Asya Kıtasının Tarihi

0
Advertisement

Tarih öncesi zamanlar, Antik Çağdan günümüze değin Asya kıtasının ve Asya ülkelerinin tarihi, tarihçesi ve yaşananlar hakkında bilgi.

Asya Kıtasının Tarihi

TARİHÖNCESİ.

Son bilimsel bulgularla, Asya’nın tek başına insanlığın beşiği olduğu biçimindeki geleneksel kanının geçerliliğini yitirmiş olmasına karşın, insanoğlunun Asya’nın zengin ve değişken doğal ortamına uyum sağlamada gösterdiği evrim geniş bir ilgi konusu olmaya devam etmektedir. Günümüzden 35 milyon yıl önce Asya’nın bugünkü jeolojik özellikleri oluşurken, aralarında bilinen en eski insangil olan Ramapithecus punjabicus’un da bulunduğu başlıca primat türleri de ortaya çıktı. Yaklaşık 2,5 milyon yıl önce Pleyistosen Bölümünün başlarında görülen australopitheci, aynı bölümün ortalarında (y. 500-200 bin yıl önce) yerini Homo erectus’a bıraktı. Günümüzden yaklaşık 150 bin yıl önce başlayan Üst Pleyistosen ise Homo sapiens’in ortaya çıkışına sahne oldu.

Tarihöncesi insan fosilleri. Vürm Buzul döneminde buzullaşmanın doruğuna çıkmasıyla yüksek kesimleri kaplayan buz tabakaları yüzünden Asya’da insanların yaşam alanları sınırlıydı. Avrupa ile Doğu Asya arasındaki geçitler bazı dar koridorlar dışında genellikle kapalıydı. Bu bakımdan Vürm buzullaşmasının başladığı 70 bin yıl öncesinde Batı Avrupa Neanderthal toplulukları ile Zagros ve Elburz dağlarının kuzeyi, Hindukuşlar, Orta Asya ve Afganistan’da kalıntılarına rastlanan Batı Asya Neanderthal toplulukları birbirinden kopuktu. 40 bin yıl önce başlayan ikinci buzullaşma evresinde kısa süren ılıman dönem içinde Neanderthal yaşam alanlarının yerini ilk modern insangillerin oturduğu yerler aldı. Buzullaşma dönemlerinde Asya’nın kuzeydoğusu ile Yenidünya arasında bir kara köprüsü durumunda olan Bering Boğazı, daha sonra sularla kaplandı. Aynı biçimde Vürm ve Riss buzul dönemlerinde, Güneydoğu Asya’dan Avustralya’ya göçlere olanak veren kıtasal kütleler, sular altında kalarak birbirinden ayrıldı. Güney Asya’nın yüksek kesimlerinde buzullaşmalar görülmekle birlikte, daha aşağılarda tropik bir doğal ortam görüldü. Çin’de ise Üst Pleyistosen Bölümü boyunca insan yerleşimine elverişli bir iklim ve toprak örtüsü egemen oldu.

20. yüzyılda Yakındoğu’da yapılan araştırma ve kazılarda Neanderthal insan fosillerinin bulunduğu 10’u aşkın yer bulunmuştur. Suriye, Lübnan ve İsrail’de yapılan kazılar sırasında 70.000 – 37.750 yıl öncesine giden insan kalıntılarına rastlanmıştır. 1929-34 arasında Karmel Dağındaki iki mağarada son Homo sapiens insangillere özgü birçok fiziksel özelliklere sahip Neanderthal fosiller ortaya çıkarıldı. Daha sonra Türkiye, Irak ve İran’da yapılan kazılarda benzer fosillerin bulunmasıyla Palaeonthropus palestinus adlandırmasından vazgeçildi. Semerkand’da yapılan kazılar, Orta Asya’nın eski Neanderthal fosilinin bulunmasını sağladı. Doğu ve Güneydoğu Asya’da da Batı Asya Neanderthal insangilini andıran Üst Pleyistosen Bölümü başlarından kalma fosiller bulundu.

Çin’de 1922’de başlayan araştırmalarda elde edilen çok sayıda buluntu arasında günümüzden yaklaşık 120 bin yıl öncesine ait olduğu sanılan bir kafatası da yer almaktadır. Doğu Asya’nın özelliği, Batı Asya Neandertnali ile benzerlik taşıyan fosillerin bu bölgede çok daha yeni sitlerden elde edilmesidir. Güneydoğu Asya Neanderthal kalıntıları ise 1931-32’de Cava’da bulundu. Cava’da ortaya çıkarılan kafataslarına önce Homo (Javanthropus) soloensis adı verildiyse de, günümüz taksonomi bilginleri bu örneklerin Çin ve Batı Asya Neanderthalleri ile benzer oldukları kanısındadırlar. Japon adalarından pek az kalıntı elde edilebilmiştir; bunlar da sınıflandırılabilme açısından yeterli bütünlüğü göstermemektedir. Güney Asya’da insan yapımı bazı eşyalar bulunmasına karşın bugüne değin fosil bulunamamıştır.

Advertisement

Batı Asya’da Homo sapiens’in ortaya çıkışı yaklaşık 40 bin yıl öncesine gitmektedir. Bu tarih aşağı yukarı Avrupa ve Afrika Neanderthallerinin yerini sapiens insangillerin aldığı dönemle çakışmaktadır. Güneydoğu Asya’nın en eski Homo sapiens kalıntısı 1959’da Borneo’da bulunan kafatasıdır. Bu buluntu 37.650 yıl öncesine gitmektedir. Çin’de çeşitli tarihlerde yapılan kazılarda elde edilen fosiller de Üst Pleyistosen sonlarına aittir. 1958’de Japonya’da Honşu Adasında bulunan sapiens fosili gene Üst Pleyistosen’den kalmadır.

