Türk Sinemasının Tarihçesi (Geçiş ve Sinemacılar Dönemi İle 1965 Sonrası Türk Sineması)

0
Advertisement

Muhsin Ertuğrul Dönemi, geçiş dönemi, sinemacılar dönemi ve 1965 sonrası Türk sineması. Türk sinemasının tarihçesi, gelişimi.

MUHSİN ERTUĞRUL DÖNEMİ (1922-1939)

Türk sinemasında ilk kıpırdanmalar tiyatrocuların bu alana el atmasıyla başladı; yönetmen olarak Muhsin Ertuğrul‘un, oyuncu olarak da Darülbedayi (Şehir Tiyatrosu) oyuncularının iş başına geçtiği bu dönem, sinema tarihimizde “Muhsin Ertuğrul ve Şehir Tiyatrosu Tekeli” ya da “Tiyatrocular Dönemi” olarak da adlandırılır. Sinemayı kesinlikle bıraktığı 1953’e dek 30 film çeviren Muhsin Ertuğrul, bu on yedi yıllık dönemin tek yönetmeni oldu.

Sinemayla 1916’da, Berlin’de tiyatro çalışmaları yaparken ilgilenmeye başlayan Muhsin Ertuğrul, yurda döndükten sonra ilk özel yapımevi olan Kemal Film adına İstanbul’da Bir Facia-i Aşk (1922), Boğaziçi Esrarı (1922), Ateşten Gömlek (1923), Leblebici Horhor (1923), Kız Kulesinde Bir Facia (1923) filmlerini çevirerek ilk ürünlerini verdi. Muhsin Ertuğrul’un ilk dönem filmleri arasında önemli bir yer tutan Ateşten Gömlek Neyyire Neyyir (Ertuğrul) ile Bedia Muvahhit gibi ilk kez Müslüman Türk kadınlarının oyuncu olarak görev aldığı bir film de oldu. Kemal Film’in Sözde Kızlar (1924) fümiyle yapımcılığa son vermesi üzerine Muhsin Ertuğrul, önce İsveç’e, sonra da Rusya’ya gitti. Orada Tamilla (1925), Beş Dakika (1926) Spartaküs (1926), vb. filmleri çevirdi. Yurda döndükten sonra İpekçi kardeşlerin ülkemizin ikinci önemli yapımevi olan İpek Film’i kurmalarına önayak oldu ve uzun bir süre bu kuruluşta yönetmen olarak çalıştı.

Muhsin Ertuğrul

Muhsin Ertuğrul

İpek Film hesabına ilk olarak Kurtuluş Savaşı’nı konu alan Ankara Postası’nı (1928), sonra da ilk sesli Türk filmi olan İstanbul Sokaklarında’yı (1931) çekti, İpekçi kardeşler sesli filmlerin yaygınlaşması üzerine sesli film stüdyosunu kurdular ve bu stüdyonun ilk ürüııü olarak da Muhsin Ertuğrul’a Bir Millet Uyanıyor (1932) filmini çevirttiler. Muhsin Ertuğrul’un en önemli yapıtlarından biri olan bu film, daha sonra Kurtuluş Savaşı’m konu alan bütün filmlerin ilk örneği oldu. İpek Film’in yapımcılığa ara vermesi üzerine Muhsin Ertuğrul kendi hesabına, o yılların Sovyet köy filmlerinden esintiler taşıyan Aysel, Bataklı Damın Kızı (1934-1935) filmini yönetti. Daha sonra folklorik özellikleri ağır basan Kahveci Güzeli (1941),Nasrettin Hoca Düğünde (1940-1943), Kızılırmak-Karakoyun (1947) ve ilk renkli Türk filmi olan Halıcı Kız (1953) filmlerini yaptı. Son filminin tutulmaması üzerine sinemayı bırakarak tiyatro çalışmalarına ağırlık verdi. Muhsin Ertuğrul Dönemi, Türk sinemasını olumlu olduğu kadar olumsuz olarak da etkiledi. Muhsin Ertuğrul, sinemayı, başından beri tiyatrodan artan zamanlan değerlendirmek üzere ek bir görev olarak düşündü. Oyuncusundan teknisyenine kadar yalnızca tiyatro adamlarıyla çalışan Türk sinemasının, sinemaya özgü bir anlatım dili ve tekniği kazanmasını engelledi.

