Kon Tiki, Bir Bilimadamının (Thor Heyerdahl) Efsanevi Yolculuğunun Sırları

0
Advertisement

2012’de filme de çekilen efsanevi Kon-Tiki yolculuğu sınır tanımayan bir bilimadamının (Thor Heyerdahl) tutkulu macerası: Detaylar..

Kon-Tiki

Norveçli kaşif ve antropolog Thor Heyerdahl hayatı boyunca okyanuslarda yaptığı yolculuklarla Macellan’m varisi olarak anıldı. Güney Amerikalıların bir zamanlar ilkel sallarla Pasifik’i geçip Polinezya’ya yerleştiğini kanıtlamak için giriştiği sıra dışı yolculuk dünya tarihinin önemli olayları arasında yer aldı.

Kon-Tiki

Sadece birkaç dakika içinde, Kon-Tiki’nin etrafını saran sakin okyanus çılgın bir okyanusa dönüşmüştü. Köpükler yükselmekte, rüzgâr gittikçe şiddetlenmekte, dalgaların gittikçe daha büyükleri gelip gelip Kon-Tiki’yi beş, altı metre yükseğe çıkarmaktadır. Salın yapıldığı tomruklar gıcırtılar içinde oynamakta, tomrukları bağlayan urganlar kopma derecesinde gerilmektedir.

Thor Heyerdahl halatlardan birine sarılmıştır. İnanılacak gibi değil ama gerçek. Bu okyanus aşırı keşif gezisinin 32 yaşındaki başkanı doğru dürüst yüzme bilmez. En yakın sahil de zaten ulaşılamayacak kadar uzaktır.

Birden, rüzgârın uğultusu içinde bir imdat çağrısı işitilir. Mürettebattan bir adamın ayağı kaymış olsa gerektir. Salın yanında denizden çıkan bir baş ve kollar görülür. Kazazede sala tutunmaya çalışır, ama boşuna. Heyerdahl haykıra haykıra emirler verir, ama dalgaların gürültüsünden sesini duyan olmaz. Birisi denize bir canyeleği atar, rüzgârsa yeleği gerisin geri güverteye savurur. Heyerdahl güverteye bağlı duran şişme botu çözer.

Advertisement

Fakat anlık bir rüzgâr darbesi Kon-Tiki’nin yelkenini şişiriverir, sah artan bir hızla ileri doğru sürükler. Kazazede dalgaların arasında neredeyse gözden kaybolmuş gibidir. Mürettebat bu ilkel salı alabanda edemez, rüzgâra karşı ilerlemesi de imkânsızdır.

O anda altı kişilik ekipten bir adam balıklama suya dalar. Tek koluyla kulaç ata ata ilerler, öbür koluyla bir canyeleğini göğsüne bastırmaktadır, yelekse bir urganla sala bağlanmıştır. Nihayet denizdeki iki adam saldan yaklaşık 20 metre ötede buluşurlar, canyeleğine tutunur ve el sallarlar. Mürettebat ikisini de güverteye çeker. Acele etmektedirler, çünkü köpekbalıkları saldırabilir sudakilere.

Akşamleyin rüzgârın şiddeti daha da artar.

Adamlar rüzgârla, dalgalarla güverteden savrulmasın diye sandıkları sıkıca bağlar. Yedi metre yüksekliğinde dalgaların üzerinden ilerlemektedir şimdi Kon-Tiki. Bir dalga geldiğinde önce salın kıçını, sonra ortasını havaya kaldırmakta, sıra pruvaya geldiğinde tomrukların kıçtaki uçları suya gömülmektedir. Dümencinin sık sık karnına kadar suda kaldığı olur.

Güvertede adamlar üzeri kaygan yosunla kaplı ahşap kısımlara yapışmaya çalışmaktadır. Fırtına ve dalgaların hareketi yavaş yavaş, salı bir arada tutması gereken ve tomruklara açılmış derin oyuklara dolanmış halatları gevşetmeye başlar. Nihayet dümen kırılır ve ani bir rüzgâr darbesi yelkeni parça parça eder.

21 Temmuz 1947 günü, mürettebat yedi haftayı aşkın bir zamandır Pasifik üzerinde bulunmaktadır. Kadim geleneğe uygun biçimde yapılmış bir salın üzerinde Thor Heyerdahl ve ekibinin beş üyesi Peru’yla Polinezya’nın Tuamotu Takımadası arasındaki yaklaşık 7000 kilometrelik deniz yolunu aşma çabası içindedir. Yolculuğun amacı, insanlık tarihindeki göçlerin en büyük bilmecelerinden birini çözmek, Polinezyalıların kökeninin neresi olduğunu öğrenmektir.

