Mustafa Kemal’in Askerlik Hayatı (Harp Okulu Mezuniyetinden 9 Eylül 1922’ye Kadar)

0
Advertisement

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Harp Okulundan mezuniyetinden 9 Eylül 1922 günü İzmir’in kurtuluşuna kadar geçen askerlik hayatı hakkında bilgiler.

Mustafa Kemal, Harp Okulu’nda ve onu izleyen kurmaylık eğitimi yıllarında, yurt ve dünya sorunları ile yakından ilgilendi. O yıllarda yurdun yönetimi bozuktu. Padişah Abdülhamit, Anayasayı yürürlükten kaldırmış, Meclis’i dağıtmış, yönetimi kendi elinde toplamıştı. özgürlük yoktu. Kimse ne düşündüğünü söyleyip yazamaz, yönetimdeki bozukluğu eleştiremezdi. Padişah ne derse o olurdu. Doğru ya da yanlış, yalnız onun buyrukları uygulanırdı. Bunlara karşı çıkanlar en sert biçimde cezalandırılır; ya hapse atılır, ya da sürgüne gönderilirdi. Mithat Paşa ve Namık Kemal gibi birçok yazar ve düşünürler padişahın zalim yönetimi altında perişan edilmişti.

Mustafa Kemal ve arkadaşları bu duruma üzülüyorlar; yönetimin düzelmesi, Batı ülkelerinde uygulanan demokrasinin yurdumuzda da yerleşmesi için çareler düşünüyorlardı.

Okulda gizlice bir gazete çıkardılar. Düşüncelerini, duygusal bir yurt sevgisi içinde, on sayı çıkan bu gazetede açıkladılar. Gizlilik içinde yürütülmesine karşın bu inkılâpçı çabalar, padişah çevresinin gözünden kaçmadı. Mustafa Kemal, Kurmay Yüzbaşı olarak okuldan çıktığı gün gözaltına alındı. Yıldız Sarayı’nda günlerce sorgusu yapıldı. Sonunda Şam’a sürgün edildi.

Atatürk'ün Subaylık Yılları

Atatürk’ün Subaylık Yılları

ŞAM’DAKİ ÇALIŞMALAR

Mustafa Kemal, sürgün olarak gittiği Şam’da bir tarafa çekilip oturmadı. Olanlara üzülmedi. Zaten Abdülhamit yönetiminden başka bir davranış da beklemiyordu. Her şeyi olağan buluyordu.

Bugün Suriye toprakları içinde kalan Şam kenti, o zamanlar Osmanlı Devletinin önemli bir yönetim merkeziydi. Mustafa Kemal, görevli olarak Şam ve çevresinde bir yıl gezdi, incelemeler yaptı. Halkın içinde bulunduğu bozuk düzeni daha yakından gördü Herkes adaletsizlikten ve haksızlıktan yakınıyordu. Gezdiği yerlerde, kötü yönetime karşı halkı ayaklanmaya çağırdı. Bu çabaların daha etkili olabilmesi ve bütün yurda yayılması için bazı inkılâpçı arkadaşlarıyla 1906 yılında «Vatan ve Hürriyet» adında bir dernek kurdu, örgütün temel amacı Abdülhamit’in başında bulunduğu kişisel baskı yönetimini devirmek, yerine özgürlüğe dayanan bir halk yönetimi kurmaktı.

Advertisement

«Vatan ve Hürriyet» derneğinin Yafa ve Kudüs’te de birer şubesini açtıktan sonra, gizlice Selanik’e geçti. Selânik, yeni düşüncelerin çabucak filizlendiği ve yurda yayıldığı önemli bir yerdi. Düşüncelerini oradaki güvendiği arkadaşlarına açıkladı. Uygun buldular, örgütün bir şubesi de Selânik’te açılmış oldu. Kurtuluş düşüncesi, Selânik’teki subaylarca çabucak benimsendi.

Abdülhamit yönetimi, Mustafa Kemal’in bu siyasal çabalarını öğrenmişti. İlgililerden, hemen yakalanıp istanbul’a gönderilmesi istendi. Fakat o çevresinde çok sevilen, yurtseverliğinden kuşku duyulmayan bir kişiydi. Yukardan gelen istekleri savsakladılar. Mustafa Kemal, yine gizlice Selânik’ten Şam’a döndü.

