Atatürk İle İlgili Anlatılan Öyküler, Atatürk Öyküleri Okumak İsteyenlere

0
Advertisement

Atatürk ile ilgili anlatılan Atatürk’ün başından geçmiş olan öykülerden bir kaç örneğin yer aldığı sayfamız.

Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk

ATATÜRK’Ü GÖRDÜM

1938 yılının 20 Mayıs günüydü. Atatürk Mersin’e geliyordu. O zamanlar Mersin’de Çankaya İlkokulu beşinci sınıfında öğrenci idim. Sabahleyin derslere başlamamıştık ki, okul müdürümüz Akif Hayırlıoğlu sınıfımıza gelerek:

— Çocuklar, dedi. Atatürk bugün Mersin’e geliyor. Okulumuz öğrencileri de karşılayıcılar arasında olacak.

Şimdi evlerinize gidin ve 23 Nisan Çocuk ve Ulusal Egemenlik Bayramı giysilerini giyerek okula dönün.

Evimiz okula uzakça idi. Okuldan koşarak çıktım. Yolda işyerlerine, gördüğüm kimselere Atatürk’ün Mersin’e gelmekte olduğunu söylüyordum. Nasıl söylemezdim. Düşlerimi alan, yeni bir devleti yoktan var eden, devrimleri yapan büyük insanı görecektim. Mavi gözlerine bakacak, yukarı kalkık kaşlarını görecek ve çocukları seven Atatürk’ü görmeyenlere anlatacaktım. Eve nasıl geldiğimi, giyinip nasıl çıktığımı anımsamıyorum. Dönüşte, hemen herkesin Atatürk’ün Mersin’e geleceğini öğrendiği kanısına vararak, okuluma koşuyordum. Evler, mağazalar Türk bayraklarıyla donatılmıştı.

Advertisement

Okulumuz Mersin istasyonu alanına geldiğinde, sanki bütün Mersin halkı orada idi. Dakikalar geçtikçe heyecanımız artıyor, sabrımız taşıyordu. Nihayet iki lokomotif çektiği trenin gara girdiğini gördük.

Aradan bir süre daha geçti. Alkışlar «Yaşa, varol» sesleri arasında Atatürk trenden iniyordu. İstasyondaki halk, sürekli olarak Atatürk’ü alkışlıyor, alkışlıyordu. Atatürk, başında bir şapka, sağ elini ceketinin yakası arasına sokmuş olduğu halde, güleryüzlü olarak ağır ağır önümüzden geçti. Kaşları kalkık, gözleri mavi ve çelik bakışlıydı. Atatürk’ü görmüştüm. Yerimde duramıyor, bir kez daha görebilmek için sabırsızlanıyordum. Biraz sonra Atatürk’ün önünden geçecektik. Bu geçmenin anlamı çoktu. Sıralar halinde idik. Bir çocuk seli halinde Büyük Atatürk’ün önünden sanki akıyorduk. Onu bir daha görmüştüm. Büyük bir okaliptüs ağacının altında, Türk çocuklarını seyrediyor, alkışlıyordu.

Atatürk’ün bu gelişi, son Mersin gezisi olmuştu. O yılın Kasım ayında aramızdan ayrılmıştı. Ama aradan yıllar geçse de, onun tatlı anısını yıllarca taşıyacağım.


ÇANKAYA’DA AÇILAN BİR İLKOKULU ZİYARETİ

Çankaya’da bir ilkokul açılmıştı. Köşkün çevresinde bulunan bu okulu bir gün ziyaret etmiş.

