Canlıların İnorganik Bileşenleri, Vücutlarındaki İnorganik Bileşenler Görevi

0
Advertisement

Canlıların inorganik bileşenleri nelerdir? Canlıların yapısında bulunan inorganik bileşikler ve özellikleri nelerdir, hakkında bilgi.

Canlıların İnorganik Bileşenleri

Canlıların yapısını oluşturan temel bileşikler, kimyasal yapıları bakımından, organik bileşenler ve inorganik bileşenler olarak, iki ayrı grup oluştururlar. İnorganik maddelerin başında; su, mineraller, asitler ve tuzlar gelir. Bu maddeler genelde canlıya dışarıdan sağlanır; yapı ve düzenleme gibi fonksiyonları bulunur.

I. SU

Canlıların temel maddelerinden biri olup, organizmanın büyük bir kısmını oluşturur. Su miktarı, her canlıda; hatta bir organizmanın farklı organlarında, bir organın farklı bölümlerinde değişiklik gösterir.

Su, canlıda serbest veya bağlı olarak bulunur. Serbest su; hücredeki iyonların, bazı moleküllerin çözündüğü ve enzimatik reaksiyonların meydana geldiği ortamdır. Bağlı su ise, özellikle proteinlerin artı ve eksi yüklü gruplarına bağlı olarak bulunur. Su, iki hidrojen ve bir oksijen atomundan meydana gelmiş olup, iki hidrojen atomunun ortasında oksijen atomu bulunur. Normalde nötr olan su molekülünde, hidrojenlerin olduğu bölge protonlardan dolayı ‘ + ‘ yüklü, diğer taraf ise oksijenin serbest elektronlarından dolayı ‘ – ‘ yüklüdür (polar yapı).

bardak su

Kaynak: pixabay.com

II. ASİTLER, BAZLAR, TUZLAR ve pH

Tuzlar, asitler ve bazlar su içinde çözündüklerinde kendilerini oluşturan iyonlarına ayrılır. Bu şekilde suyun elektriği iletir duruma gelmesini sağlayan elementlere elektrolit, bu elektrolitlerden eksi yüklü olanlara anyon, artı yüklü olanlara ise katyon denir.

Advertisement

A. Asitler

Su içinde çözündüklerinde hidrojen iyonu (\displaystyle {{H}^{+}}) veren bütün bileşiklere asit denir. Asitler, mavi turnusol kağıdını kırmızıya dönüştürür. Dille dokunulduğunda ekşi tat verir. Yapısında karbon atomu bulunduran asitler organik (asetik asit, sitrik asit); diğerleri ise inorganik asitlerdir [(hidroklorik asit (HCI), sülfürik asit (\displaystyle {{H}_{2}}S{{O}_{4}})].

B. Bazlar

Suda çözündüklerinde hidroksil (\displaystyle O{{H}^{-}}) iyonu veren bileşiklere baz denir. Bazlar kırmızı turnusol kağıdını maviye dönüştürür. Organik bazların yapılarında genellikle karbon ve azot bulunur (\displaystyle C{{H}_{3}}N{{H}_{2}}, \displaystyle N{{H}_{4}}OH). inorganik bazlara ise NaOH, \displaystyle Ca{{(OH)}_{2}}‘i örnek olarak verebiliriz.

C. Tuzlar

Asitlerle bazlar birleşerek tuzları oluşturur. Hücrede ve hücreler arası sıvıda çeşitli tuzlar bulunur.

D. Asit – Baz Dengesi (pH)

Bir çözeltinin asitlik veya baziklik derecesi, pH olarak ifade edilir. Canlı vücudunda genellikle asitler ve bazlar denge halinde bulunur. İnsan vücudu, birbiriyle uyum içinde çalışan, birbirine yardımcı sistemlerden oluşmuştur. Herhangi bir sistemde çıkan arıza, hemen diğer sistemleri de etkilemektedir. Vücudumuzda asit-baz dengesini belirleyen başlıca element, hidrojen (H) atomudur.

İnsan vücuduna hergün belirli miktarda asit eklenmesine rağmen, vücudun asit oranında herhangi bir değişiklik olmaz. Vücut sıvısının pH’ı 7,38 -7,42 arasında değişmektedir. Bu değer 7’nin altına düşer veya 7,7’nin üzerine çıkarsa ölüm meydana gelir. Yaşamın devam edebilmesi için vücut pH’ının 7-7,7 sınırları arasında tutulması gerekir. Bu olayı düzenleyen çeşitli tampon mekanizmaları mevcuttur.

Advertisement

III. MİNERALLER

Mineraller besinlerle birlikte mutlaka almamız gereken inorganik maddelerdir. Organizmada enerji eldesinde kullanılmazlar. Ancak, bir çok molekülün yapısını oluştururlar.

