İki Almanya Dönemi Hakkında Bilgi

0
Advertisement

İkinci Dünya Savaşı sonrası ikiye bölünen Almanya’nın yeniden birleşmesine kadar olan sürede olanlar ile ilgili bilgilerin yer aldığı sayfamız.

İKİ ALMANYA DÖNEMİ.
Almanya II. Dünya Savaşı’nın ardından dört işgal bölgesine ayrıldı. Ülkenin güneybatısı Fransa’nın, kuzeybatısı İngiltere’nin, güneyi ABD’nin, doğusu da SSCB’nin denetimine verildi. Tümüyle Sovyet bölgesinde kalan Berlin kentinin de dört işgal bölgesine ayrılması kararlaştırıldı. 1949’da İngiltere, Fransa ve ABD işgal bölgelerinin birleştirilmesiyle Almanya Federal Cumhuriyeti (AFC) oluşturuldu. Genellikle Batı Almanya olarak bilinen bu yeni devletin başkentinin Bonn olması kararlaştırıldı. Aynı yıl Sovyet işgal bölgesinde Alman Demokratik Cumhuriyeti adıyla yeni bir Alman devleti kuruldu. Sovyetler Birliği’nin Berlin’deki işgal bölgesini oluşturan Doğu Berlin bu yeni Alman devletinin başkenti ilan edildi. Müttefik ülkeleri bu iki devletin kurulmasından sonra da bölgede belirli hakları ellerinde tuttular.

Batı Almanya kısa zamanda savaşın yol açtığı zararların üstesinden gelmeyi başararak 1950’lerde “ekonomik mucize” olarak adlandırılan bir canlanma dönemi yaşadı. Bunun sonucunda ABD, Sovyetler Birliği ve Japonya’dan sonra dünyanın ekonomik bakımdan dördüncü güçlü ülkesi durumuna geldi. Sosyalist yönetimli Doğu Almanya ise en yüksek yaşam düzeyini gerçekleştiren Doğu Bloku ülkesi olmasına karşın, hiçbir zaman Batı Almanya’nın ekonomik düzeyine ulaşamadı.

Doğu ve Batı Almanya’yı ayıran sınır Doğu Avrupa’da demokrasi yanlısı gösterilerin yaygınlaştığı 1989’a değin kapalı kaldı. Doğu Alman hükümeti artan baskılar karşısında 9 Kasım 1989’da Batı Almanya’yla olan sınırını açma kararı aldı. Ertesi yıl 3 Ekim’de de iki ülkenin birleştiği ilan edildi.

Almanya Federal Cumhuriyeti.

5 Haziran 1945’te yayımlanan bir bildirgeyle Almanya’nın yönetimi ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin oluşturacağı askeri yönetimlere bırakıldı. Bu ülkelerden her biri kendi işgal bölgesini özgürce yönetecek, Almanya’nın bütününü ilgilendiren konularla ise Müttefikler Kontrol Konseyi ilgilenecekti. Temmuz-Ağustos 1945’te toplanan Potsdam Konferânsı’nda da Almanya’nın üç işgal bölgesine ayrılması konusunda görüş birliğine varıldı. Sonradan Fransa’nın da bir işgalci güç olarak kabul edilmesiyle işgal bölgelerinin sayısı dörde çıkarıldı. Bir süre sonra işgal bölgelerinde eski siyasal partiler yeniden kurulmaya ve eyalet yönetimleri oluşturulmaya başladı.

Müttefiklerin ilkesel olarak Almanya’nın bütünlüğünü korumaya kararlı olmalarına karşın bir süre sonra Batılı işgal güçleriyle Sovyetler Birliği arasında görüş ayrılıkları çıktı. Anlaşmazlık yaratan konuların başında Almanya’nın savaş tazminatlarını nasıl ödeyeceği ve yeni ekonomik yapılanmasını nasıl gerçekleştireceği geliyordu, ingiltere, ABD ve Fransa 1948’de kendi işgal bölgelerini tek bir ekonomik birim halinde birleştirdiler. Aynı yıl Berlin’deki işgal bölgelerini de birleştirerek, Batı Berlin adıyla anılan Berlin eyaletini (Land) oluşturdular. Bütün bu gelişmelere büyük tepki gösteren Sovyetler Birliği, 20 Haziran 1948’de batı bölgelerinde bir para reformunun uygulamaya konması üzerine Batı Berlin’i abluka altına aldı. Batılılar da Sovyet bölgesine karşı ambargo uyguladılar ve Batı Berlin’e gerekli malzemeyi sağlayacak bir hava koridoru oluşturdular. Sovyetler Birliği bu gelişmeler karşısında Mayıs 1949’da ambargo uygulamasına son vermek zorunda kaldı.

