’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • resti görmek
    ileri sürülen paranın miktarını kabul edip aynı miktarda parayı ortaya koymak.
  • rüyasında görememek
    olacağını, gerçekleşeceğini düşünememek.
  • rüyasında görse hayra yormamak
    hatır ve hayalinden geçirmemek, olacağına inanmamak.
  • su görmemiş
    çok kirli (yüz, el).
  • su yüzü görmemiş
    su görmemiş.
  • sureti haktan görünmek
    1) kendisini iyi niyetli imiş gibi göstermek: ‘İstanbul’a sureti haktan görünen öyle belediye başkanları geldi ki Anadolu’dan gelen hemşehrilerinin gecekondularına göz yumdu.’ -A. Boysan. 2) birinin iyiliği için çalışıyor görünmek.
  • suyu görmeden paçaları sıvamak
    henüz hiçbir belirti yokken veya gereğinden çok önceden hazırlanmaya kalkışmak.
  • şenlik görmemiş
    terbiyesiz, görgüsüz (kimse).
  • şeşi beş görmek
    alay yanlış görmek: ‘Asıl âşığın gözü şeşi beş görür, kulağı Mısır’daki sağır sultanın duyduğunu bile duymaz.’ -R. H. Karay.
  • şeytan görsün yüzünü
    sevilmeyen, görmek bile istenilmeyen kimse için söylenen bir söz.
  • şeytanın gör dediği
    başkalarının göremediği, farkına varamadığı incelikler veya gerçekler.
  • tahsil görmek
    eğitim almak: ‘İyi tahsil görmüş gençlerden bir grup meydana getiririz.’ -R. N. Güntekin.
  • tamir görmek
    onarılmak, düzeltilmek, yenilenmek: ‘Köşk tamir görmekte olduğundan Gazi, bu küçük dairede oturuyordu.’ -R. E. Ünaydın.
tasvip görmek
birinin bir düşünce ve davranışı uygun, yerinde bulunmak.
  • taze ot görmüş eşek gibi
    iştahlanmış bir biçimde: ‘Çamur, taze ot görmüş eşek gibi pis pis sırıtmış bunun üzerine.’ -H. Taner.
  • tedavi görmek (olmak)
    iyileşmek amacıyla sağlık uygulamalarından geçmek: ‘Birkaç kez alkol tedavisi gördü ama yararı olmadı.’ -C. Külebi.
  • tünelin sonunda ışık görünmek
    sıkıntılı durumdan kurtulmak için çare belirmek.
  • ucu bucağı olmamak (görünmemek)
    başı sonu olmamak: ‘Ucu bucağı görünmeyen okyanusların karanlık dalgaları üzerinde avare yüzen bir çöp gibi yalnız.’ -P. Safa.
  • uygun görmek
    yakışır, yaraşır görmek, elverişli bulmak: ‘İşte Ahmet Kerim, ilk bakışında Ömer Beyefendi’nin bu eserini yırtıp sepete atmak üzereyken bu ihtimale dayanarak onun gazeteye konulmasını uygun görmüştü.’ -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • uzağı görmek
    ileride ne olacağını kestirmek.
  • üstün bulmak (görmek)
    bir şeyi veya kimseyi başkasından daha değerli bulmak veya görmek.
  • üstünü görmek
    gebeyken aybaşı olmak.
  • vazife görmek
    bir görevi yerine getirmek, sürdürmek: ‘O evde ne yapacağını, ne gibi bir vazife göreceğini sana şimdi noktası noktasına anlatacağım.’ -N. F. Kısakürek.
  • vidoyu görmek
    vidoyu kabul etmek.
  • yakınlık görmek
    ilgi, sevgi görmek: ‘O, Türkiye’de üç yerden yakınlık gördü.’ -Y. Z. Ortaç.
  • yardım görmek
    destek elde etmek, bağış almak: ‘Oysaki yarım saat tek bir insandan, tek bir yerden yardım görmeksizin yaralı olduğu yerde kalmış.’ -N. Uygur.
  • yol görünmek
    gitmek gerekmek.
  • yürü ense tıraşını göreyim (görelim)
    alay görüştüğü kimseye gitmesini söylemek veya görüşmeyi kısa kesmek için kullanılan bir söz.
  • yüzünü gören cennetlik
    uzun süre görünmeyen kimseler için söylenen bir söz.
  • yüzünü görmemek
    1) uzun süre görmemek: ‘Yüzünü de gördüğüm yoktu. Kırkyıl da görmesem göreceğim gelmezdi.’ -M. Ş. Esendal. 2) gereksinim duyulan bir şeyi özlemek, ona hasret kalmak: Harp içinde kahvenin yüzünü görmedik.
  • yüzünü şeytan görsün
    sevilmeyen bir kimseye karşı duyulan nefreti belirtmek için kullanılan bir söz.
  • zam görmek
    1) fiyatı artmak: Ekmek iki ayda üç defa zam gördü. 2) ücreti artmak.
  • zarar görmek
    kötü sonuca uğramak: ‘Usulleri, kaideleri bozanların zarar görecekleri muhakkaktı.’ -Ö. Seyfettin.
  • zulüm görmek
    kendisine eziyet edilmek.


17 yorum

Leave A Reply