Herşeyi Bilen Çocuk Masalı

0
Advertisement

Dünya çocuk edebiyatından güzel seçme bir masal olan Herşeyi Bilen Çocuk isimli masalı aşağıdan rahatlıkla okuyabilirsiniz. Herşeyi Bilen Çocuk Masalı

Bir varmış, bir yokmuş, çok yoksul bir adamcağız varmış. Adamcağızın bir tek oğlundan başka evlâdı yokmuş. Çocuk, uğurlu bir yıldızın altında doğduğu için, talihi çok açıkmış. Falcılar, ondört yaşına bastığı yıl onun kralın kızıyla evleneceğini söylüyorlarmış.

Günlerden bir gün, ülkenin kralının yoksul adamın yaşadığı köyden geçeceği tutmuş. ■

Kral, köylüleri toplayıp: «Ne var, ne yok?» diye sormuş.

Köylüler: «İyilik, sağlık, kralımız.» demişler. Haber soruyorsan, bu günlerde köyümüzde bir oğlan doğdu; ileride pek talihli bir delikanlı olacağını söylüyorlar. Çünkü, ondördüne basınca kralın kızıyla evlenecekmiş.»

Kral bu sözleri duyunca, hiç memnun olmamış. Hemen, yoksul çocuğun evine yollanmış. Çocuğun anasıyla babasına: «Çocuğunuzu bana satar mısınız?» diye sormuş.

Advertisement

Yoksul ana-baba: «Ne olursa olsun, evladımızı satmayız!» diye karşılık vermişler.

Gelgeldim, yabancı öyle yalvarmış, öyle diller dökmüş, sonra da öyle çok para teklif etmiş ki, en sonunda «Peki» demişler. Çünkü, zavallıcıkların yiyecek bir lokma ekmekleri bile bulunmuyormuş çok kez. «Oğlumuz talihli bir çocuk nasıl olsa,» diye düşünüyorlarmış. «Kimse ona bir kötülük edemez.»

Kral çocuğun karşılığında dünya kadar para ödeyip onu almış. Bir sandığa koyup oradan uzaklaşmış.

Atının arkasında çocukla epeyi bir yol gitmiş, en sonunda derin bir ırmağa varmış. Çocuğu, içinde bulunduğu sandıkla birlikte fırlattığı gibi ırmağa atıvermiş. «Bu genç beyefendi hiçbir zaman kızımın kocası olamıyacak artık», diye düşünmüş.
Bu arada, sandık da ırmağın üstünde ağır ağır yol alıyormuş. İyi ruhlar koruduğu için, çocuk bir damla bile ıslanmıyormuş. Böylece sandık, suların üstünde süzüle süzüle, en sonunda kralın ülkesinin başkentine gelmiş, bir değirmenin önünde durmuş.

Değirmenci sandığı görünce, koşup uzun bir sopa getirmiş. Sopanın yardımıyla sandığı kıyıya çekmiş. Bakmış, sandık epeyce ağır, «Belki de içinde altın falan vardır,» diye düşünmüş, sandığı açmaya koyulmuş. Açmış ki ne görsün: Güzel, gürbüz bir oğlancık gülümseyerekten kendisine bakıyor!

Değirmenciyle karısının hiç çocukları yokmuş. Onun için, çocuğu görünce, sevinçlerinden uçacak gibi olmuşlar. «Tanrı’nın armağanıdır bu çocuk bize!» diye düşünmüşler. Çocuğu bağırlarına basmışlar, kendi çocukları gibi büyütmüşler. Öyle de iyi yetiştirmişler ki, o dolaylarda onu sevmeyen bir tek kişi bile kalmamış.

Advertisement

Aradan onüç yıl geçmiş. Günün birinde, kralın yolu değirmene düşmüş. Oğlanı görünce, değirmenciye: «Senin oğlun mu bu?» diye sormuş.

Değirmenci: «Hayır, kralım,» diye karşılık vermiş. «Onu küçücük bir bebekken, ırmakta buldum.»

Kral: «Kaç yıl oldu bulalı?» diye sormuş.

Değirmenci de: «Eh, onüç yıl var, beyim,» demiş.

