E Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

0
Advertisement

E Harfiyle Başlayan Deyimlerin anlamları, açıklamaları, Deyimler sözlüğü E Harfi. Deyimlerin anlamı. E Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

E Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

ANLAMINA GÖRE – E HARFİ:

Ecel İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları
Eğitim İle İlgili Atasözleri – Deyimler ve Anlamları
Ekmek İle İlgili Deyimler ve Anlamları
El İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Eşek İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Etek İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Ev İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Evlilik İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları

DEYİMLERİN HİKAYELERİ

Elinin Hamuru İle Erkek İşine Karışmak Deyiminin Anlamı ve Hikayesi
Etten Evvel Çömleğe Düşme Deyiminin Anlamı ve Hikayesi

HARF SIRASINA GÖRE

Ecel aman verirse: Ölmezsem, ömür yeterse.”Ecel aman verirse torunumu da görürüm.”

Ecel şerbeti içmek : Ölmek.

Ecel teri dökmek : Tehlikeli bir durum karşısında büyük korku ve kay gı duymak; kendini ölecekmiş gibi hissetmek.

Advertisement

Ecel teri dökmek: Çok korkmak, heyecan içinde bulunup terlemek, korku ve bunalım içinde olmak.”Köprüden geçerken ecel terleri döktüler.”

Eceli gelmek : -1. İnsanın yaşamı doğal olarak sona ermek, eceli ile ölmek. -2. Doğal olmayan bir nedenle ölmek ya da öldürülmek.

Eceli gelmek: Ölmek, sonu gelmek, yok oluş vakti gelmek.”Herkesin eceli gelecek ve bu dünyadan göçecek.”

Eceline susamak : Ölümüyle sonuçlanabilecek tehlikeli davranışlarda bulunmak. (Kars. Belasını aramak, ölümüne susamak.)

Eceline susamak: Ölümüne yol açacak kadar tehlikeli işlere girişmek.”Bırak o silâhı elinden, eceline mi susadın sen?”

Eciş bücüş : Çirkin görünüşlü. (Kars. Çarpık çurpuk, eğri büğrü.)

Advertisement

Eciş bücüş: Çarpuk çurpuk, eğri büğrü, düzgün yanı olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan.”Eciş bücüş bir yazıyla karşılaşınca şaşırdı.”

Edebiyat yapmak: Bir işe yaramayan, konuyu açıklamaya yetmeyen, gerçeği yansıtmayan süslü, parlak ve gereksiz sözler söylemek.”Edebiyat yapmaya amma da meraklı bir insanmış.”

Edebiyat yapmak: Bir konuda süslü, yapmacıklı boş sözler söyle mek.

Efkâr dağıtmak : Kaygıyı, üzüntüyü, tasayı neşelenerek, eğlenerek gi dermeye çalışmak.

Efkâr dağıtmak: Sıkıntıyı gidermek, üzüntüyü yok etmeye çalışmak.”Sahile efkâr dağıtmak için inmiş olmalı.”

Efradını cami, ağyarını mani: (esk.) “Gerekli her tür şeyi içeren, gereksizleri konu dışı bırakan” tanım için söylenir.

Eğri (gözle) bakmak: Kötü düşünce besleyerek bakmak.”O, hiç kimseye eğri gözle bakmazdı.”

Eğri büğrü : Eğilmiş, bükülmüş; çarpık çurpuk. (Kars. Eciş bücüş.)

Ekin iti: Başını yukarı kaldırıp herkese yüksekten bakan kimse için kul lanılır.

Ekmeğinden etmek (birini) : Onu işinden çıkarmak, atmak.

Ekmeğinden etmek: İşinden çıkarmak veya atmak.”Adamı durup dururken ekmeğinden ettiler.”

Advertisement

Ekmeğinden olmak (biri) : Geçimini sağlayan işinden zorunlu olarak ayrılmak.

Ekmeğine yağ sürmek (bir şey, birinin) : İstemeden, düşüncesizce yaptığı bir iş, karşı tarafın işine yaramak.

Ekmeğine yağ sürmek: Birinin yararına göre eylemde bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde hareket etmek.”O işi bana vermemekle yabancıların ekmeğine yağ sürdün sen.”

Ekmeğini çıkarmak : Geçimine yetecek kadar kazanç sağlamak.

Ekmeğini eline almak: Geçimini kendi sağlayacak duruma gelmek, (Kars. İş tutmak).

Ekmeğini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak.”Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o.”

Ekmeğini taştan çıkarmak : Geçimini sağlama konusunda pek becerikli, yetenekli olmak.

Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yapıp geçimini sağlayacak becerilikte olmak, her türlü işi yapmak.”Ekmeğini taştan çıkaran insanların arasına katılmakta gecikmedi.”

Ekmeğini yemek (birinin): -1. Birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak. -2. Geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak.

Ekmeğiyle oynamak (birinin) : Bir kimse kendisinin ya da başkasının işini kaybetmesine neden olmak.

Ekmek aslanın ağzında : “Geçimini sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak çok zor.’ anlamında.

Advertisement

Ekmek elden su gölden : Çalışmayıp başkasının kesesinden bol bol yiyip içme.

Ekmek elden su gölden: Kendisi kazanmayıp başkalarının kazancı ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.

Ekmek kapısı : Bir kimsenin geçimini sağladığı yer ya da iş; geçim kapısı.

Ekmek kapısı: Çalışıp para kazanılan, geçim sağlayan iş yeri.”O dükkân benim ekmek kapım, asla satmam, satamam onu!”

Ekmek kavgası: Geçimini sağlama çabası.

Ekmek parası: Kazanç, geçinmek için kazanılan para.”Ekmek parası kolay kolay kazanılmıyor.”

Eksik çıkmak : Olması gerekenden daha az olduğu anlaşılmak.

Eksik etek: Kadın, eş için aşağılama sözü.

Eksik etmemek (bir şeyi) : -1. O şeyi her zaman bulundurmak. -2. Ona devam etmek, onu sürekli yapmak.

Eksik gedik : Gerekli olan ufak tefek şeyler.

Eksik gedik: Ufak tefek ihtiyaçlar.”İkramiye ile eksiği gediği kapadılar.”

Advertisement

Eksik gelmek : Gerekli olandan daha az olmak, yetmemek.

Eksik olma : “Sağ ol, var ol” anlamında teşekkür sözü.

Eksik olmasın : “Sağ olsun, var olsun” anlamında iyi dilek sözü.

Eksik olsun : -1. “İstemem, gereği yok.” anlamında öfkeyle söylenir. -2. Kızılan bir kimse için “ölsün!” anlamında kullanılır.

