Yumuşama (Detant) Dönemi Politikasının Oluşumu

0
Advertisement

Yumuşama (Detant) dönemi nedir? Küba Krizi ile birlikte yumuşama döneminin başlangıcı ve Helsinki Deklarasyonu ile ilgili bilgiler.

Yumuşama (Detant) Dönemi Politikasının Oluşumu

Yumuşama, farklı ekonomik ve toplumsal sistemlere sahip ülkeler ya da ülke grupları arasında, son aşamada barış içinde bir arada yaşamayı öngören, yeterli sayıda şarta bağlanmış uzun süreli ve kapsamlı bir işbirliğine varacak, gerginliğin aşamalı ve bilinçli bir biçimde azaltılmasını öngören politikadır.
Yumuşama (Detant) Dönemi Politikasının Oluşumu
Yumuşama terimi ilk olarak Soğuk Savaş döneminde kullanılmıştır ve bloklar arasında karşılıklı “söz düellosu” vasıtasıyla savaş tehlikesinin azalmasını ve komünist ile komünist olmayan devletler arasında siyasal, ekonomik, kültürel ve teknolojik antlaşmaların sayılarındaki artışı ifade etmek için kullanılmıştır.

Yumuşama, ayrıca soğuk savaş döneminde Doğu – Batı ilişkilerinde çatışma ve gerginliğin azaldığı tarihsel bir dönemi tanımlamak için de kullanılmaktadır. “Dönem” kavramının aksine bir “süreç” olarak düşünüldüğünde yumuşama, anlaşma ve işbirliği aşamalarından oluşan bir ilişki türü olmaktadır. (Böylece uluslararası politikada yumuşama bir siyasal amaç biçimine dönüşmektedir.)

Küba Krizi ve Yumuşama Politikası’nın Oluşumu (1962)

Fidel Castro’nun 1959 yılında iktidarı ele geçirmesinden sonra 1960 ve 1961 yıllarında komünistler Küba siyasetine hakim oldular. Bu arada da Küba, Sovyet Rusya ile sıkı ilişkiler kurdu ve askeri bakımından güçlendi. Aynı zamanda Sovyetler Küba’ya güdümlü füzeler yerleştirdiler.

Amerika Birleşik Devletleri, kıyılarına 90 mil kadar uzaklıktaki bir adada komünist rejimin yerleşmesini tepkiyle karşıladı. Nitekim, Castro karşıtlarının 1961 yılı Nisan ayında sonuçsuz kalan Domuzlar Körfezi çıkartmasını destekledi. Daha sonra, Küba’da Sovyet füze üslerinin varlığını öğrenince de, bunlara karşı harekete geçti ve bu da Küba bunalımına yol açtı. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Kennedy, 22 Ekim 1962’de yaptığı televizyon konuşmasında, Sovyetler Birliği’nin Küba topraklarına, Amerika’nın büyük bir kısmını vurabilecek nükleer başlıklı füzeleri gizlice yerleştirdiğini açıklayarak, Kruşçev’den füzelerin hemen sökülmesini istedi. Bunun arkasından da Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri harekete geçerek Küba’yı kuşattı. Bu sırada Sovyet füzelerini taşıyan ticaret gemileri Amerikan gemilerine yaklaşınca, savaşa yol açacak bir Amerika Birleşik Devletleri Sovyetler Birliği çatışması kaçınılmaz hale geldi.

Advertisement

Bu arada, 24 Ekim 1962’de, başkan Kennedy’nin önerilerine karşı Sovyetler Birliği lideri Kruşçev Was-hington’a bir mesaj göndererek; Sovyetlerin Küba’dan füzelerini çekmesine karşılık, Amerika Birleşik Devletleri’nin de Avrupa’daki müttefik ülkelerden ve özellikle Sovyetler Birliği’nin sınır komşusu olan Türkiye’de Sovyet topraklarına yöneltilmiş füzeleri kaldırmasını istedi.

Böylece bu gelişmelerle, dünyanın nükleer silahlarına sahip iki “Süper Devleti” bir çatışma noktasına geldiler.

Ancak bu tehlikeli durum, iki devletin aralarında yaptıkları pazarlık sonucunda, 28 Ekim 1962’de Kruş-çev’in Küba’daki Sovyet füzelerini derhal gemilere yükleyip ülkesine doğru yola çıkarması üzerine son buldu. Bunun arkasından Washington Hükümeti de, Türkiye’de bulunan 15 Jüpiter füzesini, modası geçmiş, eski ve yetersiz oldukları gerekçesiyle Mart 1963’te sökerek ülkesine götürdü.

Küba bunalımı, olaylar sırasında yükselen gerginlikle, iki kutup başı olan devleti yani Amerika Birleşik devletleri ile Sovyetler Birliği’ni, bir nükleer savaşın eşiğine kadar getirdi. Bu da, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu savaşın iki müttefikinin ilk defa karşı karşıya gelmesine neden oldu ve dünya için büyük bir tehlike doğurdu. Ancak, bunun ortaya çıkardığı büyük tehlike ve Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği’nin politik ve askeri alanlarda dengeye ulaştıklarını anlamaları, bir çatışmayı önlediği gibi, iki devlet arasındaki ilişkilerde bir yumuşamanın, dolayısıyla bloklara-rası ve devletlerarası ilişkilerde değişimin de başlangıcı oldu.