Almanya Federal Cumhuriyeti’nin Temel Yasası (Grundgesetz) 8 Mayıs 1949’da Parlamento Konseyi’nde kabul edildi. Dört gün sonra da 12. eyalet olarak önerilen Berlin’in dışarıda bırakılması koşuluyla Batılı işgal devletlerinin askeri valileri tarafından onaylandı. O tarihteki 11 eyalet Schleswig-Holstein, Hamburg, Bremen, Aşağı Saksonya, Kuzey Ren-Vestfalya, Rheinland-Pfalz, Hessen, Bavyera, Baden, Württemberg-Baden ve Württemberg-Hohenzollern’di. Bu eyaletlerden son üçü 1952’de birleşerek Baden-Württemberg adını aldı. 1957’de de Saarland 10. eyalet oldu.

Advertisement

Eylül 1949’da İşgal Tüzüğü’nün yürürlüğe girmesiyle, Müttefiklerin askeri hükümetlerinin yerini, gene bu üç ülkenin oluşturduğu Müttefikler Yüksek Komisyonu aldı. Kasımda imzalanan Petersburg Antlaşması’yla sanayi tesislerinin sökülmesi konusundaki hükümler Yumuşatıldı ve AFC’nin bir ticaret filosu oluşturmasına izin verildi. Ruhr İdaresi’nin ve Avrupa Konseyi’nin doğrudan üyesi olan AFC yabancı ülkelerle ticari ve diplomatik ilişkiler kurabilecekti.

İlk genel seçimler 14 Ağustos 1949’da yapıldı. Seçimlerde en çok oyu Konrad Adenauer’ın başkanlığındaki Hıristiyan Demokratik Birlik (CDU) ile Hıristiyan Sosyal Birlik’in (CSU) oluşturduğu CDU-CSU koalisyonu aldı. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ise seçimlerden ikinci parti olarak çıktı. Federal Meclis’te temsil edilen öteki sekiz partinin en önemlileri Hür Demokratik Parti (FDP), Alman Partisi ve Komünist Parti’ydi. CDU-CSU koalisyonunun FDP ve Alman Partisi’yle yaptığı ittifak sonucu Adenauer başbakan oldu. Eylülde de FDP’nin adayı Theodor Heuss ülkenin ilk cumhurbaşkanı seçildi.

1951’de başbakanlığın yanı sıra dışişleri bakanlığını da üstlenen Adenauer, bu göreve başkalarının getirilmesinden sonra da dış politikada belirleyici olmayı sürdürdü. Adenauer iki Almanya’nın birleştirilmesini amaçlıyor, ama bunun Müttefiklere bırakılması gerektiğine inanıyordu. Ayrıca ABD’ nin önderliğinde bir Avrupa ittifakı oluşturulmasını ve Batı Avrupa’da federasyona benzer bir örgütlenmeye gidilmesini savunuyordu. SPD ise hem Adenauer’ın bu görüşlerine, hem de ABD’nin dayattığı, AFC’nin yeniden silahlanması görüşüne karşı çıkıyordu. Adenauer 1953 seçimlerinde üçte iki çoğunluğu sağladıktan sonra, ülkenin yeniden silahlanması için gerekli olan anayasa değişikliğini yapabildi. AFC Mayıs 1955’te egemen bir devlet oldu ve aynı yıl kendi ordusunu kurarak NATO’ya girdi. Avrupa’nın bütünleşmesi için sürdürülen bütün çalışmalara katılan Adenauer, 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kurulmasıyla sonuçlanan Roma Ant-laşması’nın imzalanmasında önemli rol oynadı.