Bir yıl sonra önyüzbaşı rütbesine yükseldi. Merkezi Selânik’te bulunan Üçüncü Ordu’ya atandı. Bu atanma O’na daha verimli bir çalışma olanağı verdi. O günlerde Selânik’te «İttihat ve Terakki» (Birleşme ve İlerleme) adında bir siyasal parti kurulmuştu. Mustafa Kemal de bütün inkılâpçı arkadaşları gibi bu gizli partiye girdi, çalışmalarına katıldı.

«İttihat ve Terakki» derneğine mensup «Jöntürkler» ya da «Yeni Osmanlılar» adı verilen demokrasi taraftarlarının etkili çabaları; özellikle de ordunun ileri gelen subaylarının bu derneğe girip bir baskı aracı olmaları üzerine, padişah Abdülhamit, ikinci kez Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda kaldı.

Yurdun yönetiminde bir rahatlama oldu. Halk özgürlüğe kavuştu, Fakat yurdun büyük sorunları hemen çözümlenemedi. Demokrasinin tam uygulanması için büyük ve köklü birtakım inkılâpların yapılması gerekiyordu. Mustafa Kemal, bu konuda arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düştü. O’na göre subaylar «İttihat ve Terakkiden ayrılmalıydı. Ordunun bir siyasal partiyle organik bağ kurması sakıncalıydı. Bu düşüncesini arkadaşlarına anlatamayınca partiden ayrıldı. Kendisini tamamen askerlik işlerine verdi. Ordu, eğitimsiz ve bakımsızdı. Teknik yönden yetersizdi. Vurucu gücü zayıftı. Uzun süre bu konular üstünde çalıştı. Ordunun yönetimiyle ilgili deney ve bilgilerini derinleştirdi.

Bu arada, İstanbul’da tarih© «31 Mart Olayı» diye geçen bir gerici ayaklanması oldu (13 Nisan 1909). Padişah çevreleri, Meşrutiyet’i kaldırıp yeniden işbaşına gelmek için bazı subayları özgürlük ve yenilik aleyhine kışkırtmıştı. Ayaklanan gericiler, yeni yöntemle eğitilen genç subayları öldürmeye başladılar. Derken eylem genişledi, büyüdü, İstanbul sokakları savaş alanına döndü. Kimse dışarı çıkamaz oldu.

Advertisement

Gericilik olayını bastırmak için Selânik’te bir «Hareket Ordusu» kuruldu. Mustafa Kemal, bu ordunun kurmay başkanlığına getirildi. Selânik’ten İstanbul’a gelen Hareket Ordusu, büyük bir tehlike durumuna gelen gericilik olayını bastırdı.

Mustafa Kemal Trablusgarp

Mustafa Kemal Trablusgarp Cephesinde

TRABLUSGARP SAVAŞINDA

27 Eylül 1911’de İtalyanlar Trablusgarp bölgesine saldırdılar. Hükümet bu saldırıya ilgisiz kalınca, Mus-te d Kemal ve bazı arkadaşları dayanamadılar; gizlice ve değişik kimliklerle Bingazi’ye geçtiler, örneğin Mustafa Kemal buraya Mısır yolu ile gazeteci kimliğiyle gitti. İtalyan birliklerine büyük zararlar verdiler, ilerlemelerini durdurdular. Mustafa Kemal buradaki, başarısından dolayı Binbaşılığa yükseldi.

BALKAN SAVAŞINDA

Mustafa Kemal, henüz Trablusgarp’ta iken Balkan Savaşı başladı. Selânik kenti düşmanın eline geçti. Bulgarlar, Çatalca’ya kadar ilerlediler.

Avrupa yolu ile, Romanya üzerinden İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, Gelibolu Yarımadasını koruma görevini aldı. Gerek bu bölgenin korunmasında, gerekse Edirne’nin geri alınmasında büyük hizmetleri oldu.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA

Mustafa Kemal, Balkan Savaşı bitince Sofya’ya ataşe olarak gönderildi. Orada bir yıl kaldı. Türk – Bulgar dostluğunun doğup gelişmesine çalıştı.

