Yol İle İlgili Deyimler ve Anlamları Açıklamaları, İçinde Yol Geçen

0
Advertisement

İçinde yol, yolculuk geçen deyimler nelerdir? Yol deyimlerinin açıklamaları ve anlamları. Yol ve yolculuk ile ilgili deyimlerin açıklamaları.

Yol İle İlgili Deyimler ve Anlamları

Yol İle İlgili Deyimler ve Anlamları

  • *** aynı yolun yolcusu (olmak)
    1) kötü sonları birbirine benzer olan: “O haspa da aynı yolun yolcusu, elbet birbirlerini kollayacaklar.” -A. İlhan. 2) kaderleri, düşünceleri, davranışları birbirine benzer olan: “Bu inanç aynı yolun yolcusu olmak niteliğini yitirecek ve siyasal rekabete dönüşecektir.” -M. C. Anday.
  • *** ben hancı, sen yolcu oldukça
    “düzen bu biçimde devam ettiği sürece” anlamında kullanılan bir söz.
  • *** bir arpa boyu (gitmek, yol almak)
    çok az (gitmek veya yol almak): “Süfli gayeler, kütleleri ya oldukları yere mıhlayan ve bir arpa boyu ileri götürmeyen sefil isteklerdir.” -S. Ayverdi.
  • *** (bir işin) yolunu yapmak
    bir işin istediği gibi olması için uygun zemin hazırlamak.
  • *** (bir şey) yolunda görünmek
    sorunsuz olduğu anlaşılmak: “Gecekondunun ışıkları yanıyor ve her şey yolunda görünüyordu.” -O. Aysu.
  • *** (bir şeyin) yolunu tutmak
    benimsemek, gereğini yerine getirmek: “Sen de biraz adamlığın yolunu tutmalısın.” -R. N. Güntekin.
  • *** (bir yere) yolu düşmek
    o yerden geçmesi gerekmek.
  • *** (bir yeri) yol etmek
    o yere sık sık gitmek: “yol etti kendisine ihtiyarlar kahvesini.” -K. Korcan.
  • *** bir yol tutturmak
    bir davranış, bir tutum biçimi belirlemek: “Herkes bir yol tutturmuş kendince / Bir düzen kurmuş iyi kötü” -B. Necatigil.
  • *** (bir yola) baş koymak
    bir şey uğruna ölümü göze almak: “Çeşitli tehlikelerden var olduğunu bilerek bu işe girişip baş koymuşlardı.” -O. Aysu.
  • *** bir yolunu bulmak
    çare bulmak, çözüm üretmek: “Hemen bir yolunu bulurlar yükü üstlerinden aşırmanın.” -A. Ağaoğlu.
*** (birine) ot yoldurmak
çok zor bir iş gördürmek, çok uğraştırmak.
  • *** (birini) yarı yolda bırakmak
    yapılan yardımı sonuna kadar sürdürmemek.
  • *** (birinin) geçtiği yoldan geçmek
    daha önce aynı olayları yaşamış olmak, deneyimli olmak: “Onun geçtiği yollardan geçtiğim için tahminlerim biraz daha kolaylaşıyor.” -H. Taner.
  • *** (birinin) yoluna bakmak
    beklemek.
  • *** (biriyle) selam yollamak (salmak)
    birine esenleme haberi göndermek: “Züğürtlükten telefonumuz kesildi mi ona bir selam yollar, açtırırdık.” -Y. Z. Ortaç. “Şimdi bizden yüz çevirdi ahbaplar / Bir çift selam salanım yok, gardiyan” -Âşık Ali İzzet.
  • *** bok yoluna gitmek
    kaba yararsız, gereksiz bir şey uğruna yok olmak.
  • *** canını cehenneme göndermek (yollamak)
    argo öldürmek: “Elim değmişken, elmas kılıcımla canını cehenneme yollayayım.” -T. Oflazoğlu.
*** cehenneme kadar yolu var
“defolsun, istediği yere kadar gitsin” anlamında kullanılan bir söz.
  • *** doğru bildiği yoldan ayrılmamak (şaşmamak)
    her ne olursa olsun inandığı ilkelere bağlı kalmak: “Bunları asla yapmayacağımı biliyorsun, su testisi su yolunda kırılır; ben doğru bildiğim yoldan ayrılmayacağım.” -H. Topuz.
  • *** dönüşü olmayan yola girmek
    asla bırakılmayacak, vazgeçilmeyecek bir durumda olmak: “Artık ok yaydan çıkmış sayılırdı, dönüşü olmayan bir yola girdikleri kesindi.” -O. Aysu.