Mineraller; kanın ozmotik basıncının ayarlanmasında, kasların kasılmasında ve sinirlerde uyartıların iletilmesinde görev yaparlar. Hücrelerde metabolik reaksiyonların gerçekleşmesini sağlayan, bazı bileşik enzimlerin yapısına kofaktör olarak katılırlar. Bu nedenle bazı minerallerin eksikliğinde, enzimlerin çalışmamasına bağlı olarak, çeşitli metabolik hastalıklar meydana gelebilir.

Vücuda alınan minerallerin bir kısmı dışkı, idrar ve ter yolu ile atılır. Bu nedenle sağlığın korunması için, mineral içeren besinlerden düzenli olarak alınması gerekir.

Demir:

Hemoglobin molekülü ve demir içeren enzimlerin yapımı için gereklidir. Vücutta her gün parçalanan alyuvarlardaki demir, tekrar tekrar kullanıldığından günlük demir eksikliği çok azdır. Nişasta, yağ ve şeker gibi besinlerin dışında, hemen her besinde değişik miktarda demir bulunur. Vücudumuzdaki demirin yarıdan çoğu, kana kırmızı renk veren hemoglobinin yapısında bulunur. Ayrıca karaciğer, kırmızı kemik iliği, kas ve dalak demir yönüyle zengin organlarımızdır.

Kalsiyum:

Sağlıklı bir insanın vücudunda en fazla oranda bulunan mineral kalsiyumdur. Bu kalsiyumun büyük bir kısmı, fosfor ile birlikte kemiklerin ve dişlerin yapısına katılır. Kalsiyumun geri kalan kısmı ise kasların kasılmasında, sinirlerde uyartı iletilmesinde, damar kesilmesi durumunda kanın pıhtılaşmasında ve bazı enzimlerin çalışmasında görev yapar. Ayrıca kalbin çalışmasında da etkili bir mineraldir.

Vücuttaki kalsiyum miktarı hormonlarla ve vitaminlerle düzenlenir. Kalsiyumun en iyi kaynağı, süt ve süt mamülleridir. Ayrıca yeşil sebzeler ve tahıllarda da kalsiyum bulunur. Besinlerle birlikte alınan kalsiyumun bir kısmı bağırsaklardan emilir. Fazlası ise dışkı ile birlikte atılır. Bağırsaklardan kalsiyum emilmesinde D vitamini etkili olur.

Sodyum ve Potasyum:

Bu mineraller, hücre içi ve dışı sıvılardaki asit baz dengesinin sağlanması, sinir ve kasların çalışması için gereklidir. Sodyum, daha çok hücre dışı sıvılarda, potasyum ise hücre içinde ve kan plazmasında bulunur. Bu mineraller en çok; peynir, yağ, zeytin, turşu gibi tuzlanmış ve salamura bekletilmiş besinlerden sağlanır. İkisi de besinlerde bulunduğundan normal şartlarda yetersizliği görülmez. Ancak aşırı terleme, çok idrar çıkarma ve bazı hastalıklar sonucu bu minerallerin yetersizliği ya da fazlalığı görülebilir. Sodyum tuzları kalp ritminin düzenlenmesinde de görev alır.

Magnezyum:

Vücutta birçok enzimin çalışması magnezyum iyonlarına bağlıdır. Kanda kalsiyum ile magnezyum dengesi, kan ve sinir fonksiyonları için çok önemlidir. Vücuttaki magnezyumun yaklaşık yarısı kemikte bulunur.

Fosfor:

Kalsiyumla birlikte kemiklerin yapısına katılır. Ayrıca nükleik asitlerin yapısına girer. Özellikle enerji molekülü olan ATP’nin yapısında bulunur. Bu nedenle vücuttaki bütün hücrelerin fosfora ihtiyaçları vardır. Normal şartlarda fosfor yetersizliği görülmez. Fosfor azlığında ise büyüme durur, iskelet bozuklukları ve kemiklerde yumuşama ortaya çıkar.

Klor:

Vücut sıvılarındaki asit-baz dengesinin korunmasında etkilidir. Mide özsuyunun üretilmesinde ve bazı hormonların çalışmasında etkilidir. Klor vücuda sofra tuzu ile alınır. Eksikliğinde, sindirim ve büyüme bozuklukları ortaya çıkar.

Advertisement
İyot:

Tiroit hormonu yapımı için çok az miktarda gereklidir. Deniz ürünlerinde ve iyotlu topraklarda yetişen bitkilerin yapısında bulunur. Genellikle denizden uzak bölgelerde yaşayan insanlarda, iyot eksikliği guatr hastalığına sebep olur. Bu gibi bölgelerde iyotlu sofra tuzu alınmalıdır.

Çinko:

Büyümeyi, çok sayıda enzimin çalışmasına yardımcı olmayı ve bağışıklık sisteminin etkin olarak çalışmasını sağlar. Fazla alındığında; saç dökülmesi, tırnak kırılması, yorgunluk ve sinir sisteminde istem dışı hareketlerin meydana gelmesine neden olur. En çok istiridye, yengeç, hindi, yoğurt, ayçekirdeği ve brokoli gibi besinlerde bulunur.


Leave A Reply