19 Ekim 1914’de Osmanlı Devleti, Almanya’nın yanında 1. Dünya Savaşı’na katıldı. Mustafa Kemal; savaşa katılmamızı sakıncalı buluyordu. Bu düşüncesini yetkililere bildirdi. Fakat bir sonuç alamadı. Bununla birlikte, kendisine de bir görev verilmesini istedi. İsteği kabul edildi. Tekirdağ’da kurulacak tümene komutan olarak verildi. Kısa zamanda birliğin kuruluşunu tamamladı. Daha sonra 19. Tümen adını alan ve Çanakkale Boğazı’nı savunmak göreviyle Maydos bölgesine taşınan bu birlik, büyük başarılar sağladı. 18 Mart 1915’de Çanakkale’den geçip İstanbul’u almak isteyen düşman donanmaları geri püskürtüldü. İngilizler, boğazı geçemeyeceklerini anlayınca Anafartalar yöresinden çıkarma yaptılar. Mustafa Kemal, askerlik alanındaki büyük ustalığı ile İngilizlerin ilerleyişini durdurdu.

Savaş başlarken rütbesi Yarbay olan Mustafa Kemal, bu başarılarından sonra Albaylığa yükseldi ve «Anafartalar Kahramanı» olarak anılmaya başlandı.

KAFKAS CEPHESİNDE

Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşı’ndan sonra İstanbul’a geldi, bir süre burda kaldı. Sonra Kolordu Komutanı göreviyle Diyarbakır’a gönderildi. Doğu bölgesinde Rusların ilerlemesine engel oldu. Daha önce düşman eline geçmiş olan Muş ve Bitlis’i geri aldı. Rütbesi Generalliğe yükseltildi.

1917’de aynı cephede İkinci Ordu Komutanlığı yaptı. Bir ara Hicaz Seferi Birlikleri Komutanlığında bulundu. Şam’da incelemeler yaptı. Suriye’nin elde tutulmasının olanaksızlığını gördü.

SURİYE CEPHESİNDE

5 Temmuz 1917’de merkezi Suriye’de bulunan Yedinci Ordu Komutanlığına atandı. Bu ordu, başlarında bir Alman generalinin bulunduğu «Yıldırım Orduları Grubu»na bağlıydı. Komutanı Falkenhayn’ın yönetimini hatalı buldu. Düzeltilmesi için uyardı. Fakat başaramadı. Bunun üzerine görevinden ayrıldı, İstanbul’a döndü.

Padişah ve çevresi Mustafa Kemal’in birşeyler yapmasından korkuyordu. Bu nedenle, veliaht Vahdet-tin’le Almanya’ya gitmesi uygun görüldü. Bu gezi, Avrupa ile Osmanlı Devleti arasında bir karşılaştırma yapmak ve aradaki uygarlık çelişkisini görmek bakımından Mustafa Kemal’e yararlı oldu. Orada, Avrupalıların Türklere nasıl bir gözle baktıklarını gördü.

Advertisement

Almanya dönüşü Vahdettin padişah oldu. Mustafa Kemal de yeniden Yedinci Ordu Komutanlığına gönderildi. Fakat yapılacak bir iş kalmamıştı. Suriye, Filistin, Lübnan topraklan elden çıkmıştı. Mustafa Kemal, güney cephesi dağılırken, kendi birliğini bozguna uğratmadan geri çekmeyi başardı. Bu arada ingiliz ve Arap birliklerini büyük kayba uğrattı.

MUSTAFA KEMAL ANADOLU’DA

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesini istememiş, yetkili kişileri uyararak savaşa engel olmaya çalışmıştı.

Gerçekten de savaş O’nun düşündüğü gibi sonuçlandı. Almanlar, batıda ingiliz, Fransız ve Amerikan ordularını kesin bir yenilgiye uğratamayınca yenildiler ve barış istediler. Böylece, Almanlarla birlikte savaşa girmiş olan Osmanlı Devleti de yenik düştü. Üstelik birçok bölgelerimiz elden çıktı. Düşman donanması istanbul’a girdi.

