Oratoryonun Tarihçesi, Tarihi Gelişimi Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Oratoryo nedir, ne demektir? Oratoryo özellikleri nelerdir? Oratoryo tarihçesi, tarihi gelişimi hakkında bilgi.

Oratoryo

Oratoryo; dinsel ya da yarı dinsel bir konu üzerine bestelenen, solo sesler, koro ve orkestra için büyük ölçekli yapıtdır. Sözleri genellikle Kutsal Metinler’e dayanır. Bir bölümle öbürü arasındaki bağlantı çeşitli seslerin söylediği resitatiflerle sağlanır ve böylelikle aryalarla korolara geçiş hazırlanır. Oratoryo ibadet amacı taşımaz. Başlıca üç oratoryo okulu vardır: Temelinde bir tür dinsel opera olan İtalyan okulu, pasyon öyküsünün işlenmesiyle gelişen Alman okulu ve George Frideric Handel’in birkaç biçimi biri eştirdiği İngiliz okulu. Oratoryo terimi Roma’daki San Girolamo della Carita Kilisesi’nde Aziz Filippo Neri’yi dinlemeye gelenleri için eklenen ve “oratuvar” adı verilen odadan kaynaklanmıştır. Aziz Filippo’nun Valicella’da Santa Maria Kilisesi’nde başlattığı müzikli eğlencelerin bir vaazla ayrılan iki bölümden oluşması ilk İtalyan oratoryolarının iki perdeli yapısına kaynaklık etmiştir. Günümüze ulaşan en eski oratoryo olan Emilio del Cavaliere’nin La rappresentazione di anima e di corpo’su (Ruh ile Bedenin Temsili) 1600’de baleli ve oyunlu olarak sahnelendi. 17. yüzyılın ortalarına doğru Giacomo Carissimi Eski Ahit’e dayanan Latince sözlü daha ağırbaşlı bir oratoryo geliştirdi. Uzunlu kısalı bu oratoryolar yalın, aşırılıktan uzak ve korodan ustaca yararlanan yapıtlardı; anlatıya ara verilip karakterlerin duygularının dile getirildiği bölümler ise özellikle önemliydi. Bu dönemde Latince ve İtalyanca türler varlığını korumakla birlikte konuşulan İtalyancaya dayanan oratorio volgare daha yaygındı ve virtüöz şarkıcıların seslendirdiği bu tür 18. yüzyılın sonlarına değin gözde kaldı. 18. yüzyılda olayların sahnede canlandırılmasından vazgeçildi. Carissimi’nin öğrencisi olan Fransız besteci Marc-Antoine Char-pentier de İtalyan oratoryosunu Fransa’ya aktardı.

Alman oratoryosu

Alman oratoryosunun ilk örneklerini veren Heinrich Schütz, üslubunda Alman ve İtalyan öğelerini kaynaştırdı. Konularını hep İncil’den aldığı oratoryolarında duygusal anlatım açısından büyük başarıya ulaştı ve canlı korolarıyla J. S. Bach’ın habercisi oldu. 1623’te yayımlanan O ster Oratorium’ unda (Paskalya Oratoryosu) her karakterin sözlerini iki ya da daha çok ses için kontrapuntal olarak çoksesleme (polifonik) geleneğine bağlı kaldı. 1664’te Weihnachten Oratorium’u (Noel Oratoryosu) yayımlanan Schütz’ün oratoryolarında yalınlık ve taşkınlık dengede tutulmuştu, ama 17. yüzyıl sonlarında bu denge bozulmaya başladı. Bu dönemde İsa’nın Çektikleri’ni konu alan oratoryo metinlerinde (pasyon oratoryosu) Kitabı Mukaddes’teki sözcüklerin yerine, duygusal nitelikli manzum özetlemelerle lirik yorumların kullanıldığı görüldü.