Bu dönemde Afrika ve Asya’nın bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerine ekonomik yardımda bulunan AFC, Yahudilerin Nazi yönetimi sırasında karşı karşıya kaldığı baskılar nedeniyle İsrail’e de 3 milyar Alman Markı’nı aşan tazminat ödedi. 1950’lerde AFC ve ABD arasındaki ilişkiler gitgide yakınlaştı. 1955’te Moskova’ya giden Adenauer, SSCB’de bulunan 10 bin Alman tutsağın serbest bırakılması karşılığında bu ülkeyle diplomatik ilişki kurmayı kabul etti. Ama ADC’nin varlığı iki ülke arasındaki en önemli sorun olmayı sürdürdü. SSCB iki Alman devleti olduğu görüşünü savunurken, AFC yönetimi ADC’nin yasal varlığını kabule yanaşmıyordu. SSCB 1958’de Batılı askeri güçlerin Berlin’den çekilmesini isteyince çıkan bunalım, 1961’de Berlin Duva-n’nın kurulmasıyla sonuçlandı.

Adenauer’ın iç politikada karşılaştığı ilk önemli sorun Polonya’dan, Balkanlar’dan ve Doğu Almanya’dan gelen milyonlarca mültecinin yerleştirilmesi oldu. CDU-CSU koalisyonunun Federal Meclis’teki sandalyelerin yaklaşık yansım kazandığı Eylül 1953’teki seçimlerin ardından Adenauer Hür Demokratlar, Alman Partisi ve Alman Bloku ile yeni bir koalisyon hükümeti kurdu. Temmuz 1954’te de Heuss yeniden cumhurbaşkanı seçildi. 1956’da Zorunlu Askerlik Yasası çıkarıldı. Ertesi yıl da ilk askeri birlikler oluşturulmaya başladı. Bu dönemde koalisyonda yer alan küçük partiler Adenauer’dan desteklerini çektiler. Bu olayın yarattığı bunalım gitgide derinleştiyse de, dış olaylar hükümetin düşmesini engelledi. 1956’da Sovyetler Birliği’nin Macaristan’a müdahalesi hükümetin durumunu yeniden güçlendirmesini sağladı. CDU-CSU koalisyonunun Federal Meclis’teki sandalye sayısını artırarak çıktığı 1957 seçimlerinin ardından Adenauer, Alman Partisi ile üçüncü koalisyon hükümetini kurdu. 1959’da cumhurbaşkanlık dönemi sona eren Heuss’un yerine Hıristiyan Demokratların adayı Heinrich Lübke seçildi. Kasım 1959’da Bad Godesberg programının kabul edilmesiyle SPD’nin politikasında önemli değişiklikler oldu. Marksizmden tümüyle uzaklaşan parti başbakan adayı olarak Batı Berlin belediye başkanı Willy Brandt’ı benimsedi. 1961 seçimlerinde Federal Meclis’e yalnızca CDU-CSU koalisyonu, SPD ve FDP girebildi. Seçimlerin ardından Hür Demokratlarla CDU-CSU koalisyonunun katıldığı yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu. Hür Demokratların lideri Erich Mende başbakanın değişmesi konusunda ısrar edince, Adenauer’ın yasama dönemi sona ermeden başbakanlıktan çekilmesi karara bağlandı. Ekim 1963’te istifa eden Adenauer’ın yerine Alman ekonomik mucizesinin mimarı olarak tanınan Ludwig Erhard geçti. Er-hard, Adenauer’ınkine benzer bir koalisyon hükümeti kurarak başbakan yardımcılığına Mende’yi getirdi. Temmuz 1964’te de Lübke yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Er-hard’ın başbakanlık dönemi NATO ve AET içindeki anlaşmazlıkları çözme çabalan ile geçti. Koalisyon partilerinin 1965 seçimlerindeki başansı Erhard’ın kişisel zaferi olarak nitelendirildi. Ama Erhard hükümeti çok geçmeden önemli ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldı. Ekonomik bunalımın iki önemli sonucu oldu: Koalisyon ortağı FDP Ekim 1966’da hükümetten çekildi ve Yeni Nazilerin kurduğu Almanya Ulusal Demokratik Partisi (NDP) güçlenmeye başladı. Hür Demokratların hükümetten çekilmesiyle ortaya çıkan bunalım Aralık 1966’da CDU-CSU-SPD koalisyonunun kurulmasıyla sonuçlandı. “Büyük Koalisyon” denen bu yeni koalisyon hükümetinin başkanhğına Kurt Georg Kiesinger getirildi; Brandt ise başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı oldu. Kiesinger başbakanlığı sırasında ülkesinin Doğu ile olan ilişkilerini yumuşatmaya ve Fransa ile yeniden yakın ilişkiler kurmaya çalıştı. 1967’de SSCB ve AFC karşılıklı olarak büyükelçi atadılar. Ama SSCB’nin 1968’de Çekoslovakya’yı işgali iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden gerginleşmesine yol açtı. 1967’de Lübke cumhurbaşkanlığından istifa edince yerine SPD’li Gustav Hei-nemann geçti, 1969’daki Federal Meclis seçimlerinde sol eğilimli partiler oylarını büyük ölçüde artırdılar. 21 Ekim 1969’da ülkesinin ilk Sosyal Demokrat başbakanı olarak göreve başlayan Willy Brandt Hür Demokratların desteğiyle bir koalisyon hükümeti kurdu. Brandt’ın en önemli başarısı Ostpolitik (Doğu Politikası) olarak bilinen politikayı yürürlüğe koymak oldu. AFC’nin SSCB, ADC ve Doğu Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan bu politika uyarınca 1970’te SSCB ile bir antlaşma imzalandı. AFC’nin Avrupa’daki bütün ülkelerin sınırlarım resmen tanıdığı bu antlaşmayla, iki ülke birbirlerine karşı kuvvete başvurmayacakları konusunda güvence veriyorlardı. Ayrıca 1970’te Polonya, 1973’te de Çekoslovakya ile imzalanan antlaşmalarla AFC’nin bu ülkelerle olan sınırlan onaylandı. Brandt 1970’te iki kez ADC başbakanı Wilh Stoph ile buluştu. 1972’de iki ülke arasında imzalanan antlaşmayla bölünmüş ailelerin birbirlerini ziyaretine izin verildi ve karşılıklı olarak tutuklular serbest bırakıldı. Brandt 1972 seçimlerinin ardından da başbakanlık görevini sürdürdü. Ama yardımcılarından birinin casuslukla suçlanması üzerine Mayıs 1974’te başbakanlıktan istifa etti. Brandt’ın yerine geçen Helmut Schmidt, 16 Mayıs 1974’te, petrol fiyatlarındaki yükselmenin dünya çapında bir ekonomik durgunluğa yol açtığı bir dönemde göreve başladı.