Kral: «Pek akıllı bir çocuğa benziyor,» demiş. «Rica etsem, kraliçeye bir mektup götürmesine izin verir misin? Bu işin karşılığında hem benim gözüme girecek, hem de iki altın lira kazanacak.»

Değirmenci: «Kralımızın emri başımızın üstündedir!» diye karşılık vermiş.

Kral bu çocuğun onüç yıl önce kendi eliyle ırmağa attığı çocuk olduğunu anlamış elbette. Hemen oturup, karısına bir mektup yazmaya koyulmuş. Şöyle diyormuş: «Bu mektubu getirenin başını hemen vurdurt, sonra da adamlarıma söyle onu hemen gömsünler. Öyle ki, ben dönmeden, her şey bitmiş olsun.»

Delikanlı, hiçbir şeyden habersiz, mektubu almış, saraya doğru yola çıkmış. Akşama doğru, yolunu şaşırmış, karanlık bir ormana varmış. Bakmış, karanlığın içinde parlak bir ışık görünüyor, hemen o yana doğru yollanmış. Küçük bir kulübeye varmış.

Kulübede çok yaşlı bir kadından başka kimsecikler yokmuş. Kadıncağız, karşısında delikanlıyı görünce pek korkmuş. «N’erden gelir, nereye gidersin, delikanlı?» diye sormuş.

Oğlan: «Kraliçeye kraldan bir mektup götürüyorum.» diye karşılık vermiş. «Yalnız, yolumu şaşırdım, bu ormana düştüm. Bu gecelik beni evinde misafir edersen, çok sevinirim.»

Kadın: «Yazık ki, bunu yapamam,» demiş. «Çünkü, burası bir hırsız yatağıdır. Gelip de seni burada görürlerse, var başına gelecekleri kendin düşün.»

Advertisement

Oğlan: «Okadar yoruldum ki, bir adım daha atacak halim kalmadı,» demiş. «Onun için, tehlikeyi göze alıp burada kalayım daha iyi.»

Böylece, koynunda sakladığı mektubu çıkarıp, masanın üstüne koymuş. Kulübedeki tahta sıralardan birine uzanıp derin bir uykuya dalmış.

Gece yarısı hırsızlar evlerine dönmüşler. Oğlanı görünce, yaşlı kadına: «Bu da kim?» diye sormuşlar.

Kadıncağız: «Pek yorgundu, acıdım, bu gecelik burada kalmasına izin verdim,» demiş. «Kraldan kraliçeye bir mektup götürüyormuş, ormanda yolu nu kaybetmiş de.»

Hırsızlar, bakmışlar mektup masanın üstünde, hemen alıp açmışlar. İçindekileri okuyunca, kralın katı kalpliliğine şaşıp kalmışlar. Elebaşıları hemen mektubu parçalayıp atmış, yerine yem” bir mektup yazıp zarfın içine koymuş. Şöyle diyormuş: «Bu mektubu getiren delikanlı saraya varır varmaz, onu kızımla evlendir.»

Herşeyi Bilen ÇocukSonra, oğlanı bırakmışlar, sabaha dek uyusun. Sabah olup oğlan uyanınca da, ona saraya giden yolu göstermişler.

Delikanlı bir süre sonra saraya varmış, mektubu kraliçeye vermiş. Kraliçe mektubu okur Okumaz düğün hazırlıklarına girişmiş. Genç prenses de, yakışıklı delikanlıyı görür görmez pek beğenmiş, onunla evlenmeye razı olmuş.

Birkaç gün sonra kral sarayına dönmüş. Dönmüş ki, ne görsün: Başının vurulmasını buyurduğu delikanlı kızıyla evlenmemiş mi! Falcıların doğru söylediğini anlamış. Kraliçeyi çağırtmış.

— «Sana yazdığım mektup nerede?» diye sormuş.

Kraliçe: «İşte mektubun, sevgili kralım.» diye karşılık vermiş. «Kendin de oku, bana hak vereceksin.»

Kral mektubu alır almaz kendi mektubunun başka bir mektupla değiştirilmiş olduğunu anlamış. Anlamış ama, iş işten de geçmiş.

Advertisement

Hemen damadını çağırtmış. «Sana verdiğim mektubu ne yaptın?» demiş.