Çin – ABD İlişkilerinin Düzelmesi

Çin’in dış politikası hem SSCB hem de ABD emperyalizmine karşı çıkmak ve Üçüncü Dünya ülkeleri ile işbirliği yapmak çizgisini izliyordu. Aynı zamanda Çin, güneyinde ABD, kuzey ve kuzeybatısında ise SSCB’nin tehdidi altındaydı. SSCB’nin artan tehditlerine karşı ABD, güvenlik strateji dengesini kurmak için, Sovyet Rusya’ya karşı Çin kartını oynama kararını almıştı. Çin ise iki süper güçten birini tercih etmek zorundaydı. 1971’de Başkan Nixonten ve ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger’in Çin’e yaptığı tarihi ziyaret iki ülke ilişkilerinin normalleşmesinin ilk adımını oluşturdu. Başkan Nixon’un 21 – 28 Şubat 1972’de yaptığı ziyaret ise iki ülkenin diplomatik ilişkileri olmadığı bir ortamda gerçekleşti.

Advertisement

Çinli yöneticiler ABD’nin yumuşama yaklaşımına, Amerikan masa tenisi takımını ülkelerine davet ederek cevap verdiler. Yumuşa dönemi diplomasisinde bu duruma “Ping-Pong DİPLOMASİSİ” denildi. ABD – Çin yakınlaşması hem Sovyetler Birliği’ni hem de Çin – Japon ilişkilerini derinden etkiledi; Buı gelişmelerden sonra Sovyetler Birliği Batı ile görüşmelere başlarken II. Dünya Savaşı’ndan beri Çin ile Japonya arasında devan eden savaş durumu tehlikesi sona erdi.

Helsinki Konferansı Deklarasyonu

Bloklararası ilişkilerde yumuşama (detant) politikasının sonucu ve bir parçası olarak, Avrupa ülkeleri arasında güvenlik ve işbirliğini güçlendirmek amacıyla bir konferansın toplanmasına karar verildi. Uluslararası ilişkilerde yeni değişimler önerilmişti.

Öneri, Sovyetler Birliği ve müttefikleri tarafından 1960’lı yıllarda ortaya atılmıştı. Batılı ülkeler de bunu Batı – Doğu blokları arasındaki ilişkilerin gelişmesi ve bazı sorunların çözümlenmesi üzerine, uzun bir bekleyişten sonra kabul etmişlerdi.

Batı ve Doğu bloku ülkelerinin anlaşmasından sonra da (Arnavutluk dışında) bütün Avrupa devletleriyle, Amerika Birleşik Devletleri Kanada’nın katılmasıyla, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) veya yapıldığı yer nedeniyle, “Helsinki Konferansı” toplanmıştır.

Konferans, 35 ülkenin katılmasıyla ilk çalışmalarına 22 Kasım 1972’de Helsinki’de başlamış, 21 Temmuz 1975 tarihine kadar sürmüştür. Sonuçta taraflar belirli bir anlaşma metni üzerinde görüş birliğine varabilmişlerdir.

İşte bu gelişmeler üzerine Avrupa Güvenlik ve işbirliği Konferansı (Agik), Helsinki’de 30 Temmuz 1975’te liderler düzeyinde toplanmıştır. Konferansa, Avrupa devletlerinin (Arnavutluk hariç) bütünü ile Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada dahil, 35 ülkenin devlet veya hükümet bakanları katılmıştır. Liderler; 1 Ağustos 1975 günü, metni önceki görüşmelerde hazırlanan, uluslararası ilişkilerde temel barış ve işbirliğini kapsayan “Sortuç Belgesi”ni imzalamışlardır.

“Helsinki Sonuç Belgesi” veya “Helsinki Antlaşması” adıyla anılan ve oldukça geniş kapsamlı olan, ancak uyulmasında zorunluluk niteliği bulunmayan bu anlaşmada yer alan başlıca hususlar şunlardır: Avrupa ülkelerinin egemenlik yönünden birbirlerine eşitliği; birbirlerinin sınırlarını ihlal etmeyecekleri ve temel özgürlüklere saygı gösterileceği; Avrupa ülkeleri arasında işbirliğinin kurulacağı; askeri alanda güvenlik önlemlerinin alınacağı…

1975 Helsinki Zirve Konferansı, 1815 Viyana Kongresi’nden sonra Avrupa’da bu nitelikte yapılan en geniş ve ilk devletlerarası toplantıdır. Bu konferans sonucunda imzalanan Helsinki Antlaşmasfyla da, yumuşama politikasının gelişmesi, Avrupa’nın mevcut statüsünün kabul edilmesi, bloklar arasında olduğu gibi imzacı devletler arasında savaş ihtimalinin ortadan kaldırılmasıyla, barışın esas alınması ve böylece uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin başlaması amaçlanmaktadır.