Yeryüzünün bütün kıtalarından bu küçük Güney Denizi adaları kadar uzak bir yer daha yoktur. Avrupa’nın yaklaşık beş katı büyüklükte bir su dünyasına dağılmış, sayısı 1000’in çok üstünde kara parçasından oluşan bir takımada.

Advertisement

İnsanoğlu bu ücra adalarda binyıllardır yaşıyor. 1940 yıllarında bilginlerin çoğu bu insanların Asya’dan geldiğini tahmin etmekteydi. Fakat Polinezya’ya nasıl ulaşmış olabileceklerini açıklayacak durumda da değiller.

Kon-Tiki

TECRÜBELİ DENİZCİLER BU YOLCULUĞA ÖZELLİKLE ALINMADI

Heyerdahl adalara ilk yerleşenlerin burayı MS 500 dolaylarında Güney Amerika’dan sallarla gelerek fethettiğine inanmaktadır. Tezi o kadar cüretlidir ki destekleyen çıkmaz. O da bir deneyle bunu ispat etmeye kalkar, ki birçoğunun gözünde bu bir intihar girişimidir. Çünkü kimse mürettebatın Kon-Tiki (bu isim Amerika yerlilerinin bir güneş tanrısından geliyor) ile açık denize kadar bile ulaşabileceğine inanmaz. Salın platformu birbirine sisal bitkisinden yapılmış urganlarla bağlanmış, enine kalaslarla rijitleştirilmiş dokuz balsa ağacı tomruğundan ibarettir. Güvertede insanı dalgalara karşı koruyacak bir dik yüzey bile yoktur. Tek sığmak, bambu kamışlarından bir kulübedir. Tecrübeli denizciler Heyerdahl’ı uyarır: “Tomruklar yavaş yavaş su çekip, sonra da batar” derler.

Kon-Tiki deneyinin tarihçesi 10 yıl önce, Polinezya Adalarından Fatu Hiva’da garip bir keşifle başlar. Norveçli genç zoolog ve coğrafyacı Thor Heyerdahl Oslo Üniversitesinin verdiği görevle hayvanların ve bitkilerin rüzgâr ve akıntı etkisiyle adadan adaya nasıl yayıldığını araştıracaktır.

Thor Heyerdahl çocukluğunda kutup araştırmacısı Roald Amundsen’in raporlarını okumuştur; Brezilyada ve Afrikada keşifler yapma rüyaları görmektedir. Daha ilkgençlik çağında, yanma çadır ve kumanya alıp kızakla haftalarca Norveç’in ıssız bölgelerinde dolaştığı olmuştur. Buzullara tırmanmış, iglolarda gecelemiştir. Korku nedir, hiç bilmez.

Araştırmacı günün birinde, Fatu Hiva’ya komşu adanın yağmur ormanında kaba saba taş heykellerle karşılaşır. Yüzünü çarpıtmış, gözleri oransız büyüklükte varlıklardır bunlar. Güney Amerika gezilerinde, Peru’da gördüğü kabartmalara benzemektedirler. Acaba Peru ile Polinezya arasında bir kültür alışverişi mi olmuştur?

Sonra görür ki, rüzgâr ve bulutlar hep Güney Amerika yönünden Pasifik Adalarına doğru gelmektedir. Adalara hayvanların ve bitkilerin yerleşmesini belirleyen de budur, örneğin kuşlar, böcekler veya bitki tohumları rüzgârla batıya doğru sürüklenmektedir. Heyerdahl hayatın buradaki adalara doğudan gelip yayıldığı sonucuna varır.

1938’DE NORVEÇ’E DÖNER HEYERDAHL

Sistematik bir çalışmayla, erken çağlarda Güney Amerika ve Polinezya kavimleri arasında bir temasın belirtilerini araştırmaya başlar. Yavaş yavaş, şaşırtıcı ortak yönlerle karşılaşır. Örneğin iki tarafta da savaş aleti olarak, benzer yapıda sapanlar kullanılmıştır. Sadece bu iki kültürde kava bitkisinin kaynatılmasıyla elde edilen bir çay, tören içkisi olarak kullanılmaktadır, ki iki tarafta da ilkel kavimlerin bildiği tek sarhoş edici içecektir. Ayrıca, tahminlere göre sadece bu iki uygarlık tarımsal olarak tatlı patates ve susam yetiştirmiş, yiyeceklerinde baharat olarak Şili biberi kullanmıştır.