Delikanlı: «Benim hiçbir şeyden haberim yok,» diye karşılık vermiş. «Yalnız, geceyi ormandaki bir kulübede geçirdim. Besbelli ben uyurken mektupları değiştirmişler.»

Kral bunu duyunca, çok kızmış.

— «Tılsımlı mağarada yaşayan devin başından üç tel altın saç koparıp bana getirmedikçe, kızımla evlenemezsin.» diye bağırmış. «Git, dediğimi yap, ben de kızımı sana vereyim.»

Delikanlı: «Elimden geleni yapacağım, efendim.» demiş. Atına atladığı gibi yola koyulmuş.

Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. En sonunda, yüksek duvarlarla çevrili bir şehrin kapısına varmış.

Kapıda duran nöbetçi hemen onu durdurup: «Kimsin, necisin?» diye sormuş. «Ne işten anlarsın?»

Delikanlı: «Her işten anlarım.» diye karşılık vermiş.

Nöbetçi: «Dediğin doğruysa, tam bizim aradığımız gibi bir adamsın.» demiş. «Madem her şeyden anlarsın, şehrimizin pazar yerindeki çeşmenin neden kurulduğunu bize söyleyebilir misin? Bir iyilik edip, bunu bize açıklayabilirsen, sana tam iki eşek yükü altın veririz.»

Delikanlı: «Seve seve açıklarım.» demiş. «Yalnız, ben dönene kadar bekleyin.»

Sonra, gene yola koyulmuş. Başka bir şehre varmış. Şehrin kapısında nöbetçi gene onu durdurmuş, «Kimsin? Necisin?» diye sormuş. «Ne alır, ne satarsın? Ne işten anlarsın?»

Advertisement

Delikanlı gene: «Her işten anlarım.» diye karşılık vermiş.

Nöbetçi: «Öyleyse, bize bir iyilik et.» demiş. «Şehrimizde altın elma veren güzel bir ağaç vardı. Şimdi ise, ağaç yerinde duruyor ama, elma değil ya, tek yaprak bile vermiyor. Bize bunun nedenini açıklayabilir misin?»

Delikanlı: «Seve seve açıklarım.» demiş. «Yalnız, ben dönene kadar bekleyin.»

Delikanlı gene yola düzülmüş. Yürümüş, yürümüş, büyük bir göle varmış. Bakmış, karşıya varmak için gölü geçmesi gerekli. Kıyıda bir kayıkçı görünce, hemen kayığına binmiş, gölü aşmaya başlamışlar. Kayıkçı da ona iki nöbetçinin sorduğu soruları sormuş. Delikanlı da aynı karşılığı vermiş.

Bunun üzerine, kayıkçı: «Madem her şeyi biliyorsun, söyle öyleyse.» demiş. «Ömrümün sonuna kadar bu kayıkla gölün bir kıyısından öbür kıyısına gidip gelmek benim de alnımın yazısı. Neden ben de herkes gibi elimi kolumu sallaya sallaya canımın istediği yere gidemiyorum, söyler misin bana? Özgürlüğümün neden böyle kısıtlı olduğunu bilirsen, her istediğini veririm sana.»

Delikanlı, gene: «Seve “seve yaparım istediğini,» diye karşılık vermiş. «Yalnız, ben dönene kadar beklemelisin.»

Böylece gölü geçip, tılsımlı mağaranın bulunduğu yere varmış. Mağaranın ağzı kapkaraymış, pek de ürküntü verici bir görünüşü varmış. Delikanlı mağaraya girmiş, bakmış dev kral evde
yok. Yalnız, kralın yaşlı ninesi kapının önünde salıncaklı bir iskemleye oturmuş, sallanıyormuş.

Delikanlıyı görünce: «Ne istiyorsun, delikanlı?» diye sormuş.

Delikanlı: «Devin başındaki üç tel altın saçı istiyorum,» diye karşılık vermiş.

Yaşlı dev anası: «Çok tehlikeli bir iş bu,» demiş. «Dev eve dönene kadar bekle. Bakalım, belki o zaman sana bir yardımım dokunabilir.»

Sonra, delikanlıyı bir karınca biçimine sokmuş. «Mantomun altına gir, saklan da, dev seni görmesin,» demiş.