Böylece Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ile bloklar ve devletler arasında yeni bir ilişki ve ilişki alanı meydana gelmiş oldu. Ayrıca antlaşmada, bu ilişkilerin sürekliliğini sağlamak, aynı zamanda AGİK Antlaşması’nın uygulamalarını izlemek üzere de 35 devlet arasında düzenli olarak AGİK izleme toplantja-rı yapılması kararlaştırılmıştır. Bu toplantıların ilki 1977 yılında Belgrad’da yapıldı. İkinci toplantı 1979 yılında Madrid’de teknisyenler düzeyinde başladı. Çalışmalara 10-12 Şubat 1982’de, ilgili devletlerin Dışişleri Bakanlarının katılmasıyla devam edildi. Çeşitli uluslararası sorunların ve gelişmelerin görüşüldüğü ikinci AGİK İzleme Toplantısı, 22 Temmuz 1983’te çalışmalarını bir belge hazırlayarak tamamladı.

Bunun üzerine, Helsinki Konferansı’na katılan 35 devletin Dışişleri Bakanları, 6-9 Eylül 1983 tarihleri arasında Madrid’de toplandılar. Bakanlar, hazırlanan “Sonuç Belgesi” üzerinde görüşmeler yaptılar ve belgeyi imzaladılar.

Advertisement

İkinci AGİK İzleme Konferansı tarafından kabul edilen bu Sonuç Belgesi’nde de, 1975 Helsinki Sonuç Belgesi’nde olduğu gibi, devletlerin bağımsızlığı, devletlerin iç işlerine karışmama, devletler arasındaki sorunların barışçı yollarla çözümlenmesi, insan hakları na saygı gösterilmesi gibi kararlar bulunmakta; ayrıca, daha sonraki izleme toplantısının 1984’te Helsinki’de yapılması öngörülmekteydi.

Böylece, 1975 Helsinki Konferansı ve buna bağlı olarak yapılan AGİK İzleme Konferanslarıyla bloklar ve devletler arasında sürekli diyalog sağlandığı gibi, uluslararası ilişkilere ve yumuşama (detant) politikasına yeni boyutlar getirilmiş oldu.

Silahsızlanma Çalışmaları

Küba bunalımından kısa bir süre sonra Sovyetler Birliği, o dönemde bloklararası ilişkilerde önemli rol oynayan Berlin sorunundaki 1958 – 1962’deki isteklerinden 1963 yılı Ocak ayında vazgeçti. Diğer taraftan Moskova ile Washington arasında herhangi bir kriz anında kaza sonucunda bir nükleer savaşı önlemek üzere hemen görüşme olanağını sağlamak için ‘kırmızı telefon” hattı kuruldu. 5 Ağustos 1963’te de Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ve İngiltere arasında Moskova’da “Nükleer Denemelerin Kısmen Yasaklanması Antlaşması” imzalandı.

Bu antlaşma ile taraflar su altında, uzayda ve atmosferde nükleer deneme yapmayı yasakladılar. Yapılan bu antlaşma aynı zamanda nükleer silahların kullanılmaması gereken yerleri belirlemiştir.

► SALT I:

26 Mayıs 1972’de ABD ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan SALT I (Stratejik Nükleer Silahları Sınırlayan Antlaşma) ile dönemin iki Süper Devleti sahip olacakları silahlara çeşitli bakımlardan birçok sınırlamalar getirdiler.

Bu antlaşma iki taraf arasında büyük bir rahatlama meydana getirmiştir.

► SALT II:

SALT I çalışmalarının ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilere getirdiği olumlu gelişmeler üzerine bu iki devlet 26 Mayıs 1972 tarihli Moskova Antlaşması’nın yapılmasından altı ay sonra 21 Kasım 1972’de Cenevre’de SALT II görüşmelerine başladılar. Saldırı amaçlı füzelerin sınırlandırılmasının amaçlandığı bu antlaşmanın imzalanma süresi Vietnam Savaşı, 1973 Arap – İsrail Savaşı, Watergate Skandali ve ABD’deki başkanlık seçimlerinden dolayı uzamıştır.

24 Kasım 1974’te iki ülke liderlerinin yaptıkları toplantıda SALT II Antlaşması’nın taslağı üzerinde görüş birliğine varmaları üzerine 18 Haziran 1979’da SALT II imzalanmıştır.

Advertisement

Bu antlaşmaya göre iki ülkeden her biri en çok 2400 nükleer silah taşıyıcısına sahip olabilecekti. Bu şekilde ilk defa ABD ve Sovyetler Birliği sahip olabilecekleri füze sayısına sınır getirdiler. SALT II Antlaşması Amerikan Kongresi tarafından onaylanmayıp reddedildiği için yürürlüğe konulmamıştır.


Leave A Reply