Operanın Tarihi, Opera Ne Zaman İlk Ortaya Çıkmıştır? Gelişimi Nasıldır?

0
Advertisement

Opera ne zaman, nerede ve nasıl doğmuştur? Operanın tarihi, tarihçesi ve gelişimi, Türkiye’de opera kültürü hakkında bilgi.

Opera Comique

Operanın Tarihi

Opera; baştan sona bestelenmiş, sololu, korolu, orkestralı sahne oyunudur. Oyuncuların her şeyi şarkıyla anlattığı oyunun metnine “libretto” denir. Oyun süresinin çoğunu sözlü bölümler oluşturur. Sözler, konunun akışına göre belli başlı şu müzik türleri içinde bestelenir: Arya bir kişinin duygu ve düşüncelerini yansıtır. Düet, terzet, kuartet, kentet vb iki, üç, dört ve beş kişinin duygu, düşünce ve konuşmalarını iletir. Resitatif kişilerin sözlerini konuşurcasına bir şarkıyla söyledikleri bölümdür. Koro ise oyundaki kamu vicdanının sesini ortaya koyar. Bunların dışında oyun başlarken genellikle bir giriş parçasına (uvertür) ve oyun içinde yer yer orkestra bölümleri ya da geçitleri gibi çalgısal bölümlere yer verilir. Bazı operalarda bale sahneleri de bulunur. Operalarda bütün bu müzik tür ve biçimleri genellikle ayrı parçalar olarak arka arkaya gelir. Ama bazılarında (örn. Richard Wagner‘inkiler) müzik bir perde boyunca kesintisiz sürer.

Opera Sözcüğü

Opera sözcüğü, İtalyanca opera in musica (müzikli yapıtlar) deyiminin kısaltılmışıdır. Kökeni ortaçağın dinsel oyunlarına (örn. pasyon), Rönesans’ın düğün, şenlik ve festival gibi kültürel etkinliklerine ve 16. yüzyılın ikinci yansında ortaya çıkan oyunlu madrigallere dayanır. Oyunlu madrigal, bir prologla belirli bir konuyu ele alan beş sesli madrigallerin sahnede oynanmadan yalnızca seslendirilmesiydi; o dönemlerde ortaya çıkan resitatifin ve stile rappresentativo denen, sahnede daha anlatımlı ve oynayarak söyleme anlayışının uygulanması operanın doğmasına neden oldu.

17. yüzyılın başlarında

17. yüzyılın başlarında Jacopo Peri, Jacopo Corsi, Francesco Cavalli ve Claudio Monteverdi gibi ilk opera bestecileri konularını Daphne, Odysseus ve Orpheus gibi eski mitoloji kahramanlarından seçti. Ama Monteverdi’nin L’incoronazione di Poppea’ sındaki (Poppea’nın Taç Giymesi) Neron ve Poppea Roma tarihinden alınmıştı.

Paris’te XIV. Louis’nin sarayında Jean-Baptiste Lully’nin yapıtları bu yeni sanatın gelişmesine yol açarken Viyana sarayında da Pietro Antonio Cesti’nin İtalyan operaları sahneleniyordu. Daha sınırlı bir gelişmenin görüldüğü İngiltere’de ise Henry Purcell bir kız okulunda sahnelenmek üzere yazdığı Dido and Aeneas’iyVà (Dido ve Aineias) bir opera başyapıtı ortaya koymayı başardı. Operanın Londra’da yaygınlaşması

Advertisement

18. yüzyıl ortaları

18. yüzyıl ortalarına rastladı; önce İtalyan tarzını alarak incelten, daha sonra İngilizce sözlü operalar yazan George Frideric Handel, Alessandro Scarlatti‘nin resitatif ve aryalara yer veren üslubundan büyük ölçüde etkilenmişti. Aryalarda bir karakter duygularını uzun uzun dile getirirken olay duruyordu. Bu dönemde başşarkıcının önemi arttı; erkek rollerinin çoğunu söyleyen kastratolara özel ilgi gösterildi. Aynı dönemde Fransa’da Jean-Philippe Rameau operayı farklı çizgilerde geliştirdi; jest kullanımına, daha esnek bir forma, uzun bale ara oyunları gibi sahne gösterilerine ağırlık verdi.

Yaklaşık aynı tarihlerde görece hafif, günlük konulara değinen komik opera türü de belirmeye başladı. İngiltere’de John Gay’in The Beggar’s Opera (Dilenci Operası) adlı toplumsal ve siyasal yergisi, Hamburg’da sahnelenen bir dizi hafif konulu opera, Napoli’de Giovanni Battista Pergolesi’nin La serva padrona’sı bu tür yapıtlara örnekti.

