Türkiye’deki Saraylar ve Özellikleri

0
Advertisement

Türkiye’de bulunan Osmanlı ve Bizans sarayları nelerdir? Türkiye ve İstanbuldaki saraylar, isimleri, özellikleri ve tarihçeleri hakkında bilgi.

TÜRKİYE’DEKİ SARAYLAR

topkapi-sarayi

SARAY, devlet başkanlarının, özellikle kralların oturdukları büyük konaklardır. Cumhuriyetle idare edilen, halkın egemenliği esası üzerine kurulmuş devletlerde ise başkanlar daha ufak çapta, herkesinkinden pek farksız evlerde otururlar. Bu gibi ülkelerde «saray» sözü, daha çok, halkın hizmetine yarayan resmi daireler, büyük yapılar için kullanılır: Adliye Sarayı, Sergi Sarayı gibi.

Saraylar, Doğu’da da, Batı’da da, toplumların millet ve devlet haline gelmelerinden, soydan gelme hükümdarlık müessesesinin doğmasından sonra ortaya çıkmıştır. Kendilerini halkın pek üstünde gören sultanlar, krallar gerek kendileri, gerekse yanındakiler için, herkesin kullandığı barınaklardan çok farklı, süslü, zengin yapılar yaptırmışlar, bu arada halkın hayati ihtiyaçlarını bile düşünmeden, ülkenin servetini bu yolda, kendi zevkleri için harcamışlardır.

Tarihin hemen her çağında, hükümdarlar, sayısız büyük saraylar yaptırmışlardır. Ancak, genel olarak, denilebilir ki saray yaptırmaya verilen önem, —gerek Doğu’da, gerek Batı’ da— özellikle İlkçağ’dan sonra daha da artmıştır. Az çok masal ve efsanelerle karışık İlkçağ ve öncesi sarayları bir yana bırakılırsa, birçoğu bugün de ayakta duran ihtişamlı, azametli saraylardan önemli bir kısmının Ortaçağ’da ve daha sonraları yapıldığı görülür.

Yakın çağlarda hükümdarlık müesseselerinin sarsılıp devlet idarelerinde demokrasi ve cumhuriyet rejimleri yerleştikçe, saray kavramı ve havası da tarihe mal olmaya başladı. Bundan dolayı, «saray» denilince bugün akla biraz da tarih gelmektedir.

Advertisement

Türkler, Konya’da Selçuklular devletini kurdukları zaman, İran kanallarından geçmiş olmalarından dolayı, Konya’da —aşırı ihtişamlı değilse de— bir saray sitesi, saray hayatı doğmuştu. Osmanlı devletini kuran Kayıhanlılar ise, ilk zamanlar, hükümdarlarına «Bey» demişlerdi, bu hükümdarların yaşadıkları yerler de, devletin daha başka ileri gelenlerininkinden farksızdı. Osman Gazi’nin konağı tamamen bu niteliktedir.

Osmanlılar’da Saray

Osmanlılar’da, saray değilse de, halkınkinden farklı bir mesken kurma hareketi 2. hükümdar Orhan Bey ile başlar. Orhan Gazi, Bursa’yı aldıktan sonra bir süre bulduğu yerde oturmuştu. Aradan hayli zaman geçtikten sonra, ilk defa olarak kendisine özel bir mesken yaptırmaya başladıysa da, bunu tamamlayamadan öldü. Orhan Bey’in yarım bıraktığı binayı 3. hükümdar Murat Hüdâvendigâr tamamlattı. Bu bina, Bursa Ovası’na bakan bir tepe üzerindeydi. Geniş, bakımlı bir bahçe içinde, çok sanatlı çinilerle süslü birkaç köşkten meydana geliyordu.

Bu yapıların saray havasına bürünmesi Yıldırım Bayezit zamanındadır. Yıldırım – Timur savaşından sonraki buhranlı yıllarda Bursa Sarayı bakımsız kalıp harap oldu, sonraki onarımlar da onu ayakta tutamadı. Bursa’nın Muradiye semtinin üst taraflarında bugün de bu sarayın temellerini, taksimatını görmek mümkündür. Geniş bahçesinin bir parçasını teşkil eden çimenli koruluk ise Bursa halkının dinlenme yerlerinden biridir.