Aynı yıl görev süresi sona eren Cumhurbaşkanı Heinemann’ın yerine Wal-ter Scheel geçti. 1976 ve 1980 seçimlerinden sonra da işbaşında kalan Schmidt, ekonomik durgunluğun üstesinden gelebilmek için cesurca önlemler aldı. Dış politikada ise NATO’ya tam destek sağladı ve Doğu’yla olan ilişkilerin yumuşatılmasını öngören politikayı sürdürdü. Bu arada ortaya çıkan ve Yeşiller adıyla bilinen çevreci parti AFC’de-ki siyasal atmosferi büyük ölçüde değiştirmiş, 1979’da görev süresi biten Scheel’in yerine Kari Cartens geçmiş ve Schmidt’in Avrupa’ya nükleer füzelerin yerleştirilmesini onaylaması SPD içinde tepkilere yol açmıştı. Ekonomik durgunluğun bir sonucu olarak 1981’de işsizliğin yüksek boyutlara ulaşması Schmidt hükümetindeki bunalımı daha da derinleştirdi. FDP’nin koalisyondan ayrılmasından sonra yapılan ve bazı hukukçular tarafından anayasaya aykırı bulunan güvenoylamasında hükümet güvensizlik oyu alınca Schmidt başbakanlıktan istifa etti. Yerine CDU’dan Helmut Kohl geçti. Kohl’un başbakanlığındaki CDU-CSU-FDP koalisyonu 1983 seçimlerini kolaylıkla kazandı. Aynı yıl Hıristiyan Demokrat Richard Weizsacker cumhurbaşkanı seçildi. Kohl başbakanlığı sırasında ülkesinin Batı ile olan ilişkilerini güçlendirmeye ve piyasa ekonomisini yerleştirmeye çahştı. 1987’deki seçimlerde koalisyon partileri oy yitirdiyse de Kohl hükümeti işbaşında kaldı. Doğu ve Batı Almanya arasındaki ilişkileri yumuşatmayı amaçlayan Ostpolitik bu dönemde de sürdürüldü. ADC Devlet Konseyi başkanı Erich Honecker Eylül 1987’de AFC’yi ziyaret etti. Ama bu ziyaret sırasında yapılan görüşmelerden önemli bir sonuç ahnamadı.

