Kıbrıs Sorunu Hakkında Bilgiler

0
Advertisement

Kıbrıs sorunu ile ilgili tarihi bilgiler. Kıbrıs’a Türkiye’nin yapmış olduğu harekatlar ve bu harekatların sebepleri.

Kıbrıs Barış Harekatı
Eski tarihlerden itibaren stratejik bir konuma sahip olan Kıbrıs, Osmanlı Devleti zamanında Venedikle , yapılan mücadele sonrasında hakimiyet altına alınmıştır. Adanın 1914’te çıkan I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere tarafından ilhak edilişi Lozan Barış Antlaşması ile İtalya’nın savaş tazminatı olarak Onikiadayı Yunanistan’a vermesi Yunanlıları Megalo idea için kışkırtıcı bir hızla getirdi. II. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren Yunanistan Kıbrıs’ı kendisine ilhak (enosis) için çalışmalara başlamıştır. Yunanistan’ın 1954’te BM’ye başvurarak adanın geleceği için Self determinasyon (halkın geleceğine kendisinin karar vermesi) isteme girişiminden bir sonuç çıkmadı. Bu gelişmeler üzerine Türkiye Cumhuriyeti güvenliğini sağlama amacıyla Kıbrıs sorununa müdahil olmuştur. İngiltere 1956’dan itibaren bölgenin özerklik statüsü kazanmasını kabul etmiştir.

Radcliff Raporu (1956)

İngiltere tarafından Lord Radcliff’e hazırlatılan raporla bölge halkının Self – determinasyon hakkının kullanılmasına yönelik farklı çözüm yolları bulunabileceği belirtilmiştir. 1958’de Rum terörünün şiddetlenmesi üzerine ABD ve NATO’nun arabuluculuğu ile 1959 yılında Zürih kentinde yapılan görüşmeler sonunda “bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulmasını taraflar kabul etmişlerdir.

1963 – 1964 Kıbrıs Krizi ®

► Ortaya Çıkış Sebebi

Advertisement

Yunanistan’ın 1960 Anayasası ile Türklere tanınan hakları kabul etmemesi ve ENOSİS’ten vazgeçmemesi üzerine çıkmıştır.

1960 Kıbrıs anayasasına göre, Lefkoşe, Limasol, Magusa, Baf ve Larnaka’da, bu beş büyük şehirde Türkler ve Rumların ayrı belediyeleri olacaktı. Ancak bu belediyelerin sınırlarını çizmek ve mekanizmasını tesbit etmek mümkün olamadı. Bunun üzerine Maka-rios, 1952 yılı Martında, bu beş büyük şehirde de tek belediye kurulmasını ve bu belediyelerde Türklerin nüfusları nisbetinde temsil edilmesini ileri sürdü. Türk toplumu Makarios’un bu isteğini kabul etmedi, Bu da, iki toplum arasındaki münasebetleri gerginleştirdi.

Makarios ve Rumların Anayasadan rahatsız oldukları her hali ile belli oluyordu. Nihayet Makarios, Anayasada değişiklik yapılması meselesini Türkiye ile görüşmek üzere 22 – 26 Kasım 1962 günlerinde Ankara’yı ziyaret etti. Yanında Dışişleri Bakanı Spyros Kyprianu da vardı. Türk hükümet yetkilileri ile yapılan müzakerelerde, Türk hükümeti bütün bu değişiklik tekliflerini reddetti. Çünkü bunlar Türk toplumunun yaşama teminatı ile alakalı idi.

Kıbrıs Türk toplumu, Makarios’un bu tutumu karşısında 29 Aralık 1962’de yaptığı bir açıklamada, 1 Ocak 1963’ten itibaren beş büyük şehirde kendi belediyelerini işletmeye karar verdiklerini açıkladılar. Buna karşılık, Makarios hükümeti, Türklerin kuracağı belediyeleri tanımayacağını ve beş büyük şehir belediyesinin hükümet kontrolü altına alındığını bildirdi. Rumların bu kararı, 1960 Anayasasına resmen aykırı idi.