GEÇİŞ DÖNEMİ (1939-1945)

Geçiş Dönemi’nde Türk sinemasında tiyatrocuların etkisinin sürdüğü, buna karşılık yeni sinema anlayışları ve teknikleriyle yeni adların da ortaya çıktığı, sinemanın kendine özgü kurallarının uygulanmaya başladığı görülür. Çoğu Muhsin Ertuğrul’un yanında yetişmiş ya da onun “tiyatromsu sinema” anlayışını benimsemiş olan Ferdi Tayfur, Talat Artemel, Hadi Hün, Kani S. Kıpçak, Sami Ayanoğlu, Suavi Tedü, Cahide Sonku, Vedat Örfi Bengü, Seyfi Havaeri ve Çek asıllı Adolf Körner’in yanı sıra sinemaya “sinemasal” özellikler kazandırmaya çalışan Faruk Kenç, Şadan Kâmil, Turgut Demirağ, Şakir Sırmalı, Çetin Karamanbey, Aydın G. Arakon, Orhon M. Arıburnu gibi yönetmenler iş başına geçti. İkinci Dünya savaşı koşulları ve sansür anlayışının getirilmesi (1939), Geçiş Dönemi’nin sinema anlayışını etkileyen başlıca etkenler oldu.

İkinci Dünya savaşı, Türk sinema sanayisinin gelişmesini engelleyip atılım yapmasını ertelediği gibi, ülkemizde gösterilen yabancı filmlerin kaynaklarının da değişmesine yol açtı. Bu yıllara kadar Avrupa sinemasının ürünlerinde olan ağırlık, birdenbire A.B.D ve Mısır filmlerine kaydı. Özellikle Türkiye’den Mısır’a giden Vedat Örfi Bengü’nün kurduğu Mısır sinema sanayisinin ürettiği filmlerin (ya da halk arasında yaygın olan adla Arap filmleri) kötü etkileri, henüz emekleme aşamasında olan Türk sinemasına bir darbe vurdu. 1938-1944 yılları arasında ülkemizde gösterilen Mısır filmlerinin sayısı yerli filmlerin sayısına eşit oldu. Seyircinin büyük ilgisini çeken bu filmler konu, anlatım ve sinema tekniği açılarından Tiyatrocular Dönemi’nin etkilerini taşıdıkları için, olumsuz birçok öğenin yerli sinemaya yerleşmesi olgusunu pekiştirdiler.

Advertisement

İkinci Dünya savaşı bu dönemde kimi olumlu girişimlere de yol açtı: Savaşın Avrupa filmlerinin ülkemizde gösterilmesini engellemesi, yerli film yapımını artırdı. Tiyatrocular Dönemi’ nin yapımevlerine rakip olarak birçok yapımevi kuruldu. Yurt dışında sinema eğitimi görmüş birçok sanatçı eylemli olarak sinemaya girdi, bunlardan birkaçı kendi yapımevlerini kurarak çalışmaya başladılar. Ancak, önceki dönemin etkisindeki kimi yönetmenlerin iş başında olması ve Mısır filmlerinin sinema izleyicisi üzerinde yarattığı olumsuz etki, sinemaya yeni bir anlayış ve görünüm kazandırmak isteyen genç yönetmenleri bir tür baskı altına aldı. Ayrıca bu yönetmenler, uzun bir süre eski dönemde yetişmiş oyuncu ve teknisyenlerle çalışmak zorunda kaldıklarından pek başarılı olamadılar, teknik alandaki sınırlı yenilikler dışında, sinema dilinde ve anlayışında bir gelişme sağlayamadılar. Bu dönemin sözü edilecek filmleri şunlardı: Faruk Kenç’in Taş Parçası (1939), Yılmaz Ali (1940), Dertli Pınar (1942); Adolf Körner’in Duvaksız Gelin (1942), Sürtük (1942); Baha Gelenbevi’nin Deniz Kızı (1944); Şadan Kâmil’in On Üç Kahraman (1943-1945).