Heyerdahl nihayet, Fatu Hiva’da bir yerlinin hikâyesini anlattığı, Polinezyalı güneş evladı Tikinin bir izine rastlar. “İnkaların güneş tanrısı Viracocha” denmektedir Güney Amerika mitolojisi üzerine yazılmış bir kitapta, eskiden muhtemelen Kon-Tiki adını taşımaktaydı, yani Güneş-Tiki. Bir efsaneye göre bu tanrı bir zamanlar yelken açıp batıya doğru yollanmıştı, yani Polinezya’ya doğru. Tiki ile Kon-Tiki acaba aynı tanrı mıdır?

Heyerdahl 1946’da kitabını yazmayı bitirir. Peru’nun kadim halkı bir zamanlar Humboldt akıntısı ve Passat rüzgârlarıyla Polinezya’ya ulaşmıştır. Fakat tezleriyle neredeyse kimse ilgilenmez. Eserini yayınlamak isteyen yayınevi çıkmaz. Bilimciler Güney Amerika yerlileri Polinezya’ya asla ulaşamazlardı diyerek karşı çıkarlar. İçlerinden biri Heyerdahl’a alayla şunu önerir: “İsterseniz balsa ağacından bir salla Peru’dan yola çıkıp Güney Denizi adalarına ulaşmayı bir deneyin.”

Heyerdahl bunu kötü bir şaka değil, ciddi bir seçenek olarak algılar.

Binlerce yıllık teknolojiyle yapılacak bir sal yolculuğu, tam kestirilemeyecek bir rizikodur. Fakat aynı zamanda, bilimde kanıt getirmenin de yeni bir yoludur. O zamana kadar bir tezi uygulanabilirliği yönünden bu kadar çarpıcı bir şekilde sınayan bir arkeolog çıkmamıştır. Heyerdahl, düşüncelerinin saygı görmesini istiyorsa, bu deneye cesaret etmek zorundadır.

Advertisement

1946 yazında, New York’ta dünya çapında ismi olan araştırmacıların kurduğu bir kâşifler kulübü olan “Explorers Club”da, Norveçli mühendis Hermann Watzinger’le buluşur. Beriki hemen bu yolculuğa katılmak ister. Hatta yolculuğa mali destek sunan biri bile bulunur.

Heyerdahl aylarca süren bir planlama çabasına başlar, efsaneleri okur, Güney Amerika’ya ilk giden Avrupalı kâşiflerin o zamanlar karşılaştıkları deniz ulaşım araçları üzerine yazdıklarını inceler. Sonra bir ekip oluşturur. Tecrübeli denizcileri özellikle almak istemez: İleride kimsenin, mürettebatındaki adamların o zamanki Perululardan daha iyi navigasyon bildikleri itirazında bulunmasını istememektedir. Watzinger’den başka ressam Erik Hesselberg ile telsizci Knut Haugland ve Torstein Raaby’yi bu ölüm kalım seferine davet eder; hepsi Norveçlidir. Daha sonra İsveçli etnolog Bengt Danielsson da onlara katılır.

Kon-Tiki

BALIKLARIN LENFLERİNDEKİ SIVIYLA BESLENDİLER

Heyerdahl askeri ataşelerden ve Birleşmiş Milletler diplomatlarından tavsiye mektupları toplar. Bunlar Peru Devlet Başkanının huzuruna kabul edilmesini sağlayacaktır. ABD ordusuna başvurur ve bu yolculuğun yeni tür donanım elemanları için bir test olacağını anlatır. Böylece su geçirmez uyku tulumları, ıslanınca da yanan kibritler, en yeni tarz ocaklar, güneş kremleri, güçlü besin ve 648 kutu dolusu ananas ve ‘köpekbalığı tozu’ alır. Bu tozun bir tutamı bile, iddiaya göre, köpekbalıklarını kaçırmaya yetmektedir.