Yakındoğu’da, Lübnan’da sapiens fosilleri barındıran iki Pleyistosen sit bulunmuştur. İsrail’de yapılan çeşitli kazılar da Üst Pleyistosen sitleri ortaya çıkarmıştır. Sibirya’nın batısında 1929’da bulunan sapiens örneği günümüzden yaklaşık 15 bin yıl öncesine aittir.

Fosil kalıntılarının morfolojisi. Eldeki örnekler incelendiğinde, alında göz çukurlarının hemen üzerindeki uzun çıkıntı, geniş ve derin göz çukurları ve ortalama 1.500 cm3 kafatası hacmi gibi özellikler açısından, bazı Batı Asya ve Avrupa Neanderthalleri arasında önemli benzerlikler bulunmaktadır. Avrupa Neanderthaline en çok benzerlik gösterenler İsrail. Irak ve Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetlerinde bulunan örneklerdir. Batı Asya’nın öteki Neanderthalleri ise Avrupa’nın Üçüncü Buzularası Neanderthallerine benzer. Bunlar, fiziksel özellikler açısından günümüz insanına daha yakındır.

Doğu Asya Neanderthali’nin özellikleri arasında, ortalama 1.225 cm3 kafatası hacmi ve kesicidişlerin (bölgede bugün yaşayan halklarda da çok yaygın olarak görülen) “küreksi” biçimi dikkat çekmektedir. Cava’da bulunan kafataslarının hacmi ise 1.158 cm3’e kadar inebilmektedir. Bu açılardan bakıldığında Çin ve Cava Neanderthalleri ile Afrika’nın Kabwe ve Saldanha kafatasları arasında benzerlik bulunmaktadır. Çin ve Cava Neanderthalleri daha çok orta Pleyistosen’in Homo erecto’una benzer. Cava’da bulunan bir başka örnek olan Wadjak kalıntısı ise 1.550 cm3 kafatası hacmi ile daha çok Avustralya ve Melanezya’nın yerli halkları ile benzerlik taşımaktadır. Asya’nın soğuk iklim kuşaklarında kısa ve sağlam yapılı kalıntılara, tropikal kuşaklarında ise uzun ve ince kalıntılara rastlanmıştır.

Borneo’da elde edilen ve daha çok Avustralya yerlileri ile benzerlikler taşıyan bir örneğin dışında, Asya’da bulunan Homo sapiens fosilleri günümüzün Asya insanları ile benzerlikler taşımaktadır. Çin’in kuzeyindeki bir sitten elde edilen örneklerden üçünün günümüz Aynu, Eskimo ve Melanezya topluluklarına özgü yapıda olması, Pleyistosen sonlarında (y. 30-10 bin yıl öncesinden günümüze) Çin’in bu yöresinde çok çeşitli morfolojik özelliklerin bir arada bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca Çin’in çeşitli yörelerinde yapılan kazılardan elde edilen fosiller, bugün Doğu Asya’da yaşayanların iskelet yapıları ile önemli benzer-İikler taşımaktadır.

Tarihöncesi insanların yaşam biçimleri. Orta Pleyistosen’den kalma taş alet ve silahlardan, bu dönemde Asya’da iki tekniğin egemen olduğu anlaşılmaktadır. Batı ve Orta Asya’da, genel olarak Acheuleen kültür adı verilen el baltası ve büyük kesici alet yapımcılığı görülürken, Doğu ve Güneydoğu Asya’da Pleyistosen sonlarına değin süren taş yonga alet yapımcılığı ön plana çıkmaktadır. Orta Pleyistosen’i izleyen Üst Pleyistosen’de soğuk iklim koşullarına geçilmesiyle, Batı Asya’da Acheuleen el baltasının yerini taş yonga alet yapımcılığı aldı. Bu tekniğin görüldüğü Mousterien kültürde alet yapımı, taş parçalarının düzeltilerek işlenmesine dayanıyordu. Neanderthal ile yakından bağlantılı bu geleneğe geçiş İsrail, Suriye, Ürdün, Irak, Orta Asya ve Çin’in kuzey kesiminde yapılan kazılarda elde edilen bulgularda da doğrulanmaktadır. Doğu ve Güney Asya’nın öteki kesimlerinde ise günümüzden 10 bin yıl önce Pleyistosen’in kapanışına değin süren Çakıltaşı kültürünün değişik teknikleri egemen oldu. Keskin ağızlı küçük aletlere dayanan Mezolitik Çağ ile birlikte bütün bu kültürler silindi.

Advertisement

Üst Pleyistosen’de soğuk iklim koşullarına biyolojik ve kültürel uyum sağlayarak buzların çekilmesiyle yüksek yerlerde de oturmaya başlayan insanlar, av hayvanlarını izlerken yeni ve daha geniş alanlara yayıldılar. Ateşin denetim altına alınması, mağaraların barınak olarak kullanılması ve hayvan derilerinin dikilerek giyilmesi de yeni gelişmelerdi. Bu arada ölüleri gömme âdeti başladı. Bazı kalıntılar sıcak bir evrede ilkel konutların da yapıldığını göstermekle birlikte, genelde mağara ve kaya sığınakları temel barınaklar olmaya devam etti. Bu dönemde yamyamlığın var olduğunu gösteren bazı kanıtlar da vardır. Resim ve plastik sanatlar alanında Asya Neanderthal insanı ile ilgili herhangi bir arkeolojik bulgu yoktur. Bu sanatlar Asya’da Homo sapiens ile birlikte ortaya çıkar.