Bach’ın Johannes Passion (Aziz Yuhanna Pasyonu) ve Matthäus Passion (Aziz Matta Pasyonu) adlı iki büyük pasyon oratoryosu, Schütz’deki dengeyi yeniden kuran, ama daha büyük ölçekte yazılmış ve yeni İtalyan aryasını kullanarak zenginleştirilmiş yapıtlardı. Bach bir yandan koral ya da cemaat ilahisinin önemini artırırken bir yandan da anlatıya ağırlık vermişti. Handel’in oratoryoları, çoğunlukla modern librettolarla bestelenmiş Kitabı Mukaddes öykülerine dayanan sahne gösterileriydi. Koroların çok etkili bir biçimde kullanıldığı bu oratoryolar opera, mask ve hatta Yunan tragedyasından etkilenmişti. Kilisenin önyargısı sahne edimini yasakladığı halde, tiyatro salonlarında opera şarkıcıları tarafından seslendirilen bu yapıtların kiliseyle doğrudan ilişkisi yoktu. Handel’in Saul ve Israel in Egypt (1739; İsrailoğulları Mısır’da), Messiah (1741; Mesih) ve Samson (1743) gibi, sözleri Kitabı Mukaddes’ten alınma oratoryolarının da bulunmasına karşın bu çok önemli bir gelişmeydi. Handel’den sonrakiler onun üslubunu taklit ettiler, ama amacını yanlış algıladılar ve İngiliz oratoryosu 150 yıl boyunca fazla önem taşımadı.

Avrupa kıtasında oratoryo

Bach ve Handel’den sonra Avrupa kıtasında oratoryo, Haydn’ın yapıtları dışında canlı, yaratıcı bir geleneği yansıtma özelliğini yitirdi. Handel’in oratoryolarıyla Mozart’ın operalarının etkisinin görüldüğü Die Schöpfung (1798; Yaratılış) adlı oratoryosunda Haydn bu epik ve dramatik öğelerle kendi olgun senfoni üslubunu birleştirerek bir başyapıt ortaya koydu. Dindışı bir içerik taşımasına ve bölümlerinin gevşek bir biçimde bağlanmış olmasına karşın Die Jahreszeiten (1801; Mevsimler) adlı yapıtını da oratoryo olarak nitelendirdi. Beethoven’in Christus am Ölberg (1803; İsa Zeytin Dağında) adlı tek oratoryosu gibi 19. yüzyılda büyük salonlar, koro dernekleri ve festivaller için yazılan oratoryoların çoğu da pek başarılı olmadı.

Advertisement

Bach’ın üslubuyla Handel’in üslubunu kaynaştırmayı deneyen Mendelssohn hâlâ yorumlanan ender 19. yüzyıl oratoryolarından Elijah’ı (1846) yazdı. Elijah, korolarının canlılığı nedeniyle olağanüstü bulunurken daha önce yazdığı St. Paul (1836) hiçbir dinsel coşku dile getirmemekle eleştirildi.

Mendelssohn’dan sonra Almanya’da oratoryo türünde pek önemli yapıt verilmedi. Oratoryo olarak sınıflandırılabilirse, bir önemli örnek Johannes Brahms’ın Luther Kitabı Mukaddesi’nin metinleriyle bestelediği Ein deutsches Requiem’di (1868; Alman Requiem’i). Franz Liszt Christus (Mesih) ve Die Legende von der heiligen Elisabeth (Azize Elisabeth Efsanesi) adlı iki oratoryosunda dinsel ve teatral öğeleri görkemli bir biçimde birleştirdi. İtalyan oratoryosu 18. yüzyıldan sonra sönmeye yüz tuttu. Slav besteciler de birkaç oratoryo besteledi. Önemli sayılabilecek tek Fransız oratoryosu ise Hector Berlioz’un L’Enfance du Christ’i (1854; İsa’nın Çocukluğu) oldu.

İngiliz oratoryo

20. yüzyıl İngiliz oratoryosunun başyapıtı Sir Edward Elgar’ın The Dream of Geronti-us’uydu (1900; Gerontius’un Düşü). İgor Stravinski’nin Latince sözlü Oedipus Rex (1927; Kral Oidipus) opera-oratoryosu opera sahnelerinde çok büyük başarı kazandı. İsviçreli Frank Martin 20. yüzyıl ortalarında en etkin oratoryo bestecilerinden biriydi. SSCB, Doğu Avrupa ülkeleri ve Çin’de dindışı içerikli pek çok büyük ölçekli yapıt ortaya kondu. Polonyalı Krzysztof Penderecki’nin kısaca Aziz Luka Pasyonu olarak bilinen Passio et Mors Domini Nostri Jesus Christi Secundum Lucam (Aziz Luka’ya Göre İsa’nın Çektikleri ve Ölümü) adlı oratoryosu türün en önemli örneklerinden oldu. A. Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu (1946) ve Nevit Kodallı’nın Atatürk Oratoryosu (1950-52) Türkiye’ de oratoryo çalışmalarına örnektir.


Leave A Reply