İslamın Korunmasına Önem Verdiği Temel Haklar, Temel Haklara Yaklaşımı

0
Advertisement

İslamin korunmasına önem verdiği temel haklar nelerdir? İslama göre temel hak ve özgürlükler ve İslamın temel haklara yaklaşımı hakkında bilgi.

islam
İslam’ın Temel Haklara Yaklaşımı

1. Yaşama Hakkı

İnsanların sahip olduğu her türlü yarar anlamına gelen “hak” terimi, İslâmî kaynaklarda doğuştan sahip olunan ve sonradan elde edilen “kazanılmış haklar”ı ifade eder. Hukuk dilinde “insan haklan” diye tanımlanan temel haklar, Kur’an ve Sünnetin belirlediği pek çok hükmün konusudur. İslâm’a göre temel haklar, insan olmadan kaynaklanan ve insan onurunu her şartta koruyan değerlerdir. İslâm, yaşama hakkını korunması ve saygı gösterilmesi gereken en temel hak olarak görür. İnsanın varlığını sürdürebilmesi, onun hayati faaliyetlerini eksiksiz yerine getirmesiyle mümkündür. Dolayısıyla yaşama hakkına sahip olmayan bir kimse, diğer haklara da sahip olamaz. En doğal hak olan yaşama hakkına sahip olmayanların sorumluluklarından ve görevlerinden söz edilemez.

İnsanın yaşama hakkı, yaratılışından kaynaklanır. İnsan, kainatın küçük bir modeli, bütün insanlık aleminin üyesi ve temsilcisidir. Allah’ın yarattığı en mükerrem varlık olması açısından o varlıkların en üstünü sayılmaktadır.

Kur’an-ı Kerim çeşitli âyetlerde yaşama hakkına saygılı olmanın yüksek bir davranış olduğunu ve yaşama hakkının kutsallığını bildirmiştir. Aslında yaşama hakkı, sadece insanı değil, hayvan ve bitkileri de içermektedir. Canlı olan her varlık saygındır; canlıların dokunulmazlığı ancak dinî, ahlâkî, hukukî ve insanî birtakım prensipler çerçevesinde kaldırılabilir; zira yaşamak onların temel hakkıdır. Birey, hayatını sürdürme hususunda hem hak sahibidir, hem de canını korumakla görevlidir. Bu yüzden hiç kimse bir başkasının hayatına son verme hakkına sahip olmadığı gibi, kendi yaşam hakkından da vazgeçemez. Yaşama hakkı, bireye, topluma onun siyasal örgütlenmesi olan devlete, ciddi ve ağır yükümlülükler yükler. Kuran, başta insan olmak üzere bir canlının haksız yere öldürülmesini, günahların en büyüklerinden biri olarak kabul etmektedir. Böyle bir suça tevessül edenin, ebedi olarak lanetlendiğini ve cehennemde kalacağını bildiren Kur’an, bu tavrın Allah’ın gazap ve lanetini çeken büyük bir günah olduğunu ifade eder.

“Rahman’ın iyi kulları, Allah ile beraber başka bir ilaha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar”
(Furkan, 25/68).

Âyette geçen “haksız yere öldürülme” ifadesi çok hassas ve önemli bir içeriğe sahiptir. Bu ifade, insanın hayata gelmesine vesile olmadan tutun da, onun varlığını güvence altına almak ve sürdürmesine yardımcı olmaya kadar varan alan içindeki haksız bir müdahaleye işaret etmektedir. Bu açıdan, insanın hayata gelmesi sürecinden itibaren ölümüne kadar olan bir süreçte insanın insan olma onuruna yapılan dıştan ya da içten gelebilecek her müdahale; sözgelimi, annenin hayati tehlikesi olmaksızın kürtaj, küçük bir eziyet ya da büyük bir zulüm vs., aslında yaşama hakkını ihlal anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle sadece canı korumak yeterli olmayıp, insanın maddî ve manevî hayatına yönelik tecavüzleri önlemek ve onurlu bir yaşam sürmesini sağlamak asıldır.