Adamlar 1947 baharında Peru’nun başşehri Lima yakınlarında Kon-Tiki’nin yapımına başlar. 20 deniz eriyle beraber balsa ağaçlarını kesip işler, üzerlerine halatları tutacak derin olukları açarlar. 14 metrelik en uzun tomruğu ortaya yerleştirirler. İki yanına, simetrik olarak, gittikçe kısalan tomruklar dizilir, böylece salın küt bir pulluğa benzeyen burnu ortaya çıkar. Sonunda, sisaldan örülmüş 300 halatı tomrukların oluklarına dolar, sıkıştırıp düğümlerler.

Tomrukların arasına her biri iki metre uzunluğunda sağlam beş çam kütüğü yerleştirilir. Bunlar diptahtası görevi üstlenecek, salın rüzgâra kapılıp akıntıya aykırı yönde sürüklenmesini önleyecektir. Tomrukların üstüne dik açıda kaim kalaslar bağlanır, üzerleri de bambu sırıklarından oluşan sağlam bir kafesle örtülür, kafesin üzerine bambu yapraklarından yaygılar serilir. Bu sallantılı güverte’ uyuyacakları, dolaşacakları, yatacakları yerdir. Yine buraya 2,5’a 4 metre büyüklüğünde bir kulübe kondururlar. Telsiz istasyonları burada korunacaktır; çatısını da muz yapraklarıyla örterler. Mürettebat kulübenin önüne rahat dokuz metre boyunda bir direk diker. Birbirine sıkıca bağlanmış iki sırıktan oluşan direğin tek bir sereni vardır.

Keşif gezisinin hayatî tehlike içerdiğinin gittikçe daha iyi farkına varır Heyerdahl. Telsiz cihazı bozulabilir, filika ise ne açık denize dayanıklıdır, ne de altı kişiyi birden taşıyabilecektir.

Kon-Tiki

Kötüsü gelirse mürettebatı kurtaracak bir gemi bulunabileceği de gayet şüphelidir.

Fakat Heyerdahl bu şüpheleri bir kenara iter. Sal eskilerin planlarına tam uygun biçimde yapılmışsa yolculuğu başaracaklardır. Ekibinden biri, “Eğer akıntı senin tahmin ettiğin yönde gitmiyorsa Allah yardımcın olsun” der.

Bu sallantılı deniz aracı 28 Nisan 1947 günü denize açılır. Rıhtıma bir kalabalık toplanmıştır. Seyirciler 14 metre uzunluğundaki, güverte yüksekliği deniz seviyesinden yarım metreyi bile bulmayan bu platforma güvensiz bakışlarla bakmaktadır. Yükü, 56 bidon içinde 1041 litre kaynak suyu, hevenk hevenk muz, tatlı patates, susak ve 200 hindistan cevizidir. Güverte arasında adamların katran ve kumdan oluşan, yapış yapış bir malzemeyle su geçirmeyecek şekilde kapattığı koliler vardır. İçlerinde dört ay yetecek kadar peksimet bulunmaktadır; Heyerdahl Tuamotu Takımadalarına kadar en az 97 günlük yollan olduğunu hesaplamıştır.

Saat 16.30’a doğru bir römorkör Kon-Tiki’yi, yolculuğun gemi güzergâhları dışında başlayabilmesi için, 90 kilometre açığa çeker. Sonunda halat alındığında dümenci sala akıntıya uygun yönünü verir. Adamlar güneş tanrısının işaretini taşıyan yelkeni açar. Kuvvetli Passat rüzgârı çok geçmeden yelkeni şişirir.

Advertisement

DENİZİN SÜRÜKLEDİĞİ ODUN PARÇALARI GİBİ İLERLERLER

Altlarında rengârenk tropik balıklar toplaşmaktadır. Adamlar uyurken kendilerini dalgaların üzerinde çığlıklar atan kocaman bir hayvanın sırtına binmiş gibi hissetmektedir, Heyerdahl’in notlarına göre. Fakat tomruklar ne kadar birbirine sürtse de halatlar aşınıp kopmaz. Deniz balsa ağacının dış tabakalarını şişirmiştir, böylece halatlar mantardan yapılmış birer yuva içine yerleşmiş gibidir, alîta ise ağaç sağlamlığını korumaktadır. Güvertenin sudan yüksekliği o kadar azdır ki, geceleyin bir mürekkep balığı – kedi büyüklüğündedir – tırmanıp yukarı çıkar. Veya bir dalga gelir, garip bir balığı uyku tulumlarından birinin içine atar: Bu, daha önce hiçbir araştırmacının canlı olarak gözlemlemediği bir tür olan gempylus serpens’in bir örneğidir. “Belki de böyle garip balıkları keşfetmek için, insanın denizde salla dolaşması gerekiyormuş” diye düşünür Heyerdahl.