Advertisement

Alman Demokratik Cumhuriyeti.
Haziran 1945’te Almanya işgal bölgelerine ayrıldığında, ülkenin doğu kesiminin yönetimi Sovyet Askeri Yönetimi’ne bırakıldı. Yeni yönetim önce özel bankaları ve şirketleri tazminat ödemeksizin devletleştirdi. Herkesin elindeki paralan, külçe altınlan, senetleri ve değerli eşyalan teslim etmesi istendi. Sökülen fabrikalar, vagonlar, lokomotifler ve hatta raylar savaş tazminatı olarak SSCB’ye götürüldü. Aynca 100 ha’nın üzerindeki bütün topraklara karşılıksız olarak el kondu. Böylece eskiden yaklaşık 3 bin büyük toprak sahibinin elinde bulunan topraklar tarım işçilerinin, küçük işletmecilerin ve mültecilerin eline geçti.

1945 yazında bütün antifaşist partiler serbest bırakıldı. Nisan 1946’da Komünist ve Sosyal Demokrat partilerin birleşmesiyle Almanya Sosyalist Birlik Partisi (SED) kuruldu. O yıiın sonunda yapılan yerel seçimlerde SED oylann büyük çoğunluğunu aldı. Batılı ülkelerin denetimindeki işgal bölgelerinde Batı Almanya’nın kurulmasıyla sonuçlanan adımlar sıklaştıkça, Sovyet bölgesinde de benzer düzenlemelere gidildi. SED’in 1948’de toplanan kongresinde yeni anayasayı hazırlamakla görevli bir Halk Konseyi (Volksrat) oluştunjldu. Yeni anayasa Ekim 1949’da, AFC’nin kurulmasından sonra yürürlüğe girdi. Halk Konseyi Halk Meclisi (Volkskammer) adını aldı ve aynca bir Eyaletler Meclisi (Landerkammer) oluşturuldu. 11 Ekim 1949’da Wilhelm Pieck devlet başkanhğına getirildi. Ertesi gün Otto Grotewohl başbakanlığa seçildi. Bununla birlikte gerçeğe güç başbakan yardımcısı ve SED birinci sekreteri Walter Ulbricht’in elinde kaldı. Temmuz 1952’de ülkedeki beş eyalet (Land) 15 ile (Bezirk) aynldı ve Eyaletler Meclisi kaldınldı.

Bu dönemde ağır sanayiye öncelik tanıyan planlı bir ekonomi yürürlüğe kondu. Sanayi üretimi hızla artarken, yaşam düzeyi Batı Almanya’dakinin çok gerisinde kaldı. Doğu Almanya 1952’de AFC ile olan sınırlanm kapattı. İşçilerin ulaşması gereken üretim hedeflerinin yükseltilmesi üzerine 17 Haziran 1953’te başlayan grev dalgası kısa zamanda bütün ülkeyi saran bir ayaklanmaya dönüştü. Sovyet birliklerinin yardımıyla bastınlan bu ayaklanma sırasında en az 21 kişi öldü, yüzlerce kişi de yaralandı.