Hükümet, şaşkınlık ve panik içindeydi. 30 Ekim 1918’de imzalamak zorunda kaldığı Mondros Antlaşması ile düşmanlara teslim oldu. Herkeste bir bezginlik, yılgınlık, daha kötüsü ümitsizlik vardı. Şimdi ne olacaktı? Halk ne yapacağını şaşırmıştı. Saray çevresi ve hükümet üyeleri, yalnız kendi canlarını ve mallarını koruma kaygısı içindeydiler.

Mustafa Kemal, hiç ümitsizliğe düşmedi. İstanbul’a gelip Şişli’deki evinde (şimdi müzedir) arkadaşlarıyla toplanıp durumu görüştü. Yurdun kurtuluşu için ne yapılması gerektiğini araştırdı. Planlar hazırladı.

Artık o kesin kararını vermişti. Yöneticilerden bir şeyler beklemek faydasızdı. Ulus başsız kalmıştı. Ne yapacağını şaşırmıştı. Böyle bir ortamda İstanbul’da bulunmanın bir yararı yoktu. Anadolu’ya geçip, kurtuluş için halkı örgütlemek gerekiyordu..

O günlerde verdiği tarihsel kararı «Nutuk» adlı kitabında şöyle anlatır:

«Bu durum karşısında bir tek karar vardı: O da ulusal egemenliğe dayalı kayıtsız ve koşulsuz bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmaktı, işte daha İstanbul’dan çıkmadan düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar bu karar olmuştur. Bu kararın dayandığı en kuvvetli düşünce ve mantık şuydu: Temel, Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu temel, ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir.»

Mustafa Kemal’in gizli toplantılarından kuşkulanan Vahdettin, O’nu İstanbul’dan uzaklaştırmak istiyordu. Sonunda Anadolu’daki karışıklıkları incelemek göreviyle Mustafa Kemal’i Üçüncü Ordu Müfettişi yaptı. Zaten Mustafa Kemal de böyle bir görevi bekliyordu. Hemdh kabul etti. İzmir’in Yunanlılar tarafından alındığı 15 Mayıs günü İstanbul’dan Bandırma .vapuru ile Karadeniz’e açıldı. İngilizler O’nu denizde pusuya düşürüp öldürmek için bir plan yapmışlardı. Fakat o üstün sezgisiyle bu tehlikeyi de atlatıp 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıktı.

Atatürk Samsun'a çıkışı

Atatürk Samsun’a çıkışı

Anadolu, her taraftan düşmanla kuşatılmıştı. Ada-na’ya Fransızlar, Urfa, Maraş, Merzifon ve Antep’e İngilizler girmişti. Antalya ve Konya’da İtalyan askerleri vardı. Bunu fırsat bilen azınlıklar da (Rumlar, Ermeniler) kurdukları çeşitli örgütlerle Osmanlı Devletinin çökmesine yardımcı oluyorlardı.

Devleti ve ulusu kurtarmak için değişik kurtuluş yolları öneriliyordu. Bölgesel bazı kurtuluş örgütleri kurulmuştu. Edirne ve çevresini kurtarmak amacıyla «Trakya ve Paşaeli Derneği», Erzurum ve Elazığ’da kurulan «Doğu İlleri Ulusal Hakları Savunma Derneği», Trabzon’da kurulan «Trabzon ve Çevresini Bağımsızlaştırma Derneği» bunlar arasındaydı.

Advertisement

Bazı aydınlar, «Devlet elden çıktı, hiç olmazsa bazı bölgeleri kurtaralım» görüşündeydi. Bazıları da kurtuluşu, ya İngilizlerin, ya da Amerikalıların koruyuculuğunda görüyordu. Osmanlı Devleti, bu devletlerden birinin desteği ile batmaktan kurtulabilirdi.

Mustafa Kemal, bu kurtuluş yollarının hiç birini doğru bulmadı. O’na göre «tek bir karar vardı. O da Ulus egemenliğine dayanan, kısıntısız, koşulsuz, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.»

Bu kararın dayandığı temel düşünceyi de şöyle açıklıyordu:

«Temel ilke, Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanltk karşısında uşak durumunda kalmaktan kurtulamaz.
«Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, başlarına isteyerek bir yönetici getirmeleri düşünülemez.

«Oysa, Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulusun, tutsak yaşamaktansa yok olması daha iyidir.

«öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm!»