Oltayla palamut, sarıkanat ve tonbalığı avlar, bunları kulübenin yanındaki ocakta kızartırlar. Norveçliler azalan kumanyalarını tazelemekte zorlanmazlar. Sık sık köpekbalıklarının salın etrafında dolaştığı olur. Adamlar bunları bir çengel uzatıp yakalar, kuyruk yüzgeçlerinden tutup güverteye çeker.

Yağmur suyu toplamak için yelken bezleri gererler.

Mürettebat ayrıca, balıkların karnını açıp lenf bezlerindeki sıvıyı içmeyi dener. Küfümsü bir kokusu vardır, ama tuz oranı düşüktür, yani içilebilir. Adamlar denizin sakin olduğu sıralarda dümeni tespit eder. Telsizciler bambu kulübede kuru pillerin kenarlarında, incecik yağan yağmurlardan korumak için, teneke parçalan lehimler. Halatlara kasa dikişi yapar, yelkeni yamarlar. Heyerdahl plankton toplar, seyir defterini yazar ve kamerasını alıp sala halatla bağlı şişme bottan keşif gezisinin filmlerini çeker.

Sonra, 21 Temmuzda, yolculuklarının 85. günü fırtına patlar. Ekipten biri denize düşer ve son anda kurtarılır. Kötü hafta beş gün veryansın eder, rüzgârıyla, dalgalarıyla salın üzerine yüklenir. Adamların hayatta kalmalarının tek bir sebebi vardır: salı yaparken kesinkes o binlerce yıllık planlara uymuş olmaları. Çelik halat kullanmış olsalar, bunlar fırtınada salı testere gibi doğrayacaktır, ama sisal halatlar hâlâ güzel güzel yuvalarında durmaktadır. Kurumuş balsa ağacı kullanmış olsalar tomruklar deniz suyunu çekip şişecek ve sal batacaktır. Fakat taze kesilmiş ağaçlarda bulunan özsuyu, anlaşılan, sugeçirmez bir etki yapmaktadır.

HEYERDAHL, ZAFER COŞKUSU İÇİNDEYDİ – OYSA O KADAR YANILIYORDU Kİ!

Dokuz gün sonra, 30 Temmuzda salın etrafında birden deniz kuşları uçuşmaya başlar. Sabahın ilk ışıklarıyla ufukta incecik, mavi bir gölge belirir. Burası, deniz haritalarından ve ölçümlerinden çıkardıkları üzere, Polinezya’nın en doğu ucundaki Tuamotu Takımadasının da uç adası olan Pukapukadır. Fakat rüzgâr ve akıntı salı adanın açığından öteye sürükler.

Birkaç gün sonra, ikinci defa karaya yaklaşırlar. Fransız koloni idaresindeki adalardan biri olan, Perudan 6853 kilometre uzaktaki Fangatau’dur bu. Bir lagün görürler, palmiye yapraklarıyla örtülü kulübeler, sonra da katamaran kanolarıyla bir acele kendilerine doğru kürek çeken adamlar. Fakat Fangatau büsbütün aşılmaz gibi görünen mercan kayalarıyla çevrilidir.

7 Ağustos’ta, Tuamotu Takımadasına ait Raroia atolüne ulaşırlar. Bu sefer sal doğruca adanın üstüne üstüne ilerlemektedir. Daha yüzlerce metre öteden mercan kayalığında dev dalgaların kırılışını görürler. Fakat aşçı gene de sakin sakin yemeğini hazırlamaktan geri durmaz. “Büyük turnuvadan önceki son yemek” olacaktır bu, Heyerdahl’in bir acele seyir defterine yazdığı gibi.

Sonra hemen bu değerli belgeyi kapatıp kaldırır. Saat 9.50’de telsizcilerden biri, bir gün önce temasa geçtiği ve daha batıda bulunan Rarotonga Adasında yaşayan bir radyo amatörüne son haberini gönderir ve eğer mürettebat 36 saat içinde tekrar haber göndermezse Washington’daki Norveç Elçiliğine haber verilmesini ister. Sonunda der ki:

“Okey, 45 metre kaldı. Haydi bakalım. Goodbye.”

