Türkiye’de Toplumsal Değişme, Tazminat Öncesi, Sonrası ve Cumhuriyet Dönemi

0
Advertisement

Sosyoloji dersi Türkiye’de toplumsal değişme konu anlatımı. Tanzimat öncesi, sonrası ve Cumhuriyet dönemi toplumsal değişme hakkında bilgi.

Şapka Devrimi

Şapka İnkılabı

TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL DEĞİŞME

Türkiye’de toplumsal değişmeyi; Tanzimat öncesi, Tanzimat ve sonrası, Cumhuriyet Dönemi olmak üzere üç dönemde inceleyebiliriz.

1. Tanzimat Öncesi

Osmanlı Devleti’nde ana ekonomik etkinlik tarımdı. Toprağın mülkiyeti devlete aitti. Köylüler, işledikleri toprağın kiracısı durumundaydılar. Buna karşılık, sipahilere vergi öderlerdi. Toprağı işleyen köylüler, elde ettikleri ürünün onda birini sipahiye verirlerdi. Sipahi, köylünün canını ve malını korur, savaş sırasında da gelirine göre beslediği atlı askerlerle savaşa katılırdı. Köylüler nedensiz olarak toprağı terk edemezlerdi. Toprağı nedensiz olarak üç yıl işlemeden bırakamazlardı. Böyle bir durumda sipahi toprağı ondan alıp bir başkasına verebilirdi. Tımar sistemi adını alan bu sistem, 14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar aksamadan işlemişti.

Osmanlılarda ticaret, tarımdan sonra gelen önemli bir etkinliktir. O zamanın en fazla gelir getiren ticareti, ipek ve baharat ticaretiydi. Bu ticaret Çin ve Akdeniz kıyılarını birleştiren kervan yoluyla yapılıyordu. Ticaretten, tüccarların dışında kervan yolunun geçtiği yörelerdeki halk da para kazanıyordu.

Osmanlı Devleti’nde diğer bir ekonomik etkinlik de zanaatkârlıktır. Üretim evlerde ya da atölyelerde yapılıyordu. Üreticiler “Ahilik” adı altında örgütlenmişlerdi. Bir zanaat dalında çalışmak isteyen herkes o zanaatın Ahi birliğine katılmak zorundaydı. Kötü mal üreten, satan ya da mallarına yüksek fiyat isteyen kimseler üye oldukları birlik tarafından denetlenir ve cezalandırılırdı.

Toplumu oluşturan askerler, bilim ve din adamları, tüccar ve zanaatkârlar ile reaya adını alan köylü grupları arasında uzun yıllar çatışma yaşanmamıştı. Merkezî yönetim, ülkenin en uzak yerleriyle bile ilişkileri sağlıklı ve dinamik tutabiliyordu. Tıp, astronomi, matematik alanlarında önemli gelişmeler sağlanmıştı. Edebiyat ve mimarlıkta büyük ustalar yetişmişti. Deniz ve kara coğrafyacılığında önemli adımlar atılmıştı. 1728 yılında ilk matbaa kurulmuş; çinicilik, kâğıt sanayi ve çeviri etkinlikleri ilerlemişti.

Advertisement

Osmanlı Devleti’nin yöneticileri Rönesans ve Reform hareketleri sonunda Avrupa’da gelişen bilim ve teknolojiye ayak uyduramamışlardı. Çünkü Osmanlı Devleti’nde bütün toplumsal kurumlar gibi bilim, eğitim ve öğretim de din kurallarına göre düzenlenmişti. Pozitif bilimler ikinci plana itilerek yalnızca dinle ilgili bilgilere yer verilmişti. Bilimi öğreten kuruluşlar olan medreseler, zamanla bozulmuştu. Olaylar hep dinsel açıdan değerlendirilmişti. Matbaa gibi, kültürün gelişmesi için son derece yararlı olan bir buluş bile, ancak 300 yıl sonra Osmanlı ülkesine girebilmişti. Öncelikle tımar sisteminin bozulması devleti zor durumda bırakmıştı. Devlet gelirlerinin artırılması için vergiler yükseltildi. Bu da vergi ödemekte güçlük çeken köylünün toprağını bırakmasına neden oldu. Rüşvet ve kayırmayla askerlikle ilgili olmayan kişilerin tımar sahibi olmaları da tımar sisteminin bozulmasının bir başka nedeniydi. Ayrıca, ipek ve baharat yollarının önemini yitirmesi, merkezî yönetimin zayıflaması, savaşlar, yeniçeri ve kapı kulu askerlerinin ayaklanmaları da devletin zor duruma düşmesine neden olmuştu.