Eksikliğini duymak (bir şeyin, birinin): O şeyin eksik, yarım, noksan olduğunun bilincine ermek; o kimseyi arar olmak.

Ekşi yüz: Somurtkan, asık yüz.”Onun ekşi yüz göstermeye hakkı yoktu.”

El açmak : Dilenmek, başkasından para ve yardım ister duruma düş mek; avuç açmak.

El açmak: 1. Dilenmek. 2. Başkasının yardımını almak için yalvarmak.”İhtiyarlayıp da el açacağı hiç aklına gelmemişti.”

El alışkanlığı (yatkınlığı) : Bir işin birçok kez yapılması sonucu kazanı lan beceri, ustalık.

El altında : Gizlice, kimsenin haberi olmadan. (Kars. Alttan alta, gizli den gizliye.)

El altından : İstenildiği zaman kolayca alınabilecek, bulunabilecek yer de, hazırda.

Advertisement

El altından: Kimsenin haberi olmadan, gizlice.”Parayı el altından verdi.”

El atmak (bir şeye) : -1. Yeni bir işe başlamak. -2. Birisinin işine karış mak; müdahale etmek. -3. Birine sarkıntılık etmek.

El atmak (birinden) : -1. Tarikatlarda bir mürit, mürşidinden başkaları na yol gösterme iznini almak. -2. Bir sanat öğrenen çırak, ustasından kendi başına iş yapabilme iznini almak. -3. İskambil oyunlarında kar şı taraftan daha kuvvetli kâğıdı oynayarak üstünlük sağlamak.

El atmak: 1. Bir işe girişmek. 2. Birisinin işine karışmak.”Üstüne vazife olmayan işe el atma sakın!..”

El ayak çekilmek : Ortalıkta kimse kalmamak, ortalık sessizleşip ıssızlaşmak.

El basmak (bir şeye) : Ekmek ya da kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak ant içmek, yemin etmek.

El basmak: Yemin etmek, kutsal bir şey üzerine el koyarak ant içmek.”Kur`ân`a el basarım ki bu işi ben yapmadım.”

El bebek, gül bebek :Çok sevilen ve nazlı büyütülen, şımarık çocuk İçin söylenir.

El beğenmezse yel (yer) beğensin : “İnsanı beğenecek kişiler olmaz sa, şerefsiz yaşayacağına ölmesi daha iyidir.’ anlamında.

El çabukluğu: -1. Bir işi çabuk biçimde yapma ustalığı. -2. Bir şeyi sezdirmeden yapma.

El çabukluğuna getirmek (bîr şeyi) : Bir işi, hilesini sezdirmeden çabucak yapmak

Advertisement

El çekmek (bir şeyden) : O şeyden vazgeçmek, artık onu yapmamak.

El çektirmek (birisine, işten): Onu görevinden, İşinden uzaklaştırmak.

El değiştirmek: Bir şeyin sahipliği ya da kullanımı birinden bir başka sına geçmek.

El değmemiş : -1. Hiç kullanılmamış, hiç dokunulmamış. -2. Saflığı bozulmamış.

El elde baş başta : “Hiçbir şey kalmadı, her şey tükendi.” anlamında.

El elde baş başta: 1. Masrafla para birbirine denk geldi. 2. Yapılan işin sonunda ne kâr ne de zarar edildi.”Alışverişten el elde baş başta döndü.”

El ele vermek: Güçleri birleştirip işbirliği yapmak, yardımlaşmak.”Bu yolu ancak el ele verirsek yapabiliriz.”

El emeği: -1. Elde yapılan iş, ürün. -2. Elle yapılan çalışmanın karşılı ğı, ücreti.

El emeği: 1. Elle yapılan işe harcanan emek. 2. Elle yapılan çalışmanın karşılığı.”El emeğinin karşılığı değildir bu para.”

El etek çekmek (bir şeyden) : -1. Artık o şeyle uğraşmaz olmak. -2. Kendini bütünüyle ibadete vermek.

El etek öpmek : -1. İşini yaptırmak için çok yalvarmak. -2. Yaltaklan mak, hoş görünmeye çalışmak, dalkavukluk etmek.

Advertisement

El etmek (birine) : Ona “gel” anlamında el sallamak.

El kadar: Çok küçük (Kars. Bacak kadar.)

El kadar: Küçük, küçücük.”El kadar çocuk işime karışamaz benim.”

El kaldırmak : -1. Söz istemek ya da oy verdiğini belirtmek için elini havaya kaldırmak. -2. Kendisinden büyüğe vuracakmış gibi davra-mak.

El kaldırmak: 1. Kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak. 2. Bir şey söylemek istediğini, oy verdiğini elini kaldırarak belirtmek.”Sen ne cüretle babana el kaldırırsın!”

El kapısı: 1. Bir kızın gelin gittiği ev. 2. Yabancıların memleketi, evi, yurdu.”Yıllarca el kapılarında çalıştım durdum.”

El kapısı: -1. Yabancıların evi, yurdu. -2. Bir kızın gelin gittiği ev. -3. Kişinin geçimini sağladığı işyeri.

El kiri: Hiçbir değeri olmayan, geçici (özellikle para için söylenir).

El koymak (bir şeye) : -1. Bir şeyi, kendi buyruğu altına almak; bir ye rin yönetimini kendi yetki sınırlan içine almak. -2. Bir yolsuzluğu orta ya çıkarmak için incelemesine girişmek.

El koymak: 1. Bir meselenin yetkili organlarca incelenmeye başlaması. 2. Buyruğu altına almak, hükümetçe uygun görülen mal, arazi ve kuruluşa hâkim olmak.”Hükümetin el koyduğu arazi burdan başlıyor.”

El oğlu: 1. Yabancı. 2. Damat.”El oğluna güvenme sakın!”

Advertisement

El sıkışmak : İki arkadaş karşılaştıklarında sevgi ve saygı gereği birbirlerinin ellerini tutup, hafifçe sıkmak.

El sıkmak: Selamlaşmak için iki kişi birbirlerinin ellerini tutmak.

El sürmemek (bir şeye, birine) : -1. Onu ellememek, ona bir zararı dokunmamak. -2. Bir işi yapmaya başlamamak. -3. İlgilenip eline al mamak.

El sürmemek: 1. Dokunmamak, hiç değmemek. 2. Yapımına başlamamak.”İşe el sürmeye vakit bulamadım daha.”

El tutmak : Bir iş vakit almak, uzun sürmek.

El uzatmak (birine) (bir şeye) : -1. O kimseye yardım etmek. -2. Başkasınıın İşine, çıkarına dokunmak, kendisine ait olmayan bir şey üze rinde Ihak iddia etmek.