SİNEMACILAR DÖNEMİ I (1945-1960)

Bu dönemde sinemaya başlayan genç yönetmenler, yeni bir sinema dili ve estetiği geliştirmeye giriştiler. Bu çabalar, sinemada tiyatrocuların etkisinin giderek azalmasını sağladı. Oyuncu ve teknik görevliler tiyatro dışından seçildi. 1948’de belediye eğlence resminde (eğlence vergisi) yapılan indirim, sinema alanında yatırım yapma isteğini körükledi ve birçok yapımevi kuruldu. Önceki dönemlere oranla film sayısında önemli bir artış oldu. 1939-1945 yılları arasında yılda ortalama 2 film üreten Türk sineması, 1946’dan sonra bu sayıyı artırmaya başladı. Sözgelimi, 1947’de 12, 1948’de 16, 1949’da 18 film çekildi. 1950’den sonraki yıllardaysa bu sayı katlanarak çoğaldı. Sinemaya kendi dilini ve özelliğini kazandıran yönetmenlerin başında Lütfi Ömer Akad yer aldı. 1949’da Halide Edip Adıvar‘ın romanından uyarlanan Vurun Kahpeye filmiyle yönetmenliğe başlayan Lütfi Akad, daha sonra yeniden film yapımına geçen Kemal Film’e katıldı. Anlatımı, kurgusu ve tekniği ile tiyatrocuların yapıtlarından pek çok farklılıklar taşıyan Kanun Namına (1952) ve Altı Ölü Var (1953) adlı polisiye filmlerden sonra, Yaşar Kemal‘in bir yapıtından sinemaya uyarladığı Beyaz Mendil (1955) ile “köy gerçekçiliğine yöneldi. Daha sonra duraklama dönemine giren Lütfi Ömer Akad, 1965’ten sonra yeniden bir atılım yaparak Türk sinemasının özgün örneklerini verdi. Ortaya koyduğu filmleriyle sinemaya kendi kişiliğini kazandıran Lütfi Ömer Akad, aynı zamanda birçok yeni oyuncuyu sinemaya kazandırdı. Daha sonraki dönemlerin genç yönetmenlerine öncülük yaptı.

Bu dönemde yapımevlerinin çoğalması ve film sayısındaki artış birçok girişimcinin sinemaya yönelmesini sağladı. Günümüzde de film yapmayı sürdüren birçok yönetmen aynı dönemde ilk ürünlerini verdi. Bu dönemde Lütfi Ömer Akad‘ın yanı sıra sinemaya başlayan yönetmenlerin en önemlileri Metin Erksan, Osman Fahir Seden, Memduh Ün, Atıf Yılmaz Batıbeki, vb.’dir. Bir süre film eleştirmenliği yaptıktan sonra sinemaya başlayan Metin Erksan’ın ilk filmi Karanlık Dünya/Âşık Veysel’in Hayatı (1952) sansürde takıldı, ancak kesintiye uğradıktan sonra gösterilebildi. Bu nedenle Metin Erksan bir süre uyarlamalara imzasını attı, 1958’de Dokuz Dağın Efsanesi filmiyle, kendi sinema anlayışında bir aşama yaptı. 1960 sonrasındaysa toplumsal içerikli filmler çekerek Türk sinemasının en çok sözü edilen yönetmenleri arasında yer aldı.

Hemen her türde film yapan Atıf Yılmaz Batıbeki ise daha çok ticari kaygılar güden piyasa işi filmlere yöneldi. Bu türdeki deneyimlerinden sonra, sinema dilini ve anlayışını geliştirip, Gelinin Muradı (1957), Bu Vatanın Çocukları (1959), Karacaoğların Kara Sevdası (1959) gibi, biçimselliğini içerikle destekleyen filmlere yöneldi. Sinemacı bir aileden gelen ve uzun yıllar sinemanın içinde bulunarak deneyim kazanan Osman Fahir Seden ise, bu deneyimini yönettiği filmlere yansıtamadı. Hemen her türde film yönetmesine karşın, ticari kalıpları kıramadı ve ilk filmi Kanlarıyla Ödediler’i yönettiği 1955’ten günümüze kadar, en çok film üreten yönetmenlerden biri oldu . Türk sinemasının en iyi filmlerinden biri olan Üç Arkadaş’ı (1958) yöneten Memduh Ün de öteki yönetmenler gibi piyasa için kotarılmış filmlerle işe başladı. Üç Arkadaş’tan sonra da birkaç çıkış yapmasına karşın pek önemli filmler gerçekleştiremedi.

Geçiş Dönemi’nin yönetmenleri de en önemli filmlerini bu dönemde verdiler: Orhan M. Arıburnu’nun Yüzbaşı Tahsin’i (1951), Sürgün’ü (1952); Aydın G. Arakon’un Vatan İçin’i (1951); Şakir Sırmalı’nın Efelerin Efesi (1952) adlı filmi; Şadan Kâmil’in Kaçak’ı (1954); Faruk Kenç’in Çölde Bir İstanbul Kızı (1957) adlı filmi; vb.