  • *** gözü yolda (yollarda) kalmak (olmak)
    birinin gelmesini merak, istek veya özlemle beklemek.
  • *** haber salmak (yollamak)
    haber göndermek: “Ben bu sevdadan vazgeçmez iken / Gizli gizli haber salıp durmasın” -Halk türküsü.
  • *** hâle yola koymak
    iyi bir düzen vermek, tertiplemek: “Ben avukatımla Baba meselesini bir hâle yola sokmaya uğraşırken Hacı Ömer ile Müftü arasında epeyce şiddetli bir kavga çıktı.” -R. N. Güntekin.
  • *** hırsıza yol göstermek
    birine bilmeyerek kötü bir işte yardımcı olmak.
  • *** iltibasa yol açmak
    karışıklığa sebep olmak.
  • *** işi yolunda (tıkırında) gitmek (olmak)
    iş düzenli ve istenilen biçimde yürümek.
  • *** işini yoluna koymak
    işi veya görevi olumlu olarak yürütmek, sıkıntı çekmeden gerçekleştirmek: “Kendisi burada işini yoluna koyduğu sıralarda, dört yıl, göğsünü, o, savaş meydanlarında siper yapmıştı.” -R. H. Karay.
  • *** kötü yola düşmek
    kötü kadın olmak.
  • *** kötü yola sapmak
    doğruluktan ayrılıp istenilmeyen ve yanlış işler yapmak.
  • *** kötü yola saptırmak
    kötü yola sürüklemek: “Parmak kadar çocuğu kötü yollara saptıranların kökünü kazırım.” -S. Ali.
  • *** kötü yola sürüklemek
    yasa dışı, uygunsuz veya hoşa gitmeyen bir yaşayış içine sokmak: “Kız kardeşini kötü yola sürükledi diye babası reddetmişti.” -S. F. Abasıyanık.
  • *** o yolun yolcusu
    1) toplumun ahlak anlayışına göre kötü bir hayat sürdüren kimse; 2) sonunda ölecek olan kimse.
  • *** öpücük göndermek (yollamak)
    parmaklarının iç ucunu öpüp birine atar gibi yaparak onu selamlamak: “Kocaman avuçlarından bir öpücük gönderdi.” -S. F. Abasıyanık.
  • *** saçını başını yolmak
    çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek: “Tanrıça Hebe çaresiz kalmış, saçını başını yoluyordu.” -S. F. Abasıyanık.
  • *** son yolculuğa çıkmak
    ölmek.
  • *** son yolculuğa uğurlamak
    birinin cenaze törenine katılmak.
  • *** tıkırı yolunda olmak (gitmek)
    varlıklı olmak, hâli vakti yerinde olmak.
*** tıkırını yoluna koymak
geçim düzenini iyi olarak sağlamak.
  • *** yol açmak
    1) yol yapmak; 2) kapanmış olan yolu geçilir duruma getirmek; 3) kalabalık bir yerde genellikle saygıdeğer bir kişinin geçmesi için insanları kenara çekip yol vermek; 4) mec. bir olayın sebebi olmak: “Seniha’nın bu hareketi türlü türlü tefsirlere yol açtı.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 5) mec. davranışlarıyla başkalarına örnek olmak: “Bize yol aç, erkân göster; yollar aç bize de, biz de adam sırasına girelim.” -K. Korcan.
  • *** yol almak
    yolda ilerlemek: “Hayatta epeyce yol almış, çoluk çocuğa karışmış bir münevver olarak sürüden ayrılmaya korkuyordu.” -R. N. Güntekin.
  • *** yol aramak
    çare bulmaya çalışmak.
  • *** yol ayrımına gelmek
    1) yolların birbirinden ayrıldığı yerde bulunmak; 2) mec. farklı düşünce, görüş ve ülkü yüzünden birbirinden ayrılmak: “Seksen iki yılı birlikte yürümüş, yol ayrımına gelmişlerdi nihayet.” -A. Kulin.
*** yol bulmak
çare bulmak.
  • *** yol çizmek
    bir konuda plan yapmak: “Bütün günlerimiz için kendimize bir yol çizer, sonra her gün bunun aksine hareket ederiz.” -A. Ş. Hisar.
  • *** yol gitmek
    yolda ilerlemek.
  • *** yol görünmek
    gitmek gerekmek.