El uzatmak: 1. Birine yardım etmek. 2. Dokunmaya, almaya çalışmak.”O bizim bir yakınımız, ona elimizi uzatmalıyız hemen.”

El uzluğu : El alışkanlığı, ustalık, maharet.

El üstünde tutmak (birini) : Ona çok değer vermek, aşırı saygı ve sev gi göstermek.

El üstünde tutulmak: Çok değer verilip sevilmek, kendisine büyük ölçüde saygı gösterilmek.”Dedem ailemizde el üstünde tutulurdu.”

El vermek (birine) : -1. Ona yardım etmek. -2. Mürit mürşide başkalarına yol gösterme izni vermek. -3. Birine bir konuda yetki vermek. -4. İskambil oyunlarında karşı tarafa oyun üstünlüğü tanımak.

Advertisement

El yatkınlığı: -1. İşe alışmış olma durumu. -2. El işlerini yapmakta yet kin olma.

El yordamıyla: Tahminlerine, sezgilerine dayanıp elle yoklayarak.”El yordamıyla kibrit kutusunu buldum.”

El yordımıyla : Görmeden, elle yoklayarak.

El ayak çekilmek: Ortalıkta kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek.”Bu iş ancak el ayak çekildikten sonra yapılır.”

El çabukluğu: 1. Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı. 2. Hilesini kimseye sezdirmeyecek biçimde yapabilme.”Adamın cebinden el çabukluğu ile cüzdanı çekiverdi.”

Elde (elinde) kalmak: -1. Bir mal satılamadığı için olduğu gibi sahi binde durmak. -2. Harcamanın sonunda artmış olarak durmak.

Elde (elinde) tutmak (bir şeyi): Bir duruma ya da işe hâkim olmak.

Elde avuçta bir şey bırakmamak: Para, mal mülk, vb’yi savurganca harcayıp tüketmek.

Elde avuçta bir şey kalmamak: Parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş olmak.”Elde avuçta bir şey kalmayınca ne yapacağını şaşırdı.”

Elde avuçta bir şey kalmamak: Para, mat, mülk vb. harcanarak bit mek, tükenmek.

Elde avuçta ne varsa : Elindeki bütün mal, mülk , para.

Advertisement

Elde etmek (bir şey) (birini) : -1. Bir şeye sahip olmak, onu edinmek. -2. Bir şey meydana getirmek, üretmek. -3. Bir kimseyi kendi yanına çekmek. -4. Bir kimseyi kendi hizmetine almak.

Elde etmek: 1. Bir şeye sahip olmak. 2. Bir kimseyi kendi yanına çekmek.”Onun gibi dürüstleri elde edemezsin, boşuna uğraşma.”

Elde kalmak: 1. Bir malın satılmayıp geride kalan kısmı. 2. Harcanandan arta kalmış olmak.”Şu kasadaki üzümler elde kaldı.”

Elden (elinden) düşürmemek (bir şeyi) : O şeyle uzun süre yakın dan ilgilenmek.

Elden (elinden) geldiği kadar: Yapabildiği, mümkün olduğu kadar.

Elden (elinden) kaçırmak (bir şeyi) : Onu elde etmek fırsatını yitir mek.

Elden ayaktan düşmek (kesilmek) : Hastalık ya da yaşlılık sonucu yü rüyemez, iş yapamaz duruma gelmek.

Elden ayaktan düşmek (veya kesilmek): Yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez duruma gelmek.”Allah kimseyi elden ayaktan düşürmesin.”

Elden çıkarmak (bir şeyi) : O şeyi satmak, başkasına devretmek.

Elden çıkmak (bir şey): O şey satılmak, başkasına devredilmek.

Elden çıkmak: Malı olmaktan çıkmak.”O arsa elden çıktığı için üzüldüm.”

Advertisement

Elden düşme : Az kullanılmış ya da sahibinden ucuza alınmış (mal).

Elden düşme: Az kullanılmış.”Elden düşme bir araba aldı.”

Elden ele : Bir kişiden ötekine.

Elden ele dolaşmak : -1. Birçok kimsece alınıp bakılmak. -2. Birçok sa hip değiştirmek.

Elden ele dolaşmak: Pek çok kişi tarafından kullanılmak, bir çok sahip eline geçmek.”Elden ele dolaşan atı nihayet geri almayı başardı.”

Elden geçirmek (bir şeyi) : -1. Onu incelemek, kontrol etmek. -2. Onu onarmak, düzeltmek.

Elden geçirmek: Eksiklikleri düzeltmek, onarmak; denetlemek için pek çok şeyi ele alıp yoklamak, gözden geçirmek.”Yaptığın işi bir daha elden geçir.”

Elden gel: -1. “Seni kutlarım.” -2. “Parayı hemen ver.” anlamında.

Elden gelmemek : Bir şey yapamamak, dayanamamak.

Elden gitmek (bir şey, biri) : Onu yitirmek, ondan mahrum kalmak.

Elden gitmek: Bir şeyi yitirmek, ondan yoksun kalmak.”Bütün mal mülk bir hiç uğruna elden gitti.”

Advertisement

Elden ne gelir: “Ne yapılabilir?” anlamında çaresizlik bildirir.

Ele almak (bir şeyi) : -1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamak. -2. Bir şeyi inceleyip araştırmak, eleştirmek.

Ele almak: 1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamış olmak. 2. İncelemek, araştırmak veya tenkit etmek.”Konuyu yeni baştan bir daha ele alalım.”

Ele avuca sığmamak: 1. Şımarık davranmak. 2. Söz dinlememek, kural tanımamak, zapt edilememek.”Sen ne ele avuca sığmaz bir çocukmuşsun meğer.”

Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, şımarık ve taşkın davranışlar da bulunmak.

Ele geçirmek (birini, bir şeyi) : -1. Onu yakalamak. -2. Onu elde et mek, edinmek, ona sahip olmak.

Ele geçirmek: Sahip olmak, kaçan bir kimseyi yakalamak.”Şu toprak parçasını da ele geçirdik mi işimiz tamam demektir.”

Ele geçmek: -1. Yakalanmak. -2. Elde edilmek.

Ele gelmek : -1. Bir şey ele tutulabilir duruma gelmek. -2. Bebek kucağa alınacak kadar büyümek.

Ele güne karşı: Herkese karşt, herkesin Önünde.

Ele verir talkını, kendi yutar salkımı : (ele verir öğüdü, kendi keser

Advertisement

Ele vermek (birini) : -1. Suçlu bir kişiyi güvenlik kuvvetlerine haber ve rip yakalatmak. -2. Aynı suçu işlemiş bir kişinin suç arkadaşlarını, kendisi yakalanınca baskı ya da çözülme sonucu güvenlik kuvvetleri ne yakalatmak.