Advertisement

Delikanlı: «Olur,» diye karşılık vermiş. «Yalnız, bilmek istediğim üç şey daha var: Geçtiğim şehirlerden birindeki çeşmenin neden kuruduğunu, altın elma veren ağacın neden artık meyve vermediğini öğrenmek istiyorum. Bir de, kayıkçının neden boyuna gölde kürek çekmek zorunda olduğunu.»

Yaşlı dev anası: «Ne karışık sorular bunlar böyle!» diye karşılık vermiş. «Dur bakalım, sen paltomun altına gir de, yat hele. Dev gelince, başından üç tel altın saçı koparmaya çalışacağım. Her teli kopardıkça, devin ne diyeceğine iyice kulak ver. İstediklerini öğreneceksin.»

Gece karanlık basınca, dev de evine dönmüş. İçeri girer girmez burnunu havaya dikmiş, ortalığı koklamaya başlamış. «Burnuma insan eti kokusu geliyor!» diye bağırmış.

Sonra, evi baştan aşağı aramış ama, bir şey bulamamış.

Yaşlı kadın, atılıp onu azarlamaya başlamış: «Bütün evi alt-üst ettin, utanmıyor musun? Daha demincek toplamıştım her yeri.»

Dev, ninesinin sözlerini duyunca hemen yatışmış, kuzu gibi olmuş. Sonra, başını ninesinin kucağına koyup derin bir uykuya dalmış.

Yaşlı devanası bakmış, torunu horlamaya başladı, hemen usulca altın saçlarından birini çektiği gibi koparıvermiş.
Dev, deli gibi yerinden fırlamış. «Deli misin, nine? Ne yapıyorsun?» diye haykırmış.

Yaşlı de vanası: «Korkunç bir düş gördüm de, yavrum» demiş. «Korkumdan senin saçlarına asılmış olacağım anlaşılan. Anlatayım da, dinle: Kentin birinde gürül gürül akan bir çeşme varmış. Derken, günün birinde bu çeşme kuruyuvermiş. Bir damla bile suyu akmaz olmuş. Neden dersin?»

Dev: «Bunu bilmeyecek ne var?» diye karşılık vermiş. «Çeşmeyi besleyen ırmağın içinde büyük bir taş var, taşın altında da koca bir kara kurbağa. Kentliler akıl edip, bu kurbağayı öldürseler, çeşme gene şırıl şırıl akar.»

Dev sözlerini bitirir bitirmez gene yatıp uyumuş. Yaşlı dev anası da onun iyice daldığını görünce, uzanıp başından bir tel altın saç daha koparmış.

Dev, öfkeyle yerinden fırlamış. «Saçımdan ne istiyorsun, beni rahat bıraksana!» diye haykırmış.

Advertisement

Ninesi: «Kızma, oğlum.» diye karşılık vermiş. «Uykumda çekmiş olacağım saçını besbelli. Bir düş gördüm de gene… Kentin birinde güzel bir elma ağacı varmış. Her yıl altın elma verirmiş. Gel gelelim günün birinde, hiç meyve vermez olmuş, üstünde bir yaprak bile kalmamış. Neden dersin?»

Dev: «Bundan kolay ne var!» diye karşılık vermiş. «Ağacın kökünü bir fare kemiriyor da ondan. Kentliler akıl edip de, fareyi öldürürlerse, ağaç da gene altın elma verir. Yoksa, çok geçmeden ağaç kuruyup gidecek. Şimdi beni rahat bırak da, birazcık uyuyayım. Bir daha beni uyandırırsan, karışmam ha!»

Sonra, gene yatıp uyumuş. Yaşlı dev anası onun horlamaya başladığını görünce, kafasından bir saç daha koparmış.

Dev deli gibi yerinden fırlamış, yaşlı kadını sarsmaya, tartaklamaya başlamış. En sonunda, yaşlı kadın onu güç belâ yatıştırmış.

— «Kusura bakma, oğul,» demiş. «Pek garip düşler görüyorum bugün. Anlatayım da dinle: Gölün birinde bir

kayıkçı, boyuna karşıdan karşıya kürek çekiyormuş. Halinden yakınıp duruyormuş ama, bir türlü de gölden ayrılıp özgürlüğüne kavuşamıyormuş. Adamcağızı böyle göle bağlayan nedir dersin?»