Üst Pleyistosen insanları büyük hayvanları avlamakta ustaydılar. Batı ve Orta Asya’da av hayvanı varlığı buzul ve buzularası dönemlere göre değişmekteydi. İsrail’de hem ılıman dönemlere ait hipopotam ve gergedan, hem de soğuk dönemlere ait geyik ve antilop fosilleri bulunmuştur. Orta Asya’da ise başlıca av hayvanlarını mamutlar, geyikler ve tüylü gergedanlar oluşturmaktaydı. Güney ve Güneydoğu Asya’da Pleyistosen’in büyük bölümü boyunca tropik koşulların egemen olması, bu bölgelerdeki hayvan varlığını kıtanın öteki bölgelerinden farklı kılmıştır.

Asya fosillerinin günümüz insanına filogenetik yakınlığı. Bilim adamları yaşayan insan toplulukları ile geçmiş fosil örnekleri arasında filogenetik bağlar kurulmasında genellikle ihtiyatlı davranırlar. Bir halkın kökenini birkaç bin yılın ötesine götürmek pek güvenilir bir yaklaşım sayılmaz. Örneğin Batı Asya’da İsrail’in Mezolitik Çağ insanı, günümüz Yakındoğu insanlarıyla benzerlik taşımaz. Cava ve Borneo Neanderthalleri de, Güneydoğu Asya adaları ve anakara halkları ile benzerlik göstermezler. İlk fosil örnekleri 8 bin yıl öncesine giden Asya’nın Pigme ve Negrito toplulukları, Afrika Pigmelerinden çok, çevrelerindeki büyük topluluklara yakın fiziksel özellikler taşır. Uzakdoğu’da “Çinli” olarak nitelendirilebilecek iskeletlerin geçmişi ancak İÖ 3. binyıla uzanır. Güneydoğu Asya’nın yerli halklarında Çinli özelliklere sık rastlanması, Çinlilerin geçmişte güneye göç etmelerinin bir sonucudur. Tarihten silinmiş topluluklar ile günümüz halkları arasındaki biyolojik benzerliklerin geçmişi, genelde bundan dört-beş bin yıl önce toplayıcılıktan tarıma geçen Neolitik- Asya kültürlerine değin indirilebilir.

ANTİK ÇAĞ

Asya’nın son 2500 yıllık tarihi Çin, Hint, İslam, Rus, Avrupa ve Orta Asya kaynaklı etkilerin ve bunların karşılıklı ilişkilerinin damgasını taşır. Doğu Asya uygarlığını (Japonya, Kore ve Annam) biçimlendiren Çin, aynı zamanda Moğolistan, Tibet, Tayland, Kamboçya ve Myanmar’ı önemli bir ölçüde etkilemiştir. Hindu ve Budacı dinlerde somutlaşan Hint etkisiyle Hint sanat, edebiyat ve alfabesi de yayılmıştır. İslamlık, beşiği olan Arabistan Yarımadasından hemen her yöne yayılırken, doğuda Hindistan’a, oradan da Doğu Hint Adalarına kadar uzanmıştır. Orta Asya ise tarihte, söz konusu güçlü etkilerin yansıdığı ve buradan başka alanlara iletildiği bölge olmuştur. Orta Asya halklarının ortak bir adı yoktur. Dilbilim açısından Türk, Moğol ve Hun gibi çeşitli gruplara ayrılan bu topluluklar yalnızca belirli dönemlerde aynı devlet çatısı altında birleşmişlerdir. Orta Asya, tarih boyunca dış baskıları yumuşatıp emen, ama er ya da geç dışarıya atan bir sünger olmuştur. Orta Asya çıkışlı istila hareketleri arasında Avrupa’nın Avar, Hun ve Bulgarlarca istilası, Hindistan’ın kuzeyinin Akhunlarca ele geçirilmesi, Moğolların Rusya’yı fethi, Timur’un fetihleri, Anadolu ve Doğu Avrupa’nın Türklerce ele geçirilmesi, Hindistan’ ın Babür istilasına uğraması, Çin’in önce Kubilay Han’ın ordularınca, 17. yüzyılda da Mançularca ele geçirilmesi sayılabilir.

Ortadoğu. Arkeolojik çalışmalar, yiyecek toplayıcılığından tarımcılığa ilk kez Yakındoğu’da geçildiğini göstermektedir. Tarımda ürün ve yöntemlerin çeşitlendirilmesi de gene bu bölgede gerçekleşti. İÖ 5 bin dolaylarında Mezopotamya ve Mısır’da ortaya çıkan ırmak vadisi uygarlıkları, Asya ve Avrupa’daki öteki uygarlıkların çok ilerisindeydi. Fırat-Dicle Vadisinin güneyi Mezopotamya uygarlığının beşiği oldu. İlk kentler burada kuruldu. Bu verimli ovaya yerleşen ilk toplulukların Sümerler olduğu sanılır. Sümer uygarlığı vadinin orta kesimindeki Sami kabileler arasında da yayıldı. Buradaki Akadların zamanla Sümerlere üstünlük sağlayıp onlarla kaynaşması sonucu, İÖ 18. yüzyılda yasa koyucu Hammurabi‘nin yönetimi altında Babil Devleti oluştu. İlk kentler, tarım, hayvancılık ve avcılığa yer veren dengeli bir ekonomiye dayanıyor, teokratik ve toplumcu bir yönetim yapısı gösteriyordu. Yazıyı da bulan Sümerler, ticari ilişkiler aracılığıyla antik Ortadoğu’ nun tümünü etkilediler.