Ele vermek: Bulunduğu yeri haber vererek suçluyu yakalatmak.”Katili ele vermeyi kafasına koyarak sokağa çıktı.”

Elekten geçirmek: Titizlikle seçmek; iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmak.”Şu dosyayı bir daha elekten geçirin.”

Eli (eline ) çabuk : Çabuk iş yapan (kimse).

Eli (elleri) boş gelmek (gitmek) (bir yere) : O yere armağansız gel mek (gitmek).

Eli açık : Cömert, para harcamaktan çekinmeyen (kimse).

Eli açık: Cömert, çok para harcayan, sakınmadan para verebilen.”Eli açık olan insanları severim.”

Eli ağır: 1. Oldukça yavaş iş yapan. 2. Vurunca çok acıtan.”Eli o kadar ağırmış ki enseme gülle düştü sandım.”

Eli ağır: -1. Yavaş iş yapan (kimse). -2. Eliyle vurduğunda acıtan kimse; ağır elli.

Eli ağzında kalmak : Çok şaşırmak, şaşırıp kalmak.

Eli alışmak (bir şeye) : -1. Bir işte ustalık kazanmak. -2. Herhangi bir davranışı alışkanlık haline getirmek.

Advertisement

Eli altında olmak: 1. İstediği anda ele alıp kullanabileceği bir yerde bulunmak. 2. Buyruğunda olmak.”İyi bir usta, araç ve gereçlerinin elinin altında olmasını ister.”

Eli altında otmak : Aradığı, istediği zaman bulabileceği yerde olmak.

Eli armut mu devrişiyor? (eli armut devşirmiyor ya?) : “Bir kimse bir iş yapıyorsa, öteki de boş durmaz, aynı işi yapabilir.” anlamında.

Eli ayağı (kolu) bağlı kalmak : -1. Bir şey yapamayacak durumda ol mak. -2. Yardıma olması, çözüm bulması gereken bir konuda, hiçbir şey yapamamak. Eli ayağı buz kesilmek: Aldığı üzücü bir haber yüzünden İş yapamaz

Eli ayağı buz kesilmek: 1. Korku, heyecan ve üzüntüden ne yapacağını bilemez duruma gelmek, donup kalmak. 2. Çok üşümek.”Haydi elimiz ayağımız buz kesmeden girelim içeri.”

Eli ayağı düzgün olmak : Bedence, görünüşçe kusursuz olmak, iyi görünmek.

Eli ayağı titremek :” Korku, sinir, vb. yüzünden heyecanlanmak. Eli ayağı tutmak : İş yapabilecek durumda olmak.

Eli ayağı tutmak: İş yapabilecek güçte olmak, bedenî gücü var olmak.”Çok şükür şimdilik elimiz ayağımız tutuyor.”

Eli ayağı(na) dolaşmak: Telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşırmak, saçma sapan işler yapmak.

Eli bayraklı: Kavgacı, şirret, edepsiz.”Onun eli bayraklı bir kadın olduğunu daha yeni anladınız.”

Eli bol: -1. İş yapabilecek parası olan (kimse). -2. İş için gerekli araçları esirgemeyen (kimse).

Advertisement

Eli bol: Cömert, esirgemeyen, çok para ve eşyası olan.”Duyduğumuza göre Hasan Çavuş eli bol bir insanmış.”

Eli bollaşmak : Para yönünden rahatlamak.

Eli boş : O sırada yaptığı bir işi olmayan (kimse).

Eli boş dönmek (bir yerden): İstediğini elde edemeden dönmek.

Eli boş dönmek: Umduğunu alamadan geri dönmek.”Eli boş döneceği hiç aklıma gelmezdi.”

Eli böğründe (koynunda) kalmak : Başarısızlığa uğramak, bir iş yapa maz duruma düşmek; umutsuz, çaresiz duruma düşmek.

Eli böğründe kalmak: Çaresiz kalmak, bir şey yapamaz duruma gelmek, başarısızlığa uğramak.”Tek hayvanın öldüğünü görünce eli böğründe kaldı.”

Eli cebine gitmemek (veya varmamak): Cimri olmak, para harcamaya kıyamamak.”Ondan da yardım istediler, ancak eli cebine bir türlü gitmedi, arkasını dönüp uzaklaştı.”

Eli cebine varmamak (gitmemek) :* Para harcama konusunda cimri davranmak, para harcamaya yanaşmamak. (Kars. Cebinde .akrep olmak.)

Eli çabuk: Süratli iş gören.”Eli çabuk adamlara ihtiyacımız var.”

Eli darda : Para sıkıntısı içinde.

Advertisement

Eli darda: Geçimi için para sıkıntısı çeken.”Eli darda insanlara yardım etmek insanlık borcudur.”

Eli değmek (değmemek) ermek (ermemek) (bir şeye) : Söz konu su işi yapacak vakit ve fırsatı bulmak (bulamamak).

Eli değmemek: Bir işi yapmaya zaman bulamamak.”Odanı temizlemeye elim değmiyor.”

Eli ekmek tutmak: Geçimini sağlayacak duruma gelmek. (Kars. Ek meğini eline almak.)

Eli ermek (ermemek) (bir şeye, bir şeyi yapmaya) : Onu yapmaya

Eli geniş : Para sıkıntısı çekmeyen; cömert (kimse).

Eli genişlemek : Eli bol para geçmek, harcama olanağı olmak.

Eli gitmek (bîr şeye) : Onu tutmak, yakalamak istemek.

Eli hafif : Acıtmadan iş gören (dişçi, iğneci).

Eli hafif: İncitmeden, can yakmadan iş gören.”İğneyi Hatice hemşireye vurdurun eli hafiftir onun.”

Eli İşe yatmak : Bir işi yapabilecek el becerisi olmak.

Advertisement

Eli işte (aşta), gözü oynaşta : İş yapar görünen, fakat aklı başka şeylerde olan, (kimse).

Eli kalem tutmak: -1. Yazı yazmayı bilmek. -2. Bir konu hakkında başarılı bir biçimde yazı yazma yeteneğine sahip olmak.

Eli kalem tutmak: 1. Yazı yazmayı bilmek. 2. Düşüncelerini derli toplu güzel bir ifade ile yazabilmek.”Elin kalem tutmaz mı senin?”

Eli kırılmak : Eli bir işe yatkın duruma gelmek.

Eli kolu bağlı olmak (durmak, kalmak) : Üzerine düşen ya da üzeri ne aldığı bir görevi çeşitli nedenlerle yapamayacak durumda olmak.