Bu gidişe son vermek için çeşitli Batılılaşma çabalarına girilmişti. Bu çabaların başlıcaları şunlardı:

Osmanlı Devleti, 1718 Pasarofça Antlaşması’ndan sonra Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etmiş oldu. Dönemin sadrazamı Damat İbrahim Paşa, Avrupa’yı tanımanın Osmanlı dış siyaseti için gerekli olduğuna inanıyordu. Bu nedenle, Avrupa’ya elçiler gönderildi. Elçilere yalnızca siyaset ve diplomasiyle değil, gittikleri ülkenin toplum ve kültür hayatıyla da ilgilenmeleri talimatı verildi.

III. Ahmet Döneminde Damat İbrahim Paşa’nın da katkılarıyla 1718-1730 yılları arasında yeni bir dönem açıldı. İlk kez Batıdaki gelişmelerin izlendiği bu döneme “Lale Devri” denildi. Bu devir, sanatta lale motifinin işlendiği, yeni bir yaşam biçiminin ortaya çıktığı ve barışın korunmasına gayret gösterildiği bir devirdir.

III. Selim, sivil ve ulemadan ileri gelen 22 kişiden, imparatorluğun zayıflığının nedenleri hakkındaki görüşlerini ve ıslahat tekliflerini bildirmelerini istedi. Bu kişilerin hepsi de askerî reform gereksinimi üzerinde durdular. Bunun üzerine III. Selim, Avrupa tarzında bir ordu kurmak için çalışmalara başladı. Fransa’dan askerî uzmanlar getirildi. Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) ordusu kuruldu. Subay yetiştirmek amacıyla Mühendisha-ne-i Berr-î Hümayun (Topçu Okulu) kuruldu.

II. Mahmut, devlet içinde devlet konumuna gelen ve yapılan her türlü yeniliğe karşı çıkan Yeniçeri Ocağı’nı halkın da desteğiyle 1826’da kaldırdı. Böylece, padişahların yönetim üzerindeki etkileri arttı, yapılacak yeniliklere ortam hazırlandı. Toplumsal barış ve huzurun gerçekleşmesi için en önemli engellerden biri ortadan kaldırılmış oldu.

Advertisement

Memur kıyafetlerinin düzenlenmesi, askerî fabrikaların kurulması, buharlı gemilerin satın alınması, posta örgütünün kurulması ve ilk nüfus sayımının yapılması bu dönemde gerçekleştirilen başlıca yeniliklerdi. Böylece, yapılacak ıslahatlar sadece askerî alanla sınırlı kalmadı.

Osmanlılarda Batılılaşma çabaları Batının askerî gücüne karşı koyma endişesiyle başladı. Yöneticiler, Batıya ancak Batının silahlarıyla karşı konulabileceği düşüncesin-deydiler. Oysa, toplum yaşamı bir bütündü. Sadece askerî alanda yeniliklerin yapılması bu nedenle yeterli değildi. Batı yaşamını bir bütün olarak benimsemeden ıslahat hareketlerinin başarılı olması düşünülemezdi.

Ayrıca ıslahat hareketleri halktan gelen zorlamalarla değil, ileri görüşlü devlet adamlarının çabalarıyla gerçekleştirilmişti. Bu nedenle de yeniliklere karşı olan yeniçerilerin, ulemanın ve yeniliklere hazır olmayan halkın etkisiyle ıslahat hareketleri başarılı olamamıştır.