Babil devleti Elam istilası sonucu çöktü. Beş yüzyıl boyunca Elam yönetiminde kalan Babil daha sonra İO 1595’te Hitit istilasına uğradı. Hititler İÖ 14. yüzyılda Suriye’nin kuzeyi ile Anadolu’nun büyük bölümünü içine alan bir imparatorluk kurdular. Benzer bir dili konuştukları için Babillilerin uzantısı oldukları sanılan Asur-lular, İÖ 11. yüzyılda bölgedeki başlıca güç durumuna geldiler. Ama Med-Pers saldırılarına dayanamayarak İÖ 7. yüzyılda dağıldılar. Babil, İÖ 539’da Perslerin eline geçmesine karşın, kültürel ve dinsel açıdan uzun süren etkisini sürdürdü.

Mısır’da Mezopotomya’ya göre daha kesintisiz bir uygarlık gelişti. Nil Vadisinin yukarı kesimlerinde doğan ve bütün vadiye egemen olan Mısır Krallığı, İÖ 3100’de 1. sülalenin kurulmasıyla istikrarlı bir yapı kazandı. İdari ve toplumsal alanda aşırı bir merkezileşmeye dayanan bu devletin başındaki firavunun, yaşayan bir tanrı olarak insanlara göz kulak olduğuna inanılırdı. Mısır’daki kurulu düzen önemsiz bazı kesintiler dışında yüzyıllarca sürdü. İÖ y. 1200 dolaylarında Anadolu ve Ortadoğu yeni istila dalgalarına uğradı. Hitit İmparatorluğu yıkılırken Mısır’ın Ortadoğu üzerindeki olumlu etkisi de silinmeye yüz tuttu. Güç merkezleri de Batı’ya ve Doğu’ya doğru kaydı.

İÖ 6. yüzyılda Asur İmparatorluğu’nu yıkıp Babil’i alan Persler Ahameniş İmparatorluğu’nu kurdular. Bu devletin temelini oluşturan Âri kökenli Medler ve Persler, doğuda İndus ve Ceyhun ırmaklarından batıda Trakya’ya kadar uzanan geniş topraklara egemen oldular. Ahamenişler iki yüzyıl sonra Büyük İskender’e yenildiler, imparatorluğun büyük bölümüne egemen olan Selevkoslar, Yunan kültürünün doğuya yayılmasında önemli bir rol oynadı. Aynı sıralarda Pers âdetlerini benimsemiş bir Turan topluluğu olduğu sanılan Partlar yeni bir imparatorluk kurdular. Romalılara başarıyla karşı koyan Partlar, Pers Sasani hanedanına boyun eğdiler. Dört yüzyıl boyunca hüküm süren Sasaniler Zerdüştlüğü resmî din olarak benimsediler. 7. yüzyılda başlayan İslam akınları İran ve çevresinde bu yeni dini yayarken Sasani egemenliğine de son verdi.

Hindistan ve Hintleşmiş Asya. Asya’nın öteki kesimlerinden Himalayalar’la ayrıldığı için apayrı bir gelişme gösteren Hindistan Yarımadasının Yukarı İndus Vadisinde, Sümer uygarlığı ile benzer yanları olan, İÖ 3 bin dolaylarından kalma bir kent uygarlığı ortaya çıkarılmıştır. Hindu uygarlığı ise İÖ 1000’lerde Âri ve Âri öncesi kültürlerinin karışımıyla oluştu. Bu toplumdaki egemen güç, soydan gelme ruhban kesimin oluşturduğu Brahman sınıfıydı. İÖ 500 dolaylarında kuzey ovalarındaki Hint-Âri kültürünün güneye yayılmasıyla, Dravid halkları da Hindu dinini ve kast sistemini benimsediler. Hint uygarlığı en büyük başarıları düşünsel ve kültürel alanlarda gösterdi. Yarımada, çeşitli din ve felsefe sistemlerinin yanı sıra insan yaratıcılığının en seçkin örnekleri arasında yer alan Sanskrit edebiyatına beşiklik etti. Hint sanat ve bilimi de din ve felsefe sistemlerinin doğrudan bir ürünü olarak gelişti. Dokuz rakama ve sıfıra dayanan ilk hesap sistemi Hindistan’da bulundu.

İÖ 6. ve 5. yüzyıllarda Brahmancılığa karşı çeşitli tepkiler doğdu. Bunların en önemlisi Budacılık adıyla dünyanın en büyük dinlerinden birini oluşturan Buda öğretileriydi.