Eli kulağında : Olması ya da gerçekleşmesi çok yakın.

Eli kurusun : “Elin tutmaz, bir iş görmez olsun.” anlamında ilenç.

Eli mahkûm : “Bu işi yapmak zorunda.” anlamında.

Eli maşalı: Şirret, edepsiz, kavgacı (kadın).

Eli olmak (bir şeyde) : -1. Bir işe herhangi bir biçimde katkıda bulunmak. -2. Bir işle gizli bir ilişkisi olmak.

Eli para görmek : Para kazanmak, cebi para görmek.

Advertisement

Eli sıkı: Cimri, kolay para harcamayan (kimse).

Eli sıkı: Kolay para harcamayan, cimri, çok tutumlu.”Bu kadar eli sıkı bir adam olmak zorunda değilsin.”

Eli silah tutmak: Silah kullanıp savaşabilecek durumda olmak.

Eli sopalı: Zorba, sert, baskıcı (kimse, yönetim).

Eli şakağında : Düşünceli, tasalı, kaygılı.

Eli uzun : Fırsatını bulunca eline geçirdiklerini aşıran, hırsız.

Eli uzun: Hırsız, fırsat buldukça bir şeyler aşırmaktan geri kalmayan.

Eli varmamak (gitmemek) (bir şeye): Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak; o işi yapmak için içinde bir istek duymamak.

Eli varmamak: Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak.”Bulaşıkları yıkamaya bir türlü elim varmıyor.”

Eli yatkın (bir işe) : O işe alışkın, becerikli (kimse).

Eli yatmak (bir işe): Bir işi yapabilecek el becerisi edinmiş olmak.

Advertisement

Eli yatmak: Bir işe eli alışkın olmak, bir işi yapabilecek el becerisi bulunmak.

Eli yüzü düzgün : Yüzüne bakılabilir olan, güzelce (kimse).

Elifi görse mertek (direk) sanır : Bilgisizliğine rağmen bilgiçlik tasla yan, okuması yazması olmayan bir kimse için alay yollu söylenir.

Elifi görse mertek sanır: Cahil, okuması yazması yoktur.”Ona mı akıl danışıyorsun, elifi görse mertek sanır o. “

Elinde olmak {bir şey) : O şeyi yapabilecek durumda olmak, o şey onun yetkisi, becerisi içinde olmak.

Elinden almak (bir şeyi, birisi) : Birini sahip olduğu bir şeyden, bir kimseden yoksun kılmak.

Elinden bir İş gelmemek: Hiçbir iş yapamamak.

Elinden bir kaza (sakattık) çıkmak : İstemeyerek birisini yaralamak ya da Öldürmek.

Elinden bir şey gelmemek : Olanaksızlık, çaresizlik ya da beceriksizlik yüzünden yardıma olamamak.

Elinden çekmek: -1. Bir kimse yüzünden sıkıntıya düşmek. -2. Bir kimseyi öç almak için sıkıntıya sokmak.

Elinden düşürmemek (bir şeyi) : Sürekli onunla İlgilenmek.

Advertisement

Elinden geleni ardına koymamak : Elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak.

Elinden geleni yapmak: Bir işi bilgisinin ve gücünün yettiği kadarıyla yapmak.

Elinden gelmek : Söz konusu şeyi yapma becerisi olmak.

Elinden hiçbir şey kurtulmamak : Her şeyi becerebilecek yetenekte olmak.

Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş yapamamak.”Bırakın onu, elinden iş çıkmaz birine ihtiyacımız yok.”

Elinden İş çıkmamak: Elindeki İşi zamanımda bitirememek; elindeki işi sürüncemede bırakmak.

Elinden tutmak (birinin): -1. Ona yardım etmek. -2. İlerlemesine yardıma olmak, kayırmak.

Elinden tutmak: 1. Destek olmak, ilerlemesi için yardımda bulunmak. 2. Yürümesine, kalkmasına, inmesine, çıkmasına yardım etmek.”Hayatım boyunca elimden tutan olmadı.”

Eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık: “Yaptığın iş iyi olmuş, teşekkür ederim.” anlamında.

Eline ağır: Elinden çabuk iş çıkmayan (kimse).

Eline ayağına düşmek (kapanmak, sarılmak) : Bir isteğini yaptırabilmek için bir kimsenin ayaklarına kapanıp yalvarmak.

Advertisement

Eline ayağına üşenmemek : İşini severek yapmak.

Eline bakmak (birinin) : Bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda olmak.

Eline düşmek (bir şey birinin) (biri birinin) : -1. O şey (yer vb) onun egemenliği, buyruğu altına girmek. -2. Ona yakalanmak. -3. Kendisi ne hıncı bulunan bir kimseye muhtaç duruma gelmek. –

Eline düşmek: 1. Birine muhtaç olmak. 2. Yakalanmak. 3. Düşmanın ya da kendisine hıncı bulunan birinin hâkimiyetinde kalmak.”Düşmanın eline düşmemek için bir yol bulmalıyız.”

Eline geçmek (bir şey) (birisi) : -1. Kazanmak, elde etmek. -2. Bulmak. -3. Yakalamak.

Eline kalmak (birinin): Kendisine yardım edecek ya da bakacak ondan başka kimsesi kalmamak.

Eline su dökemez : “Bu kimse, adı geçen kimsenin çırağı bile olamaz, onunla aynı değerde değildir.” anlamında.

Eline su dökemez: Sözü edilen kişi, değerce ondan çok geride.”Sen hamur açmakta Fatma`nın eline su dökemezsin.”

Eline vur, ekmeğini (ağzından) al: Sessiz, pısırık (kimse).

Eline, eteğine sarılmak: Birine bir iş için çok yalvarmak.

Elini ayağını çekmek (biri, bir yerden) : Oraya uğramaz olmak, artık oraya gitmemek.

Advertisement

Elini ayağını kesmek (birinin, bir yerden) : Onun oraya uğramasını engellemek.

Elini ayağını öpeyim : “Çok yalvarıyorum.” anlamında bir şeyin yapılmasını isterken söylenir.

Elini cebine atmak : Cebinden pars çıkarmak için davranmak.

Elini çabuk tutmak : Bir işi çabuk yapmaya çalışmak.

Elini çabuk tutmak: Hızlı davranmak, acele etmek.”Elimizi çabuk tutup şu kömürü yağmura yakalanmadan taşıyalım.”

Elini eteğini çekmek (bir şeyden) : O şeyle ilgisini tümüyle kesmek.

Elini kana bulamak : Bir kimseyi yaralamak ya da öldürmek.