2. Tanzimat ve Sonrası

Tanzimat Dönemi, 1839 yılında Abdülmecit zamanında Mustafa Reşit Paşa’nın Tanzimat Fermanı’nı yayınlamasıyla başlamıştır. Tanzimat Fermanı ile din farkı gözetilmeksizin herkese eşit hak, mal ve can güvencesi sağlanıyordu. Fermanla, yeni bir eğitim, yargı ve yönetim sistemi önerilmiş, ülkede bir toplumsal bütünlük yaratılmaya çalışılmıştır. Ancak bu haklar bir halk hareketi sonunda elde edilmeyip padişah tarafından verildiğinden pek fazla yaşama geçirilememiştir. Çünkü padişah Tanzimat Fermanı’nı hukuki açıdan her zaman değiştirebilir ve bozabilirdi. Ancak padişah yayınladığı bu fermana kendisinin de uyacağını bildirerek kendi gücünü sınırlamış ve hukukun üstünlüğünü kabul etmişti. Bu nedenle, bu belge Osmanlı Devleti’nde anayasal düzene geçişin başlangıcı sayılmıştır. Çünkü padişah, Tanzimat sonrasında Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma çabalarını artırmıştır.

Tanzimattan sonra Batıyı anlayan bir kuşak yetiştirilmek istenmiştir. Bu nedenle, Avrupa’ya öğrenciler gönderilmiştir. Namık Kemal, Ziya Paşa ve Şinasi bu kişiler arasında sayılabilir. Ayrıca, Avrupa tarzında eğitim ve öğretim yapan Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Mektebi) gibi okullar açılmıştır.

Tanzimattan sonra Avrupa tarzında hüküm veren ve “Nizamiye” adını alan mahkemeler açılmıştır. Tanzimat Fermanı, Müslüman olsun olmasın tüm halka can, mal ve namus güvenliği getirmiştir. Mahkemelerde yapılan duruşmaların herkese açık olması ve dinsel inançları ne olursa olsun insanların yasalar önünde eşit sayılması ilkeleri kabul edilmiştir.

Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonraki uygulamaların sonuçları şunlar olmuştur: Merkezî bürokrasi padişaha karşı güvenceye kavuşmuştur. Batılılaşma çabalarının işlevi artmıştır. Müslüman olmayan uyruklara ticaret etkinliklerinde daha çok güvence verilmiştir. Yabancı ülkeler devletin iç işlerine daha çok karışmaya başlamıştır.

18. yüzyıldan itibaren Avrupa’da buhar gücünün kullanılmaya başlamasıyla seri üretime geçilmiş, el tezgâhlarının yerini fabrikalar almıştır. Bu süreçte sanayi devrimini gerçekleştiren Batı toplumları, Osmanlı Devleti’ni bir açık pazar ve ham madde kaynağı olarak görüyorlardı. Ayrıca, Avrupa devletlerinin sömürgelerine giden ticaret yolları Osmanlı toprakları üzerinden geçiyordu. Bu devletlere tanınmış olan kapitülasyonlar da Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışılmasına ortam hazırlıyordu.

Tanzimat’tan sonra II. Abdülhamit Döneminde 1876’da I. Meşrutiyet ilan edilmiştir. Mithat Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Şinasi gibi aydınların hazırladığı Batıyı örnek alan bir anayasa (Kanunuesasi) kabul edilmiştir. Bütün Osmanlı vatandaşları meclise temsilci gönderecek ve seslerini duyurabileceklerdi. Fakat 1878’de, padişah ülkedeki iç ve dış çatışmaları gerekçe göstererek meclisi kapatmıştır. Böylece I. Meşrutiyetin getirdiği demokratikleşme çabalan başarısızlıkla sonuçlanmış; devlet, içten ve dıştan parçalanmaya ve Batının denetimi altına girmeye devam etmiştir.

1907 yılında İbrahim Temo İstanbul’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurarak Jön Türk hareketi adını alan hareketi başlatmıştır. Jön Türk hareketi, 1876 Kanunuesasi’si-ni yeniden yürürlüğe koyarak meşruti rejimi getirmeye çalışıyordu. Sonuçta 1908 yılında 2. Meşrutiyet ilan edilmiş, II. Abdülhamit Anayasa’yı tekrar yürürlüğe koyarak tüm siyasi suçluları affetmiş ve sansürü kaldırmıştır.

