Peygamberimizin Doğduğu Çevre Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Peygamberimizin doğduğu çevrenin özellikleri nelerdir? Peygamberimizin öncesi dünyanın durumu, kültürel hayat ve dini hayat hakkında bilgi.

Peygamberimizin Doğduğu Çevre

İslam öncesi Araplar, aynı soydan gelen şahısların oluşturduğu, kişilerin birbirine kan ve nesep yoluyla bağlandıkları kabileler halinde yaşıyorlardı. Kabilenin en küçük birimini ise, aile oluşturuyordu.

O dönemde çok eşliliğe dayalı evlilik yaygındı. Evlenmelerin bilinen nikah şeklinde olmasının yanı sıra, süreli nikah, eşleri karşılıklı değiştirme ve mehir vermemek için kızların karşılıklı değiştirilmesi gibi nikah şekilleri de uygulanmaktaydı.

Boşanma yaygın olup bu konuda genelde tek söz sahibi erkeklerdi. Erkek çocuk bir övünç vesilesi iken kız çocuklarının pek değeri yoktu. Kız çocukları diri diri toprağa gömülürken bir kısmı da fakirlik endişesi ile öldürülürlerdi. Kur’an-ı Kerim’de bu acımasız uygulama Tekvir, 81/8-9 ve İsra,17/31 ayetlerinde zikredilir. Ayrıca evlatlık alınan çocuklar ailedeki diğer çocuklarla aynı haklara sahip olurlardı.

Bu dönemdeki Arapların bir kısmı çölde yaşayan göçebe bedeviler iken bir kısmı da yaşamlarını şehirlerde sürdürürlerdi. Her iki sosyal yapıda kabile sistemine dayanmaktaydı. Seçim “kaynakları tarım, ticaret ve el sanatlarıdır. Sosyal hayatın diğer önemli uygulamaları arasında eğer bir kimse kabilesi tarafından kovulursa başka bir kabilenin himayesine girip o kabilenin üyesi olabilirdi. Yine bir kişi istediği takdirde başka bir kabilenin resmi koruması altına girebilirdi. Peygamber Efendimiz Mekke’deki tebliğ döneminde Taif dönüşünde böyle bir resmi koruma ile tekrar şehre girebilmiştir. Ayrıca savaş esiri köleler azad edildiğinde kendisini azad eden kabilenin mevlası (himaye altına alınmış) olurdu. Bu tür kişiler kabilelerin asli üyesi gibi muamele görürlerdi.

Kabileler arasındaki anlaşmazlıklar görüşmeler yoluyla çözümlenemediği zaman büyük çatışmalar yaşanır ve yıllarca sürecek bir kan davaları sosyal yapıyı derinden etkilerdi. Kabile içi dayanışma çok önemli olduğundan alınan kararlar tam bir teslimiyetle yerine getirilirdi. Kabile başkanlığı sistemi uygulanarak kabileler yönetilirdi.

Advertisement

Sosyal yapının temel sınıfları hür, köle ve mevail/himayeli olarak oluşturulmuştu. En üst sınıfı hürler oluştururken, köle ve cariyeler her türlü onurdan yoksun olarak hayatlarını devam ettirirlerdi. Peygamber Efendimizin tebliğini en fazla bu sınıf kabul ederek İslam’la şereflenmişler ve böylece insanlık aleminin en şerefli varlıkları olmuşlardır.

Diğer Çevre ve Durumlar

a) Çin:

Konfiçyus ( M.Ö.551-479) ile Çin sahip olduğu medeniyetin en yüksek noktasına ulaşır. Fakat İslam’ın ortaya çıkma döneminde burada büyük bir boşluk ve bir çöküntü yaşanmaktadır. Hindistan’dan gelen Budizm burada etkili olmaya çalışarak yeni bir yapı tesis ederken komşu kavimlerin istilasına uğramış ve taht kavgaları ise sosyal ve siyasi yapıyı derinden sarsmıştı. Bu nedenle yapının insanlık alemine vereceği herhangi bir şeyi yoktu. Peygamber Efendimiz’in peygamberlik öncesi yaptığı bazı seyahatlarda bu ülkenin tüccarlarıyla karşılaştığı ve bu ülkenin medeniyetinin sahip olduğu değerler hakkında bir bilgisi olduğunu anlıyoruz. Şu hadis O (s.a.v)’ndan rivayet edilmektedir: ‘İlim Çin’de de olsa gidip onu arayınız.’ (Suyuti’den naklen)

b) Hindistan:

Konfiçyus’un çağdaşı olan Buda’nın başlangıç itibariyle getirdiği sosyal iyileştirme Brahmanizm tarafından kökünden kazınmış ve bu ülkenin inanç değerlerindeki, ‘olayları Yaratana tapma’ yerine ‘olayların kendisine tapma’, onları tapınanların sayısından çok tapınılan tanrıları olan bir dine sürüklemişti. Ayrıca mutluluğu yakalamanın dünyadan tamamen yüz çevirmeye bağlı olduğunu kabul etmeleri ve ruhun bir cisimden diğer bir cisme geçme/tenasüh inançları, Hinduların da insanlığa sunacakları herhangi bir şeyleri olmadığını gösteriyordu.

c) Doğu Roma İmparatorluğu:

Bu imparatorluğa gelince, bir yandan İran’a karşı diğer yanda da Batı’dan gelen barbarlara ve Slav’lara karşı şiddetli ve daimi bir mücadelenin içindeydi. İmparatorluk bu yüzden sürekli bir savaş hali yaşarken içte de dini zulüm ve eziyetlerle perişan haldeydi. Peygamber Efendimizin tebliği dönemindeki siyasi çekişmeler, inanç mezheplerinin birbirlerine tahammülsüzlüğü, bu kitap ehli toplumu adaletten uzaklaştırmış ve insanlığa umutsuzluktan öte bir şey veremeyecek bir hale getirmişti. Bu nedenle bu zulüm coğrafyası, kısa bir zaman içerisinde İslam’la buluşarak Hak ve Adaletin yeşerttiği bir huzur topraklarına dönüşmüştür.

d) İran:

Araplara komşu ülke olan İran bir yandan Türkler diğer yandan da Bizanslılarla savaş halindeydi. Zerdüşt/ateşe tapma inancının yanısıra sosyal ve siyasi yapıya hakim olan sapık Mazdek düşüncesi ise, ahlaki ve manevi yapıyı insanlık değerlerine hiç uymayan bir bataklığa dönüştürmüştü. Dolayısıyla İran’da İslam’ın o hayat veren varlığına teslim olmak için bekliyordu.

e) Habeşistan:

O dönemin güçlü sistemlerinden Habeşistan Yemen’i kuvvet kullanarak istila etmiş ve Kabe’yi yıkarak yerine bir Katedral yapmak için Mekke önlerine gelmiştir. Nusret-i ilahi tecelli etmiş ve Habeş ordusu ‘ebabil kuşları'(Fil Suresi) tarafından perişan edilmiştir. Böylece Mekke’nin güvenliği sağlanmış ve Habeşliler ülkelerine geri dönmek zorunda kalmışlardır. Daha sonra bu ülke kendisine sığınan Müslümanları bağrına basarak himaye etmiş ve böylece İslam tarihinin onurlu bir misafiri olmuşlardır.

Advertisement

Kültürel Hayat

İslam öncesi Arap yarımadasında nüfusun önemli bir kısmının göçebe hayatı sürmesi nedeniyle kültürel hayat zengin bir hale sahip değildi. Hicaz bölgesi Arapları yazıyı İslam dininin ortaya çıkmasından az önce ticari ilişkiler içerisinde bulundukları kuzey komşuları Nabatlılardan öğrenmişlerdi. Yazının hayata geç katılmasının da kültürel etkinliklerin fazla gelişmemesinin diğer önemli bir nedenidir. Fakat bütün bunlara rağmen şiir ve edebiyat çok gelişmiş ve oldukça güçlü bir konuma sahipti. Bu şiirler nedeniyle toplumda etkin olan değerler hakkında önemli bilgilere sahip olmak mümkündür. Bilhassa kahramanlık, aşk, övgü ve yergi gibi hususlar şiirlerin önemli bir temasını oluşturmaktadır. Ayrıca tarihle de yakından ilgilenen Arapların bu özellikleri sayesinde o döneme ait çok önemli bilgilere sahip olmak mümkündür. İslam öncesi Araplarda, kahinlik ve büyücülüğün de yaygın olduğunu da belirtelim. Bu etkinlik hastalıkların tedavisinde ve bir takım kötü niyetli işlerde kullanılıyordu.

Dini Hayat

Asıl olarak Arap yarımadası halkı, Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail ile Mekke’de inşa ettikleri Kabe’yi kutsal mekan kabul edip tevhid inancını taşıyorlardı. Fakat zamanla ehli kitabın inananlarında görülen tevhid inancındaki sapmalar bu bölgenin insanlarında daha derin olmuş ve buna bağlı olarak putlara tapma dini hayatın temelini oluşturmuştu. Buna rağmen İslam öncesi devirlerde Arapların Allah’a inandığını Kur’an-ı Kerimdeki şu ayet doğrulamaktadır:

“De ki: ‘Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin sahibi kimdir? Diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir? Onlar: Allah’tır!’ diyecekler…” (Yunus,10/31)

Bu durumda putların varlığını kabul etmek ise, Allah’a aracılık yapma konusunda bir görev üstlenmek olan ‘Müşriklik’ anlamına geliyordu. Oluşturulan 360 putun en önemli olanları ise, Hübel, Lat, Uzza ve Menat’tır. Kur’an-ı Kerimdeki şu ayet durumu şöyle açıklamaktadır: “Onların çoğu, ortak koşmadan Allah’a inanmazlar.” (Yusuf ,12/106)

Kabe bu dönem Arapları için çok büyük bir önemlilik arz eden kutsal bir ibadet mekanı idi. Ziyarete gelen kişilerin her türlü ihtiyacını karşılama görevi kurumsal hale getirilmişti. Hatta bu ziyaretlerin güvenilirliğini sağlamak için haram aylar denilen Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarında bu ibadetler gerçekleştirilirdi. Ayrıca bu dönem inanç sisteminde, ölümden sonra dirilme, hesaba çekilme ve ahirette mükafatlandırılma ve cezalandırılma gibi hususlara inanılmadığını Kur’an-ı Kerimdeki şu ayet şöyle açıklamaktadır: “Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz dirilecek değiliz” dediler.” (Enam,6/29)


Leave A Reply