Elini kana bulamak: Birini öldürmek veya yaralamak.”Zavallı çocuk, boş yere elini kana buladı.”

Elini kolunu bağlamak (bir şey, birinin) : O şey onu hiçbir iş yapamayacak duruma getirmek.

Elini kolunu sallaya sallaya dolaşmak (gezmek) : Pervasızca, serbestçe, çekinmeden dolaşmak.

Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir işten sonuç almaksızın dönmek, gelirken hiçbir armağan getirmemek.

Advertisement

Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir yere eli boş olarak, hiçbir armağan almadan gitmek.

Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: Pervasızca, çekinmeden, kimseden korkmadan dolaşmak.”Bunca ağır suç işlemesine rağmen elini kolunu sallaya sallaya gezmesi şaşılacak şey doğrusu.”

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Çok nazlı olmak, evde hiçbir iş yapmamak, zor işlerden kaçınmak.”Ne kadınmış o da, elini sıcak sudan soğuk suya soktuğunu görmedim daha!”

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Evde hiçbir işe el sürme mek, çok nazlı olmak.

Elini sürmek (bir şeye, birine) : -1. bk. elini sürmemek. -2. Birine her hangi bir kötülük yapmak; dövmek, tecavüz etmek.

Elini sürmemek (bir şeye) : -1, O şeyi eline almamak, o işi yapma mak. -2. Tenezzül etmemek.

Elini uzatmak (birine) : Ona yardım etmek, destek olmak.

Elini veren kolunu alamaz: ‘Çıkara bir kimsedir. Senin cömert, yar dımsever biri olduğunu anlarsa, elinden zor kurtulursun.” anlamında.

Elini vicdanına (kalbine) koyarak (söylemek) : Doğru, hakça (söyle mek); gerçekleri, doğruları gizlemeden (söylemek).

Elinin altında : Her zaman kolayca yararlanabileceği yerde ve yakınlık ta.

Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Anlamadığı, bilmediği, beceremediği işleri yapmaya kalkışmak (kadınlar için).

Advertisement

Elinin körü: “Sorduğun sorular yeter artık, kötü sözler söyleyeceğim şimdi!” anlamında paylama sözü.

Eliyle koymuş gibi (bulmak) (bir şeyi, birini): Aradığını hemen, kolayca (bulmak).

Eliyle koymuş gibi bulmak: Aradığı şeyi söylenen yerde çok kolay bulmak.”Onca şeyin arasında küçücük düğmeyi eliyle koymuş gibi buluverdi.”

Elle tutulacak tarafı kalmamak : -1. Sağlam tarafı kalmamak. -2. Kendisine güvenilmemek.

Elle tutulacak tarafı olmamak : Değerli, güvenilir bir yönü bulunma mak.

Elle tutulur gözle görülür : Çok belirgin, çok açık olan.

Elle tutulur gözle görülür: Çok açık, gizli bir tarafı yok.”Şu zamana kadar elle tutulur gözle görülür bir iş yaptın mı sen?”

Eller yukarı: “Ellerini yukarı kaldır ve teslim ol!” anlamında uyarı sözü.

Ellerin dert görmesin : “Allah razı olsun.” anlamında iyi dilek sözü.

Emeği geçmek: Bir işin yapılmasında özenle, çok çalışmış olmak.

Emeği geçmek: Bir şeyin yapılmasında kendisinin de katkısı bulunmak.”Şu caminin yapımında kimlerin emeği geçmedi ki.”

Advertisement

Emek çekmek: Bir işin yapılmasında çok çalışmak.

Emek vermek (bir şeye) (birine) : -1. Bir şeyin meydana gelmesi için özen göstererek Çok çalışmak. -2. Bir kimsenin yetişmesi için büyük çaba harcamak.

Emek vermek: Bir şeyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalışmak.”İyi bir sonuç mu almak istiyorsun? Emek ver, gayret et.”

Emir büyük yerden : İtiraz edilemeyecek buyruklar İçin söylenir.

Emir kulu: Kendisine emredilen işi yapmak zorunda olan kimse.”Emir kulu olmak o kadar da kolay değil.”

Emniyet etmek (birine) : Ona güvenmek, emanet etmek.

Emniyet vermek (birine) : Ona güven duygusu vermek.

Endazeye vurmak (bir şeyi) : Onu hesaplamak, ölçmek.

Endişe duymak (bir şeyden) : O şey için kaygılanmak, tasalanmak.

Engel çıkarmak (birine) ; Bir işin yapılmasını zorlaştırmak.

Eni konu : Eksiksizce, her yönüyle. (Kars. İyiden iyiye.)

Advertisement

Eninde sonunda (önünde sonunda): Ne zaman olsa, en sonunda, kaçınılmaz olarak.

Eninde sonunda: Nihayet, en sonunda.”Eninde sonunda onu bulacağım.”

Enine boyuna : -1. Her yönüyle, eksiksizce. -2. İriyarı, gösterişli (kim se).

Enine boyuna: 1. Her yönü ile, eksiksiz, bütün ihtimalleri göz önünde tutarak. 2. İri yarı, gösterişli (adam).”Şu meseleyi enine boyuna bir kez daha düşünelim.”

Ense yapmak: Hiçbir işle uğraşmadan, keyfinoe yaşamak.

Ense yapmak: Yemek, içmek ve keyfine bakmak, hiç iş yapmamak.”Ense yapmayı bırak da biraz işle ilgilen.”

Ensesi kalın : Maddi durumu yerinde olan (kimse).

Ensesi kalın: Parası çok, varlıklı, sözü geçer, ödeme gücü yüksek (kimse).”Neden şu ensesi kalın adamlardan yardım istemiyorsunuz.”

Ensesinde boza pişirmek : Bir işi yapması, bitirmesi İçin sürekli uyar mak, tedirgin etmek.

Ensesinde boza pişirmek: Sıkıştırıp tedirgin etmek, eziyet etmek.”İşlerin yavaş gittiğini gören patron işçilerin ensesinde boza pişirmeye başladı.”

Ensesine binmek : Baskı altında tutmak, bir işi yapmaya zorlamak.

Advertisement

Ensesine yapışmak: Bir konuda sıkıştırmak. (Kars. Yakasına yapış mak.)

Ensesine yapışmak: Yakalamak.”Bir hamlede ensesine yapıştı çocuğun.”

Entrika çevirmek : Hile düzenlemek.

Er geç : Ne vakit olsa, erken ya da geç.

Er geç: Ne zaman olsa, mutlaka.”Er geç onu bulacağım.”

Eriyip bitmek: -1. Çok zayıflamak, incelmek. -2. Çok aa çekmiş ol mak.

Eriyip gitmek : Yok olmak.