Hindistan’daki düşünsel gelişim yüzyıllar boyunca Hinduizm ile Budacılık arasındaki karşılıklı etkileşime dayandı. Zamanla Hindistan’da silinen Budacılık, güneyde Seylan’a (bugün Sri Lanka), kuzeydoğuda Çin’e, Kore’ye ve Japonya’ya kadar yayıldı. İS 7. yüzyılda zorla bu dini benimseyen Tibet, bugün Budacı inancın önemli kalelerindendir. Budacılığın ticaret yolları aracılığıyla yayıldığı Güneydoğu Asya’ya çok geçmeden Hinduizm de girdi. Böylece Güneydoğu Asya’da Hint etkisinin kolayca görüldüğü karma bir kültüre dayanan küçük devletler kuruldu. Hint kültürünün ulaştığı son durak olan Çampa Krallığı Çinhindi’nde, Çin ve Hint kültürlerinin buluşma noktasındaydı. Krallık, 15. yüzyılda Çin uygarlığının biçimlendirdiği Annam orduları tarafından yıkıldı. Hıristiyanlığın başlarında Roma ile ticaret yollan nedeniyle ilişkiler kuran Hindistan, 18. yüzyıl sonlarına değin Batı etkisinin dışında kaldı.

Advertisement

Güneydoğu Asya. Bu geniş bölgenin halkları çok çeşitli kökenlerden gelir. Bunlardan belirlenebilir bir tarihe sahip olan ilk topluluklar Mon-Khmer dillerini konuşan halklardır.

İS 1. yüzyılda kurulan ilk Kamboçya ya da Khmer krallığı yalnız Çince adıyla, Funan olarak bilinir. Mekong Deltası ve gelişkin bir sulama sistemine dayanan Funan, Hindistan ve Çin’le canlı ticaret ilişkileri kuran varlıklı bir krallıktı. Hindistan’la sürekli ilişkiler sonucunda krallık içinde kültürlü bir seçkin bürokratlar tabakası oluştu. 6. yüzyılın ikinci yarısında hanedan kavgaları Funan’ın çöküşünü getirdi. 9. yüzyılda gene Mekong Vadisinin ortasında Chenla devleti kuruldu. 12. yüzyılda Khmerler en güçlü dönemlerini yaşadılar. Daha sonra güçsüz kralların başa geçmesiyle iç huzurun bozulması ve Budacılığın Brahman devlet hiyerarşisini yıpratmaya başlamasıyla devlet zayıfladı. Batıdaki Tayların ve Moğollarca desteklenen başka halkların ayaklanmasıyla Khmer İmparatorluğu 13. ve 14. yüzyıllarda çöktü.

Bugünkü Vietnam topraklarının güneydoğu kıyılarında eski bir Çinhindi krallığı olan Çampa yer alıyordu. Çin tarihlerinde İS 2. yüzyılda Linyí adıyla anılan Çampa, ilk başlarda dört küçük devleti kapsıyordu. Daha sonra gelen güçlü hanedanlar bütünlüğü sağlayarak küçük devletleri birer birer ortadan kaldırdılar. Endonezya kökenli olan Çamlar, Vietnamlıların baskısı altında gerilediler ve sonunda bütünüyle ortadan kalktılar.

Dil bakımından Tibetlilere yakın olan Birmanlar kuzeydoğudan gelip yerleştikleri Birmanya’da 16. yüzyılda birleşik bir krallık kurdular. Çinceye benzer bir dil konuşan, ama Hint alfabesi kullanan Taylar (Siyamlılar) Güney Çin’den gelerek 13. yüzyılda, bugünkü Tayland topraklarına egemen oldular. Hint ve Çin kültürleriyle kuşatılmış durumda olan bu halkların uygarlıkları da bu iki kaynağa dayanıyordu.

Doğu Asya Çin uygarlığı İÖ 1500’den önce Kuzey Çin’de ortaya çıktı. Arkeolojik bulgular önceleri efsane olduğu sanılan Shang hanedanının (İÖ 18-12. yy) gerçek olduğunu ortaya koymuştur. Çin uygarlığının serpildiği Zhou hanedanı döneminde (İÖ 1111-255) daha alt kültür düzeyinde bulunan çevredeki topluluklar boyunduruk altına alınarak eritildi. Han döneminde (İÖ 206-İS 220) Çin kültürünün odağı hâlâ kuzeydi. Daha sonraki Song hanedanı döneminde ise (960-1279) Yangtze Vadisi nüfus ve önem açısından kuzeye üstünlük sağlamaya başladı. Çin’in Zhou hanedanı döneminde steplere ulaşan kuzey yönündeki ilerlemesi, Çin’e özgü yerleşik tarıma yabancı olan göçebe çobanların yaşadığı topraklarda son buldu. Bu iki yaşam biçimi arasındaki çatışma yüzünden kurulan bir dizi savunma suru, Öin hanedanı döneminde birleştirilerek Çin Seddi’ne dönüştürüldü.

Qin ve Han hanedanları döneminde Çin egemenliğine giren Kore ve Annam sırasıyla 4. ve 10. yüzyıllarda bağımsızlaştılar. Bununla birlikte her ikisi de Çin kültürünü özümlediler. 4. yüzyıla doğru birleşik bir devlet haline gelen Japonya, hiçbir zaman Çin egemenliğine girmedi. Buna karşılık Kore aracılığıyla Çin’den ilk gelişmiş kültür öğelerini aldı; daha sonra bu kültürü özümleme doğrultusunda kararlı ve başarılı adımlar attı.