Herkesin yaşam hakkı

İslâm, sadece Müslümanların değil; tüm insanların yaşama hakkının korunmasını ister. Zira insan onurunu yansıtan yaşama hakkının ötesinde saygı duyulacak herhangi bir şey yoktur. Bu yüzden herhangi bir canlıya zarar vermek, hayata saygının eksikliğini gösterir.

Advertisement

Dinimiz fesat çıkarmak ve haksız yere cana kıymak gibi istisnai durumların haricinde bir insanın öldürülmesini yasaklamıştır. Zira fesat, toplumun düzenini, istikrar ve mutluluğunu ortadan kaldıracak her çeşit şiddete başvurmaktır. Allah, toplumda fitne ve fesat çıkarmanın ölümden beter olduğunu dile getirmektedir: “…Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür…” [Bakara, 2/191).

İnsan için esas olan esenlik içinde yaşamaktır. Bu, insan olmanın bir gereği olmakla birlikte Allah’ın da istediği bir durumdur.

İslâm, hayata ilişkin her hususu iman ile ilişkili hâle getirerek; insanlarda Allah’a karşı sorumluluk ve hesap verme duygusunu canlı tutmayı öngörür. İnsan olmanın, yaşama hakkının ne olduğuna dair bir bilinç olmaksızın dengeli bir toplum tesis etmek mümkün değildir. Günümüzde bu tür bilince sahip olmayan insanların hayata verdiği zararı sağduyulu her kişi görmektedir.

doktor

2. Sağlık Hakkı

Temel haklar sıralamasında yaşama hakkından sonra sağlık hakkının gelişi anlamlıdır. Zira soluk alıp vermede zorlanan, beş duyusunu sağlıklı biçimde kullanamayan ya da ağrı çeken insanın dikkati kendi acısında toplanır. Sağlık sorunları çeken bir kimse, doğal olarak kendi iç barışıklığı zedelendiği için öncelikli olarak sağlığını onarmaya yönelir. Bu hal içindeki bir kimse, başkalarını düşünemez; toplum hayatına katılımda, insanlar arasındaki ilişkilerde sorunlar yaşar.

• Sağlık, yalnızca hastalığın olmayışı değil, en geniş anlamıyla kişinin bedence, ruhça ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olmasıdır.

Advertisement

• Sağlık hakkı ya da sağlıklı yaşam hakkı, İslâm’ın sağlığın korunmasına yönelik olarak öngördüğü bir haktır.

• Sağlıklı yaşamanın sağlanmadığı, sağlanamadığı hiçbir durumda insan haklarından söz edilemez.

• Sağlık hakkı bireylerin, ırk, din, politik inanç ve sosyal durumlarına bağlı olmaksızın doğuştan kazandığı; insan olmaktan kaynaklanan bir haktır.

Sağlıklı insan,

Sağlıklı insan, sağlıklı düşünür, karar verir ve sağlıklı ilişkiler kurar. Bu yüzden İslam dini, sağlığın korunmasını emretmiş, sağlığı bozan her türlü iş ve davranışı yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’deki: “Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (Bakara, 2/195) buyruğu, Allah yolunda infak ederek çalışmanın yanında hayatımızı ve sağlığımızı tehlikeye sokacak her türlü tutum ve davranıştan sakınmamızı da içermekte Hz. Peygamber (s.a.s.) de: “(İslâm’da) zarar vermek ve yapılan zarara, zararla mukabele etmek yoktur” (Ibn Mace, Sünen, Ahkam, 17) buyurarak bir kimsenin kendisine ve başkalarına zarar vermemesi gerektiğini bir prensip olarak bildirmiştir.

İslâm, sağlık hususunda fert ve toplumun bilinçli olmasını; yöneticilerin ayrım yapmadan her türlü sağlık hizmetleri sağlamasını ve sağlığa zarar veren hususlar karşısında tedbirler almasını emreder. Dolayısıyla devlet, zengin ya da fakir herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbî bakım imkanını sağlamakla ve sağlık hakkına yönelik her türlü saldırıyı önlemekle görevlidir.