ORDU İLE İLİŞKİ KURULUYOR

Mondros Antlaşmasına göre Osıtıanlı ordusu, üç -beş birliğin dışında dağılmıştı. Askerlerin kimi cephelerde şehit olmuş, kimi de anlaşma gereğince silahını teslim ederek kasabasına ve köyüne dönmüştü.

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya çıkınca ilk işi, verdiği «tam .bağımsızlık» kararını uygulayabilmek için henüz dağılmamış olan ordu birlikleriyle ilişki kurmak oldu. Erzurum’da, Ankara’da ve Trakya’da bulunan birlik komutanlarına çektiği telgraflarla kararını bildirdi. Onlardan istediği şuydu: «Ayrı ayrı hareket edilmeyecek, bağımsızlığa ulaşıncaya dek, bütün ulusla birlikte çalışılacak, kararsızlığa yer verilmeyecek.»

Bu sırada Yunan ordusu Manisa ve Aydın’a girmiş Anadolu’ya doğru ilerliyordu. İzmir’deki birliğimiz düşmana tutsak olmuştu.

Mustafa Kemal, 28 Mayıs 1919’da, yayınladığı bir bildiri ile valileri, öteki yöneticileri ve ordu birliklerini uyardı. Düşmanın Manisa ve Aydın’a girişinin yurt bütünlüğüne verdiği sakıncaları belirtti. Düşman saldırısına karşı sert tepkiler gösterilmesini, karşı konulmasını istedi. Ulusal tepkinin bütün yurda yayılması için, büyük açık hava toplantıları düzenlenmesini, durumun apaçık halka anlatılmasını, halkın kurtuluş bayrağı altında toplanmasını istedi.

İstekleri hemen uygulandı. Anadolu’da yer yer büyük gösteriler başladı. Düşman saldırısına karşı halk ayaklandı, silahlanmaya başladı. Küçük, fakat düşmana büyük zararlar veren «çete»ler kuruldu.

Advertisement

Bütün bu olup bitenler, İstanbul Hükümetini korkuttu. Mustafa Kemal’i hemen geri çağırdılar. Gitmedi. Samsun’dan Amasya’ya geçti. Oradan Türk ulusuna şu genelgeyi yayınladı:

  • Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
  • İstanbul’daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirmiyor.
  • Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.
  • Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta ulusal bir kurultayın tezelden toplanması kararlaştırılmıştır.
  • Bunun için bütün illerden halkın güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olabildiğince çabuk yetişmek üzere, hemen yola çıkarılması gerekmektedir.

ERZURUM ve SİVAS KONGRELERİ

Toplanacak kurultayın ön hazırlığını yapmak, oradaki örgütleri yerinde görmek için hemen Sivas’a gitti. Gerekli denetimi yapıp ilgililere yönergeler verdikten sonra Erzurum’a hareket etti.

Erzurum, «Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti» nin (Doğu İlleri Ulusal Hakları Savunma Derneği) merkeziydi. Dernek yöneticileriyle görüşmeler yaptı. Yurdu kurtarmak için verilecek ulusal savaşın yöntemleri hakkında onlara bilgi verdi. Sonunda, Erzurum’da bir küçük kurultayın toplanmasına karar verildi.

Kurultay, sade ve gösterişsiz bir biçimde, 23 Temmuz 1919 günü; bir okul salonunda açıldı. Mustafa Kemal başkan seçildi. Yaptığı ilk konuşmada, bütün doğu illerinden gelen temsilcilere, yurdun içinde bulunduğu durumu, kanlı ve kara tehlikeleri açıkladı. Bütün ulusal derneklerin ve kurtuluş örgütlerinin birleştirilmesini; ulusal iradeye dayanan bir Millet Meclisi ve Hükümetinin kurulması gerektiğini belirtti.

Kurultay çalışmaları ondört gün sürdü. Mustafa Kemal’in bütün önerileri benimsendi. Çalışmalar sonunda özetle şu kararlar alındı.

  • Ulusal sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz.
  • Ulus, yabancıların topraklarımıza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı birleşip direnecektir.
  • İstanbul Hükümeti,’ savunma görevini yerine getiremezse, geçici bir hükümet kurulacaktır.
  • Hıristiyan azınlıklara üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
  • Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul edilemez.