Bursa’dan sonra ikinci başkent olan Edirne’de de Osmanlı padişahları saray yaptırmışlardır. Edirne’de ilk sarayı I. Murat, şehrin kuzey tarafındaki tepelere yaptırmıştı. Tarihlerimizde «Eski Saray» diye anılan bu yapıyı Musa Çelebi genişletip geliştirdi. Bu sarayı sonradan Kanuni Sultan Süleyman, yeni tamir ettirdi, yeni ekler yaptırdı. Daha sonraları saray kendi haline bırakılmış, harap olmuş, yerine başka binalar kondurulmuştur.

Edirne’de ikinci, daha büyük bir saray da II. Murat tarafından yaptırılmıştı. Şimdi bazı kalıntıları, bahçeleri kalmıştır, sarayın bulunduğu yer «Sarayiçi» diye anılır. Osmanlı Padişahlarının ilk büyük ve ihtişamlı sarayı budur. Bu sarayı, sırasıyla, Fâtih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, özellikle Avcı Sultan Mehmet, yeni yeni eklerle genişletip güzelleştirmiş, süslemişlerdir. Onlardan sonra daha birçok padişah bu sarayda, kimi devamlı, kimi de belli sürelerle oturmuşlardır. Saray esas kısımlarından başka büyüklü küçüklü sayısız köşklerle çevriliydi. Bahçelerinin bakımı, güzelliği ise dillere destandı.

XVII. yüzyıl sonlarından başlayarak, padişahlar gözünde itibarını kaybeden Edirne Sarayı, XIX. yüzyıl sonlarında Vali Hacı İzzet Paşa tarafından onartılmış, daha sonraları Rumeli Ordusu’nun cephane deposu olarak kullanılmıştır. 1877- 1878 Osmanlı – Rus savaşında bu cephaneliğin havaya uçurulması ile de tamamen ortadan kalkmıştır. Sarayın yerinde bugün tarihi Kırkpınar güreşleri yapılır; Edirneliler buraya gezmeye çıkarlar.

Advertisement

İstanbul alındıktan sonra Edirne Sarayı zaten ilk zamanlar ikinci plâna düşmüş, da’na sonraları ise zaman zaman oturulan bir uğrak yeri haline gelmiş bulunuyordu.

Bizans Sarayları

İstanbul’da Bizanslılar zamanında çok büyük, ihtişamlı saraylar vardı. Bunlardan en önemlisi şimdi Ayasofya ile Sultan Ahmet Camisi’nin bulunduğu geniş alanı kaplayan «Büyük Saray»dı. İlk defa Konstantin tarafından kurulan, sonraları yüzyıllar boyunca öteki Bizans hükümdarları tarafından genişletilip geliştirilen bu saray, üç büyük bloktan, yüzlerce binadan meydana geliyordu. Bugün Topkapı Sarayı’nın avlusundaki Aya İrini Kilisesi’nin bulunduğu yerden başlıyor, bugünkü İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’nin güneyinde, Marmara kıyısında son buluyordu.

Büyük Saray XII. yüzyıla kadar kullanıldı, sayısız tarihi olaylara sahne oldu. Ondan sonra Bizans imparatorları bu sarayı bıraktılar, burası zamanla harap olup gitti.

XII. yüzyılda Bizans imparatorları Balat ve Ayvansaray sırtlarındaki «Blakhernai» Sarayı’na taşındılar. İstanbul’un Türkler’e geçtiği güne kadar orada ve Edirnekapı’daki Tekfur Sarayı’nda oturdular.

Blakhernai Sarayı VI. yüzyıl başlarında İmparator Anastas tarafından yaptırılmış, sonradan eklerle genişletilmişti. XII. yüzyıla kadar, yazları ava giden hükümdarlar bu sarayda kısa sürelerle kalırlardı. İstanbul’un Latinler tarafından işgali yıllarında Lâtin krallarının da oturdukları Blakhernai Sarayı’ndan bugüne yalnız bazı dış duvarlarla temeller kalmıştır. «Belizar» (Velisarius) denilen, Tekfur Sarayı’nın ise dört dış duvarı bugün hâlâ —oldukça sağlam bir şekilde— ayaktadır. Tarihçilere göre, her iki saray da son derece güzel, süslü, ihtişamlıydı.

Bizans devri saraylarının en ünlülerinden biri de Senato Sarayı’dır. Bu saray, o zamanlar «Forum» denilen, şimdiki Hürriyet (Beyazıt) Meydanı’nın kuzey kesiminde bulunuyordu.