Tarihin ilk dönemlerinde Çin’de halk kitlelerinden apayrı bir dine sahip olan ve soydan gelen bir yönetici sınıf egemendi. Bu sınıftan gelen bilginlerin siyasal bunalım dönemlerinde oluşturdukları ahlaki ve siyasal düşünce sistemleri, Konfüçyüs ve Menzi gibi filozoflarca geliştirilip sonraki kuşaklara aktarıldı. Bu” düşünce sistemlerinde devlet yönetimi açısından eğitim ve bilgi büyük önem taşıyordu. Ancak, eğitilmiş bürokratlardan oluşan yönetim idealinin gerçekleşmesi yüzyıllar aldı. Mandarin (yüksek devlet görevlisi) seçiminde sınav sistemi ancak Tang hanedanı (İS 618-907) döneminde tam olarak işlerliğe kavuştu. Bu sistem kuşkusuz Çin İmparatorluğu’nun siyasal sürekliliğinin temelini oluşturmuştur. Qin hanedanınca temeli atılan ve 20 hanedan boyunca hiç sarsılmayan bu siyasal birlik içinde, ülkede çıkan karışıklıklar hiçbir zaman ciddi boyutlara ulaşmadı. Çin’de sanat alanındaki başarılar da büyük ölçüde eğitimli bürokrasinin damgasını taşıdı. Özellikle yazıya dayalı sanatlarda ve resimde bu kesimin etkisi büyük oldu. Ama Çin kültürünün biçimlenişinde dış etkiler de önemli bir rol oynadı. İsa’dan sonraki ilk yüzyıllarda Hindistan ve İran’dan gelen birçok yeni düşünceden biri olan Budacılık,yüksek tabakalar arasında Konfüçyüsçülük düzeyinde bir ilgi gördü; daha sonra ortaya çıkan Taoculuğa nüfuz ederek bu dinin örgütlenme biçimine temel oluşturdu. Budacılık Çin sanatlarını da derinden etkiledi.

Çin uygarlığının önde gelen özelliklerinden biri kâğıt, matbaa, barut, gemi pusulası, kıç dümeni, tekerlekli el arabası gibi buluşlarda somutlaşan yaratıcılığıdır.

Çin ipekleri, yeşim taşları, seramik ve bronz eşyaları Asya’nın öteki yörelerine ve Avrupa’daki pazarlara ulaştı. Batı Han hanedanının Orta Asya içlerine yayılması, Türkistan üzerinden yüzyıllarca Roma ile bağlantıyı sağlayan önemli bir kervan yolunun doğmasını sağladı. Güneybatı Asya’da İslamlığın doğuşuyla birlikte denizyoluyla ticaret gelişmeye, Arap gemileri Kanton’da (Guangzhou), Çinliler de Basra Körfezinde görülmeye başladı. 8. yüzyıldan sonra karada da birbirlerinin sınırlarına dayanan bu iki uygarlık arasındaki toprak anlaşmazlıkları genelde 13. yüzyıla değin sürdü. Bu sırada yaşanan büyük Moğol istilası, kısa bir süre için de olsa Güney Rusya’dan Büyük Okyanusa kadar uzanan tek bir imparatorluğu doğurdu. Böylece ilk kez Çin’e girme olanağını bulan Avrupalıların kafasına yerleşen Hitay efsanesi, Portekizliler ile İspanyolların keşif çabalarında önemli bir rol oynadı. Bu büyük uygarlığı daha yakından tanıma olanağını bulan Avrupa’yı 18. yüzyılda Çin tutkusu sardı. Oysa aynı dönemde Çin Mançu İmparatorluğu bir yıkılma sürecine girmiş bulunuyordu.

Çin kültürünü çeşitli yollardan özümleyen Japonya, 7. yüzyılda Çin yönetim biçimlerini de benimsedi. Ama kurulan imparatorluk uzun yıllar ülkeye egemen olmak için birbirleriyle çekişen büyük toprak sahibi savaşçı ailelere bağımlı kaldı. 1192’de üstünlüğü ele geçiren Minamotolar ikili bir sistem oluşturdular. Ülkenin sembolik hükümdarı olan imparator ile gerçek iktidarı elinde tutan şogun adlı soydan gelme askeri yöneticilere dayanan bu sistem, Aşikaga (1338-1573) ve Tokugava (1603-1867) hanedanlarınca sürdürüldü. Bu arada 16. yüzyılda Japonya’ya ulaşan Portekizliler, halkı Hıristiyanlaştırmaya çalıştılar. Fetih düşüncesinin tohumlarının atıldığı bu dönemde Kore istila edildi. Ama çok geçmeden Hıristiyanlık yasaklanarak ülke kapıları bütün yabancılara kapatıldı. Bu yalnızlık politikası 1854’e değin sürdü.

İSLAM DÖNEMİ.

İlk İslam devleti Medine’ de kuruldu. Daha sonra İslamlık birbirini izleyen fetih dalgalarıyla Arabistan’ı ve Bereketli Hilal’i kaplayarak İran üzerinden Orta Asya’ya yayıldı. Denizyoluyla önce Hindistan’a, oradan da Malezya ve Doğu Hint Adalarına kadar uzandı. Âma Ortadoğu İslam dünyasının kalbi olarak kaldı. Şam’da yerleşen Emevi (661-750) ve Bağdat’ta yerleşen Abbasi (750-1258) halifeleri İslam dünyasının önde gelen güçleri oldular. Girdiği her yere dine dayalı birlik anlayışım ve şeriatı da götüren İslamlık Kuran dili olan Arapçayı da yaydı. Ayrıca kendi özgün sanat ve mimarisini de benimsetti. Askeri ve siyasal gücün yanında kültürel öğelerden de yararlanan İslam, hep çatışma içinde yaşamış iki kültür alanım, Akdeniz ve İran’ı bir araya getirdi. Bu kaynaşma önemli felsefi ve bilimsel gelişmelere kaynaklık etti. Eski Yunan mirasım koruyup geliştiren İslam bilginleri, bu uygarlığı sonradan Hıristiyan Avrupa’ya aktardıktan başka, Çin’in kâğıt yapımcılığı sanatını ve Hint sayı sistemini de Avrupa’ ya tanıttılar.