Bu kararları uygulamak ve Sivas’ta toplanacak büyük kurultaya katılmak için, ayrıca bir de «Temsilciler Kurulu» seçildi. Mustafa Kemal’in de içinde bulunduğu bu kurul, 29 Ağustos 1919 günü Sivas’a gitmek üzere Erzurum’dan ayrıldı.

Hükümet, Mustafa Kemal’in İstanbul’a dönmesinde ısrar ediyordu. Ayrıca Sivas’taki kurultayın yapılmaması için binbir tuzaklar düzenliyordu. Mustafa Kemal, İstanbul Hükümetine çektiği bir telle ordudan ayrıldığını bildirdi. Kurultayı önleme tuzakları bozuldu.

Sivas Kurultayı, yurdun dört bucağından gelen temsilcilerle, 4 Eylül günü çalışmalara başladı. Bazı üyeler, halkın savaşacak gücü olmadığını, en iyi yolun, Amerika’nın koruyuculuğunda varlığımızı sürdürmek olduğunu önerdiler. Kurultay, günlerce bu konuyu tartıştı. Sonunda geçersiz, yanlış bir yol olduğu saptandı. Dört gün süren toplantının son gününde, Erzurum’da alınan kararlar onaylandı. Kurultay tüzüğü görüşülerek şu sonuca varıldı:

  • Anadolu ve Rumeli’de kurulan ulusal kurtuluş dernekleri birleştirildi. Derneğin adı «Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti» oldu.
  • Temsilciler Kurulu’nun bütün yurdu temsil edeceği kabul edildi.
    Sivas Kurultayı’ndan sonra İstanbul Hükümeti ile bütün ilişkiler koptu. Artık, bu hükümetten umu} kesilmişti. Görevini yapmadığı gibi, düşmanların istekleri doğrultusunda, Anadolu’da, Mustafa Kemal’in önderliğinde başlayan kurtuluş çabalarına da engel olmaya çalışıyordu. Anadolu’daki yönetim, bundan sonra. Temsilciler Kurulu’nun vereceği buyruklara göre işleyecekti. Durum aşağıdaki biçimde yöneticelere bildirildi.
  • Devlet işleri düzenli olarak yürütülecek,
  • Memurlar görevlerini eksiksiz yapacaklar,
  • Bozgunculuk yapanlar en sert biçimde cezalandırılacak,
  • Her türlü güvenlik sağlanacak,
  • Bu kararlar herkese bildirilecek.

İstanbul Hükümeti, bu buyruğu uygulatmamak için çeşitli yollara baş vurdu. Adapazarı, Biga ve Konya dolaylarında, bazı kişileri kışkırtarak isyanlar çıkardı. Kurtuluş hareketini baltalamaya çalıştı. Fakat hiçbirisi, Mustafa Kemal’in öncülüğünde her gün biraz daha gelişip büyüyen ulusal ayaklanmayı önleyemedi.

MİLLET MECLİSİ’NİN ANKARA’DA TOPLANMASI

Düşman Batı Anadolu’dan ilerliyor, gerici ayaklanmalar birbirini kovalıyordu. Bu durum, yurdun yönetiminde bazı güçlükler ortaya çıkarıyordu. Sivas’ta alınan kararı bir an önce uygulamak gerekiyordu. Düşmanların İstanbul’da dağıttığı Mebuslar Meclis’i yerine, Ankara’da bir Millet Meclisi’nin hemen toplanmasına karar verildi.

Halk tarafından seçilen temsilciler, 23 Nisan 1920 günü Ankara’da toplandılar. Millet Meclisi, Mustafa Kemal’in başkanlığında çalışmalarına başladı. Hükümet kurmanın zorunluluğu; Millet Meclisi’nin üstünde bir güç olmadığı; çeşitli yasaların çıkarılması ilkeleri benimsendi.

Advertisement

23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da Millet Meclisi’nin toplanıp bu önemli kararları almasıyla, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin de temeli atılmış oldu. Dünya devletlerinden bazıları, bu yeni devleti hemen tanımaya başladılar. İstanbul’da bulunan Osmanlı Hükümeti yerine, Ankara Hükümeti ile ilişki kurdular.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da çalışmalara başlamasından sonra, Anadolu’daki dağınıklık ve yönetimdeki aksaklıklar düzelmeye başladı. Kısa zamanda birçok isyanlar bastırıldı. Halkı tedirgin eden gerici olaylar önlendi.