Necati Cumalı'nın Susuz Yaz isimli eseri sinemaya da aktarılmıştır.

Necati Cumalı’nın Susuz Yaz isimli eseri sinemaya da aktarılmıştır.

SİNEMACILAR DÖNEMİ II (1960 – 1965)

Türk sineması, 1960’tan sonra yenilikçi, eleştirici ve toplumdaki kimi sorunları nesnel bir bakış açısıyla irdelemeye yönelik filmler üretmeye başladı. İlk kez bu dönemde “toplumsal gerçekçilik” olarak nitelenen filmler yapıldı. Bir önceki döneme oranla film sayısında hızlı bir artış oldu. 1960’ta 68 olan film yapımı, bu dönemin sonu olan 1965’te 214’e yükseldi. Sinemayı bir eğlence aracı olmanın ötesinde “Yedinci Sanat” olarak gören yayınlar hızla yaygınlaşmaya başladı ve bu yayınlarda film eleştirisinin ciddi sayılabilecek ilk örnekleri verildi; sayıları çok az da olsa renkli film denemelerine girişildi.

Advertisement

Bu dönemin önde gelen yönetmenlerinden biri Metin Erksan’dı. Gecelerin Ötesinde (1960) suçlu gençlik sorununu işledi. Fakir Baykurt‘un aynı adlı yapıtından sinemaya aktardığı Yılanların Öcü’nde (1961) köy gerçeğini nesnel bir gerçekçilikle dile getirirken, Acı Hayat’ta (1962) kentin acımasızlığını ortaya koydu. Kırsal kesimdeki paylaşılamayan su gerçeğini vurgulayan Susuz Yaz (1963) ile o güne kadar Türk sinemasının sahip olmadığı bir ödülü, Uluslararası Berlin Film Festivali Büyük Ödülü olan Altın Ayı’yı ve birçok uluslararası ödülü kazanarak, dış dünyanın dikkatlerini Türk sineması üstüne geçti. Sinemacılar Dönemi’nin en önde gelen yönetmenlerden Lütfi Ömer Akad ise Tanrı’nın Bağışı Orman (1964) belgeselinin dışında pek film yapmadı.

Atıf Yılmaz Batıbeki ise önceki dönemdeki verimliliğini, bu kez bilinçli ve daha üsluplaştırarak sürdürmeye başladı. Dolandırıcılar Şahı (1961), Yarın Bizimdir (1963), Murat ‘ın Türküsü (1965) filmleriyle kırsal kesiminin sorunlarına eğildiği gibi, kasaba gerçeğini ince bir mizah havası içinde anlatma ustalığına da erişti. Eskilerin yanı sıra, başta Halit Refiğ, Ertem Göreç, Duygu Sağıroğlu olmak üzere birtakım genç yönetmenler de ilk ürünlerini bu dönemde vermeye başladılar. Bu yönetmenlerden Halit Refiğ daha sonraki filmlerinde de görülen “yasak aşk” motifini işleyen Yasak Aşk (1961) ve Seviştiğimiz Günler (1962) filmlerinden sonra, toplumsal sorunları irdeleyen Şehirdeki Yabancı (1963), Şafak Bekçileri (1963), Gurbet Kuşları (1964) ve bir “çağ filmi” olan Haremde Dört Kadın (1965) filmlerini yaptı.

Ertem Göreç, grev olgusunu ilk kez Karanlıkta Uyananlar (1965) filmiyle ele alırken, Duygu Sağıroğlu da, kırsal kesimden büyük kente göçen insanların trajediye varan öykülerini Bitmeyen Yol’da (1965) çarpıcı bir dille aktardı. 1965’te çeşitli sanat dallarından birçok kişinin girişimiyle İstanbul’da Türk Sinematek’i kuruldu.

1965 SONRASI TÜRK SİNEMASI

1960 yıllarında başlayan film yapımındaki aşırı artış, 1970 yıllarında sürerek, yılda ortalama 200’ün üstüne çıktı.