1963 yılında Kıbrıs’ta gerginlik daha da arttı. Rum tethişçiler Türklere saldırmaya başladılar. Türkler kaçırılıyor ve öldürülüyordu. Bu atmosfer içinde Makarios, 30 Kasım 1963’de, Türk toplumuna ve Kıbrıs’la doğrudan doğruya ilgili devletlere, 13 konuda Kıbrıs Anayasası’nda değişiklik yapılması gerektiğini bildirmiştir. Bu değişiklikler, Cumhurbaşkanı Makarios ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fazıl Küçük’ün veto hakkının kaldırılmasını, beş büyük şehirde tek belediyeler kurulmasını ve memuriyetlerde Türklere % 30 kontenjan tanıyan hükümlerin kaldırılmasını öngörmekteydi. Kısacası, bu değişikliklerin kabulü halinde Türk toplumu basit bir azınlık haline düşecekti. Türkiye Makarios’un bu anayasa değişikliği tekliflerini kesinlikle reddetti.

Diğer taraftan Türkiye, Garanti Antlaşması gereğince Yunanistan ve İngiltere’yi harekete geçirdi ve üç devlet önce, ortak bir kuvvetle Lefkoşe’deki çarpışmaları durdurmak üzere iki taraf arasına girdi (Yeşil hat). Ayrıca, ingiltere’nin teklifi üzerine Türkiye ve Yunanistan ile Türk ve Rum toplumlarının temsilcilerinin katılması ile 15 Ocak 1964’te Londra’da bir konferans toplandı. 21 Ocakta fiilen kesilen bu konferans hiç bir netice vermedi. Çünkü tarafların görüşleri arasında uçurum vardı. Türkiye ve Türk tarafı Noel Hadiseleri denen 24 Ocaktaki Rum katliam teşebbüsünden sonra görmüştü ki, Kıbrıs’taki Türk varlığının devam ettirilebilmesi için daha fazla garantilere ihtiyaç vardır. Bu garantilerin biri, Kıbrıs’ta federal bir sistemin kurulması ve Türk toplumunun rumlardan bağımsız olarak kendi kendisini idare etmesi, diğeri de Rum saldırılarına karşı daha müessir güvenlik tedbirlerinin alınması, yani Türkiye’nin adaya daha sağlam bir şekilde ayak basması.

Advertisement

Londra Konferansı’nda bir netice alınamayınca, Kıbrısa 10.000 kişilik bir NATO kuvvetinin gönderilmesi ve adada sükun ve asayişi bu kuvvetin sağlaması hususunda bir İngiliz Amerikan planı ortaya atıldı. Türkiye tarafından kabul edilen bu plan; Makarios tarafından reddedilince Londra Konferansı tam bir başarısızlıkla neticelenmiş oldu.

Mayıs ayında Makarios’un Kıbrıs’ta mecburi askerlik sistemini getirmesi, Rumları askere almaya başlaması ve dışardan ağır silahlar satın alması durumu yeniden gerginleştirdi. Makarios bir yandan da Sovyet Rusya ve Sovyet Bloku ile yakın münasebetler içine girmişti. Bu yeni gelişme Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini kesinleştirdi. Kıbrıs’a Türk askerinin çıkması 7 Haziran için planlanmıştı fakat 5 Haziranda “Johns Mektubu” hadisesi patlak verdi. ABD bir kaç gün önce bu çıkarmayı önlemek için diplomatik teşebbüste bulunmuştu. Fakat Türkiye’yi kararından caydı-ramayınca Başkan Johns Başbakan İsmet inönü’ye 5 Haziran günü ifadesi ağır ve tehdit dolu bir mektup gönderdi.

Başkan Johnson mektubunda şu noktaları belirtiyordu:

1. Türkiye, Garanti Antlaşmasını tam işletmeden adaya müdahale kararı almıştır. Türkiye henüz müdahale hakkını kullanamaz.

Ne kadar gariptir, Türkiye’nin bütün çabalarına rağmen, Amerika Kıbrıs meselesine bulaşmaktan kaçındığı halde, şimdi Garanti Antlaşması hakkında değer yargısında bulunarak, sadece siyasi değil, aynı zamanda hukuki bakımdan da meseleye bulaşmak gibi çelişkili bir tutum içine giriyordu.

2. Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri bir müdahale, kendisini Sovyetler Birliği ile bir çatışma durumuna sokabilir. Türkiye, NATO’lu müttefiklerine danışmadan, onların “rıza ve muvafakatı”nı almadan böyle bir harekete giriştiğine göre, acaba NATO’nun Türkiye’yi savunma yükümlülüğü var mıdır? Türkiye bu noktayı herhalde düşünmedi.

Başkan Johnson’ın söylemek istediği şuydu ki, Kıbrıs’a müdahale yüzünden Türkiye’nin Sovyetlerle başı derde girerse, Amerika Türkiye’yi savunmayacaktır. Johnson mektubunun Türkiye’ye vurduğu en ağır darbe buradaydı. O Türkiye ki, NATO’ya, Sovyet tehlike ve tehditlerine ve saldırı ihtimaline karşı Amerika’dan destek ve güvenlik elde etmek için girmişti. Şimdi Amerika, bir Kıbrıs için Türkiye’yi bir Sovyet saldırısı karşısında yapayalnız bırakabileceğini söylüyordu. Bu çok vahim bir durumdu.

3. Türkiye ile Amerika arasında mevcut 12 Temmuz 1947 tarihli yardım antlaşmasının 4’üncü maddesine göre, Türkiye Amerika’nın vermiş olduğu silahları Kıbrıs’a müdahalede kullanamaz. Çünkü bu silahlar Türkiye’ye savunma amacı ile verilmiştir.

Amerika, Makarios’un bütün kanunsuzluk, vahşet ve cinayetlerini ve Yunanistan’ın da bütün bunlara destek olmasını görmezlikten gelerek, Türkiye’nin milletlerarası antlaşmalardan doğan meşru haklarını kullanmasını bir saldırı telakki ediyordu.

4. Ayrıntılı görüşmeler için Türkiye Başbakanı Was-hington’a giderse Başbakan Johnson bundan memnun olacaktır.

Nasıl 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini Türk -Amerikan münasebetlerinde bir dönüm noktası olmuş ise, 5 Haziran 1964 tarihli Johnson Mektubu da Truman doktrininin açmış olduğu sağlam bir dönemi tersine çeviren bir dönüm noktası olmuştur. Türk Milletinin en hassas ve haklı davasında ortaya konan bu fevkalade sakat tutum, Türkiye’de Amerika’ya olan güveni büyük ölçüde sarsmış ve tesirlerini daha sonraki yıllara kadar yaymıştır. O sırada Başbakan İnönü, Başkan Johnson’un mektubundaki teklifi ve daveti kabul ederek, 21 Haziranda VVashington’a gitti. Johnson, Türk hükümeti üzerinde yaptığı kötü tesiri silmek için Başbakan inönü’nün bu seyahati için kendi özel uçağını tahsis etti.

Advertisement

Türk – Amerikan görüşmeleri 22 – 23 Haziran’da yapıldı. Türk hükümetinin bu görüşmelerdeki hareket noktası şuydu: Zürich ve Londra anlaşmaları ile Türk toplumuna tanınan hakların korunması ve bunu sağlamak için de, daha da sağlam güvenlik ve garanti tedbirlerinin elde edilmesi. Bu son noktada söz konusu olan Türkiye’nin ada üzerindeki yetkilerinin daha da arttırılması idi. Bu gelişmelerin ardından ABD Kıbrıs sorununun çözümünde arabuluculuk yapmak üzere eski dışişleri bakanlarından DEAN ACHESON’İ görevlendirdi.

Dean Acheson’ın, Kıbrıs meselesine kesin bir çözüm bulmak için arabuluculuk faaliyeti 10 Temmuj 1964’de Cenevre’de başladı ve 1 Eylül gününe kadar devam etti. Cenevre görüşmelerinde, Magusa’nın kuzeyindeki Boğaz ile Kıbrıs’ın kuzey kıyılarındaki Akantu geçidi arasında çizilen çizginin doğusunda kalan Karpas yarımadasının Türkiye’nin egemenliğine bırakılması prensip olarak Türkiye tarafından kabul edilmiştir. Türkiye’nin tek itirazı Akantu noktasının arazinin askeri yararlılığını daha müsait hale getirmek için biraz daha batıya kaydırılması idi.