Erkek Fatma (Ayşe) : Erkekler gibi davranan kızlar için kullanılır.

Es geçmek (bir şeyi, birini) : Üzerinde durmamak, aldırış etmemek, boş vermek, önemsememek.

Es geçmek: Dikkate almamak, sözleri arasında o konuya dokunmamak.”Borç meselesini es geçmesine fırsat vermeyin.”

Esamisi okunmamak: Adı anılmamak, değer verilmemek.”Onun buralarda hiç esamisi okunmaz.”

Advertisement

Esamisi okunmamak: Hiç önem ve değer verilmemek, adı geçme mek.

Esip savurmak: Bağırıp çağırmak, öfke ile atıp tutmak.”Davet edilmediğini öğrenince esip savurmaya başladı.”

Eski çamlar bardak oldu : “Zaman değişti, eski durumların önemi ve değeri kalmadı.” anlamında.

Eski çamlar bardak oldu: Devir değişti, eski durumların, tutumların bir önemi kalmadı.

Eski defterleri karıştırmak : Geçmişteki olayları bir yarar umarak ya da başka bir amaçla yeniden ele almak, anımsatmak.

Eski defterleri karıştırmak: Eski olayları, işleri bir çıkar umuduyla tekrar ele almak, yeniden gündeme getirmek.”Eski defterleri karıştırmayı bırak artık”.

Eski göz ağrısı: Birinin çok eskiden sevgilisi durumunda olan kimse (özellikle kız, kadın); İlk göz ağrısı.

Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, eski durumda kalmış.”Köy aynı, insanlar aynı, eski hamam eski tas.”

Eski kafalı: Geçerliğini az ya da çok yitirmiş düşünceleri savunan, es ki yaşam biçimine bağlı (kimse) (Kars. Geri kafalı.)

Eski kafalı: Yeniliğe açık olmayan, yaşayış ve düşünce itibariyle eskiye bağlı.”Eski kafalı insanlar gittikçe azalıyor mu ne?”

Eski köye yeni âdet: Geleneklerine, eski yaşam biçimine bağlı bir topluluğa yadırganan bir yenilik getirmek.

Advertisement

Eski kurt : Mesleğin inceliklerini bilen, aldatılması olanaksız kimse.

Eski kurt: Tecrübeli, görmüş ve geçirmiş, mesleğini iyi bilen, hileyi ve düzeni deneyimi sayesinde hemen anlayan.”O da eski kurtlardandır.”

Eski tas eski hamam : “Değişen hiçbir şey yok, eski durum devam ediyor.” anlamında.

Eski toprak : Yaşlandığı halde dinç kalmış (kimse).

Eski toprak: Yaşlılığına rağmen dinçliğini, dayanıklılığını hâlâ sürdüren, gücünü kaybetmemiş kimse.”Sen eski topraksın, bizim gibi birkaç genci daha cebinden çıkartırsın.”

Eski tüfek: Herhangi bir alanda en kıdemli olan, bilgi, deneyim yö nünden en zengin olan (kimse).

Esrar kumkuması (kutusu, küpü) : Neyin nesi olduğu, ne ile uğraştı ğı bilinmeyen kimse için söylenir.

Esrar perdesi: Bir olayın gerçek yüzünün anlaşılmasını güçleştiren özelliklerin tümü.

Eş dost: Tanıdıklar, bildikler, ahbaplar.

Eşeğini sağlam kazığa bağlamak: İşini güvenli kılacak önlemler almak.”Ne demişler: Eşeğini sağlam kazığa bağla, sonra Allah`a ısmarla.”

Eşek başı mısın? : “Yetkini kullanmayıp neden gevşek davranıyor sun?” anlamında.

Advertisement

Eşek cenneti: Öbür dünya.

Eşek kadar olmak : Büyüdüğü halde akıllanmamak.

Eşek kadar: Büyük, iri; aşırı derecede gelişmiş.”Eşek kadar oldu ama hiç söz dinlemiyor.”

Eşek sudan gelinceye kadar dövmek (birini): Onu uzun bir süre İyi ce dövmek.

Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Adamakıllı, çok ve iyi dövmek.”Eğer aklını başına toplamazsan seni eşek sudan gelinceye kadar döveceğim, anladın mı?”

Eşek şakası: Ağır el şakası.

Eşek şakası: Ağır, hoşa gitmeyen, incitici, kaba şaka.”Ben eşek şakasından hiç hoşlanmam.”

Eşiğine yüz sürmek: Bir isteğinin yerine getirilmesi için bir kimseye yalvarmak, önünde eğilmek.”İnsanların eşiğine yüz sürülmemesi gerekir.”

Eşiğini aşındırmak: Bir işi yaptırmak, gördürmek için bir yere çok gidip gelmek.”Şu köy yolu için hükümet eşiğini aşındırıp durduk.”

Eşref saat: 1. İş görecek kimsenin uysal davranacağı, aksilik çıkarmayacağı zaman. 2. Bir işin olumlu yola girmesi için en uygun zaman.”İzin alabilmek için müdür beyin eşref saatini kollamaya başladı.”

Eşref saati gelmek : Uygun, elverişli zamanı gelmek.

Advertisement

Et ele vermek (biriyle) : Onunla işbirliği yapmak, güçlerini birleştir-rnek.

Et gün : Herkes, el âlem.

Et kafalı: Akılsız, anlayışı az, kavrayışı kıt olan.

Et kafalı: Anlayışsız, kalın kafalı (kimse).

Et tırnak olmak: Sıkı bir ilişkiye girmek, birbirinden kopmamak.

Eteği ayağına dolaşmak: Telâş, korku ve heyecandan yürüyüşünü ve yapacağı işi şaşırmak.

Eteğine yapışmak: 1. Bir kimsenin manevî desteğini istemek. 2. Varlıklı, sözü geçer bir kimseden yardım ve himaye istemek.”Korkudan annesinin eteğine yapıştı.”

Etek öpmek : Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak; el etek öpmek.

Etek öpmek: Yaltaklanmak, dalkavukluk etmek; birine yaranmak için katına çıkıp o kimsenin eteğini öpme davranışı içinde olmak.”Bu makama etek öpe öpe çıktı soysuz herif.”

Etekleri tutuşmak : Çok telaşlanmak, kaygıya düşmek.

Etekleri tutuşmak: Çok telâşlanmak, heyecanlanmak.”Babasını parkta göremeyince etekleri tutuşmaya başladı, yoksa gelmeyecek miydi?”

Advertisement

Etekleri zil çalmak : Çok sevinmek.

Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek, işler yolunda olmak.”Yazılı sınavı umduğundan iyi geçen Halit`in etekleri zil çalıyordu.”