1954’te ADC’nin egemen bir ülke olduğu ilan edildi. ADC ertesi yıl kurucu üye olarak Varşova Paktı’na katıldı. 1960’ta Pieck ölünce devlet başkanlığı kaldınldı ve yerine Devlet Konseyi oluşturuldu. Devlet Konseyi başkanhğına da Ulbricht getirildi. Bu arada yönetimin yarattığı hoşnutsuzluk çok sayıda kişinin Batı’ya göç etmesine yol açmış ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaklaşık 3 milyon kişi Batı’ya kaçmıştı. Sonunda bu kaçışları önlemek için 13 Ağustos 1961 gecesi Doğu Berlin’i Batı’dan ayıran Berlin Duvan inşa edildi. Doğu Almanya hükümeti, üzeri dikenli tellerle çevrili bu beton duvann nitelikli işgücünün Batı’ya kaçmasını engelleyeceğini umuyordu. Aynı dönemde yürürlüğe konan ekonomik reformlar üretimin artmasına ve tüketim mallannın bollaşmasına yol açtı. ADC bunun sonucunda yaşam düzeyi en yüksek Doğu Avrupa ülkesi durumuna geldi. AFC’ye karşı uzlaşmaz bir tutum takınan Ulbricht 1971’de SED birinci sekreterliğinden çekilmek zorunda kaldı ve yerine Erich Honecker geçti.

AFC’nin 1972’de Ostpolitik’i benimsemesinden sonra iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulması karara bağlandı. Ardından öteki Batıh ülkeler de ADC ile diplomatik ilişkiler kurdular. ADC 1973’te BM’ ye kabul edildi. İki Almanya arasındaki ilişkiler gitgide yumuşarken ADC’deki seyahat kısıtlamalan da büyük ölçüde kaldınldı. Böylece duvann iki yanındaki parçalanmış aileler birbirlerini ziyaret etmeye başladılar, 1981’de AFC başbakanı Helmut Schmidt Doğu Almanya’ya resmî bir ziyarette bulundu. 1987’de de Honecker Batı Almanya’da Helmut Kohl ile görüştü. ADC hükümeti 1980’lerin sonlannda SSCB’de başlayıp sonradan öteki Doğu Avrupa ülkelerini de saran reform hareketine başlangıçta şiddetle karşı çıktı. Hatta 1988’in sonunda ülkede Sovyet dergilerinin satılması yasaklandı. Oysa bu gelişmeler Doğu Almanya’nın sonunun hazırlayıcısı olacaktı.

Berlin Duvarının Yıkılması

Berlin Duvarının Yıkılması

ALMANYA’NIN YENİDEN BİRLEŞMESİ.

Doğu Avrupa’da 1989 yılının gelişmeleri iki Almanya arasındaki ilişkilere yeni bir yön verdi. Yıl ortasında Doğu Almanya Batı’ya göç kısıtlamalarını yumuşattıysa da bu düzenleme ülkeyi terk etmek isteyenlerin çokluğu karşısında yetersiz kaldı. Ardından öbür Doğu Avrupa ülkeleri üzerinden Batı yolu açıldı ve Doğu Alman yönetimi Batı’ya akını dizginlemek için hem diplomatik yollara, hem de güvenlik önlemlerine başvurdu. Doğu Almanya’nın Ekim 1989’daki 40. kuruluş yıldönümü kutlamaları bu gergin ortamda yapıldı ve ülkeyi ziyaret eden SSCB lideri Mihail Gorbaçov acil reform çağrısında bulundu.