Mozart

Mozart

Sanat yaşamının başlangıcında opera türüne katkıda bulunan Christoph Gluck daha sonra virtüöz şarkıcının rolünü azaltmaya ve ağırlığı dramatik yapıya vermeye yönelik ünlü reformlarını uyguladı. Orfeo ed Eurydice, Armide ve Alceste’nın yanında İphigeneia’yı konu alan iki operasını da bu yeni anlayışla yazdı. Idomeneo, re de Creta’ sıyla (Girit Kralı İdomeneus) benzer bir tarzı benimseyen Wolfgang Amadeus Mozart sonraki üç başyapıtında önceki operaların özelliklerini komik opera ile kaynaştırmayı başardı; Le Nozze di Figaro (Figaro’nun Düğünü), Don Giovanni ve Cosi fan tutte adlı bu yapıtlarında toplulukların önemini artırdı ve finallerde senfonik bir yapı kullandı.

Die Zauberflöte’deyse (Sihirli Flüt) Alman komik opera türü olan Singspiel’i yüksek nitelikli yapıtlar düzeyine çıkardı. Luigi Cherubini Medea, Gaspare Spontini de La Vestale adlı yapıtlarıyla opera seria (ciddi opera) geleneğini geliştirerek sürdürdüler. Onlardan etkilenen Ludwig van Beethoven opera tarihinde benzersiz kalan Fidelio’ yu yazdı. Bu arada Domenico Cimarosa’nın II matrimonio segreto’su (Gizli Evlilik), Gioacchino Rossini‘nin II barbiere di Siviglia (Sevil Berberi) ve La Cenerentola (Külkedisi) gibi bir dizi başarılı komik operasına esin kaynağı oldu. Rossini’nin sonraki operalarının ağırbaşlı ve romantik üslubu ise Giacomo Meyerbeer’in daha da görkemli üslubuna yol açtı.

Giuseppe Verdi

Giuseppe Verdi

19. Yüzyılda Opera

19. yüzyılda opera ulusal çerçeveler içinde gelişti. Giovanni Bellini‘nin duygulu yapıtlarıyla 60’tan fazla opera yazan Gaetano Donizetti‘nin trajedileri ve komedileri Giuseppe Verdi için basamak oluşturdu. İlk dönem yapıtlarında eksik kalmış yanlar bulunan Verdi, Otello ve Falstaff ta dramatik ve müziksel açıdan tam bir ustalığa ulaştı. Almanya’da Carl Maria von Weber‘ in Der Freischütz (Nişancı) romantik operası ile Heinrich August Marschner’in yapıtları, müzik dramlarıyla operada devrim yapan Richard Wagner‘in çıkışını hazırladı. Wagner’in Die Meistersinger von Nürnberg (Nürnbergli Usta Şarkıcılar), Tristan und Isolde (Tristan ve Isolde), Parsifal ve Der Ring des Nibelungen (Nibelung Halkası) gibi yapıtları günümüze değin opera tarihinin en büyük başarıları arasında yerini korudu.

Fransa’da Daniel-François-Esprit Auber’ in yapıtlarının çok tutulduğu kısa bir dönemin ardından Charles Gounod, Ambroise Thomas, Georges Bizet ve Jules Massenet yapıtlarında görkemli opera (grand opéra) ile opéra-comique‘i ustaca kaynaştırdılar. Bu arada ayrı bir yol izleyen Hector Berlioz Les Troyens (Troyalılar) ile ustalığını kabul ettirdi.

Advertisement

Ulusalcılığın Etkileri

Operada ulusalcılığın etkisi başka yerlerde de görüldü. Rusya’da Mihail İvanoviç Glinka‘nın yeni ufuklar açan yapıtları, Çaykovski ile Modest Mussorgski’nin birbirinden çok farklı operalarının hazırlayıcısı oldu. Çekoslovakya’da Bedrich Smetana‘nın yurt sevgisiyle dolu yapıtlarını Antonin Dvorâk’ın lirik operaları izledi. 20. yüzyılda Leos Janâcek’in gerçekçi yapıtları giderek artan bir ilgi gördü. Macaristan’da Béla Bartok‘un Dük Mavi Sakal’ın Şatosu ve İspanya’da Manuel de Falla‘nın La vida breve’si (Kısa Yaşam) hep ülkelerinin halk müziklerinden yararlanarak bestelenmiş yapıtlardı.

İtalya’da, Giacomo Puccini ile Pietro Mascagni‘nin önderlik ettiği gerçekçilik (verişmo) akımı gelişti. Almanya’da Richard Strauss Salome ve Elektra‘sına müzik dramın amaçlarına uydu; daha sonra bunların epik niteliklerini aynı ölçüde başarılı komedilerinde (örn. Der Rosenkavalier) yumuşattı. Fransa’da Claude Debussy’nin Pelléas et Mélisande’i diyalogların müziklendiği çok ilginç bir yaratı olarak özel önem kazandı. Maurice Ravel tek perdelik iki büyüleyici parça yazdı. Arnold Schoenberg’in Moses und Aron u, Alban Berg‘in Wozzeck ile Lulu’su, İgor Stravinski‘nin The Rake’s Progressé (Ahlaksızın İlerlemesi), Kurt Weill’in yergili oyunları ve Benjamin Britten‘ın Peter Crimes‘ı başarılı modern yapıtlar arasında yer aldı.