Bütün bu çabalar sonuçsuz kalmış, Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkarak 1918 yılında imzaladığı Mondros Mütarekesi’nden sonra yabancı devletler tarafından işgal edilmeye başlanmıştır. Son olarak Sevr Antlaşması’nı imzalayan Osmanlı Devleti, ülkeyi yabancı devletlerin yönetimine bırakmıştır. Ancak 1920 yılında kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu antlaşmayı kabul etmemesi sonucu, antlaşma hükümleri yürürlüğe girmemiştir.

Advertisement

3. Cumhuriyet Dönemi

Türk milleti bağımsızlığını Kurtuluş Savaşı’yla kazanmış ve Türkiye Cumhuriyeti adı altında yeni bir devlet kurmuştur. Yeni kurulan devlet, Osmanlı Devleti’nden tümüyle çökmüş bir ekonomik ve toplumsal yapı devralmıştır. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında bile tarım ilkel yöntemlerle yapılıyor ve topraktan yeterli verim alınamıyordu. Oysa nüfusun %80’i tarımla uğraşıyor ve milli gelirin yaklaşık yarısı tarımdan sağlanıyordu. Köylüler elde ettikleri ürünün onda birini vergi olarak devlete ödüyorlardı. Ayrıca yol ve hayvan vergileri de köylü için ağır bir yük oluşturuyordu.

Cumhuriyet Döneminin başlangıcında İstanbul, İzmir ve Adana’da birkaç dokuma fabrikasından başka ülkede sanayi*yatırımı sayılabilecek hiçbir şey yoktu. Ulaşım ihtiyaca cevap vermekten uzaktı. Bu nedenle elde edilen ürünler iyi pazarlanamıyor, özellikle buğday, ülkenin değişik bölgelerinde farklı fiyatlarla satılıyordu. Demir yolları yabancı şirketlerin elindeydi. Kara yolları patikaydı ve yetersizdi.

Sağlık hizmetleri gereği gibi yerine getirilemiyordu. Tedavi olanakları sınırlı, doktor sayısı az ve hastaneler yetersizdi.

Tanzimat Dönemine kadar devlet vatandaşların eğitimiyle ilgilenmemişti. Sadece devlet adamlarının yetiştirilmesi için kurulmuş bir saray okulu (Enderun) vardı. Bunun dışında eğitim mahalle okullarında verilirdi. Mahalle okullarını bitirenler medreselere giderlerdi.

Osmanlı Devleti’nde devlete bağlı okulların kurulması genelde 19. yüzyılın ortalarına doğru başlar. Ancak bu dönemde Mühendishane, Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye mektepleri kurulabilmiştir. Bugünkü üniversite karşılığı olan darülfünun 1863’te açılmış ve kısa sürelerle açılıp kapanmıştır. Ancak 1908’de 2. Meşrutiyet’ten sonra sürekliliği sağlanabilmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, eğitim kurumlarının son derece yetersiz olduğu bu koşullarda yeni bir toplum oluşturma sürecini başlatmıştır. Atatürk inkılabı adını alan bu süreç; milliyetçilik, medeniyetçilik, bağımsızlık, laiklik gibi temel ilkelerden yola çıkarak toplum düzenini çağın gereklerine uygun hâle getirmeyi amaçlamıştır.

Atatürk inkılabıyla gelen değişmeler şöyle sıralanabilir:

Bu değişikliklerle laik bir eğitim başlatılmış, asker ve din adamları günlük politikanın dışında tutulmuş, hukuk düzeni laikleştirilmiştir. Tek eşlilik kabul edilmiş, kadınlara siyasi haklar verilmiş, giyim kuşam çağa uygun hâle getirilmiştir. Dinlenme günü cumadan pazara alınmış, miladi takvim kabul edilmiş, soyadı kanunu çıkartılmış, rakam ve harfler değiştirilmiştir.

Ülkemizde toplumsal değişmenin en yoğun yaşandığı dönem bu dönem olmuştur. Çok kötü bir durumda olan ülke ekonomisi yeni düzenlemelerle geliştirilmeye çalışılmıştır.