Sağlıklı insanlar, toplumdaki üretkenliği, paylaşımı ve sevecenliği arttırır. Tam tersi bir durum ise, bireylerin sağlığını yitirerek güzelliklerden aldığı payın azalmasını, ilişkilerin bozulmasını ve mutsuzluğu ortaya çıkarır, insanlar sağlıklı olmak için koruyucu sağlık hizmetlerine önem vermelidir. Koruyucu sağlık hizmetleri kimi durumlarda kişinin tek başına değil, “grupça” yapacağı işlerdir. Grup halinde yapılan bu eylemler, toplumun birbirine yaklaşmasına ve birlikte iş yapmasına, dolayısıyla sosyal barışın güçlenmesine yardımcı olacaktır. Buna ilaveten sağlık hakkının etkinleşmesinde, sosyal güvenlik kurumlarını devreye sokmak gereklidir.

Eğitim

3. Eğitim Hakkı

Birey, doğuştan sahip olduğu yeteneklerini eğitim sayesinde geliştirip insanlaşır. İnsanın, hayatı gerçek anlamıyla kavrayabilmesi ancak ömür boyu sürecek bir eğitim faaliyeti ile gerçekleşebilir. Eğitim, insanlara doğru bilgi vererek, zihinleri esir alacak her türlü yaklaşımı engeller nitelikte olmalıdır.

• Eğitim, genel olarak insan kişiliğinin ve onurunun gelişmesine ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygının güçlenmesine yönelik her türlü faaliyet olarak tanımlanabilir.

• Özelde ise eğitim, insanın yaratılışında var olan bütün kabiliyetleri temel alarak onu yönlendirmek, geleceğe hazırlamak, hayatı boyunca gerekli bilgiyi nasıl elde edeceğini öğrenmesine yardımcı olmaktır.
İslâm insanın maddî ve manevî bakımdan kendisini geliştirmesini ve fikirlerini başkalarına aktarmasını bir hak olarak kabul eder.

Eğitim hakkı, işlevselliği açısından öğretme ve öğrenme hakkı olarak kabul edilebilir. Öğrenme hakkı, aslında bir dinî görev olarak kabul edilebilir. Kur’an’ın ilk âyetinin “oku” emri olduğunu hatırlarsak; İslâm’da öğrenmenin, bilgi ve görgü arttırmanın ne denli teşvik edildiğini çıkarabiliriz. İnsan ancak okumak ve bilmek suretiyle iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırabilir. İlim (bilgi), insanın gerek dünya ve gerekse ahiret işlerinde üzerinde yürüyeceği hidayet vasıtasıdır. Kur’an’ı Kerim’de okumayı ve öğrenmeyi teşvik eden pek çok âyet yer almaktadır:

Advertisement
“…Allah’a karşı ancak; kulları içinden alim olanlar derin saygı duyarlar…” (Fatır, 35/28).
“De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar” (Zümer, 39/9).

İlim ve öğrenmeye büyük önem veren İslâm, elbette öğrenilen şeyin öğretilmesini de ister. İlmi öğrendikten sonra başkasına öğretmeyen, ilmini kendisine saklayan kimseler kınanmıştır. Çünkü bu kimseler Yüce Allah’ın kendilerine vermiş olduğu bilgiyi saklamakta, başkalarının istifadelerine sunmamaktadır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim bildiği bir şeyi, sorulduğunda gizlerse, kıyamet günü Allah ona ateşten bir gem vurur” (Tirmizi, İlim, 3).

İslâmın, yaşama hakkının bir uzanımı olarak eğitim hakkına özel vurgu yapması hem ferdin gelişimini desteklemesi hem de toplumun geleceğini yönlendirmesi açısından önemlidir.