Sal mercan kayalıklarına yaklaşırken adamlar yelken halatlarına sımsıkı sarılır. Dalgalar kırılarak üzerlerinden geçer. “Bakın, sal dayanıyor! Dayanıyor!” diye haykırır içlerinden biri. Ama sonra, sekiz metre yüksekliğinde bir dalga kırılırken Kon-Tiki’yi altına alır.

Dalganın şiddeti direği kırar, dümeni pfrçalar. Enine bağlanmış kalaslar dağılır. Güverte darmadağın olur, kulübe ezilir. Ekip halatlarla harabe arasında yere serilmiş yatmaktadır; ama o dokuz kalın balsa tomruğu çarpışmaya dayanmış, hâlâ birbirine bağlı haldedir.

Biraz sonra resife çarpan enkazı dalgalar bu mercan bahçesinin taştan çatısına oturtur. Fakat mercan kayalığının keskin kenarları bile gövdeye pek az zarar verir: Mercanlar tomruklardan yer yer altı, yedi santimetre kalınlığında yongalar koparsa da, 300 halattan sadece dördünü kesebilmiştir. Öbür sisal halatları yuvalarında sapasağlam durmaktadır.

Advertisement

Altı adam enkazdan lagüne atlayıp suyun içinden yürüye yürüye atolün ortasındaki küçük bir adaya çıkar. Denizde 7010 kilometre ve 101 gün sonra karaya ayak basmaktadırlar.

İçlerinden hiçbiri ciddi bir yaralanmaya uğramamış, olayı epey sıyrıklarla atlatmışlardır. Telsiz cihazı bile hâlâ çalışmaktadır. Adamlar karaya çıktıklarının haberini gönderir. Ve Peru’dan getirdikleri bir hindistancevizini toprağa ekerler.

ISSIZ BİR ADADIR BURASI

Kon-Tiki’den sandıklarını getirirler, saldaki kulübeyi tekrar, bu sefer karaya kurarlar ve yengeç, hindistancevizi, balık yiyerek karınlarını doyururlar. Derken, altı gün sonra, bir sabah ufukta katamaran kanolar belirir. Norveçliler el sallar, yerliler sahile yanaşır.

İçlerinden biri biraz Fransızca bilmektedir. Misafirleri lagünün öbür tarafındaki adalardan birinde bulunan köyüne davet eder. Ekibi orada reis karşılar. O da Fransızca bilmektedir. Kon-Tiki’nin bir ‘pae-pae’ (Polinezya dilinde sal) olduğunu söyler. Polinezyalılar balsa tomruklarını inceleyip hayranlıklarını dile getirirken kabile reisi atalarının bir zamanlar pae-pae’ler ile denize açıldığını anlatır. Ne var ki, Kon-Tiki’nin sisal halatlarını pek gülünç bulurlar. Bunların deniz suyu ve güneşe uzun zaman dayanamayacağını ileri sürer, gururla, hindistancevizi liflerinden yaptıkları kendi halatlarını gösterirler. Beş yıl dayanıklı derler.

Bu arada, ekibin başarıyla karaya çıktığı haberi dünyayı dolaşmaktadır. Ekibi ve salı Tahiti’ye getirmesi için bir uşkuna gönderilir. Altı adam için burada törenler düzenlenir ve kendilerine yeni isimler verilir: Tahitili kabile reislerinin isimleri.

HEYERDAHL

Kon-Tiki ile deneysel arkeolojinin temelini atmaktadır. Bu yeni yöntemle, görüldüğü kadarıyla, kendi tezine yönelik eleştirileri çürütüp Güney Amerika’nın en eski yerlilerinin sallarla Polinezya Adalarına gidip yerleştiğini ispatlamaktadır. Kendi yerleşim tezini doğrulamak için gereken son yapboz parçasını bulmuştur.

Heyerdahl düzinelerce coğrafya kurumuna şeref üyesi olarak kabul edilir ve ikinci Dünya Savaşı sonrasının en önemli doğa araştırmacılarından biri olur. Bu maceralı yolculuğu belgelediği filmi 1951’de Oscar kazanır. Yolculuk raporu 70 dile çevrilir ve neredeyse 100 milyon baskı yapar. Yaklaşık 40 ekip Peru yerlilerinin salıyla yapılan bu yelken seferini tekrarlamaya çalışır. Ama gene de birçok bilgin şüphelerinden vazgeçmez. Onların gözünde Heyerdahl cüretli bir Viking’den, sal yolculuğuysa ‘hoş bir maceradan başka bir şey değildir.