Advertisement

Birdenbire parlayan Arap etkisi kısa sürede söndü. Bölünme eğilimlerinin yol açtığı çöküşten yararlanan Avrupa Haçlı kuvvetleri ve tüccarlar 12 ve 13. yüzyıllarda Ortadoğu’yu istila etti. Ama çevredeki Müslüman halklar bu dini daha geniş alanlara yaydılar. Müslüman Altın Orda Devleti 1242-1395 arasında Tuna’dan Urallar’a kadar uzanan geniş topraklara egemen oldu. Osmanlı Türkleri 14. yüzyılda Avrupa’nın geniş bir bölümünü İslam egemenliği altına soktular. İran, Müslüman hanedanların yönetimi altında kaldı. Orta Asya’daki Moğol ve Türk kabileler aracılığıyla Hindistan’a giren İslam, kuzeyde parlak bir kültür ve başarılı bir yönetim sistemi yarattı. Ama Hinduizme bağlı kalan güçlerin 17. yüzyılda Babürlü İmparatorluğu’nda yol açtığı düzensizlik ve dağılma, bu tarihte kıyılarda ticaret şirketleri bulunan Avrupalıların bölgede egemenlik mücadelesine girmelerine yol açtı.

19. yüzyıla değin Asya’nın Afrika üzerindeki etkisi Avrupa’nınkinden büyük oldu. İslamlıkla başlayan Arap göçü Kuzey Afrika’da bir dizi kıyı kentinin kurulmasına yol açtı. Bu arada Hindistan’ın Doğu Afrika ile öteden beri var olan bağları, 19. yüzyıldaki göçlerle daha da pekişti.

Asya’nın geniş alanlara yayılan büyük uygarlıkları arasında, coğrafi engellere karşın, sıkı bir ilişki ve canlı bir kültürel alışveriş vardı. Çok yavaş değişen uygarlıkların ortak bir özelliği de dinden kaynaklanan ve yaşam biçimini belirleyen dikkate değer iç uyumdu. Bununla birlikte tarihe yaklaşım biçimlerinden de görülebileceği gibi yaşam anlayışları birbirlerinden oldukça farklıydı. Çinliler kendi tarihlerinin yazımına önemli bir devlet görevi ve edebiyatın özgün bir dalı olarak bakarlardı. Antik Ortadoğu ve İslam uygarlıkları ise tarih yazımında Allah’ın insana gösterdiği yolları doğrulamaya önem verirlerdi. İslam tarihçiliğinde iyi bir Müslümanın iyi bir yönetici ya da iyi bir uyruk olacağı gösterilmeye çalışılırdı. Hintli Brahmanlar ise tarihe pek önem vermezlerdi. Brahmanlar insanın pratik etkinliklerini yazıya geçirmeyi, ruhsal konular yanında önemsiz görüyorlardı. Bu farklılıklar, Doğu uygarlıklarının sorunlarına tek tip çözüm getirmediklerini göstermektedir.

ÇAĞDAŞ DÖNEM.

Batı egemenliği ve Asya. 15. yüzyıl sonlarında daha çok ipek ve baharat ticaretini ele geçirmek için Doğu denizlerinde egemenlik kuran Portekizlileri, sırasıyla İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar ve İngilizler izledi. Bilim, sanayi ve teknoloji alanlarında devrim tohumlarının atıldığı, ulusal devletlerin belirmeye başladığı bu dönemde, üstün deniz ve silah gücüne sahip, kendinden emin Avrupalılar, gelenekçi ve durağan Asya toplumlarına kolayca nüfuz ettiler. Portekizliler kısa sürede Goa (Hindistan) ve Macau’da (Çin) ticari üsler kurdular. İspanyollar 1565’te Filipinler’i ele geçirdiler. Avrupa’daki düşmanlıklar çok geçmeden Asya sularına kaydı. Hollandalılar, Portekizlilerin yerini aldıkları Cava ve Sumatra’da bir baharat imparatorluğu kurdular. 1740-1805 arasında Hindistan kıyıları üzerindeki amansız İngiliz-Fransız rekabetinden İngilizler üstün çıktı. 19. yüzyılda Hindistan’ı aşıp Himalayalar’a ulaşan İngilizler, bu nüfuz bölgelerini korumak için Aden, İran, Arabistan, Birmanya ve Singapur’da destek üsleri oluşturdular. Hindistan’ı yitiren Fransa ise gözünü Güneydoğu Asya’ya dikerek Annam, Laos ve Kamboçya gibi ülkeler üzerinde denetim kurdu. Fransız ve İngilizler arasında bir tampon oluşturan Siyam (Tayland) bu yolla bağımsızlığını korudu.