Zira Kuran’da “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz…” (Âl-i Imran, 3/110) hitabına anca eğitimin yaygınlaştırılması ve eğitim düzeyinin yükseltilmesi ile ulaşılır.

namaz

4. İnanma ve İbadet Hakkı

İslâm, bizatihi gerçek bir düşünce ve inanç hürriyeti olduğu için, inanç konularında hoşgörülü olmayı ve inanma ve ibadet hakkına saygıyı ister. Zor kullanmayı yasaklar. Allah, insanları iman konusunda özgür bırakmıştır. “…Artık dileyen iman etsin dileyen inkar etsin…” (Kehf, 18/29) âyeti bu özgürlüğün ifadesidir. İnsanları dine (İslâm’a) girmek için zorlamak yasaklanmıştır. “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” (Bakara, 2/256) âyeti, sadece insanlara bas yapılmasını değil, aynı zamanda dinde zorlamanın hiçbir türünün mevcut bulunmadığını ifade eder.

Dinimiz zorlamanın belli türlerini değil, bizzat kendisini yasaklamıştır. Dolayısıyla dinde zorlama İslâm’a aykırı bir tutumdur.

Dinimizde zorlamanın bulunmayışına Hz. Peygamberin hayatı örnektir. Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur: “Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin” (Enam, 6/107). Allah, insanların bir takım dayatmalarla değil, kendi arzu ve istekleri sonucunda inanmalarını ister.

İnsanın hesaba çekilebileceği inanç, ancak özgür iradesi ile tercih ettiği inançtır. Kişi istediği inancı seçme ve inancının gereklerine göre dua ve ibadet etme hususunda özgürdür.

özel hayat

5. Özel Hayatın Gizliliği Hakkı

Bir kimsenin başkalarının görmesini, duymasını ve bilmesini istemediği yani gizli tuttuğu hayatına, özel hayat denir. Yabancıların bu özel alana girmesi, onun sırlarını öğrenmesi ve başkalarına aktarması, kişilik haklarının ihlal edilmesi demektir. Kişinin özel hayatı, kendisinden başka bir kimsenin bilmemesi gereken bir alan olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü bir kimse çok yakınlık duyduğu bir başkasına sırlarını açabilir. Bu durum, konuşulan o hususların özel hayat alanından çıktığı anlamına gelmez ve başkalarının bunları bilmeleri hakkını vermez. Kendisine, özel hayatı ile ilgili sırlar açıklanan kimse bunları saklamaz ve başkalarına aktarırsa, sır sahibinin bu husustaki kişilik haklarına müdahale ve tecavüz etmiş olur.

İslâm’da özel hayatın gizliliğinin korunması birtakım ilkelerle sağlanmıştır. Bir diğer deyişle, bu ilkelere riayet edildiği takdirde özel hayatın gizliliği korunmuş olacak, insanlar başkalarının özel hayatını ihlal etmeye teşebbüs etmeyecek, hatta imkan bulamayacaklardır. Dolayısıyla bu ilkelerde, doğrudan doğruya özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmemesi değil; genel olarak insan haklarına saygılı olunması istenmektedir.

Advertisement

Başkalarının özel hayatını izlemeye ve kusurlarını araştırmaya Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde “tecessüsü” adı verilmiş ve bu tutum ahlâkî fenalıkların en önemlilerinden biri kabul edilerek yasaklanmıştır. Özel hayatın korunmasında özellikle “tecessüsü” yasaklayan âyet, bütün özel hayat hallerini korumada ana hüküm teşkil eder.

“Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin kusurlarını ve gizli yönlerini araştırmayın)… ” (Hucurât, 49/12).

Tecessüs, bir kimsenin, başkasında bulunan ve kendisinin bilmediği hususları merak etmek ve öğrenmek için harekete geçmesidir. Böyle bir davranış, en basit ve en çok tezahür eden şekli ile özel hayata dair bilgileri öğrenme teşebbüsünde görülür. Bu anlamda sadece mahrem haller değil ayıp olmayan durumları da araştırmak tecessüs kapsamındadır. Sözgelimi, bir kimsenin bankada mevcut para miktarını merak edip, banka cüzdanını elde etmeye çalışmak tecessüs sayıldığı için, yasaktır. Aynı şekilde mesela bir kimsenin günlüğünü izinsiz okumak da bu kapsam içindedir.

