Kıtalar Neden Hareket Ediyor? Kıtaların Hareketi İle Yeryüzü Şekillenmesi

0
Advertisement

Kıtalar neden kayar? Yeryüzünü  şekillendiren kuvvetlerden kıtaların hareketi nasıl gerçekleşir? Plakaları hareket ettiren güç hakkında bilgi.

Kıtalar Neden Kayıyor?

Gezegeninizin yüzeyinde bulunan tüm plakalar, bir tırnağın uzama hızına yakın bir hızda, ancak bir insanın hayal gücünü zorlayıcı ölçekte büyük kuvvetlerle sürekli bir hareket içindedir. Dünyamızın kabuğunu oluşturan yedi bölüm veya plaka, bir yılda en çok birkaç santim de olsa dünyamızın yüzeyinde hareket eder. Ancak yer kabuğunun bazı bölümleri çok uzun yıllar içinde dünyanın bir tarafından diğer tarafına ilerlemişlerdir.

Plaka tektoniği olarak bilinen bu olay gezegenimizi şekillendiren en önemli güçtür. Dünyamızın yüzeyi iki tür kabuktan oluşur; bizlerin de üstünde yaşadığı kıtasal kabuklar ve daha ağır olan okyanus tabanı kabukları. Kıtasal kabuk birçok yerde 40 km daha kalındır, ancak okyanus kabuğu çok ender olarak 8 km daha fazla bir kalınlığa sahiptir.

kıtaların hareketi

PLAKALARI HAREKET ETTİREN ISI

Her iki tür kabuğun altında manto tabaka bulunur. Yoğun bir maddeden oluşan bu kalın manto tabaka yer kabuğunu akkor halindeki yerküre çekirdeğinden ayırmaktadır.

Manto tabaka kayalardan oluşmaktadır ancak çok sıcak olduğu için bazı kısımlarda yarı sıvı durumundadır. Buzdolabından çıkartılmış pekmez gibi ağır ağır akacak şekilde yumuşak bir kıvama sahiptir. Daha yüksek sıcaklıkta olan erimiş durumdaki çekirdek, ocak üstünde duran bir tencere dolusu lapanın ısıtılmasına benzer biçimde manto tabakayı ısıtır. Bu ısınma sırasında oluşan konveksiyon akımları manto tabakada kabarmalara yol açar, kabaran kısım ısısının bir kısmını kaybedince tekrar çöker. Manto tabakada oluşan bu konveksiyon akımları kıtaları yerkürede hareket ettirirler.

Advertisement

Dünyamızdaki büyük okyanusların altında oluşan konveksiyon akımlarının yarattığı ısı okyanus tabanındaki kayaların eriyerek sıvı biçimde volkanik lav olarak yüzeye çıkmasına yol açar. Erimiş kayalar yavaş bir şekilde deniz tabanından sızarak sualtında volkanik tepeleri oluşturur. Bazen bu tepeler ada şekline gelecek kadar yükselir. İzlanda ve 1963 yılında oluşan Surtsey adındaki uydu adası bu biçimde meydana gelmiştir.

Manto tabakasındaki bu akımlar yukarılara doğru ilerledikçe, manto tabakasının en üst katmanıyla birlikte yer kabuğunun katı plakalarını da (üst kısımda yüzerek) sürüklerler. Okyanusların ortalarında bulunan dağlardaki sualtı volkanlarından çıkan lav sürekli üst üste katılaşarak yeni kabuk oluşturur.

Atlantik Okyanusu Kolomb’un geçtiği dönemde şimdikine göre daha dardı

Böylece yeni okyanus kabuğu oluştukça, okyanus plakaları da sürekli büyümeye devam etmektedir.

Atlantik Okyanusu’nun her iki yakasında yer alan kıtalar – batıda Kuzey ve Güney Amerika, doğuda Afrika ve Avrupa – her sene birbirlerinden yaklaşık olarak 25 mm uzaklaşırlar. Atlantik Okyanusu, Kolomb 1492 yılında geçtiğinde günümüzdekinden yaklaşık 12 m daha dardı.