Öğretmen tahta başında öğrencilere ders veriyormuş. Cumhurbaşkanı girer girmez, saygı işaretini vermiş çocuklar ayağa kalkmış ve oturunuz işaretini verdikten sonra yüzünü tahtaya çevirerek derse devam etmiş. Atatürk beş, on dakika ayakta ders dinlemiş ve çıkarken öğretmen yine aynı ses, aym eda ile çocukları ayağa kaldırmış ve oturunuz işareti verir vermez devam etmiş.Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk kapıdan çıkarken yanındakilere:

Advertisement

— «Gördünüz mü öğretmeni? Cumhurbaşkanı’na önem vermedi» demiş ve eklemiş:

— «İlkokul öğretmeni vatanın en hayırlı öğesi. Onlar vatan çocuklarıyla o kadar kaynaşmışlardır ki, adeta çocuklaşmalardır. Onların gözünde en sevgili, öğrencilerdir. Bu öğretmen eğer dersini bırakıp saygısını göstermek için yanıma gelseydi ve çıkarken beni merdivenlere kadar geçirse idi, öğrencileri gözünde küçülür, belki saygınlığını kaybederdi, öğrenci gözünde en saygılı, en büyük adam öğretmendir,)! demişlerdir.

Asaf İlbay


EŞİ LATİFE HANIM ANLATIYOR:

Evli bulunduğumuz sıralarda idi. İzmir’de idik. Doktorların öğüdü gereğince sakin bir yaşantı geçirmesi, dinlenmesi gerekti.

Bu öğütleı-3 ancak birkaç gün uyabilmişti. Bir türlü uyuyamadığı bir gece, saat ikide:

— Lâtife, ben şimdi bir tramvaya binmek istiyorum, dedi. O saatte bir tramvay bulmanın olanaksızlığı-
nı Ata’ya anlatmak mümkündü, fakat bu isteğinin yerine gelmemiş olması onu belki de üzecekti.

— Dinlenseniz olmaz mı? Vakit de oldukça geç, dedim.

— Ben de vaktin geç olmasından yararlanarak tramvaya binmek istiyorum ya… diye karşılık verdi.

— Peki öyle ise temin edelim. Saat ikide hemen telefon ediliyor ve bir atlı tramvay hazırlanıyor.

— Tramvay hazır, emrinizde… Yanlarına yaverlerini de aldılar. Hep beraber tramvaya gittik. Bir sürücüden başka kimse yoktu. Atatürk sürücünün yanma yaklaştı ve sordu:

— Sen atları kamçı ile mi yönetirsin?

Advertisement

— Tabiî Paşam… Kamçısız yönetilir mi?

— Neden yönetilmesin?

— Biz görmedik.

Ata, tramvaycının yanına çıkıyor:

— Sen şu yerini bana ver de, kamçısız yöneteyim.

Tramvaycı hemen yerini terkediyor. Atatürk dizginleri ele alıyor ve kamçısız tramvay atlarını sürmeğe başlıyor.

— Nasıl yönetebiliyor muyum?

— Benden daha güzel yönetiyorsun Paşam…

— Ben de senin gibi yöneticiyim. Ben de yüzbinlerce insanı yönettim, onları ölüme giden yola seve seve yolladım. Fakat bir tanesine kamçı kullanmadım.

Lâtife Uşaklıgil


AĞLAYAN SUİKASTÇI

İzmir’de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:

Advertisement

— «Ziya Hurşit’in beni öldürmeye görevlendirdiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:

— Sen Mustafa Kemal’i öldürecekmişsin öyle mi?

— Evet, dedi.

Ben yine sordum:

— Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin

— Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.

— Sen Mustafa Kemal’i tanıyor musun?

— Hayır.

— O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?

— Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.

O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım :

Advertisement

— Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.

Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra dizüstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Yahya Galip Kargı


EMİRERİ GÜLLÜCELİ ALİ

Yıl: 1938 Bursa

Atatürk fabrikadan çıkıyor. Kapıda, önlerinde Merinos koyunları duran bir kalabalık bekliyor. Bunlar Merinos yetiştiricileri.
Aralarında M. Kemal Paşa’nın Güllüce köyü muhtarı Pepe Ali de bulunuyormuş. Tanık olduğumuz anekdotu aynen aktaralım.

Güllüceli Ali öne çıkıyor, Atatürk’e yaklaşıyor:

— Atam, beni tanıdın mı? diyor.

Atatürk derhal tanıyamadı. Fakat Pepe Ali hemen ekledi:

— Ben senin emir erliğini yapan Ali’yim.

Der demez büyük Ata’nın gözleri parladı:

— Ali sen misin? dedi.