Ortadoğu’da, Osmanlı Devleti iç huzursuzluklar ve dış baskılar nedeniyle çökmek üzereydi. İngilizler Süveyş Kanalı üzerinden giden yeni Hindistan ticaret yolunu güvencede tutabilmek için 1882’de Mısır’a girdiler. Aynı sıralarda Fransızlar da Suriye’ye yerleşmeye başladı. Uzaklığı ve rekabetin başka alanlarda sürmesi nedeniyle bir süre dikkat çekmeyen Çin, 1842’den sonra limanlarını dış ticarete açması yönündeki yoğun Avrupa baskısına boyun eğmek zorunda kaldı. Bazı ayrıcalıkları da içeren bu “Açık Kapı” politikası 1930’lara değin sürdü. Aynı siyasetle 1854’te Japonya ABD’ ye, Kore ise 1876’da Japonya’ya açıldı. Bu gelişmeler sırasında Rusya da askeri gücü, siyasal manevraları ve kurduğu kolonilerle Kuzey ve Orta Asya’da ilerleyerek Büyük Okyanus kıyılarına dayandı; Kore ile Çin’i hem denizden, hem karadan tehdit etmeye başladı.

20. yüzyıl. Asya halkları ve hükümetleri 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa etkisine tepki göstermeye başladılar. Çeşitli alanlarda giriştiği modernleşme atılımlarıyla güçlenen Japonya, Batılılarla yapmak zorunda kaldığı “eşitsiz” ticaret anlaşmalarının gözden geçirilmesini isteyecek konuma geldi. 1894-95’te Çin’i, 1904-05’te Rusya’yı yenilgiye uğrattıktan sonra, Formoza ve Kore’yi de alarak imparatorluğunu yaymaya girişti.

Avrupa’nın egemenliğiyle birlikte Asya’ya giren “Batılı öğrenim” ve kapitalist girişimcilik aydın bir orta sınıfın doğmasına ve milliyetçilik akımlarının yükselmesine yol açtı. Batı’nın siyasal ve ekonomik kurumlarını kendi ülkelerinde yerleştirmek isteyen bu yeni sınıf, aynı zamanda Batı’nın siyasal ve ekonomik hegemonyasına son vermeyi de amaçlıyordu. Japonya’nın Rusya’yı alt etmesi ve Çin’deki 1911 Devrimi’nin başarısı Asya’daki sömürgecilik karşıtı hareketleri hızlandırdı. Hindistan’da bağımsızlık hareketinin yükselişi komşu ülkeleri de sardı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da baş gösteren ulusal uyanış, Asya’nın öteki Müslüman ülkelerini de harekete geçirdi. Çin’de Batı etkisine karşı ilk tepkiler Qing hanedanına ve yabancılara düşmanlık biçiminde gelişti. Boxer Ayaklanması’ nın (1900) başarısızlığından sonra, devrimci bir değişimi önlemek için girişilen reform çabalarına karşın, devrimci güçler 1911-12’de hanedanı yıkarak bir parlamenter cumhuriyet kurmayı başardılar. Ama geleneksel bölgecilik yüzünden bu ülke parçalandı. 1928’de Kuomintang’ın iktidarı ele geçirmesiyle Çin’de siyasal birlik yeniden sağlandı. Bu arada Çin Komünist Partisi iç savaş ve Japonya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi içinde güç toplayarak. 1949’da Kuomintang’ı saf dışı etmeyi başardı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Asya’da, Batı etkisinin yerini SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin nüfuzu aldı. Kore ise bağımsızlığına kavuşmakla birlikte ikiye bölündü. II. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Japonya toparlanarak kısa sürede yeniden büyük devletler arasına girdi.

1947’de İngiliz egemenliğinden kurtulan Hindistan Yarımadasında, Hindistan ve Pakistan gibi iki ayrı devlet oluştu. İngiltere aynı yıl Myanmar ve Seylan’a da (Sri Lanka) bağımsızlık vermek zorunda kaldı. ABD 1946’da Filipinler’in bağımsızlığını tanıdı. 1949’da Endonezya milliyetçilerine boyun eğen Hollanda’nın ardından Fransa da 1954’te Çinhindi’nden çekilmek zorunda kaldı. ABD’nin Japonya’daki işgali 1952′ de yürürlüğe giren barış antlaşmasıyla sona erdi. Ama Asya’nın birçok yerinde bağımsızlık sonrasında siyasal ve ekonomik istikrar tam anlamıyla kurulamadı.’ SSCB çeşitli ülkelerdeki komünist hareketlere destek verirken, ABD de Japonya ve Batılı ülkelerin çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurmaya yöneldi.

Ortadoğu’da çeşitli tarihlerde bağımsızlıklarına kavuşan Arap ülkeleri küçük, güçsüz ve bölünmüş bir durumda kaldılar. 1948’de kurulan İsrail’e ve Batılı devletlere karşı ortak tavır, Araplar arasında birlik eğiliminin gitgide güçlenmesini sağladı. 1923’te cumhuriyet yönetimine geçen Türkiye, laikliği seçerek Atatürk önderliğinde çağdaş Batılı bir ulusal devlet olma sürecine girdi. Asya’da ekonomik ve toplumsal gelişme siyasal değişmenin gerisinde kaldı. Özellikle Hindistan, Çin ve Japonya’da nüfus hızla arttı. Yığınlar, Batılıların kıtada bulunduğu süre içinde yoksullaştı. Toplumsal eşitsizlikler daha göze batıcı bir hal aldı. Kısacası Batı etkisi Asya’da bir devrim doğururken, sorunları çözmek ya da hafifletmek yerine daha da karmaşıklaştırdı.


Leave A Reply