Özel hayatın gizliliği

İslâm’da başkalarının özel hayatın gizliliğini koruyucu hükümler yanında bu gizliliği ihlale imkan vermeyen emirler de bulunmaktadır: “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor” (Nur, 24/27) âyeti, ev sahibinin izni olmadan evlere ç meyi yasaklamıştır. Özel hayatın korunmasına hizmet eden bu esas, aslında kişilik haklarına saygı olarak düşünülmelidir.

Diğer taraftan İslâm, başkasının özel hayatını tesadüfen ya da bir şekilde öğrenen bir kimsenin, bu hali açığa vurmamasını ve gizlemesini emreder.

“Kim bu dünyada müslüman kardeşinin kusurunu saklarsa Allah’da ahirette onun kusurunu saklar (bağışlar); kim de bu dünyada müslüman kardeşinin kusurunu ifşa ederse Allah’da ahirette onun kusurunu ortaya çıkarır” (Ibn Mace, Hudud, 5).

İslâm, bazı durumlar sebebiyle özel hayatın gizliliğinin korunmasına sınır getirir. Bu haller, özel hayatın gizliliğine bir müdahale, “ihlal” sayılmaz. Sözgelimi, yangın, sel, hırsızlık vs. dolayısıyla hayatı tehlikede olan birinin evine girerken doğal olarak izin istemek gerekmez. Hukukî sınırlar içinde avukat, noter, doktor vb. kimseler, meslekleri icabı özel hayat sınırları içindeki bilgileri öğrenebilirler. Ancak bu kimseler öğrenilen bilgileri saklamak ve ifşa etmemek zorundadırlar.

6. Ekonomik Haklar (Mülkiyet hakkı)

Ekonomik haklar genel olarak üretmek, ürettiğine malik olmak, mübadele etmek ve tüketmek gibi konularla ilgili olan haklardır. İslâm dini helal olan bir maddenin üretimi ve tüketimini serbest bırakmıştır. Herkes iş kurup üretim yapma hakkına sahip olmalı, herhangi bir zorlukla karşılaşmadan üretim yapabilmelidir. Hatta devlet iş yeri açıp, üretim yapacaklara yardımcı olacak imkanlar ve düzenlemeler hazırlamalıdır.

İnsanlar geçimlerini sağlayabilmek için çalışmak zorundadır. Bu yüzden herkes çalışma hak ve hürriyetine sahiptir. Yüce Allah, şöyle buyurur: “İnsan için ancak çalıştığı vardır” (Necm, 53/39). Çalışıp, kazanma hususunda cinsiyet ayrımı yapılmaz. Çalışanların emekleri de mutlaka korunur. İslâm’da çalışma hayatı, ahlâkî ilkelerin ışığında oluşturulan yasaların teminatı altındadır. Kur’an’ı Kerim ve hadis-i şerifler çalışana karşılığının verilmesini teşvik etmiş ve bu hakkın güvence altına alınmasını istemiştir. Sözgelimi bugünkü anlamda kişilerin ekonomik ve sosyal menfaatlerini korumak ve geliştirmek için sendika kurma ve sosyal güvenlik kurumlarına katılma hakkı vardır. Bunun yanı sıra dinimiz, çalışamayan ya da işsizlerin sosyal güvenlik müessesleri ile desteklenmesini emretmiştir.

İslâm’da çalışma hakkının yanında, israf etmemek koşuluyla servet, hakkı da tanınmıştır. Allah’ın emirleri doğrultusunda, O’nun çizdiği sınırlar içinde olmak üzere bir çok âyette özel mülkiyete sahip olma hakkı tanınmıştır. Herkes meşru olarak üretip, kazandığı malları yine meşru şekilde harcamalıdır. “Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” (Araf, 7/31)

İslâm, ekonomik hakları meşru zeminlerde sınırlayabilir. Sözgelimi özel mülkiyet, kamunun yararı söz konusu olduğunda bireye zarar vermeksizin sınırlanabilir. Hak elde etme iddiasıyla bir başkasının malına zarar vermek İslâm’da hoş görülmemiştir.

Advertisement


Leave A Reply