Dev: «Bunu bilmeyecek ne var?» demiş. «Sersemliğinden gölü bırakıp gidemiyor. Akıl edip de, karşısına çıkan ilk yolcunun eline kürekleri verse, kuş gibi özgür olacak budala. Ondan sonra da, öteki başlayacak karşıdan karşıya kürek çekmeye. Hadi artık beni rahat bırak. Gözümden uyku akıyor.»

Sabah olunca, dev kalkıp gitmiş. Yaşlı dev anası da delikanlıyı eski haline döndürmüş, sonra da devin başından kopardığı üç altın saçı ona vermiş. Sonra da, üç sorunun karşılıklarını unutmamasını öğütleyerek onu uğurlamış.

Delikanlı, az sonra kayıkçının boyuna kürek çektiği göle varmış. Kayıkçı onu görünce, hemen tanımış. «Söz vermiştin, dönüşünde sorumun karşılığını verecektin hani.» demiş.
Delikanlı: «önce beni karşıya geçir,» demiş. «O zaman söyleyeceğim istediğini.»

Kayık öbür kıyıya varınca, delikanlı hemen karaya atlamış. Sonra: «Kürekleri karşına ilk çıkan yolcunun eline tutuşturursan, boyuna gölde gidip gelmekten kurtulursun.» demiş. Sonra, savuşup gitmiş.

Az gitmiş, uz gitmiş, en sonunda altın elma veren ağacın bulunduğu şehre varmış. Kentlilere: «Ağacın kökünü kemiren fareyi öldürün, ağacınız gene altın elma verecek,» demiş. Kentliler ona biralay hediye vermişler, teşekkür edip uğurlamışlar.

Advertisement

Delikanlı gene yoluna düzülmüş. En sonunda, üçüncü kente varmış. «Çeşmeyi besleyen ırmakta bir kaya var.» demiş. «Kayanın altında da, koca bir karakurbağa. Onu öldürürseniz, çeşme gene gürül gürül akar.» Kentliler ona nasıl teşekkür edeceklerini bilememişler. Hemen iki eşek yükü altın armağan etmişler.

Delikanlı gene yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, eh sonunda kralın ülkesine varmış. Karısı onu görünce sevinçle boynuna atılmış. Delikanlının anlattıklarını dinleyince, daha da çok sevinmiş.

Delikanlı hemen kralın yanma varmış, devin başından koparttığı üç altın saçı ona vermiş. Kral artık söyleyecek bir şey bulamamış. Hele damadının getirdiği değerli armağanları, altınları, gümüşleri görünce, gözleri fal taşı gibi açılmış.

— «Benim biricik damadım!» diye haykırmış. «Bunca altını, gümüşü nereden buldun?»

Delikanlı: «Bir gölün kıyısında buldum.» diye karşılık vermiş. «Daha ne altınlar var orada ama, hepsini taşıyamadım yazık ki.»

Kral paracanlısının biriymiş. «Nerede bu göl, oğlum? Aman bana da söyle!» diye bağırmış. «Gidip ben de altın gümüş getireyim sarayıma.»

Delikanlı: «O gölün kıyısında istediğiniz kadar bulabilirsiniz.» diye karşılık vermiş. «Gölün kıyısına varınca, bir kayıkçı göreceksiniz. Kayığına binin, sizi karşı kıyıya geçirmesini söyleyin. Karşı kıyıya varınca, altınlara kavuşacaksınız.»

Kötü yürekli kral hemen yol hazırlıklarına girişmiş. Birkaç gün sonra da, gölün bulunduğu yana yollanmış. Göle varınca, kayıkçıya «Beni karşıya geçir.» diye buyurmuş.

Kayıkçı, sevinçle onu kayığına buyur etmiş. Kral kayığa yerleşir yerleşmez de, kürekleri onun eline tutuşturuvermiş. Kendi de, kıyıya atladığı gibi, tabana kuvvet kaçmaya başlamış. Katı yürekli kral da, kötülüklerinin cezasını ömrünün sonuna kadar bir kıyıdan bir kıyıya kürek çekerek ödemiş.

Belki hâlâ orada kürek çekiyordur, kimbilir!..

Advertisement


Leave A Reply