Acheson Planı adını alan bu tekliflerin bir diğer tarafı da, Kibrisin Rum kesiminde kalan Türkler, yoğun oldukları bölgelerde, en az beş kanton veya mahalli muhtariyet bölgesine sahip olacaklardı.

Acheson Planı, Karpas Yarımadası’nı Türkiye’ye vermekle, adanın 400 mil karelik bir kısmını, yani % 11’ini Türkiye’nin egemenliğine terketmiş olmaktaydı.

Kantonları ve muhtariyet bölgelerini de hesaba katınca, adanın % 25 – 30 kadarı Türkiye’nin kontrolü altına giriyordu.

Cenevre görüşmeleri devam ederken Kıbrıs’taki durum yeni bir krize girdi. Ağustos başında Rumlar Kıbrıs’ın Erenköy ve Mansura bölgesindeki Türklere karşı bir katliam hareketine girişerek saldırılara başladılar. Adadaki Birleşmiş Milletler Barış Gücü kuvvetleri bu yok etme hareketi karşısında hareketsiz kalınca, Türk Hava Kuvvetlerine ait jet uçakları 8 ve 9 Ağustos günlerinde Rum mevzilerini bombaladılar. Rumların katliam teşebbüsleri bu şekilde durduruldu.

1967 Kıbrıs Krizi / Ortaya Çıkış Sebebi

Askeri darbe sonucunda Yunanistan’da yönetimi devralan Albay Grivars’ın örgütlediği Rumların Türklerin yaşadıkları Boğaziçi ve Geçitkaleye doğru harekete geçmeleridir. Ancak Türkiye’nin taviz vermeyen tutumu karşısında Yunanlılar askerlerini geri çekmişlerdir.

1974 Kıbrıs Krizi ve Kıbrıs Barış Harekatı

15 Temmuz 1974 günü eski EOKA tethişçilerinden ve cinayetleri ile meşhur Nikos Sampson, Rum Milli Muhafız teşkilatını da yanına alarak, yaptığı bir darbe ile Makarios’u düşürdü ve Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan etti. Makarios kaçmayı başardı ve hayatını kurtardı. Sampson darbesi ise Enosis, yani adanın fiilen Yunanistan’ı ilhakından başka bir şey değildi. Hadise aynı zamanda Yunanistan’ın Kıbrıs’a açık bir müdahalesi idi. 1974 Kıbrıs buhranı böyle başladı.

Türkiye, Garanti Antlaşması’nın 4. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak, İngiltere ile beraber Kıbrıs’a müdahale etmeye karar verdi ve Başbakan Bülent Ecevit, İngiltere hükümeti ile temas etmek üzere 17 Temmuz’da Londra’ya gitti Londra’da Başbakan Wİlson ve Dışişleri Bakanı Callaghan ile yaptığı görüşmelerden umduğunu bulamadı, ingiltere müdahaleye yanaşmadı, ingiltere’ye göre, bu hadise küçük bir hadise değildi ve Birleşmiş Milletler ile NATO’da ele alınmalıydı. Başbakan Ecevit’in, Türkiye’nin tek başına müdahalesinden söz etmesine rağmen ingilizler buna ihtimal vermemişlerdir.

Advertisement

Türk Silahlı Kuvveti’nin 20 Temmuz sabahı erken saatlerde başlattığı çıkartma harekatı BM’in tarafları ateşkese ve adadaki bütün yabancı kuvvetleri adadan çekilmeye, bütün ülkeleri Kıbrıs’ın egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne davet etmesi üzerine ateşkes ilan edildi. 1983’te Rauf Denktaş liderliğinde KKTC’nin kurulmasıyla Kıbrıs barış harekatı sona ermiş ancak sorunlar günümüzde halen devam etmektedir.


Leave A Reply