Tüm okyanuslar genişlemeye devam etseydi dünyanın da genişlemesi gerekecekti ki, böyle bir şey olmamaktadır. Aslında Pasifik Okyanusu daralmaktadır. Manto tabakasındaki konveksiyon akımlarını izleyen Pasifik plakası, Asya ve Amerika kıta plakalarının altına girmektedir. Bu da Pasifik kıyılarındaki yerlerde volkanlar ve depremlerden oluşan bir ateş çemberi meydana getirmektedir. Okyanus plakalarının manto tabakaya doğru battığı bölgelere ‘altına giriş bölgeleri’ denir ve okyanusların bu kısımlarında derin çukurlar oluşmaktadır. Bunlardan en derini Filipin Denizi’nde bulunan Mariana Çukuru’dur ve derinliği 11.033 m’dir, yani Everest Dağı’nın yüksekliğinden 2.100 m daha fazla. Atlantik de sonsuza kadar genişlemeyecektir; belli bir sınırdan sonra altına giriş bölgeleri oluşacak ve Güney Amerika ile Afrika yeniden birbirine yaklaşarak tıpkı 150 milyon yıl önce olduğu gibi tek bir büyük kıta olacaktır. 4,6 milyar yaşında olan dünyamızın uzun geçmişinde bu yeni bir şey değildir. Sayısız kereler okyanuslar açılmış, kapanmış, kıtalar birbirleriyle birleşmiştir. Dünyamız var olduğu sürece bu böyle devam edecektir.

KİMSENİN İNANMADIĞI ADAM

Alman astronom ve meteorolog Alfred Wegener kıtaların kayması teorisini ortaya attı, ancak yaşadığı dönemde fikirleri alay konusu oldu.

Advertisement

1880 yılında Berlin’de doğan Wegener Fransa’da yayınlanan ve Amerika ile Afrika kıtalarının şekillerinin birbirine nasıl uyduğunu gösteren haritalarla ilgilendi. Wegener geçmişteki iklimleri ve fosil kayıtlarını inceleyerek fikirlerini geliştirdi.

1915 yılında yayınlanan teorisinde kıtaların dünya yüzeyinde kaydıklarını ileri sürdü.

Her ne kadar Wegener kıtaların hareket halinde olduklarını ve birbirlerinden ayrıldıklarını kanıtlasa da bunu sağlayan muhteşem kuvvetleri açıklayamıyordu. Afrika’nın şeklinin Güney Amerika’nın doğu tarafına tam oturmasının bir rastlantı olmadığına ve hatta bir zamanlar bütün kıtaların bir arada Pangaea (Yunanca ‘tüm karalar’ anlamına gelir) adı verilen bir süper kıta biçiminde olduklarına ve etrafının bir okyanusla çevrili olduğuna inanıyordu.

Wegener okyanuslarla ayrılmış olan kıtalardaki kayaların ve fosillerin ortak bağlan olduğunu keşfetti. Mesela, glossopteris fern fosillerinin hem Brezilya’da hem de Güney Afrika’da bulunması 200 milyon yıl önce bu iki karanın Atlantik tarafından ayrılmadığını gösteriyordu. Sibirya’da ancak tropik bölgelerde oluşabilecek kömür yataklarına ve Afrika’daki eski buzul kaynaklarına dikkat çekerek kıtaların bir iklim kuşağından diğerine kaydıklarını ileri sürdü.

Wegener’in fosil kanıtları

Charles Darwin birbirinden izole olan türlerin farklı biçimlerde evrimleşeceğini söylediği için Wegener’in fosil kanıtlarının kabul edilmesi zor olmaktaydı. Buna göre görünüşte ortak bir atadan ortaya çıkan çeşitlilikler çok geçmişte fiziksel olarak bir ayrılmanın gerçekleştiğini göstermektedir. Bazı jeologlar bir zamanlar Afrika ve Güney Amerika arasında bir kara bağı olduğunu ve bu bağ koptuğunda hayvanların bir taraftan diğerine geçemediklerini belirttiler.

Wegener aynı zamanda kıtaların çarpışmasının dağ sıralarının oluşmasını açıklama getirdiğini ileri sürdü. Ancak jeologlar dünyanın soğuduğu sırada büzüşerek dağ sıralarım oluşturduğu teorisini destekleyerek bu açıklamayı kabul etmediler.

Wegener 1930 yılında Grönland’daki bir araştırma sırasında öldüğünde 50 yaşındaydı ve ancak bundan 20 yıl sonra teorisi kabul edildi. 1931 yılında İngiliz jeolog Arthur Holmes dünyanın yarı sıvı durumundaki manto tabakasındaki konveksiyon akımlarının yer kabuğunu hareket ettirdiği düşüncesini ileri sürdü.

Daha sonra 1963 yılında okyanus tabanlarının genişlediği ve kıtaları ittiğine ilişkin kanıtlar ortaya çıktı.

Erimiş kayalar katılaştığında dünyanın manyetik alanından etkilenirler. Dünyanın manyetik alanı geçmişte birçok kereler ters dönmüştür ve okyanus ortasındaki tepelerin her iki taraflarındaki manyetik değişim çizgilerinin simetrik olduğu keşfedildi. Bu tepelerden yeni kabuk oluştuğu ve her iki tarafa yayıldığı açıkça anlaşılmaktaydı. Wegener’in teorisinin dayandığı kuvvet bulunmuştu.


Leave A Reply