Advertisement

Atatürk DinlerkenKonuşma şöyle sürüyordu:

— Oo, gençsin, dinçsin Ali.

— Sağol Atam. Anafartalarda üç bölükle, üç tümene ateş ettiğimiz, üç gün, üç gece uykusuz beklediğimiz günleri anımsadın mı?

Bu sözler, Atatürk’ün gözlerini yaşarttı. Atatürk, Ali’nin arkasını okşadı ve:

— Ali, dedi. Yine bana eski günleri anımsattın. Sağol, dinç kal Ali!..

Ali atıldı:

— Sen de sağol Paşam. Her zaman emrindeyim.

— Sıkıntın var mı? Yaşantından hoşnut musun?

— Hiçbir sıkıntım yok. Sen Cumhurbaşkanı olduysan, ben de Güllüce köyü muhtarı oldum.

Bu içten ve candan konuşmaya tanık olanlar, emirerinin canlandırdığı anılar önünde Atatürk’ün heyecan duyduğunu gözleriyle görmüşlerdir.

İki ay sonra Atatürk’ten Güllüceli Pepe Ali’ye şimdi evinin duvarında da asılı duran şu mektup geliyor.

Advertisement

Mektupta Atatürk diyor ki:

«Beni anımsadığına memnun oldum, özellikle sana şunu anlatmak istiyorum. Şimdiye kadar gezdiğim yerlerde benimle çalışmış kime rastladıysam hepsi benden çıkar ummuşlardı. Fakat yalnız sen ummadın ve ansızan kendini bana tanıttın. Köyünde çalış, 15 Mart’ta seni Ankara’da bekliyorum. Gözlerinden öperim.»

Musa Ataş


Atatürk Dinlerken
ÇİFTLİK YOLUNDAKİ İĞDE AĞACI

1937 yılının bahar mevsimi idi. Orman Çiftliği’ne Ak-köprü tarafındaki yoldan gidiyorduk. Çiftliğin o parçası meyve bahçesi haline konulmuş, fidanlar sıra sıra dikilmişti. Şimdi gölgeliği ve bol yeşilliği olan bu yol boyu, o zamanlar henüz küçük, çelimsiz ağaçların sıralandığı, yaz mevsiminde dahi pek güzel olmayan bir yerdi.

Atatürk, bu eski çıplak topraklar üzerindeki meyve bahçesi haline gelmiş olan bu yerlere neşe ile bakıyordu. Şimdi uzun kavak ağaçlarının bulunduğu yol kenarlarında işçiler çalışıyor ve fidanlar dikiyorlardı. Atatürk, birden şoföre «Dur!» diye bağırdı. Yere indiği zaman orada olanlara:

— Burada bir iğde ağacı vardı, o nerede? diye sordu.

Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Çünkü orada çalışanlar yenilerini dikmekle uğraşıyorlardı.

Atatürk’ün biraz evvelki neşesi kalmamıştı.

Çünkü; çiftliğin ilk çorak günlerinin bir yeşillik anısı yerinden çıkarılmıştı. Yol boyunca yürüyerek iğde ağacım aradık. O:

— İğde eski ve çelimsiz bir ağaçtı. Fakat yaşayan ve baharda güzel kokularım etrafa saçan bir varlıktı, diyordu.

Çiftlik merkezine geldik. Büyük hamamın yapısı bitmişti. Onu gezerken iğde ağacım yerinden kimin sökmüş olduğunu da incelemek için ilgili durumda olanlara sorular sordu. Kimse bu küçücük ağacın sonu hakkında bir bilgi veremediler.

Advertisement

Atatürk bu önemsiz gibi görünen işten hüzün duymuştu. İhtarlarda bulundu. Emirler verdi. Ağaçlar korunacak ve bakılacaktı.

Çünkü; o yeşilliğin özlemini Kurtuluş Savaşı boyunca çok çekmişti. Çankaya’yı oturmak için seçmesine gerek, birkaç büyük kara kavak ağacının bulunması idi. Onların rüzgârlı günlerdeki hışırtısından daima zevk duyardı.

Prof. Dr. Afet İnan


Leave A Reply