Kon-Tiki

Derken, Heyerdahl’ın tezini zayıflatan yeni yeni bulgular ortaya çıkmaya başlar.

1950’li yılların ortalarında arkeologlar kazı buluntularına dayanarak, Polinezyalıların Güney Amerika kökenli olamayacaklarını kanıtlamaya başlar. Adaların birçoğunda erken bir kültürün kalıntıları keşfedilir, delikli desenlerle süslenmiş seramik parçaları bulunur. Bunları yapanlar kesin biçimde batıdan, Güney Çin’den gelmiş ve aşağı yukarı 4000 yıl önce Tayvan’a yerleşmiştir.

Oradan yola çıkarak da – ki bu kadarı artık kesindir -Filipinler, Endonezya, Yeni Gine’ye yerleşmiş, sonra Batı Pasifik’teki adalara yollanarak yaklaşık MÖ 2000 yıllarında Fiji, Tonga ve Samoa Takımadalarına çıkmışlardır. Buralarda 500 ila 1000 yıllık bir süre içinde Polinezya’nın en eski kavmi oluşmuştur: çiftçileri, asilleri ve karmaşık bir tanrılar kültüyle tam bir kavimdir bu.

Sonra bu yerleşlenlerden bazıları, herhalde açlık yüzünden veya dışlandıkları için adalardan kaçarlar. MÖ 300 yılı civarında Tuamotu ve Marquesas Takımadalarına ulaşırlar. Heyerdahl’ın 1937’de bu adalarda bulduğu heykeller – bugün biliniyor ki – Güney Amerika kökenli değildir. Heyerdahl bunları titizce ölçmemiş ve yanlış yorumlamıştır.

Advertisement

Yine, Doğu Polinezya’dan MS 500 ila 1500 yıllarında iyice ücra adalara gidenler olur: Paskalya Adası, Hawaii, Yeni Zelanda’ya yerleşirler. Açık renk derili, uzun boylu Polinezyalıların Amerika değil Asya kökenli olduğunu artık genetik testler de gösteriyor. Ayrıca dilbilimciler Pasifik bölgesindeki 200 u aşkın dilde 5000 ortak temel kavram bulunduğunu, fakat bunların Güney Amerika dilleriyle ortaklık göstermediğini ortaya çıkarıyor.

Heyerdahl Asya kökenli yerleşimcilerin denizcilik yeteneklerini küçümsemiş ve bunların rüzgâra ve hakim akıntılara karşı bile yol alabileceğine imkânsız gözüyle bakmıştı. 1973’ten bu yana ise Hawaiili bilimciler Polinezyalıların 1000 yılı aşkın bir zaman önce birçok adadan oluşan bu ülkeyi keşfetmekte kullandığı teknelerin aynısını yapmaya başladı. Eski tarz bir katamaranla geniş bir su dünyasında uzun yollar kat ediyorlar.

Üstelik, rüzgâra karşı da yol alabiliyorlar.

Bundan kısa bir zaman sonra iklim araştırmacıları günümüzde her birkaç yılda bir akıntı şartlarını geçici olarak değiştiren bir olayın o zamanlar için de geçerli olduğunu ispatladı: El Niño adı verilen iklim etkisi. Bu durumda Ekvator’a yakın deniz akıntıları neredeyse tam tersine dönüyor, Orta Asya’dan Polinezya ve Güney Amerika’ya kadar sular yükseliyor. O eski göçmenler zaman zaman da böyle, kendilerini akıntıya bırakarak doğuya ilerlemiş olabilirler.

Thor Heyerdahl araştırma sonuçlarını soğukkanlılıkla kabullenir. Dünyada yeni bölgelere yönelir ve başka eski kültürlerin teknelerinin denize dayanıklılığını araştırmaya başlar; papirüsten yapılma bir tekneyle Fas’tan Karayipler’in Barbados Adasına, sazdan bir tekneyle de Dicle üzerinde güneye gider.

Nisan 2002’de İtalya’da ölür. Yaptığı salın ömrü daha uzun olur. Bu salı bugün Oslo’daki Kon-Tiki Müzesinde görebilirsiniz.


Leave A Reply