İstanbul’daki Saraylar

Fâtih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldığı zaman, bütün Bizans saraylarını yıkıntı halinde bulmuş, bu yüzden bir süre sonra Edirne’ ye dönüp orada oturmuştu. Bir yıl sonra, 1454’te, Beyazıt’taki Senato Sarayı’nın yerine yeni bir saray yaptırmaya başladı, bu saray 1458’de tamamlandı. Tarihlerimizde «Eski Saray» diye geçen bu sarayda Fâtih Sultan Mehmet az oturmuş; 1472’de bugünkü Topkapı Sarayı‘nın yerinde yaptırdığı Yeni Saray’a geçmişti. Geniş sûrlarla çevrili olan bu saray hem padişahların meskeni, hem de bir çeşit hükümet konağıydı.

Topkapı Sarayı bugünkü haline bir defada gelmemiş, pek çok safhalar, değişiklikler geçirmişti. Hemen her padişah buraya daireler, köşkler, cami, çeşme, bahçe, havuz, kütüphane gibi kısımlar eklemiştir. Bu arada bugün görülen kuleyi II.Mahmut yaptırmıştır. Burası uzun zaman «Yeni Saray» diye anılmışken, Sarayburnu kıyısında yapılmış, sonradan yanmış olan küçük «Topkapısı Sarayı»nın adı, sonradan bunun yerine geçmiştir.

Topkapı Sarayı‘nın birkaç kapısından en önemlisi «Bab-ı Hümayun» diye anılandır, bu kapı Fâtih Sultan Mehmet zamanında yapılmıştır. Sarayı çevreleyen geniş duvarların bazı kısımları sonraları, meselâ XIX. yüzyılda Sirkeci – Edirne demir yolunun yapılması gibi, çeşitli sebeplerle yıktırılmıştır.

Beyazıt’taki Eski Saray, tamirler görerek, Fâtih’ten sonra da uzun bir süre kullanılmıştır. Tahttan indirilen, ya da ölen padişahların yakınları olan kadınlar bu saraya gönderilirdi. 1870’de Abdülâziz, Eski Saray’ı tamamen yıktırıp yerine bugün Tıp ve Hukuk Fakültelerinin bulunduğu büyük binayı yaptırdı. Bu bina 1920’ye kadar Harbiye Nezareti olarak kullanılmış; Cumhuriyet’ten sonra Üniversiteye devredilmiştir.

İstanbul’da fetihten XX. yüzyıla kadar, birçok padişah tarafından, şehrin çeşitli yerlerinde yüzlerce saray yaptırılmıştır. Ancak, çoğu tahtadan olan bu yapılardan önemli bir kısmı, zamanla yanmış, harap olmuş, yıkılmış, ya da yıktırılıp yerlerine başkaları yapılmıştır. Beykoz’daki Aynalıkavak Kasrı’nın; Ortaköy’deki Neşatâbâd, Bebek’teki Hümâygnâbâd, Tophane’deki Emnâbâd kasırlarının; Bahariye, Tersane, Tokad saraylarının; Karaağaç, Şerefâbâd, Şevkâbâd, Sadâbâd köşklerinin, daha birçoklarının bugün adlarından başka bir şeyleri kalmamış gibidir.

Advertisement

İstanbul’da bu sayıların dışında hâlâ duran bir kısım saray daha vardır ki, bunların çoğu XIX. yüzyılda yapılmışlardır.

Osmanlılar’da saray türlü entrikaların döndüğü, halktan uzak, kendi âlemine kapalı bir yerdi. Birçok daireleri, bunların ayrı ayrı muhafızları vardı. Bu arada, sarayın, özellikle hükümdarın muhafazası, Oğuzlar’ın Kayı boyunun Karakeçili aşiretinden seçilen, «Söğütlüler» elenen hassa taburuna aitti. Taburun komutanı olan binbaşı, hükümdarın yatak odasının kapısında uyurdu; onu çiğnemeden içeriye girmek mümkün değildi. Bu aşiret Ertuğrul Gazi’nin silah arkadaşları, Osmanlı devletinin kurucuları olduğu için kendilerine bu imtiyaz verilmişti. Ancak, bunların sayısı azdı. daha geniş muhafaza işleri için, «hassa fırkası» denen I. Orduy-ı Hümayun’a bağlı tümen kullanılırdı. Padişahlar korku içinde yaşarlar, bunun için kat kat muhafız teşkilâtına lüzum görürlerdi.

Saltanatın kaldırılmasından sonra millete geçen İstanbul sarayları, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlı «Saraylar Müdürlüğü» idaresinde bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı da müze, okul haline getirilmiştir,


Leave A Reply