Yeni Forum adıyla bilinen bir grup aydının başını çektiği örgütlü siyasal muhalefet Leipzig, Berlin ve başka kentlerde barışçıl kitle gösterileri düzenledi. Ekimde devrilen Erich Honecker’in yerini alan Egon Krenz de iki ay sonra istifa etti. Manfred Gerlach ve Sabine Bergman-Pohl’un kısa süreli görev dönemlerinin ardından kasımda başbakanlığa getirilen Hans Modrow reformcu bir politikayı benimsedi. Yıl sonuna gelindiğinde özgürleşme yönündeki hemen bütün talepler karşılanmıştı. Yönetimde komünistlerin tekeline son verilmesi, parti ve yönetimdeki yolsuzlukların soruşturulması, güvenlik polisinin dağıtılması kararı, seyahat sınırlamalarının kaldırılması ve simgesel önemi büyük Berlin Duvan’nın 9 Kasım’da açılması bu gelişmeler arasındaydı. Ama bütün bunlara karşın Batı’ya göçün hızı kesilmedi ve hem Batı Alman ekonomisini, hem de iki Almanya’nın düzelen ilişkilerini zorlayan bir etken oldu. Doğu Alman tarihindeki ilk serbest seçimlere katılan çok sayıdaki yeni siyasal parti, artık hem iki Almanya’da, hem de dış dünyada kaçınılmaz gözüyle bakılan yeniden birleşme sorununa, özellikle de bunun takvimine ağırlık verdi. Hemen birleşmeyi savunan ve Federal Almanya başbakanı Helmut Kohl’un partisi CDU tarafından desteklenen partilerin oluşturduğu birlik 18 Mart 1990’da yapılan seçimlerde kesin bir üstünlük sağladı. Gene martta iki Almanya ile II. Dünya Savaşı’nın Müttefikleri ABD, SSCB, İngiltere ve Fransa’nın temsilcileri Bonn’da toplanarak birleşme sürecini görüşmeye başladılar. Nisanda Başbakan Lot-har de Maiziere başkanlığında kurulan büyük koalisyon hükümeti Doğu’da iktidarı devraldı; hükümet Halk Meclisi’nde dörtte üçü aşan bir çoğunluğa dayandığından anayasayı değiştirebilecek durumdaydı. Mayısta imzalanan bir antlaşmayla iki Almanya arasında para birliği sağlandı ve haziranda meclislerce onaylanarak 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi. Buna göre Doğu Alman Markı’nın yerini Batı Alman Markı aldı. Ekonomide olduğu gibi vergi, sosyal güvenlik, çalışma yaşamı ve bankacılık yasaları alanlarında da Batı Alman sistemi bütün ülkeyi kapsar duruma geldi; bütün sınır kısıtlamaları kalktı.

Ekonomik birlik tam birleşme yolunda atılmış dönüşü olmayan bir adımdı, ama hâlâ iki büyük engel vardı: Askeri ittifak ve Almanya-Polonya sınırı. Her iki sorunda da sorumluluğun bir bölümü Almanya’nın bölünmesine yol açan Müttefikler’e aitti. Federal Almanya ve Batılı müttefikleri birleşik Almanya’nın NATO üyesi olmasından yanaydı. Başlangıçta tarafsızlık ve askerden arındırma önerilerinde bulunan SSCB ise daha sonra Almanya’nın hem NATO, hem Varşova Paktı üyesi olmasını savundu. Başbakan Kohl ile SSCB başkanı Gorbaçov 16 Temmuz’da Almanya’nın NATO üyeliği konusunda anlaştılar; anlaşma Doğu Almanya’daki Sovyet birliklerinin çekilmesine ve Alman ordusunun küçülmesine ilişkin hükümler de içeriyordu. Ertesi gün iki Almanya’nın, dört Müttefik gücün ve Polonya’nın temsilcileri var olan Polonya sınırlarının korunması konusunda anlaşmaya vardılar. Bu son engeller de aşılınca Doğu Alman Halk Meclisi Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin ortadan kalkacağı günü tartışmaya açtı.

İki Alman devleti arasında birleşmenin siyasal ve toplumsal koşullarını belirleyen antlaşma 31 Ağustos’ta imzalandı. Antlaşmayla Berlin yeniden başkent olarak belirlendi ve birleşmenin resmileşeceği 3 Ekim ulusal bayram ilan edildi. 12 Eylül’de Müttefikler iki Alman devletinin temsilcileriyle bir antlaşma imzalayarak bütün işgal haklarını ve sorumluluklarını bıraktılar; böylece birleşik Almanya’nın tam egemenliğini tanıdılar. 3 Ekim 1990’da, Berlin Duvan’nın açılmasının henüz birinci yılı dolmadan Almanya resmen birleşti.

Advertisement


Leave A Reply