Örfi Hukuk Nedir? Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Örfi hukuk nedir? örfi hukukun özellikleri, Osmanlılarda örfi hukuk tarihi, Örfi hukuk kuralları ve hakkında bilgi.

Örfi Hukuk Nedir? Hakkında Bilgi

Örfî hukuk, Osmanlı Devleti’nde kaynağı örf olan yönetsel ve yargısal kurallardır. Şeriatın kapsamadığı alandaki örflerin kanunnamelerle yasallaştırılması yoluyla oluşturulmuştur.

İslamın yayılma döneminde Arap dünyası dışındaki ülkelerin birçoğunda büyük uygarlıklarla yüz yüze gelindi. Bu uygarlıkların kamu düzenine, toplumsal ve ekonomik yaşama, ceza hukukuna ilişkin yasa ve töreleri İslam hukuku açısından bazı sonuçlar doğurdu. Şeriata aykırı olanları kaldırılmaya, şeriatça sakıncasız, daha da önemlisi toplum düzeni bakımından yararlı görülenleri ise İslami dayanaklarla güçlendirilerek korunmaya çalışıldı.

Bu yaklaşım uzunca bir süreçte örfi hukuku oluşturdu. İslam din bilginleri de örfü dinsel açıdan tanımlayarak şeriatla bağdaştırmaya yöneldiler. “Akla ve dine uygun olan, doğru sayılan, sağduyulularca reddi olanaksız” kuralları ifade eden örfü batıl, günah, yanlış olabilecek âdet ya da alışkanlıktan ayırdılar. Ayrıca bütün toplumu bağlayan “örf-i âm” ile belli bir yöre ya da bir konuyu kapsayan “örf-i has” olmak üzere iki tür örf belirlediler. Bütün bu esneklikleriyle örfi hukuka yer açmasında İslamın göreli hoşgörüsü ve yararcılığı etkili oldu. Örfi hukukun yürürlüğü ise Müslümanlığın her girdiği yerde yaygın ve kalıcı olmasına yardım etti.

Ama Moğollarda görüldüğü gibi, “yasag”ın (yasağ) zaten her alanı kapsadığı durumlarda, şeriatın kabulü ile kavmin kendi örfi hukukunun korunması arasındaki çelişme zaman zaman çözümü güç sorunlara, çekişmelere, hatta iç savaşlara yol açtı. İslamın egemen din üstünlüğünü kazandığı daha ileri bir aşamada hükümdarlar kamu düzeni (nizam-ı âlem) uğruna, şeriat çerçevesinde çözümü olanaksız konularla ilgili kuralları kendi iradeleriyle koyarak örfi hukukun kapsamını genişlettiler.

Bu kuralları koyarken toplumun tepkisini çekmemek, kamu vicdanının onayını almak ilkesini gözetiyor, dolayısıyla örf ve âdetlere dayanıyorlardı. Özet olarak, örfi hukukun oluşması için şu dört özellik gerekli ve yeterliydi:

Advertisement

1) Yasa konusunun şeriatta yerinin bulunmaması ve şer’i yoldan çözüme kavuşturulamaması,
2) bu konuda halkın benimseyegeldiği ve şeriata ters düşmeyen (ya da ters düşmediği varsayılan) kuralların varlığı;
3) hükümdarlık erkinin bu alanı kapsaması;
4) konan yasanın toplum yararına ve adalete uygunluğu.

Şeriatın toprak mülkiyeti ve tarımsal artıürün aktarımını düzenlenmedeki yetersizliği nedeniyle, örfi hukukun en geniş uygulama alanı şer’i vergilendirme dışında kalan ve her yöreye göre türleri, oranları ve toplama yöntemleri değişen vergilendirmeler (tekalif-i örfiye) oldu.

Türklerin İslam dünyasına egemen olmasından sonra örfi hukuk önemli gelişme gösterdi. Osmanlıların birçok ülkeyi ve halkı yönetimleri altında toplamaları sürecinde ise uluslararası denebilecek bir uygulama alanı buldu. Şeriatın köktenci ve ödünsüz karakterine karşılık zamana ve koşullara uydurulabilen örfi hukuk ön plana çıkmaya başladı. Osmanlılar tahrir defterlerini hazırlarken genişleyen sınırlarının kapsadığı değişik bölgelerdeki örfleri dikkatle saptayıp kaydettiler. Bunlardan şeriata aykırı görülmeyenleri benimseyerek zaman içinde, yumuşak bir biçimde olabildiğince yeknesaklaştırdılar. Yerel örflere dayalı sancak ya da liva kanunnamelerinin hazırlanmasında Kuran’ın, “bilinen doğruyu (örfü) emrediniz, yanlışı yasaklayınız” hükmüne yaslandılar. Uygulama açısından ise, kanunnameler tahrir defterlerinin başına yazılarak ya da fermanlarla yayınlanarak yargıçların, kamu ve ilmiye görevlilerinin bunlara uymaları istendi. Bu tutum, fetih öncesi toprak rejimleri ile Osmanlı tımar sisteminin ifade ettiği üretim ilişkileri arasında (özellikle reaya ve küçük soylular/ sipahiler açısından) önemli süreklilikler sağladı; özümlemeyi kolaylaştırdı. Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da ve Anadolu’da güçlenmesinde etkili oldu.

16. yüzyılın sonlarıyla 17. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’yle Avrupa arasındaki güç dengelerinin olumsuz yönde değişmeye, iç ve dış istikrarın sarsılmaya yüz tutması egemen sınıfın ideolojisinde giderek katıla-şan tutucu bir tepkiye yol açtı. Duraklama ve gerilemeye tepki, uzun süre, geçmişe daha çok sarılma çabası biçimini aldı. 17. yüzyıl ortalarına doğru Kadızadeliler hareketiyle şer’i hukuk her alana egemen kılınmak istendi. Bu yüzden örfi hukuk alanı daraldı ve devletin değişen koşullar karşısındaki tepki esnekliği azaldı. Şer’i hukuk ile örfi hukuk arasındaki çatışmanın doğurduğu bunalım derinleşirken, 19. yüzyılın ilk yansında Osmanlı egemen sınıfının reformcu kesimi yukarıdan aşağı bir modernleşme denemesini başlattı. Bu gelişme içinde artık çözüm, eskisi gibi bir örfi hukukun oluşturulmasında değil, şeriata alternatif olarak Batı kapitalizminin hukuksal üstyapılarının benimsenmesinde arandı. Şer’i hukuk-örfi hukuk çelişmesinin yerini de şer’i hukuk-burjuva hukuku çelişmesi aldı. Cumhuriyet’in kurulması ve Atatürk’ün reformlarıyla bu çelişme çağdaş burjuva hukuku yönünde kesin çözüme kavuşturuldu.


Leave A Reply