Bu amaçla 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir’de toplanan İktisat Kongresi‘nde şu kararlar alınmıştır:

  1. Ham maddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen ürünlerle ilgili sanayi dalları kurulmalıdır.
  2. El işçiliğinden ve küçük imalattan hızla fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir.
  3. Devlet, yavaş yavaş ekonomik görevleri de olan bir organ hâline gelmeli ve özel sektör tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır.
  4. Özel teşebbüse kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulmalıdır.
  5. Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gereklidir.
  6. Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.
  7. Sanayinin teşviki ve millî bankaların kurulması sağlanmalıdır.
  8. Demir yolu inşaatı programa bağlanmalıdır.
  9. Sendika hakkı tanınmalıdır.

Ülkemizde 1923-1929 yılları arasında liberal bir ekonomi politikası benimsenmiştir. Fakat yeterli sermaye bjfikiminin olmaması sonucu, bu politika başarısızlığa uğramıştır. 1931 yılında devletçilik ilkesinin uygulanmasına başlanmıştır. Bunun nedenlerinden biri, özel teşebbüsün elinde yeterli sermaye birikimin bulunmaması ve arzu edilen ekonomik gelişmenin sağlanamamasıydı. 1929-1930 dünya ekonomik bunalımının getirdiği sıkıntılar da devletin Türk ekonomisine yeni bir yön vermesine neden olmuştur. 1933 yılında ilk beş yıllık kalkınma planı uygulamaya konulmuştur. Şeker, kâğıt, cam, çimento, demir ve çelik endüstrisi kurulmuştur. Kara yolu, demir yolu ve liman yapımına başlanmıştır. Fakat bu gelişmeler aynı hızda sürmemiş, 1939 yılında çıkan 2. Dünya Savaşı, savaşa girmediğimiz hâlde ülkemizi olumsuz olarak etkilemiştir. 1940-1945 yıllarında ekonomik gelişme durmuştur.

Advertisement

1946 yılında çok partili sisteme geçilmiştir. 1950 yılında yapılan seçimlerle de Cumhuriyet Halk Partisinin 27 yıllık yönetimi sona ermiştir.

1950-1960 döneminde başlangıçta kalkınmada özel sektöre öncelik tanıyan bir politika izlenmiştir. Özellikle tarım sektörünün geliştirilmesi için çalışılmış, sanayi sektörü ihmal edilmiştir. Bunun sonucunda enflasyon artmış, ihracatı geliştirme çabaları sonuç vermemiştir. Enflasyonu düşürmek için alınan önlemler, ekonomide durgunluğa yol açmıştır.

1960’ta ekonomik yaşamın planlı olarak yürütülmesi kararlaştırılmış ve 1960-1970 yılları arasında planlı kalkınma dönemi sürdürülmüştür. 1 Ocak 1963 yılından itibaren uygulanan beş yıllık kalkınma planlarının hedefi; toplumun refahını artırmak, işsizliğe son vermek ve enflasyon oranını düşürmekti. 1980 yılında bunların başarılamadığı görüldü. Enflasyon ve işsizlik arttı, üretim etkinlikleri aksadı, gelir dağılımı bozuldu.

1980-1990 yılları arasında ise yeni ekonomik kararlar alındı ve uygulandı. Bu yıllarda serbest piyasa ekonomisine geçildi. Özel sektöre ağırlık verildi, devletin ekonomideki müdahalesi azaltıldı. Dış ticarete ve döviz işlemlerine serbestlik getirildi. Dünyadaki tüm ülkeler tarafından benimsenen bir politikanın izlenmesine çalışıldı.

Ülkemiz, günümüzde çeşitli toplumsal ve ekonomik sorunlarla karşı karşıyadır. Ekonomik gelişmenin sağlanması, toplumun çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırılması yolunda çeşitli adımlar atılmıştır. Fakat bunlar yeterli değildir. Öncelikle millî birlik bilincinin güçlenmesi, insanların ortak millî ve kültürel değerler etrafında birleşmesi gerekir. Bunun yanında, orta tabakalaşma ve toplumsal bütünleşme sağlanmalı, iş bölümü geliştirilmelidir. Geçmişte büyük işler başaran milletimiz, gelecekte bütün bunları da başaracaktır.


Leave A Reply