öte yandan Türk Silahlı Kuvvetleri de bir düzene sokuldu. Küçük birlikler, çeteler belirli cephelerde komutanlıklara bağlandı. Askerin ihtiyacı olan silah ve cephane sağlandı. Halk, elinde ne varsa, düşmana son darbeyi indirmek için orduya verdi. Yedisinden yetmişine herkes ordunun buyruğuna girdi.

İstanbul Hükümeti, düşmanların isteklerine boyun eğerek, 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Anlaşması adı verilen bir anlaşma imzalayarak, sözde barış sağlamak istendi. Bununla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gücü kırılmak isteniyordu.

İNÖNÜ ve SAKARYA SAVAŞLARI

Ankara’da Atatürk’ün başkanlığında Türk Hükümetinin gerek dış, gerekse onlarla işbirliği içinde olan iç düşmanlara karşı kesin ve kararlı tutumu, ilk başarısını Doğu Cephesinde verdi. Ruslarla bir anlaşma yapılarak, Doğu Anadolu’nun güvenliği sağlandı. Arkasından, Türk ordusu, İsmet Paşa’nın komutasında, İnönü (Eskişehir’in ilçesi) bölgesinde, Yunanlıları durdurdu.

Yunan ordusu, Fransız ve İngilizlerin destekleriyle, Eskişehir bölgesinden yeniden saldırıya geçti. Bunun üzerine, Sakarya nehri kıyılarında uzun süren savaşlar oldu. Bu savaşları, Ankara’dan gelerek Mustafa Kemal yönetti. Sonunda düşman Eskişehir’in batısına çekilmek zorunda kaldı. Bu zafer, bütün yurtta şenliklerle kutlandı. Mustafa Kemal’e Mareşallik rütbesiyle «Gazi»lik unvanı verildi.

Büyük Taarruz Sırasında Atatürk

DÜŞMANA İNDİRİLEN SON DARBE : DUMLUPINAR MEYDAN SAVAŞI

Gazi Mustafa Kemal, Sakarya Savaşı‘ndan sonra, düşmanı yurttan tamamen atmak için büyük bir savaş hazırlığına girişti. Eli silah tutan herkes orduya alındı. Ordunun savaş gücü artırıldı.

Mustafa Kemal, 23 Ağustos 1922 günü, gizlice Konya’ya gitti. Oradan Akşehir’e vardı. Fevzi Çakmak ve ismet İnönü gibi ileri gelen komutanları çevresinde topladı. Birlikte bir saldırı planı hazırladılar.

26 Ağustos sabahı erken saatlerde, Gazi Mustafa Kemal, Afyon’da Kocatepe’de bulunuyordu. Gün ağarırken verdiği buyrukla, görülmemiş bir saldırı başladı. Toplar patlıyor, Mehmetçikler, İngilizlerin «ancak altı ayda aşılabilir» dedikleri Yunan siperlerini yıldırım gibi aşıyordu. Düşman neye uğradığına şaşırmıştı. Daha ilk gün birçok Yunan subayı tutsak edilmişti. İkinci gün başkomutanları da tutsak “edildi. Başsız ve yönetimsiz kalan Yunan ordusuna artık izmir’e doğru kaçıp canını kurtarmaktan başka bir yol kalmamıştı. 30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar’da yapılan son bir meydan savaşı ile, düşman ezilmiş, Anadolu toprakları düşman işgalinden kurtulmuştu.

Türk Ordusu Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in verdiği: «Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!» buyruğu ile, Yunanlıları İzmir’e dek kovaladı. Kaçıp İzmir’e gelebilen düşman askerleri, rıhtımda bekleyen gemilere binerek geldikleri gibi gittiler.

Advertisement

9 Eylül günü, Türk Ordusu izmir’ girdi. Şehir ateş içinde yanıyordu. Hain düşman giderken kenti ateşe vermişti. Fakat, bu yangınlar kimsenin umurunda bile değildi. Halk sokaklara dökülmüş, şenlik içinde kurtarıcısını selamlıyor, Mehmetçikleri çiçek yağmuruna tutuyordu..


Leave A Reply