Türkiye’de Opera Tarihi

Türkiye’de operaya karşı ilgi önce sarayda, dış ülkelerdeki sefirlerin sefaretnamelerinde anlattıkları operalarla uyandı. III. Murad döneminde de (1574-95) sarayda müzikli bir oyun sahnelenmişti. Bununla birlikte, Türkiye’de ilk opera III. Selim’in huzurunda Mayıs 1797’de Topkapı Sarayında sahnelendi. II. Mahmud (hd 1808-39) ve Abdülmecid (hd 1839-61) döneminde opera toplulukları İtalya’dan gelirken 19. yüzyılın sonlarında başka ülkelerden gelen birçok topluluk İstanbul’da ve İzmir’de opera temsilleri verdi. Naum Tiyatrosu’nda sahnelenen yapıtlar arasında Lombardini’nin Giselda’sı (1849) ve Giacomo Panizza’nın Silistre’si (1855) vardı.

Sevil Berberi

Sevil Berberi

Gedikpaşa Tiyatrosu’nda da Rossini’nin Sevil Berberi operası ilk kez 1867’de sahnelendi. Opera izleyicisi bir kitlenin oluşması Giuseppe Verdi‘nin birçok operasının İtalya’dan sonra, Fransa ve Almanya’ dan bile önce Türkiye’de sahnelenmesine yol açtı. 19. yüzyılın sonuna doğru sayıları iyice artan gayrimüslim topluluklar, operet ve komik operaların yanı sıra operalar da temsil ediyordu. Bu toplulukların en ünlüleri, Güllü Agop‘un Osmanlı Tiyatrosu ile başında besteci Dikran Çuhacıyan’ın bulunduğu Opera Tiyatrosu’ydu. Türkçe bir libretto üzerine bestelenmiş ilk opera olan Lübnanlı besteci Vadya Sabra’nın Kenan Çobanları’nın (1916) metnini Halide Edip (Adıvar) yazdı. Abdülhak Hamid’in (Tarhan) metni üzerine Mehmed Baha Bey’in (Pars) bestelediği Nesteren, hem bestecisi, hem de librettocusu Türk olan ilk operaydı. Bunu Nurullah Bey’in (Taşkıran), Şahabeddin Süleyman ve Hulki Amil’in (Keymen) librettosu üzerine bestelediği İhtiyar izledi.

Atatürk’ün Çalışmaları

Ziya Gökalp‘in müzik konusundaki görüşlerinden etkilenen Mustafa Kemal (Atatürk), Cumhuriyet sonrasında devletin müzik politikasını, “Türk halk müziğini temel alıp Batı’da geliştirilmiş çoksesli teknik ve yöntemleri kullanarak yeni bir müziğin yoğurulması” biçiminde belirlemişti. Bu temel ilke uyarınca, yetenekli gençler Avrupa’ya müzik öğrenimine gönderildi. Cumhuriyet’in müzik politikasına uygun ilk operayı Ahmet Adnan (Saygun) besteledi. Konusu ve librettosu üzerinde Mustafa Kemal’in de titizlikle durduğu Özsoy (öbür adıyla Feridun) adlı bu operanın metnini Münir Hayri (Egeli) yazmıştı. Türklerle İranlıların aynı soydan geldiği temasını işleyen Özsoy ilk kez Haziran 1934’te, Mustafa Kemal’in ve onun resmi konuğu İran şahı Rıza Pehlevi’nin huzurunda sahnelendi. Bu ilk operayı, gene Ahmet Adnan Saygun‘un Taşbebek’iyle Necil Kâzım Akses’in Bayönder’i izledi.

Devlet Opera ve Balesi’nin kuruluşundan önce Ankara Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi’nde Mozart‘ın tek perdelik operası Bastien ve Bastienne, daha sonra da Puccini‘nin Madame Butterfly ve Tosça operalarının ikinci perdeleri sahnelendi. Bunları Fidelio (Beethoven), Satılmış Nişanlı (Smetana), Figaro’nun Düğünü (Mozart), La Bohème (Puccini), Maskeli Balo (Verdi), Carmen (Bizet), Sevil Berberi (Rossini) gibi operalar izledi.

1970’lerde artık çok sayıda yabancı opera Türkiye’de sahnelenmiş, özellikle 19. ve 20. yüzyılların en ünlü operaları izleyiciye sunulmuştu. Bu arada Türk besteciler de Kerem (1953, A. Adnan Saygun), Van Gogh (1957, Nevit Kodallı), Nasrettin Hoca (1962, Sabahattin Kalender), Gılgameş (1963, Nevit Kodallı), Midas’ın Kulakları (1969, Ferit Tüzün) gibi yapıtlarla yerli opera dağarcığını zenginleştirmişlerdi. 1970’lerde ve 1980’lerde ise Çetin Işıközlü Gülbahar (1972), A. Adnan Saygun Köroğlu (1973), Cengiz Tanç Deli Dumrul (1979), Okan Demiriş IV. Murad (1980) ve Karyağdı Hatun (1985), Selman Ada Ali Baba ve Kırk Haramiler (1989) gibi yeni operalar bestelediler.


Leave A Reply