  • *** yol göstermek
    1) kılavuzluk etmek, yolu bilmeyene anlatmak, tarif etmek: “Elinde güçlü bir çıra vardı, onu yüksekte tutarak yolculara yol gösteriyordu.” -N. Araz. 2) mec. ne yapılacağını, nasıl davranılacağını öğretmek: “Biz benzincinin istihkakını düşeriz, siz de benzini alırsınız diye yol gösterirler.” -M. Ş. Esendal.
  • *** yol gözlemek
    1) bir şeyin olmasını ummak; 2) bir kimsenin gelmesini beklemek.
  • *** yol iz bilmek
    1) gideceği yolu ve yeri bilmek; 2) görgülü davranmak.
  • *** yol kesmek
    1) geçmesine engel olmak, durdurmak: “Senin yolunu kesecek, engel olacak değilim.” -M. Yesari. 2) ıssız yerlerde soygunculuk yapmak; 3) motor vb. hızını azaltmak, devrini düşürmek: “Motorun yanaşmasını bekliyorum, yol kestiği için şimdi hiç gürültü etmiyor.” -Z. Selimoğlu.
  • *** yol şaşmak
    esk. yol çatallaşıp karışmak.
  • *** yol tepmek
    çok uzun bir süre yürümek: “Adam onca yolu tepip buraya dek gelmiş.” -T. Oflazoğlu.
  • *** yol tutmak
    bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak.
  • *** yol vermek
    1) geçmesine izin vermek: “Hafif sağ yapıp askerî bir kamyona yol verdi.” -A. İlhan. 2) hızını artırmak; 3) işten çıkarmak, işine son vermek: “Mademki bu işi yapamıyorsun, o hâlde başka işimiz yok derler, bana yol verirler.” -O. Kemal.
*** yol vurmak
esk. yol kesmek.
  • *** yol yakınken
    sezilen veya beliren kötü duruma düşmeden: “Bizimle birlikte gelmesinler. yol yakınken başlarının çaresine baksınlar.” -M. Ş. Esendal.
  • *** yol yapmak
    1) yol oluşturmak: “Geçen köylünün, arabanın, sürünün izi buraları yol yapmıştır.” -R. H. Karay. 2) kandırmaya çalışmak, avutmak.
  • *** yol yürümek
    yolda gitmek.
  • *** yola çıkmak
    1) araca binmek üzere yolüstünde durmak; 2) bir yere varmak için bulunduğu yerden ayrılarak yolculuğa başlamak, harekete geçmek: “yola öğle yemeğinden sonra çıktık.” -S. Kocagöz. 3) herhangi bir şeyi esas almak, oradan başlamak: “Bir roman konusundan yola çıkarak Salâh Birsel’in ‘Dört Köşeli Üçgen’iyle Orhan Kemal’in ‘Murtaza’sı arasında bir akrabalık kuruverdi.” -S. İleri.
  • *** yola dizilmek
    yol kenarında sıralanmak: “Başında bir tavus tuğ gibi çamlar / yollara dizilmiş tığ gibi çamlar” -Z. Ö. Defne.
  • *** yola düzülmek
    gidilecek yere doğru yola çıkmak: “Güneş doğarken yola düzüldük.” -R. Mağden.
  • *** yola gelmek
    istenilen biçimde davranışı kabullenmek, düzelmek, uslanmak.
  • *** yola getirmek
    birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek: “Her karşısına çıkışta ona nasihat eder, bazen sert söyler, bazen tatlı tatlı yola getirmeye çalışır.” -H. Pulur.
  • *** yola gitmek
    yolculuğa çıkmak.
  • *** yola revan olmak
    esk. yola çıkmak.
  • *** yola vurmak
    hlk. 1) yolcu etmek, uğurlamak; 2) yola koyulmak.
  • *** yola yatmak
    yola gelmek: “Birden kabarırsın, sonra yola yatarsın.” -H. R. Gürpınar.
  • *** yola (yollara) düşmek
    yola çıkmak, yol almaya başlamak: “Yâre gidecek günümdür / Düşem yollara yollara” -Erzurumlu Emrah.
  • *** yola (yoluna) koyulmak
    yola düzülmek: “Rüzgâr, karanlığı karıştırır gibi garip bir ahenk içinde eserken biz de yolumuza koyulduk.” -H. E. Adıvar.
*** yolcu etmek
yola çıkanı uğurlamak: “Saat dörtte Vedat’ı yolcu etmiştik.” -A. Erhat.