Eti budu yerinde, (etine buduna dolgun) : Semiz, tombul (özellikle kadın, kız).

Eti ne butu ne?: 1. İmkânları, parası az. 2. Çelimsiz, zayıf, küçük.”Ona baskı yapma, zavallının eti ne butu ne?”

Eti ne, budu ne? : Bir kimsenin küçük, cılız veya olanaklarının sınırlı, parasını az olduğunu anlatmak için söylenir.

Eti senin kemiği benim : Eskiden velilerin çocuklarını eğitimciye, usta ya teslim ederken söyledikleri söz.

Eti senin kemiği benim: Çocuk velilerinin öğretmene ya da ustaya çocuğun eğitiminde kendine tam yetki verdiğini anlatmak için söylenir.

Etine dolgun : Tombul (kimse). (Kars. Balık etinde.)

Etle tırnak gibi: Birbirlerine candan bağlı dostlar için söylenir.

Etliye sütlüye karışmamak: -1. Kendini ilgilendirmeyen işlere karışmamak. -2. Kendi halinde yaşamak.

Etliye sütlüye karışmamak: Kendini alâkadar etmeyen meselelerden, toplumu derinden etkileyen olaylardan uzak durmak, kaçınmak ve hiçbiriyle ilgilenmemek.”Kendine sahip çık, sakın etliye sütlüye karışayım deme oğlum.”

Advertisement

Etmediğini bırakmamak (komamak): Elinden gelen her türlü kötülü ğü yapmak.

Etrafında dört dönmek : İstediğini elde etmek ya da korumak için birinin yanından ayrılmamak.

Etrafında dört dönmek: İstediğini elde etmek amacıyla bir kimsenin, bir şeyin yanından ayrılmamak, ona aşırı ilgi göstermek.”Çocuklar Nasreddin Hoca`nın etrafında dört dönmeye başladılar.”

Ettiği (yaptığı) hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek : Bir İşte ver diği zarar yaptığı iyilikten büyük olmak.

Ettiği yanına (kâr) kalmak : Yaptığı kötülük karşılıksız kalmak, yaptığı kötülüğün cezasını görmemek,

Ettiğini bulmak : Yaptığı kötülüğün karşılığını bulmak.

Ettiğini bulmak: Yaptığı bir kötülüğün cezasını görmek.

Ettiğini yanına bırakmamak: Yaptığı kötülüğe kötülükte karşılık vermek, ondan öcünü almak.

Ettiğiyle kalmak: Düşündüğü kötülüğü yapamadığı için üzüntü ve utanç içinde kalmak.

Ev açmak : Ayrı bir eve yerleşmek, evlenmek.

Ev açmak: Ayrı bir eve çıkmak, yerleşmek.”Evlendikleri günün ertesinde ev açmaya karar verdiler.”

Advertisement

Ev bark : -1. Ev. -2. Çoluk çocuk, ev halkı.

Ev yıkmak : -1. Karı ile koca arasına fitne sokup, ayrılmalarına yol açmak. -2. Bir ailenin geçim yollarını ortadan kaldırıp perişan olmaları na yol açmak.

Evde kalmak ; Kız, yaşı ilerlemesine karşın evlenememiş olmak.

Evde kalmak: Yaşı ilerleyen kızın evlenememesi.”Evde kalmak korkusu zavallı kızı yiyip bitiriyordu.”

Evdeki hesap çarşıya uymamak : Tasarlanan bir şey başka biçimde gerçekleşmek, sonuçlanmak.

Evdeki hesap çarşıya uymamak: Önceden tasarlanan, düşünülen bir iş umulduğu gibi gitmemek, başka bir yönde gelişmek.”O kadar uğraştık ama evdeki hesap çarşıya uymadı, bu paraya istediğimiz gibi bir ev bulamadık.”

Evin direği: -1. Kadın için koca, eş. -2.Evİn geçimini sağlayan kimse.

Evirmek çevirmek (bir şeyi),: O şeyin her >a>ını iyice gözden geçir mek.

Evlât acısı gibi içine çökmek: Kaybettiği bir şey için çok üzülmek.”Bahçeye diktiği güllerinin dipten sökülüp atılması evlât acısı gibi içine çökmüştü.”

Evlerden uzak (ırak) : ‘Kimsenin başına bu tür felaketlerin gelmeme sini dilerim.” anlamında.

Evvel Allah : “Allah’ın yardımıyla” anlamında pekiştirme sözü.

Advertisement

Evvel âr idi, şimdi kâr oldu : “Önce ayıp sayılırken şimdi beğenilen bir davranış oldu.” anlamında.

Eyere de gelir semere de: Her işe uyar, her işe yarar, ince işler için de kaba işler için de kullanılabilir.

Eyüp sabrı: Peygamberlerden Hz. Eyyub` un başına gelen hastalığa sabredip, bundan dolayı şikâyet etmemesi; güçlük ve üzüntülere, hastalığa karşı sabretmesinden hareketle, en ağır ve sürekli üzüntülerden bile yakınmayanın büyük ve uzun sabrını anlatmak için kullanılır.

Eyvallah demek (bir şeye) (birine) : -Razı olmak, kabul etmek. -2. Allah’a ısmarladık demek.

Eyvallah demek: 1. Razı olmak, kabul etmek. 2. Ayrılırken “Allah`a ısmarladık” anlamında kullanılır.

Eyvallah etmemek (birine) : Birinin minneti altına girmemek, birine boyun eğmemek.

Eyvallah etmemek: Minnet altına girip boyun eğmemek.”Aç kaldı, susuz kaldı ama kimseye eyvallah etmedi.”

Eyvallahı olmamak (birine, hiç kimseye) : Ona, onlara minneti, gönül borcu olmamak.

Ezbere iş görmek : İncelemeden, gelişigüzel iş görmek.

Ezbere iş görmek: İncelemeden, özenmeden, gerekli olan bilgiyi almadan, gelişi güzel iş yapmak.”Ben sana ezbere iş görme demedim mi?”

Ezbere konuşmak : Aslını arayıp sormadan, bilmeden konuşmak.

Advertisement

Ezilip büzülmek : -1. Konuşurken sıkılmak, çekinmek, güç duruma düşmek. -2. Utangaç ya da kibarca davranışlarda bulunmak.

Ezilip büzülmek: Güç bir duruma düştüğünü, utandığını, sıkıldığını davranışlarıyla belli etmek.”Hiçbir insanın karşımda ezilip büzülmesine tahammülüm yoktur.”

DEYİMLER

deyimler-1

Deyimler Sözlüğü
A BCÇDEFGHIİJKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ


Leave A Reply