Bu dönemde renkli film sayısının siyah-beyaz filmden fazla olması, 19 75’ten sonraysa siyah-beyaz film yapımın ortadan kalkarak yerini bütünüyle renkli filme bırakması, küçük yapımevlerini ortadan silerken, “star sistemi”nin doğmasına da yol açtı. Bu geçiş döneminde, yapımdan ve konudan çok “star’lara para yatıran şirketler, ticari kaygılara ödün vererek yeni türlerin ortaya çıkmasına zemin hazırladılar. 1970 yıllarının sonlarında seks filmleri, hemen ardından da arabesk türü, iktisadi çıkmazlar içinde olan sinemanın, varlığını sürdürmesi için ortaya çıkardığı geçici yeni türler ve modalar oldu. 1960 yıllarının ortalarında başlayan toplumsal içerikli filmler yapımı 1970 yıllarının başına kadar sürdü. Uzun bir süre suskunluk dönemine giren Lütfi Ömer Akad, Hudutların Kanunu (1967) ile Türk sinemasının başyapıtlarından birini verdi. Yaşamlarını sınır boyunda kaçakçılıkla sürdüren insanların dramını, insan-toprak sorunsalından yola çıkarak işleyen bu filmden sonra Lütfi Ömer Akad, bir başka başyapıtı olan Kızılırmak/Karakoyun (1967] filmini yaptı.

Fosforlu Cevriyem Film Afişi

Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye isimli eseri Fosforlu Cevriyem ismi ile Türkan Şoryay ve Tanju Gürsu’nun başrollerinde oynadığı film ile sinemaya aktarılmıştır.

Lütfi Ömer Akad daha sonra piyasa işi filmlere yöneldi. 1973’te yönettiği Irmak ile yeniden iyi sinema yapıtları üretmeye başladı. Gelin (1973) Düğün (1974), Diyet (1974) ile köyden kente göçün bir ailede yarattığı sorunları en ince ayrıntılarına dek işleyerek Türk sinemasının ilk üçlemesini oluşturdu. 1965 sonrasında “Ulusal Sinema” ve “Halk Sineması” kavramlarım ortaya atan ve önde gelen savunucularından biri olan Halit Refiğ, bu kavramlarla oluşan kuramını yansıtan Bir Türke Gönül Verdim (1969), Fatma Bacı (1972), Vurun Kahpeye (1973) filmlerinden sonra televizyon için çektiği Aşk-ı Memnu (1974-1975) ile uzun bir süre sinemadan ayrıldı. Gene televizyon için yaptığı Yofgun Savaşçı (1981-1983) filminin yayımlanmaması üzerine, ticari amaçlı, piyasa işi filmlere yöneldi. “Ulusal Sinema” görüşünün öteki savunucusu Metin Erksan, Sevmek Zamanı (1965) ile tartışmaya açık soyut bir film yaptı. Kırsal kesimdeki kadın sorununa değinen Kuyu (1968) ile yeniden bir çıkış yaptıktan sonra, daha önceki sinema anlayışı ve dünya görüşüne uymayan filmlere yöneldi. Bir tür gerçeküstücülüğü yansıtmaya çalışan Beş Hikâye (televizyon için, 1975), Kadın Hamlet/İntikam Meleği (1976), Sensiz Yaşayamam (1980), Metin Erksan’daki bu değişimin çeşitli örneklerini oluşturdu.

Atıf Yılmaz Batıbeki bu dönemde piyasanın isteklerine yönelik her türden film yapma anlayışını sürdürdü. Yedi Kocalı Hürmüz (1971) ile klasik komedi anlayışını,Kambur[1973) ile şiirsel melodramı, Utanç (1973) ile kadın ve çevre sorunsalını yansıttı. Ertem Eğilmez ve Süreyya Duru bu dönemde dikkatleri üstlerine çeken iki sinemacı oldu. Ertem Eğilmez, Oh Olsun (1973), Sev Kardeşim (1973) ve Hababam Sınıfı dizisiyle kendine özgü yenilikleri olan bir komedi anlayışını getirdi. Süreyya Duru ise Bedrana (1974) ve Kara Çarşaflı Gelin (1977) filmleriyle yarı feodal ilişkiler içinde tutsak olan kırsal kesim insanının açmazlarını çarpıcı bir dille görüntüledi. Irgat-ağa çatışmasının değişik bir biçimde ele alıp işleyen Feyzi Tuna’nın Kızgın Toprak (1974) filmi de bu dönemin sözü edilecek filmleri arasında yer aldı.


Leave A Reply