  • *** yolda kalmak
    kaza, doğal afet vb. sebeplerden olayı yolda ilerleyememek, gideceği yere varamamak.
  • *** yoldan çevirmek
    gideni durdurmak, gitmesine engel olmak.
  • *** yoldan çıkmak
    1) belli bir yol izleyen taşıtlar herhangi bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak; 2) mec. doğru yoldan ayrılmak.
  • *** yoldan (yolundan) kalmak
    gidilmek istenen yere gidememek.
  • *** yollara dökülmek
    kalabalık hâlde yolda olmak: “İhtiyar annemle büyük dayım, uslanmak bilmeyen okul kaçağını aramak için yollara dökülmüşlerdi.” -R. N. Güntekin.
  • *** yolları ayrılmak
    iki kişi veya topluluk arasında görüş, düşünce ayrılığı ortaya çıkmak, ayrı görüş ve düşünceleri benimsemek: “Hayata beraber başladığımız / Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir” -C. S. Tarancı.
  • *** yolları tutmak
    geçecek kimselere engel olmak, bırakmamak.
  • *** yolsuz kalmak
    parasız kalmak.
  • *** yolu açık olmak
    bir iş, önünde engel olmamak.
  • *** yolu açmak
    yolda geçişi önleyen engelleri kaldırmak.
*** yolu almak
yolun sonuna varmak.
  • *** yolu (yolunu) şaşırmak
    yanlış yola sapmak: “yollar ıssızdı, el ayak çekilmişti, sokaklarda yolu şaşırdım.” -Halikarnas Balıkçısı.
  • *** yolun açık olsun
    yolculara söylenen bir iyi dilek sözü.
  • *** yoluna baş koymak
    bir amaca, bir gayeye yönelmek, bütün varlığıyla kendini vermek.
  • *** yoluna can (canını) vermek
    birinin uğruna ölmek.
  • *** yoluna çıkmak
    1) karşılamaya gitmek; 2) yolda karşısına çıkmak.
  • *** yoluna girmek
    istenilen, gerekli olan biçimde gelişmeye başlamak: “Göreceksin, bu konaktan çıkar çıkmaz her şey öyle bir yoluna girecek ki! Bütün uğursuzluklar bu evden geliyor.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • *** yoluna koymak
    istenilen biçime getirmek, düzene koymak: “Arkadaşının mektebe alınması işini o hafta içinde yoluna koymuş.” -A. Ş. Hisar.
  • *** yoluna sapmak
    başvurmak: Hile yoluna saptı.
  • *** yolunda gitmek (yürümek)
    olumlu gelişme göstermek: “Ticareti yolunda gidiyordu.” -Ö. Seyfettin. “Dikkat ve dirayetiyle her işin yolunda yürümesini temin etmişti.” -O. Aysu.
  • *** yolunu beklemek (gözlemek)
    gelmesini beklemek: “Ben merak ederdim, gece yarılarına kadar yolunu beklerdim.” -M. Ş. Esendal.
*** yolunu bilmek
yöntemini biliyor olmak.
  • *** yolunu bulmak
    1) gereken çareyi bulmak: “Bir yolunu bulduğu hâlde onları mektepten atmaya çoktan karar vermişti.” -R. N. Güntekin. 2) argo yasal olmayan yollardan kazanç sağlamak.
  • *** yolunu değiştirmek
    gittiği yoldan ayrılarak başka yola geçmek: “Aradan uzun seneler geçer, o kadını sokakta gördüler mi yollarını değiştirirler.” -Ö. Seyfettin.
  • *** yolunu kesmek
    engel olmak, engellemek: “Yani şüphelendiği müşterilerin yolunu kesmiyor, uzaktan uzağa onları takip etmekle nefsini köreltiyordu.” -N. Hikmet.
  • *** yolunu sapıtmak
    doğru yoldan ayrılmak, kötü yola sapmak: “Feride, senin kaşların lakırtılarına benziyor, güzel güzel, ince ince başlıyor fakat sonra yolunu sapıtıyor.” -R. N. Güntekin.
  • *** yolunu tutmak
    bir yere doğru gitmeye başlamak: “Bir süre sonra, kara kış gelince bakmış ki olacak gibi değil, güneyin yolunu tutmuş.” -T. Halman.


Yorum yapılmamış

Leave A Reply